ORUCUN RUHU - rahle.org

ORUCUN RUHU - rahle.org

ORUCUN RUHU


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Sezai Karakoç

Yahudilikteki ve Hristiyanlıktaki perhizler artık tıbbın malı olmuştur. Tıp, ne za­man ve nelerden perhiz edileceğini aşağı yukarı kesinlikle söyleyebilmekte ve ge­rektiği zaman hastaya öğütlemektedir. Bu dinlerde perhizden tıbbın alanına gir­meyen hiçbir şey kalmamıştır. Ama oruç öyle değildir. Tıbbın da onaylayacağı fay­daları dışında o yine başlı başına bir tapınma olarak kalmaktadır. Bu. orucun, be­deni sıkıya alan, çile değirmeninde döndüren orucun yüce ve meleklerle örülü çehresinden, manevi bir yakuttan yoğrulmuş mayasından, Davud peygamberin örsünde yoğrulmuş hamurundan, İsa peygamberin tevekkül tasından, Hızır pey­gamberin getirdiği ab-ı hayatı içine çekmiş olan özünden. Büyük Peygamberin el­lerinde Kuran kevseriyle yıkanmış olan ruhundan doğan bir özelliktir.

Oruçta bütün bir din tarihini yaşarız biz. iftarın yaklaştığı saatlerde fırından ek­mek almaya giden oruçlu, Ashab-ı Kehfin nice yıllar uyuduktan sonra içlerinden birini şehre ekmek almağa gönderdikleri zamanki ruh hallerini bir parçacık yaşar. Evet, fırın artık o fırın, kent artık o kent değilse de, ramazan günü fırınlardan alı­nan ekmek yine o "ekmektir, iftar sofrası, Allah'ın Hazreti İsa'ya indirdiği "gök sof- rasf'dır bir parça. Peygamberimizin nice kereler ashabıyla oturduğu sofradan bir anlam taşımaktadır. Ocaklardı yanan ateş Nemrud'ıın yaktığı ateş değil. Hazreti İbrahim'i yakmayan ateştir. Oruç ayına kadar pek de dikkat etmeksizin etinden, sütünden, yününden, derisinden faydalandığımız hayvanlar, ağızlarımız melek mü­hürleriyle mühürlendiği andan itibaren yavaş yavaş anlam değiştirmeğe başlariar. Ta kurban bayramında Hazreti İsmail'in kurtulmalığı olan koçun anlamına kavu­şuncaya kadar. Taşlar bile dikkat eden için anlam değiştirir oruçta. Hazreti İsma­il'in şeytana attığı taşlara dönüşmeğe başlarlar gözümüzde.

Oruç, toplum için, Hazreti Musa’nın Sına dağına gittiği ve dönüşünde halkını Altın Buzağıyı yapmış ve ona tapar olarak bulmuş olduğu o çileli günün imtihanın­dan bir imtihandır. Manen, İslam toplumu Kadir gecesinde her yıl Altın Buzağıyı boğazlar ve bayrama onun sevinci içinde çıkar.

Oruç ayı boyunca, Halılullahtan (Allah dostu Hazreti İbrahim'den) Kelimullah- tan (Allah'la konuşma şanının sancağı Hazreti Musa'dan), Ruhullahtan (Cebrail nefesinden oluşmuş Hazreti İsa'dan) ve nihayet Habibullahtan (en büyük derece­
ye, Allah'ın sevgilisi olma derecesine yükselmiş Ulu Peygamberden) müminlerin üzerine görünmez dünya armağanları yağar. Onlar ister ki müminler olabildikle­ri kadar kendilerine benzesinler, kendilerinin eriştiği bu ilahi nimetlerden görün­mez rızıklar alsınlar. Allah onların dualarını kabul eder ve biz Müslümanlar ilk ba­kışta tarihin içine gömülmüş gibi görünen bu ilahi nimetlerden, bu manevi rızık- lardan oruç ayında, en çok oruç ayında her birimiz kendi çapımızda payımızı alı­rız. Oruç ayında coşan kalp ve ruh için, Kabe'yi yaparkenki Hazreti İbrahim, ilahi ateşin Sina dağını şimşek gibi titrettiğini gören Hazreti Musa, ölüyü dirilten Haz­reti İsa, meleklerin yandığı sınırları aşan ve Miracını Allah'ı görerek, mecazın ve nisbinin bütün perdelerini sıyırarak tamamlayan Hazreti Peygamber ne kadar ya­kındır, ne kadar yakındadır.

Yalnız onlar mı? Ölüler ve diriler ne kadar yakındırlar. Ölülerimiz ve dirileri­miz ne kadar yakındırlar. Bir dağ başında olsak bile, güneş battıktan sonra bir ka­yanın yanına tek başımıza iftar soframızı açsak da, ölmüş babalarımız ve annele­rimiz gözlerimizin önüne gelirler. Çocukluğumuzdaki o iftar öncesindeki manevi derinleşme, iftarın yaklaştığı anlardaki adeta çocuksu telaş, anne cömertliğini ve babanın iftar sofrasının başında güçlü bir tapınak sütunu gibi aileye gözleriyle ku­caklayışı, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık yıllarında her ramazanda geri gelen ve pe­şimizi bırakmayan tatlı bir hatıralar örgüsüdür. Orucun getirdiği yumuşak ve ipek- si havada kadınlarımız ve çocuklarımız bize ne kadar yakındırlar. Oruç ayı, şeyta­nın çok evlerden kovulduğu aydır. Ailelerden sürgündür o. Belki o bile bir aile­den, aile cennetinden kovuluşunda cennetten kovulduğu anları hatırlamaktadır. Oruç, eşyayı ve evreni de bize yaklaştırmış değil midir? Onu daha derinden algı­lamakta, kavramakta değil midir? Oruç ayında gündüz daha gündüz, gece daha gece değil midir? Güneş daha güneş, su daha su toprak daha toprak, ay daha ay, yıldız daha yıldız, zaman daha zaman, mekan daha mekan, vücut daha vücut de­ğil midir?

Ve nihayet ruh, daha ruh değil midir?                  (Kıyamet Aşısı, s. 103)


Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ