Küçük Cihaddan Büyük Cihada! - rahle.org

Küçük Cihaddan Büyük Cihada! - rahle.org

Küçük Cihaddan Büyük Cihada!


Facebookta Paylaş
Tweetle

Y. Emre Kırmızılı 

 

Giriş:

Usûl-ü Hadis literatüründe zayıf (daif) olarak nitelenen rivayetlerin genel durumu, onlarla ancak bazı şartların oluşması halinde amel edilmesi şeklinde tarif edilmiştir.¹ Eğer şartlar sağlanamamış ise zayıf hadisle amel edilmez, kabul edilir. Bu durum genellikle münekkid bir hadis âlimi tarafından belirlenir ve ilimde derinleşmemiş herhangi bir kimsenin inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemli görülür.

Bununla birlikte, ülkemizde hadis kritiği hususunda genele açık sıhhatli bir ortam henüz oluşmamıştır. Bu ilmî boşluk sebebiyledir ki, zaman zaman zayıf ve hatta uydurma (mevdu) vasıftaki pek çok rivayetin (hadis) maalesef halk -ve kimi cemaatler- arasında yayıldığına ve delil olarak kullanıldığına şahit oluyoruz.

Biz buradaki çalışmamızda, cihad ile ilgili sık kullanılan (hadis diye bilinen) bir sözü tahkik ve tenkid etmeyi amaçladık. Bu hususta ehl-i sünnet âlimlerinin çeşitli eserlerine başvurup onların görüşleri dışına çıkmamaya özen gösterdik.

Mezkur rivayeti aşağıdaki şu birkaç bölümde inceleyeceğiz...

A. Hadis Metni:

Beyhakî (ö. 384/994) ve Hatip el-Bağdadî’nin (ö. 463/1071) Cabir b. Abdullah’tan (ra) sened zinciriyle rivayet ettiğine göre; Resulullah (sa) bir gazveden dönerken oradakilere şöyle hitap etti: “Hayırlı bir yerden döndünüz! Küçük cihaddan büyük cihada döndünüz.” Sahabe: “Ey Allah’ın Resulü! Büyük cihad nedir?” dediler. Resulullah (sa): “Kulun nefsiyle mücadelesidir.” dedi.²

Tabiîn dönemi adamı olan İbrahim b. Ebi Able’den itibaren senetli bir biçimde gelen diğer rivayete göre; İbrahim şöyle demiştir: Tebük Gazasından dönenlere Resulullah (sa) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz küçük cihaddan döndünüz. Bundan sonra büyük cihada, kalp cihadına ne yapacaksınız?”³

Hadisi sened zikretmeksizin eserine alan ve aktaran diğer alimler tespit edebildiğimiz kadarıyla şunlardır: İmam Gazalî (ö. 505/1111), İhyau Ulumi’d-Din; Abdülkadir Geylanî (ö. 561/1166), Futuhu’l-Gayb; Fahruddin er-Razî (ö. 606/1209), Tefsir-i Kebir; Kadı Beydavî (ö. 685/1286), Envârü't-Tenzîl ve Esrâru't Te'vil (Beydavî Tefsiri); İmam Suyutî (ö. 911/1505), Durr’ü-l Mensur ve İmam Rabbanî (ö. 1034/1624), Mektubat’ta… Ayrıca Osman Nûri Topbaş, Fethullah Gülen ve sufî yaklaşıma sahip diğer günümüz hocaları da hadisi (senedsiz biçimde) eserlerinde zikretmişlerdir.

Sahih ve muteber sayılan hadis kitaplarının herhangi birinde ise (Kütüb-i Sitte, Muvatta, Müsned, vd.) bu rivayet yer almamaktadır.

B. Sened Tenkidi:

İlk rivayet hakkında İmam Zehebi Tehzibu’t-Tehzib adlı eserinde şöyle demiştir: “Rivayet edenler arasında Halef b. Muhammed b. İsmail el-Hayyam vardır. Hakim, onun hakkında; “Onun hadisi sakıttır (güvenilmez-dir)!” derken, Ebu’l Ya’la; “O karıştırmış, çok zayıf biridir; bilinmeyen metinleri rivayet etmiştir!” demiştir.”4

Hadisin senedinde yer alan Yahya b. Ala el-Bahilî hakkında ise daha fazlası söylenmiştir: Ahmed b. Hanbel, Nesaî, İbn Adiyy ve Darekutnî onun hakkında; “hadisleri metruktur, uydurmadır.” şeklinde konuşmuşlardır.5 Ayrıca Hafız Irâkî İhyau Ulumi’d-Dîn şerhinde, İmam Beyhakî, Kitabu’z-Zühd adlı eserinde, İmam Aclunî Keşfu’l-Hafa’da; “Bu hadisin senedi zayıftır!” notu ile rivayet etmişlerdir.

İkinci rivayet hakkında Darekutni şöyle demiştir: “İbrahim b. Ebi Able kendi nefsinde güvenilirdir, fakat ona giden yollar safi (temiz ve açık) değildir.” İbn Hacer el-Askalânî, Tasdidu’l-Kavs adlı eserinde: “Bu rivayet, dilden dile dolaşan bir sözdür, fakat (ihtimal ki) İbrahim b. Ebi Able’ye aittir.” demiştir.6 Nitekim ikinci rivayetin senedi Resulullah’a kadar kesintisiz değildir; İbrahim’in bu sözü kimden (hangi sahabeden) aktardığı belirtilmemiştir!

İbn Teymiyye (ö. 728/1328) konu ile ilgili genel olarak şunları demiştir: “Bazılarının Tebük Seferi dönüşünde, Resulullah’ın; “küçük cihaddan büyük cihada döndük” şeklinde söylediğini rivayet ettikleri hadisin aslı yoktur. Nebi’nin (sa) söz ve fiillerini bilen hiç kimse bunu rivayet etmemiştir. Kâfirlerle cihad, amellerin en büyüğü, hatta insanın yapacağı en büyük iyiliklerdendir.”7

Bundan başka, Suud âlimlerinden Şeyh Abdülaziz b. Baz Fetvalar’ında meseleyi ilmî olarak incelemiş ve “hadisin muteber olmadığı” hükmüne varmıştır.8

C. Metin Tenkidi:

Yukarıda ortak manaya ifade eden hadis, âlimler nazarında şiddetli tenkide maruz kalmış ve başta Kur’an-ı Kerîm’de zikrolunan ayetler olmak üzere, bir kısım sahih hadis ve sahabe sözleriyle uyum içermediği, üstelik (en büyük salih amel sayılan) kişinin malı ve canıyla yapacağı cihadın derecesini düşürdüğü gerekçesiyle itibar görmemiştir.⁹ Bununla ilgili deliller aşağıda zikredilmiştir:

1. Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmaya vesileler arayın! Allah yolunda cihad edin ki Allah da sizleri kurtuluşa erdirsin.” (Maide, 5/35)

Katade’nin açıklamasına göre, ayette geçen vesile; Allah’a yaklaştırıcı nitelikteki bütün salih amellerdir. Dikkat edilirse, bunların ilki O’nun yolunda (kafirlere karşı) cihad etmek olarak zikredilmiştir. Nasıl yapılacağı hususu ise kimi tefsirlerde “dil, mal ve canlarıyla”  şeklinde, en geniş manada ifade edilmiştir.¹⁰

2. Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylüyorsunuz? Allah yapmayacağınız şeyleri söylemenizden hiç hoşlanmaz. O, kendi yolunda sağlam bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 61/2-4)

Rivayete göre, Medine döneminde mü’min-ler; “Amellerin hangisinin Allah’a en sevimli olduğunu bilseydik o uğurda mallarımızı, canlarımızı feda ederdik” diye konuşuyorlardı. Daha sonra, Uhud Harbinde bazı kimselerin (korku duyarak) savaştan geri durması üzerine Allah (cc) onlara yukarıdaki ayetleri indirerek ikazda bulunmuştur.¹¹

3. Numan bin Beşir’den (ra) şöyle rivayet edildi: Peygamberin yanında bulunduğum bir sırada Müslümanlardan birinin şöyle dediğini işittim: “İslam ile şereflendikten bu yana, hacılara su dağıtmaktan başka hiçbir işle meşgul olmayacağım ve başka bir işe önem vermeyeceğim.” Bir başkası: “Ben de öyle…” dedi. “İslamiyet ile şeref bulduktan sonra, Mescid-i Haram'ı onarmak ve bakmaktan başka hiçbir işe önem vermedim ve vermeyeceğim.” Onların bu konuşmalarına kulak misafiri olan Hz. Ali sözlerine karıştı: “Allah yolunda savaşmak sizin anlattığınız işlerden çok daha üstündür.” Orada bulunan Hz. Ömer: “Allah Resulünün minberi yanında yüksek sesle konuşmayın!” diye onları ikaz etti. Namazı bitirdikten sonra meseleyi Resulullah’a sorduk. O da sorumuzu Allah'a arz etti. Ardından Tevbe suresinin 20. ayeti nazil oldu:

“İman edip hicret eden, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar muradına ermiş kullardır.”¹²

4. Amr b. Abese’den (ra) nakledildiğine göre bir adam gelip Allah Resulüne (sa) bazı sorular sordu. (…) Sonra şöyle dedi: “Cihat nedir?” Resulullah şöyle buyurdu:“Kendileriyle karşılaştığın zaman kâfirlerle savaşmandır.” Adam tekrar sordu: “Cihadın hangisi daha faziletlidir?” Resulullah şöyle buyurdu: “Savaş için bindiği atın ayakları kesilen ve kanı akıtılan kişinin yaptığı cihaddır.”¹³

5. Ebu Said el-Hudrî’nin (ra) rivayet ettiğine göre; bir adam gelip Resulullah’a (sa) şöyle sordu: “İnsanların hangisi en üstünüdür?” O şöyle buyurdu: “Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden mü’min kimse…” Adam tekrar sordu: “Ondan sonra hangisidir?” Resulullah şöyle buyurdu: “İnsanların şerrinden korunmak için Allah’tan korkarak inzivaya çekilen kimse…”¹4

6. Bu rivayetin bir benzerini İbn Abbas (ra) Resulullah’tan (sa) rivayet etmiştir.¹5

7. Yine Ebu Hureyre’den (ra) gelen benzer bir rivayette Resulullah (sa) buyurdu ki: “Sizden birinin (insanların arasına karışarak) Allah yolunda çalışıp gayret (mücahede) etmesi, 70 sene evinde oturup namaz kılmasından daha faziletlidir.”¹6

8. Sahih başka bir rivayette, Ebu Zerr (ra) Allah Resulüne şöyle sordu: “Hangi amelimiz daha üstündür?” O (sa) da şöyle cevap verdi: “Allah’a iman etmek ve O’nun yolunda savaşmak…”¹7

9. Aynı soruyu Ebu Hureyre (ra) de sordu ve Resulullah (sa) yine aynı cevabı verdi.¹8

10. Bir başka rivayette, sahabeden bir kısım insanlar: “Ey Allah’ın Resulü! Allah yolunda yapılan cihada denk düşecek bir amelden haber ver?” dediler. Resulullah: “Ona güç yetiremezsiniz!” dedi. “Olsun, yine de haber versen?” dediler. Resulullah şöyle buyurdu: “Bir savaşçı evinden çıktığında geri dönünceye kadar, evinde iftar etmeden ve aralıksız namaz kılmaya güç yetirebilir misin?”¹⁹

11. Resulullah (sa) Muaz b. Cebel’i (ra) Yemen’e görevli olarak gönderirken şöyle nasihat etti: “Ya Muaz! Bil ki, işin başı İslam’dır, ortası namazdır, zirvesi Allah yolunda cihaddır.” Sonra nasihatine devam etti...²⁰

Bazı hadislerde namazın cihaddan önde tutulduğu, hatta kimi rivayetlerde hakkıyla yapılmış hacc, anne-babaya iyilik ve Muharrem Orucu gibi amellerin cihadın önüne geçirildiği sahih olarak aktarılmaktadır. Allah-u âlem bunun sebebi, Resulullah’ın nasihatte bulunduğu kimsenin yaşı, konumu ve öncelemesi gereken amelinin ne olduğunu ondan daha iyi bilmesinden kaynaklanmaktadır. Yoksa genel manada cihad, salih amellerin en makbulü ve üstünüdür. Nitekim savaş şartlarının oluştuğu bir esnada namaz dahi geciktirilir yahut kısaltılır, hacc bir sonraki seneye ertelenebilir, vs.

12. Ebu Zür’â b. Amr b. Cerîr bildiriyor: Hz. Ömer, içlerinde Muaz b. Cebel’in (ra) de bulunduğu bir orduyu cihada gönderdi. Ordu yola çıktıktan sonra Muaz’ı gördü ve: “Hayırdır! Niye onlarla çıkmadın?” diye sordu. Muaz da: “Cuma namazını kılayım, öyle çıkayım diye arzuladım.” deyince Ömer b. Hattab (ra) şöyle dedi: Resulullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Allah yolunda cihada çıkış veya oraya dönüş, dünya ve içindeki bütün nimetlerden daha hayırlıdır.”²¹

13. İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’nin (rh) Siyeru’l-Kebir isimli kitabını şerh eden İmam Serahsî (ö. 483/1090), Muaviye b. Kurra’dan (ra) Resulullah’ın (sa) şöyle dediğini rivayet eder: “Her ümmetin bir ruhbanlığı olmuştur, benim ümmetimin ruhbanlığı ise cihaddır.” Serahsî sonra şunları söyler: “Ruhbanlığın anlamı, kendini ibadete vermek ve dünya işleriyle uğraşmayı terk etmektir. Önceki milletlerde bu, insanlardan ayrı yaşama ve manastırlarda ömür sürme şeklinde olurdu… Resulullah yukarıdaki sözü ile bu durumu yasaklamıştır…”²²

14. Ehl-i Sünnet’in genel kanaatine göre, salih ameller arasında derece itibariyle en yüksek olanı; savaş meydanında sırf Allah için çarpışan mücahidin yaptığı cihaddır. Bu hususta Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe, Ebu Hureyre, İbn Ömer ve tabiînden (Allah hepsine rahmet eylesin) çok sayıda sözler nakledilmiş ve çeşitli eserlerde yer almıştır.

15. Yine sahih hadislerde geçtiği üzere; Allah yolunda cihad ederken öldürülüp şehid edilen kimsenin derecesi yeryüzündeki kimselerin tamamından daha üstün tutulmuştur. Bu konudaki rivayetler de çok fazladır...

D. Değerlendirme:

Allah’ın Kitabında cihad kavramı genellikle “çarpışmak ve savaşmak” anlamında²³, bazen geniş manada “çaba sarf etmek” şeklinde²4, birkaç ayette “mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek” terkibinde kullanılmış²5; bir yerde de Kur’an ile yapılan cihada değinilmiştir.²6 Nefse karşı yapılan bir cihad olgusu, Kur’an-ı Kerîm’de lâfzen geçmemektedir. Ancak; “hevasını (nefsini) ilah edineni gördün mü?” (Casiye, 45/23), “nefsinizi temize çıkarmayın” (Necm, 53/32) “nefis her türlü kötülüğü emreder” (Yusuf, 12/53) ve “kim nefsinin cimriliğinden korunursa...” (Haşr, 59/9) şeklinde, manen, insan nefsinin isteklerinin önüne geçilmezse ne derece tehlikeli olabileceğine işaret edilmiştir. Nitekim bunu destekleyen nebevî sözler de vardır: “Pehlivan, rakibinin sırtını yere getiren değil, öfke anında nefsine galip gelendir.”²7  hadisi ile “Mücahid, nefsiyle cihad edendir.”²8 hadisi gibi…

Bununla birlikte, yukarıdaki nakillerin tümünü birden dikkate alacak olursak, cihadın ve amellerin en büyüğünün kişinin canını ve malını ortaya koyarak yaptığı fiilî savaş olduğu görülecektir. Zira meşakkat ve nefse ağır gelmesi açısından işler arasında en zorlu olanı budur. Zira Allah’ın (cc) buyurduğu üzere, savaşmak, insan nefsinin hoşlanmadığı bir durumdur.²⁹ Cihadı büyük ve küçük diye ayırmak, sonra dünyadan elini eteğini çekip miskin bir hâlde evinde oturanı, Allah yolunda seferber olup mallarıyla ve canlarıyla savaşan mücahidlere üstün görmek -Allah-u âlem- büyük bir aldanış olacaktır!

Nefisle cihadın mü’min kul için ifade ettiği hakikî anlam, nefsin heva ve isteklerine karşı her fırsatta ona boyun eğmemek ve onu şımartmaktan Allah’a sığınmaktır. Yoksa nefse karşı mutlak bir savaş açmak ve onu sürekli hapiste tutmaya çalışmak, insan fıtratına aykırı bir durum oluşturacaktır. Hem nefis, kişinin kendisidir; bedenî ihtiyaçları ve kuvvetleriyle beraber tamamıdır. Onu baskı altına alıp zelil bir hâle düşürmek Müslüman’ın vazifelerinden biri değildir. Nitekim Allah Resulü kişinin kendisini küçük düşürmesini yasaklamıştır.³⁰

Belki şöyle denilse daha yerinde olacaktır: Nefis ile kastedilen şey, insanın bitmek bilmeyen arzu ve hevesleri, dünyaya yönelik boş temenni ve emelleridir… Bu haldeki bir nefis elbette ki kınanır ve ıslahı için çalışılır, Allah’a tevbe edilir. Ancak bu durumu, kafirlere karşı yapılacak olan (fiilî) cihadın önüne geçirmemek gerekir. “Önce nefisle cihad edelim, sonra hakiki cihada çıkarız” şeklindeki düşünce bu sebeple son derece yanlıştır. Zira sahabe arasında öyle kimseler vardır ki, iman ettiği gibi ilk işi cihada çıkmak olmuş, bu halde iken Resulullah’ın övgüsüne ve cennet nimetlerine mazhar edilmişlerdir.

Selefin nefisle ilgili genel tutumu; hazır olsun veya olmasın, nefsi cihad için zorlamak ve cihada çıkarken aynı anda onu terbiye etmek, şeklinde olmuştur. Nitekim bu yönde bazı hadisler nakledilmiştir:

İbn Mace’nin rivayet ettiğine göre, sahabeden Abdullah b. Revaha (ra) cihad esnasında iken nefsini kınamış ve “Allah’a yemin ederim ki, sen istesen de istemesen de savaşacaksın!” demiştir.³¹ Dikkat edilirse, burada cihada çıkmak için “önce nefsi terbiye etmek” gibi bir ön şart söz konusu edilmemiştir. Yine buna benzer bir rivayeti Abdullah b. Amr’ın (ra) Hanan b. Harice’ye yaptığı nasihatte görüyoruz… Oradaki rivayette nefis ile yapılan cihadın, onu savaş meydanına çıkarmak için zorlamak ve niyetini sırf Allah rızası üzerine tutmak olduğu görülmektedir.³²

Son Söz:

Günümüzde ilmî disiplinden uzak, okuduğu ve işittiği her sözü hadis olarak nakletmekte bir beis görmeyen insanlar ne yazık ki sayıca çoğalmaktadır. Bunların bir kısmı internet (web) ortamında kontrolsüz bir şekilde bilgi öğrenip paylaşırken, diğer bir kısmı çeşitli vaazlarda hocalarının sözlerini -doğru olup olmadığını araştırmaksızın- öylece aktarmaktadır. Bu sebeple sahih bilgi karışıyor ve hakikat örtülüyor... İşin doğrusu, İbn Sirin’in (ö. 110/729) dediği gibi, her hadis dinden bir parçadır, onun kimden ve hangi yolla alındığına özenle dikkat edilmelidir. Rabbimiz bizleri mağfiretine alsın; her kim böyle bir hâl içersinde ise onu da düzeltsin.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Hakkında bilgin bulunmayan bir şeyin ardına düşme. Zira kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36)

Dipnotlar:

1. Bk. İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usûlü, 145-147. İFAV Yay.; Suphi Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, 178.

2. Beyhakî, Kitabu’z-Zühd, 354. Semerkand Yay.; Hatip Bağdadî, Tarihu’l Bağdad, III, 523-524.

3. İmam Zehebî, Siyer-ü Alamü'n Nübela, VI, 324. Nakleden: İbn Nahhas, Cihad, Kelebek Yay.

4. İmam Zehebi, Tehzibu’t-Tehzib, XI, 261-262. Nakleden: İbn Nahhas, Cihad, Kelebek Yay.

5. Bk. İbn Nahhas, Cihad, Giriş Bölümü. Kelebek Yay.

6. Bk. Hasan el-Benna, İslam’da Cihad, 328. Özgü Yay.

7. İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ, XI, 197. Tevhid Yay.

8. Abdülaziz b. Abdullah b. Baz, Mecmûu Fetâva İbn Baz, c. 26, s. 381. (Bk. İbn Baz’ın resmî web sayfası)

9. Bk. İbn Nahhas, Cihad, Kelebek Yay. İbn Teymiyye, Allah’ın Dostları İle Şeytanın Dostları Arasındaki Fark, Pınar Yay. Hasan el-Benna, İslam’da Cihad, Özgü Yay. Abdülkadir İbn Abdülaziz, el-Umde, Şehadet Yay.

10. Bk. Taberî, Said Havva ve Derveze’nin Tefsirleri…

11. Bk. Beydavî ve Celaleyn Tefsirleri. (Bk. Hasan Basri Çantay,  Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, III, 1037.)

12. Bu hadis Müslim’in Sahih’inde geçmiştir... Bk. İmam İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (İbn Teymiyye Külliyatı), Tevhid Yay.

13. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 191; İbn Mace, Cihad, 2794; Darimî, Sünen, II, 264; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III, 207; Münzirî, Terğib ve Terhîb, II, 205. Münzirî ve Heysemî eserlerinde kısaca şöyle demiştir: Hadisin ravileri, Sahih hadislerin ravilerindendir. (Nakleden: Yusuf el-Karadavî, Öncelikler Fıkhı, İz Yay.)

14. Buharî, Cihad, 2; Müslim, İmaret, 122; Nesaî, Cihad, 7; İbn Mace, 3978.

15. Malik, Muvatta, Cihad, 4; Tirmizî, 1652; Nesaî, Zekat, 74. Ayrıca, Ebu Ya’la’dan nakleden: İbn Hacer el-Askalanî, Metâlib ul-Âliye, II, 1893, Ocak Yay.

16. Tirmizî, Cihad, 17.

17. Buharî, Itk, 2; Müslim, İman, 136.

18. Buharî, İman, 18; Müslim, İman, 35.

19. Malik, Muvatta, Cihad, 1; Buharî, Cihad, 2; Müslim, İmaret, 103; Nesaî, Cihad, 17; Tirmizî, 1619.

20. Hadisi Tirmizî aslen daha uzun bir metinle rivayet etmiş ve hasen olduğunu söylemiştir. Elbanî ise, Sahihu'l-Câm'î adlı eserinde “sahihtir”, demiştir. (Bk. İmam Nevevî, Kırk Hadis Şerhi, 305-307. Guraba Yay.)

21. İshâk b. Râhaveyh’den nakleden: İbn Hacer el-Askalanî, Metâlib ul-Âliye, II, 1879. Ocak Yay.

 22. Abdülkadir b. Abdülaziz, el-Umde, 14. Şehadet Yay.

23. Bk. 3/143; 4/72, 95; 8/6; 9/16, 24, 46, 49, 86, 93; 22/78; 25/52; 19; 47/20.

24. Bk. Ankebut, 29/6, 69; Feth, 47/31.

25. Bk. Tevbe, 9/20-22, 41, 88; Mülk, 61/11.

26. Bk. Furkan, 25/52.

27. Buharî, Edeb, 102; Müslim, Birr, 106-108; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 382.

28. Tirmizi, Fedailu'l-Cihad, 2.

29. Bk. Bakara, 2/216.

30. Bk. Tirmizî, Sünen, Fiten, 67.

31. Bk. İbn Mace, Sünen, Cihad, 2793.

32. Ahmed b. Hanbel; Ebu Ya’la ve Taberanî rivayet eden: İbn Hacer el-Askalanî, Metâlib ul-Âliye, II, 1876. Ocak Yay.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ