"Hz. Ebubekir - rahle.org

"Hz. Ebubekir - rahle.org

"Hz. Ebubekir


Facebookta Paylaş
Tweetle
Muhammed GAZİ tarafından yazıldı.

Hz Ebu Bekr, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek tüm mü'minlere, birey-din ilişkisinin en sıhhatli biçimde nasıl kurulabileceği konusunda çok önemli tavır"lar ortaya koymasıyla örneklik teşkil ediyor. Hz Ebu Bekr, kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek tüm mü'minlere, birey-din ilişkisinin en sıhhatli biçimde nasıl kurulabileceği konusunda çok önemli tavır"lar ortaya koymasıyla örneklik teşkil ediyor.


Teymoğulları; halim, kültürlü ve olgun insanlardı. Ebu Kuhafe, Ka'be'ye olan sevgisini, yeni doğan çocuğuna verdiği isimle göstermeye çalıştı; "Abdu'l Ka'be-Ka'be'nin kölesi". Çocuk, fıtratının temizliğini her zaman muhafazaya gayret etti, büyüdü. En Güzel İnsan (as), onun ismini, layıkı olduğuna tebdil etti; o artık "Abdullah" idi. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da Mi'rac hadisesinden sonra "sıddık" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" mânâsına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur oldu. Ve Allah (cc) onun için "ikinin ikincisi" buyurdu. Ne güzel tanımlama! Ne erişilmez mazhariyet!

Güzel hasletlerin "lakab" ile ziynetlendirilmesi geleneğimizi hatırladım bir an. Takdire şayan hasletlerin lakab kabına dökülmesinin, fert ve toplum eğitimi üzerindeki faidelerini niye unuttuk ki?

Hz Ebu Bekr (ra), kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek tüm mü'minlere, birey-din ilişkisinin en sıhhatli biçimde nasıl kurulabileceği konusunda çok önemli tavır"lar ortaya koymasıyla örneklik teşkil ediyor.

O (ra), davet edildiğinde tereddüt-bekleme dönemi geçirmeyen tek şahsiyettir. Hz. Hatice (ra) bi'set öncesi, Rasulullah (as)'daki tavır değişikliklerinden endişe edip, O'nu (as) Hz Ebu Bekr (ra) ile amcazadesi Varaka bin Nevfel'e gönderdi. Bu olaydan sonra, ticaret için gittiği yerlerdeki bazı rahiplerin -Bahira bunlardan biridir- söyledikleriyle birleştirdiğinde, son peygamberin adresini tespit etmede zorlanmadı bile. Fıtratın temiz ve saflığının kendisini vahye bu kadar kolayca açışına tarih, daha önceden hiç böylesine şahit olmamıştı belki de. O (ra), bundan önce de hiçbir zaman çağının şirretlerine bulaşmamış, içki içmemiş ve hatta evinde put bulundurmamıştı.

Hicretten bir buçuk sene önce, insanlar, bundan önce asla şahid olmadıkları ve bundan sonra da hiçbir zaman olmayacakları bir olaya şahidlik ettiler; "Mi'rac-ı Nebi (as)". Aklın kendisini bir hayli zorladığı ve bu yüzden de yeni Müslüman olmuş bazı insanların ,

-Bu kadarını da tahmin edememiştik" diye dinden döndükleri bir sırada O (ra), koşup olayı Rasulullah (as)'dan sorma gereği duymadan,

-Bunu Ondan (as) mı duydunuz?"

-Evet!"

-O (as) söylediyse doğrudur." dedi. Çünkü O'nun için hadisenin keyfiyyeti değil, kimden geldiği/kimde tecelli ettiği önemliydi. Tarih, böyle bir sıdk ve teslimiyete şahid olmakla övünmüştür herhalde.

Ya malını Allah (cc) yolunda harcamadaki enginliğine ne demeli! Bir gün, verecek bir şeyi olmadığında üzerindekileri çıkarıp veriverdi de mescide gidecek/çarşıya çıkacak kıyafeti kalmamıştı. Girdi, içerdeki kilimi üzerine izar gibi tutturdu ve sokağa öyle çıktı. Rasulullah (as) O'nun bu halini daha görmemişti ki Cibril-i Emin (as), her zamanki görüntüsünden farklı bir kıyafette gelmişti vahy için. O (as),

-Üzerindeki kilim de nesi Cibril kardeşim?" buyurduğunda melek;

-Yalnız ben değil gökteki tüm meleklere Allah (cc) kilim giymelerini emretti." dedi.

Bir adıma, bir kulaçla yaklaşım; böylesi bir şeydir.

Müslüman olduktan sonra O (ra), Rasulullah (as) tan neredeyse hiç ayrılmadı. Allah (cc) hicreti, çok sevdiği dostuyla yapmayı lütfetti ona.

O "Siddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş Sevr dağındaki mağaraya beraber hareket ederler. Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Rasûlullah içeri girdi. Ebû Bekir'in kızı Esma, yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma'nin evini aradılar, hakaret edip dayak attılar. Hz. Ebû Bekir (ra) hicret yolculuğuna çıkarken, yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma, onun nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. İz süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu sırada söyle diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 9/40). Nitekim Allah ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar.

Hicrî on birinci yılda hastalanan Rasûlullah (as) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan Müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi rabbi ile buluşmaya gittiğini, O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'ı alnından öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım ..." dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah'a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah'ın su buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır" (Âl-u imrân, 3/144). Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz" (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).

Rasûlullah'ın en yakın ashâbı arasında -hattâ Ebû Bekir ile Ömer arasında- zaman zaman ihtilâflar, görüş ayrılıkları meydana gelmişse de, ilk iki halife zamanında da görüldüğü gibi, dâima birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi görünen hâdiselerin birçoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu. Meselâ Ebû Bekir yumuşak ve sâkin davranırken, Ömer sertlik yanlısıydı. Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir'in yönetiminde, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların içinde, namazlarda Ebû Bekir'in arkasında yer almışlardır (Ibn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, V, 249). Hz. Ali, Rasûlullah'ın bir vasiyeti olsaydı ölünceye kadar onu yerine getireceğini söylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, İbn Abbas'ın Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilâfet işini sormak istemesini geri çevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine karşı kimseden bir çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fitrî, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeliğidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazılı bir ahitname bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair Mescid'de konuşmuş, hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine imam tâyin etmiştir.

Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nın birçoğunun şehid olması üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'ın toplanması fikrine önce sıcak bakmamışsa da, sonra ona hak vererek, Kur'ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taslara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur'ân hâfızı idi. Ancak, yazılı olan âyetler dağınıktı, kurrâ da azalınca Kur'ân'ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrıca şâhitlerle âyetler doğrulanıyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler toplandı ve "Mushaf" meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir'den Ömer'e, ondan da kızı Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman zamanında çoğaltılarak Dârü'l-İslam'ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

Hz. Ebû Bekir'in hastalığı ağırlaştığında mescide çıkamıyordu artık. Ziyaretine gelenlere o gece gördüğü rüyasını anlattı: Gecenin sonuna doğru uyumuşum. Resûl-i Ekrem'i rüyada gördüm. İki beyaz elbiseyi giymişti. O elbiselerin eteklerini ben tutuyorum. O sırada elbiseler yeşil olup, parlamağa başladı. Bakanların gözlerini alırdı. İki yanında, uzun boylu, gayet güzel yüzlü, nûr elbiseli ve bakanlara neşe veren iki kimse vardı. Resûl-i Ekrem selâm verip musafaha etmekle beni şereflendirdi. Mübârek elini göğsüme koydu. Üzüntüm gitti. Yâ Ebâ Bekir, seni çok özledik, kavuşma zamanı yaklaştı" buyurdu. Uykuda o kadar ağlamışım ki, evdekiler uyanmışlar. Sonradan bana söylediler. Ben de seni özledim, yâ Resûlallah dedim..."

Rüyasını anlattıktan sonra Eshab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare edip, hazret-i Osman'a şu vasiyeti yazdırdı: Ben Ömer ibni'l Hattab'ı hilafete seçtim. Onu dinleyin, ona itaat edin. Sizin için hayırlı olanı tespitte kusur etmedim. Eğer sabır ve adaletle hükmederse beni tasdik etmiş olur. Böyle yapmazsa ben gaybı bilemem, mazurum. Ben ancak hayır murad ettim. Herkes amelinin cezasını bulur." Kendisinden nasihat istediklerinde, "Yakında size pek ziyade rızık kapıları açılacak. Birkaç günlük ömre aldanıp da yarın Cenab-ı Hakkın huzurunda mahcub olmayın" buyurdu.

"Size her işte, her durumda Allahü teâlâdan korkmanızı nasihat ederim. Hoşunuza giden işler kadar, size zor gelen durumlarda da hakikate sarılın. Şunu bilin ki, doğru söz dışında hiçbir kelam hayır ve yarar getirmez. Yalan söyleyen, yaradılış hikmetini saptırmış, bunu yapan ise, helâk olmuştur. Büyüklenmekden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi de, ne demek oluyor? Bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsız!..

Çalışın ve nefislerinizi, içinde yer alacakları ölüm ötesi için hazırlayın. Önünüzde çözümü zorlaşan şeyleri Allah'ın ilmine havale edin. Öbür âleme geçmeden önce bir şey hazırlayın ki, oraya vardığınızda karşınıza çıksın. Çünkü, Allahü teâlâ, Mahşer gününde herkes,dünyada hayır ve kötülük olarak yaptığı her şeyi hazır bulacak ve isteyecek ki, kötülüklerle arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah size kendinden korkmanızı emreder. Allah kullarını çok esirgeyendir.

O halde, Allah'tan korkun, O'nun emir ve yasaklarına iyice kulak verin. Sizden önce gelip geçenlerden de ibret alın. Ve unutmayın ki, rabbinizin huzuruna mutlaka çıkarılacak ve küçük-büyük bütün davranışlarınızın karşılığını bulacaksınız. Bununla beraber Allah dilediğini bağışlayabilir. O bağışlayıcı ve affedicidir.Kendinizi iyi tanıyın, sadece kendi noksanlarınızla meşgul olun.

Allah'ım! Bizleri de o âlemlerin Efendisine salât ve selâm etmekle şereflendir, bizleri onun havzından su içen bahtiyarlardan kıl! Allahım, sana boyun eğmemiz hususunda bize yardımcı ol! Bizleri düşmanlarımız karşısında muzaffer kıl!

Ömrünü faydasız, boş şeylerle geçiren, tarlaya tohum ekme vaktini kaçırmış olur. Vaktinde tohum ekmeyen ise, hasat zamanı pişman olur.

Allah'tan Af ve afiyet isteyiniz. Çünkü, mümine İslam'dan sonra af ve afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Allah'a teâlâ size dünyayı fethettirecek, açacaktır. Siz, ihtiyacınızdan fazlasını almayınız!"

Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğinde iken, kızı Hz.Âişe yanına gelerek, "Ölüm gelip çattığı ve göğüs sıkıştığı vakit, artık servet bir fayda vermez" meâlindeki beytini okuyunca, Hz.Ebû Bekir gözünü açarak: "(Bir gün bakarsın ki) ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş. İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir" (50 Kaaf: 19) ayetini okudu. Ve sonra da: "Şu iki elbisemi yıkayın, bunları kefen olarak kullanın. Zîra hayattakilerin yenilere ihtiyacı daha çoktur" dedi. Yine Hz. Âişe: "Yüzü suyu hürmetine yağmur yağan, yetimlerin baharı ve dulların koruyucusu" meâlindeki beytini söyleyince, Hz. Ebû Bekir: "O, dediğin, Resûl-i Ekrem'dir" buyurdu.

Ebû Bekir'in hastalığı ağırlaşınca yanındakiler: "Bir doktor çağıralım da sena baksın" dediler. Hz. Ebû Bekir: "Benim tabibim bana baktı ve ben dilediğimi yaparım diye söyledi" dedi.

Selman-ı Farisî ziyâretine gelerek: "Bize öğüt ver" dedi.

 Hz. Ebû Bekir: "Allahu teâlâ size dünyayı fethettirecek, kapılarını açacaktır. Siz, ihtiyacınızdan fazlasını almayınız. Bilmiş ol ki, sabah namazını kılan kimse, Allah'ın himâyesindedir. Allah'ın hakkını küçümseme, zîra yüzüstü seni Cehennem'e atar" dedi.

Hastalığı ağırlaşıp artık iyileşmek ümidi kesildiği vakit, Hz. Ömer'i çağırtarak ona şöyle öğüt verdi: "Bilmiş ol ki; Allahu teâlânın, insanlar üzerinde gündüzde hakkı var, onu gece kabûl etmez; gece hakkı var, onu da gündüz kabûl etmez. Farzlar ödenmedikçe nâfileleri kabûl etmez.

Kıyâmet günü mîzânın ağır gelmesi, dünyada hakka uymak ve hakkı ağır getirmekle mümkündür. Ağır gelmesi için mîzânın hakkı, ona ancak hakkı koymaktır. Kıyâmet gününde terâzisi hafif gelenler, bâtıl olan şeye uyanlardır. Hafif gelmemek için mîzânın hakkı, ona bâtılı koymamaktır.

Allahu teâlâ Cennet ehlini güzel amellerle, Cehennem halkını da çirkin işleri ile anmıştır. Onların iyi amellerini onlara iade etti de onlar birbiri arasında, "Ben falancadan iyiyim" dedi. Allahu teâlânın rahmet ve azab âyetlerini bir arada anmasındaki hikmet, kulun korku ve ümid arasında yaşaması ve kendisini tehlikeye atmayıp boşu boşuna Allah'a ümid beslememeleri içindir.

Şâyet bu vasiyyetime riâyet edersem, ölümden daha sevimli olarak ulaşacağın bir yitiğin olmaz ki, ölüm muhakkak seni de bulacaktır. Şâyet dediklerime riâyet etmezsen, ölümden daha arzulamadığın bir kaybın olmayacak. Hâlbuki o yine seni yakalayacaktır. Ondan kendini kurtaramazsın" dedi.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ