Hidayet ya da Yolda Olmak - rahle.org

Hidayet ya da Yolda Olmak - rahle.org

Hidayet ya da Yolda Olmak


Facebookta Paylaş
Tweetle

Ebubekir Armağan 

 

1980’li yılların ortalarında İslâmcı iddialarla varlığını sürdüren, bu iddialar üzerinden faaliyetlerini organize eden ve yoğun tempoda tebliğ faaliyetlerini sürdüren Müslüman Cemaati heyecanlandıran ve ümitlerini adeta ikiye katlayıp sevinç çığlıkları atmasına sebep olan bir değişim söz konusu idi: Bir kadının tesettüre riayet ederek giyinmesi, namazla müşerref olması, bir erkeğin de geçmişte yaşamış olduğu hayat tarzını aniden terk edip İslâmî usullere uygun yaşamaya başlaması…

Muhakkak ki söz konusu değişimler heyecanlanmak için yeter sebeplerdi ve bugün de bizi heyecanlandırmakta ve heyecanlandırmalıdır. İnsanların Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek için dönüşüm göstermeleri takdire şayan bir davranıştır. İnsanın geçmişte öğrenmiş ve tatbik etmiş olduğu yaşam tarzını, gelenek, görenek, eğitim, kültür, siyasi veya ideolojik tercihlerini bir kenara ellerinin tersiyle itmeleri kolay bir girişim değildir elbet. Bu dönüşüm haddi zatında bir meydan okuma taşır, içinde büyüdüğü aile, toplum, ekonomik ve sosyal çevre ile yolların ters düşmesi insanı yalnızlığa iter ki, bu durum içinden “ha” deyip de kolayca çıkılabilecek bir durum değildir. Büyük bir dirayet, güç ve sabır ister. Elbette ki Allah (cc) varsa yalnızlık yoktur, fakat bu düşünce söz konusu durumun realitesini, güçlük ve ıstırabını değiştirmez; lakin içselleştirildiğinde kişiye dayanma gücü verir.

Söz konusu bireysel değişimlerin yaşandığı her an, dönüşüm yaşayan her kişinin “hidayete erdi” diye sıfatlandırılıyor oluşu ise Hidayet kavramının özden ziyade şekilsel dönüşümlere izafe edildiğinin göstergesiydi o yıllar. Gerçi şimdi bunu bile özler vaziyete geldik…

Hidayet, Clark KENT’in telefon kulübesine girip de Süpermen olarak çıkması gibi bir durum değildir. Yani kişiler adeta sihirli bir değnek değmiş gibi bir an da dönüşmezler ve hidayeti bulmazlar. Eğer söz konusu değişim bu kadar hızlı olursa, geri dönüşü de aynı hızda mümkün olacaktır. Dönemin hidayet romanlarına bakıldığında, roman kurgusu, hikâyesi ve kahramanları o zaman ki hidayet algısını gözler önüne sermektedir. Solcu bir gencin Müslüman bir gençle tanışıp her konuşmalarında fikrî bir altyapıdan yoksun, sorgulamaktan aciz, tabir yerinde ise her bir diyalogunda ayetlerin havada uçuştuğu buluşmalardan sonra, birdenbire,  varlığını üzerine bina ettiği dünya görüşünden vazgeçip Müslümanca bir hayat yaşamaya karar vermesi, kız ise örtünmesi, erkek ise sakal bırakması hidayetin ta kendisi olarak resmedilirdi. Bu romanların karşılık bulması ve halen buluyor oluşu hidayet algısının Kuran’ın tanımladığı gibi tanımlanmaması ve hidayetin şekilsel değişimle izah ediliyor oluşunun göstergesidir.

Sadece kendi yaşamımızdan pay biçsek göreceğiz ki vazgeçmemiz gereken en basit şeylerden bile kolayca vazgeçemiyoruz. Söz konusu olan dünya görüşünün tümüyle reddi, yaşam tarzının büyük oranda değiştirilmesi ise bu elbette ki sancılı ve çok zor bir süreç olacaktır. Bu coğrafya insanının ateisti bile kendini “sosyolojik olarak Müslümanım”  diye tanımlıyorsa malumdur ki, bu coğrafya da İslâm algısı vahye dayalı değil, kimi zaman kültürel alışkanlıklara, kimi zaman çevreye, kimi zaman tevatüre dayalıdır. Şu halde kendisini bu çerçevede tanımlayanlarında, tanımlamayanlarında kendilerini sorguya çekmeleri zorunludur. Kur’an-ı Kerim bu hususta insana şu uyarıyı yapar: 

Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasip almamış iseler?” (Bakara, 2/170)

İlahî Kelam’a bakıldığında ise hidayet uzun soluklu ve ömür boyu devam edecek olan yol arayışında, şeytanın vesvese ve desiselerine karşı bir direniş rehberi ve adeta bir projektördür.

Hidayet, lügatte lütuf ile yol göstermek, rehberlik yapmak demektir. (Ragıb el-İsfehanî) Hidayet aynı zamanda hakkı hak bilmek ve ona uymak, batılı da batıl bilip ondan kaçınmak demektir.

Hidayet aranılıp bulunan bir değer değil, hakikatin aranılıp bulunmasında ve hakikatle yüzleşip onu kabullendikten sonraki süreçte ayağın kaymaması için bir rehberdir. Bu manada Allah Kelamını şu şekilde tanımlamaktadır.

Şüphesiz bu Kitap takva sahipleri için dosdoğru bir yol göstericidir.” (Bakara, 2/2)

İnsanın hakikat arayışında Kur’an onun hidayeti yani rehberi olarak indirilmiştir. Mümin vasfımızla aralarında hiçbir ayırım yapmadığımız Kutlu Peygamberlerde birer hakikate ulaşma rehberi ve “Hâ İnsan kendisine kodlanmış bir zihin ve kalp berraklığı ile dünyaya gelir. Nitekim Allah Resulü (sa): “Her çocuk fıtrat üzere doğar…” buyurmuştur.

Bu manada Araf Suresi 172. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Hani kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu demeyisiniz diye- Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk, demişlerdi.”

Yukarıda bahsi geçen ayet insana yaratılışta adeta kodlanmış olan hakikat bilgisinin varlığını haber veriyor. Söz konusu kodlanmış bilgi vicdanın zaman içerisinde günah kirleri ile tozlanmış ve paslanmış olması neticesinde kaybolmaya yüz tutabilir. İnsanoğlunun vicdanına kodlanmış olan ve üzeri zaman içerisinde örtülmüş olan hakikat bilgisinin açığa çıkması için ise Allah (cc) Resulleri ve onlarla birlikte indirmiş olduğu kitapları bir hidayet rehberi olarak gönderir. İman ve küfür ise hakikate dair bilginin ayan beyan su yüzüne çıkması ile insanın hakikat karşısındaki tutumunun adıdır: Ya hakikatin üzerini örtüp kâfir olacaktır, ya da onu kabul edip iman edecektir. Bu insanın hür iradesine bırakılmış bir tercihtir.

Hz. İbrahim güneş, ay ve yıldızlar üzerine tefekkür ederken kavmine şu mesajı da vermektedir aslında: Allah’ın yarattıklarını tefekkür etmek vicdanınızda üstü örtülmüş hakikati ortaya çıkaran amillerdendir. Çünkü var olan her şey Allah’ın ayetlerindendir.

İman etmeyi tercih eden kişinin hakikat arayışı sona ermemiştir; belki de yeni başlamıştır. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır ve onu türlü hile ve desiselerle kandırmaya yoldan çıkartmaya uğraşacaktır. Bundan sonrasında da Kur’an insanın hidayet rehberi olmaya devam edecektir. İnsan yaratılıştan zaaflarıyla birlikte doğar. Mükemmel ve eksiksiz olan yalnızca Allah’tır. İşte bu manada Yüce Allah Kitabında mü’minlerin imandan sonrada yanılgıya düşebileceğini, şeytanın vesveselerine kanabileceğini bildirir ve buna göre de tedbirler alınmasını öğütler; hidayet verir:

Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır bir yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri de yükleme, bizi affet, bizi bağışla, bize acı, sen bizim Mevlamızsın. Kâfirlere karşı bize yardım et!” (Bakara, 2/286)

Ey Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığı bağışla; yolunda sabit kıl; kâfirlere karşı bizi muzaffer eyle!” (Al-i İmran, 3/147)

Ey Rabbimiz, bize çok sabır ver, Müslüman olarak canımızı al!” (A’raf, 7/126)

Ey Rabbimiz! Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi (haktan) saptırma ve kendi cânib-i izzetinden bizlere bir rahmet bağışla. Şüphe yok ki vehhâb olan ancak Sen'sin.” (Al-i İmran, 3/8)

Yukarıda zikredilen ayetler insanın imanından sonra da küfür tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Allah insanı, biz kullarını böylece uyarır. Çünkü dalalet her an kapımızda şeytanın oyunlarıyla birlikte bir tehlike olarak durmaktadır. İnsanın hidayete ulaştırılması ise insanın kendi çabasının sonucunda Allah’ın ona olan lütuf ve ikramıdır. Yine insanın dalalete düşmesi ise kendi çabası iledir, işlediği kötülükler neticesinde Allah insanı hidayet yoluna sevk etmez.

Aşağıdaki ayetlerde Yüce Allah (cc) insanın kendi çabası ile birlikte hidayet veya dalalete doğru yol aldığını şöyle gözler önüne sermektedir:

Allah (bile bile) zulüm işleyen toplumu hidayete erdirmez.” (Bakara,2/258)

Allah nankör yalancıyı yola getirmez.” (Zümer, 39/3)

Allah yalancı müsrifi yola getirmez.” (Mü’min, 40/28)

Ayetlerine inanmayanları Allah yola getirmez.” (Nahl, 16/104)

Yukarıdaki ayetlerde Yüce Allah, inkâr edenin, haddi aşanın, zalimlerin hidayeti asla bulamayacağını ve bu durumun kendilerinin tercihleri olduğunu bildirmektedir. Hidayet bir süreçtir. İnsanın Allah ile olan bağı ne kadar kuvvetli ise Allah insana o kadar hidayet eder, yol gösterir, sapmasını engeller.

Allah doğru yola gidenlerin hidayetini artırmaktadır.” (Meryem, 19/76)

Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe, 9/24)

Yukarıdaki ayette de Yüce Allah Allah’ın dini uğrunda mücadele etmenin dünyevi mal ve aile kaygısının, ihtirasının ve sevgisinin önüne geçmediği müddetçe hidayete erişmenin mümkün olamayacağını ifade eder. Fatiha Suresi’nde ise Yüce Allah Müminlere şu duayı yapmasını öğütlemektedir: “Bizi dosdoğru yola ilet…”

Bu ayetten anlaşılacağı üzere, insanın hidayeti, onun istemesine bağlanmıştır. Yani insanın çabası karşılığında Allah insana hidayet verecektir. Oysaki bir önceki ayette Tevhid Akidesinin en temel argümanlarından biri zikredilmektedir. “Ancak sana ibadet eder senden yardım dileriz…” Şu halde bunu dillendirmek ve yaşamak, dosdoğru yolda sabit kalınabileceğini göstermez ki, peşinden Allah’tan dosdoğru yol talebi gelmektedir.

Bir kutsi hadiste de Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Kullarım! Ben nefsime zulmü haram kıldım; size de haram ettim. Öyle ise birbirlerinize zulmetmeyin. Ey Kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dalalettesiniz. Öyle ise benden hidayet isteyin ki sizi hidayete erdireyim.” (Müslim, Birr, 55; Tirmizî, Kıyamet, 48)

Hidayet, olup biten bir şey değil, insanın kulluk yürüyüşünde Allah’a bağlılığı (takvası) oranında Allah’ın onu şirk, fısk, küfür ve zulüm gibi günah ve günah kirlerinden uzaklaşabilmesi için basiret vermesi, insanı kendi dini üzere sabit kılmasıdır. Bu ise bütün bir ömre yayılan uzun ve zorlu bir süreci ifade etmektedir.®

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ