Şehadetin 21. Yüzyılı - rahle.org

Şehadetin 21. Yüzyılı - rahle.org

Şehadetin 21. Yüzyılı


Facebookta Paylaş
Tweetle

Bekir Yolcu 

 

Müslümanlar tarihin bazı dönemlerinde fiziksel ve eylemsel alanda çağdaşlarına göre durağanlık yaşamışlardır. Ama her seferinde kendi iç dinamiklerine -Kur’an, Sünnet, İçtihat, Kıyas- başvurarak bu badireleri atlatabilmişlerdir. İslam’ın ve Müslümanların madde, mana ve insana bakışı, onu şekillendirişi, tahrif edilmiş semavî dinler ve ideolojilerin (beşerî dinler) bakışından ve yaklaşımından farklıdır. Müslümanlar hayatın her alanına varlık sebebine bağlı olarak saygı, sevgi ve adanmışlık ekseninde bakar ve yaşarlar.

Hak-batıl mücadelesinin 21. yy. basamağında (küresel yapıya) hâkimiyet, (onu) yönlendirme, belirleme ve etkileme; batıl (tahrif edilmiş semavî dinler ve ideolojiler) güçlerin eline geçmiş görünmektedir. Özellikle adına bilgi, bilim, sanat, estetik denilerek, beyinleri şekillendiren dogmaların teknolojiyle iç içe geçmesi ve teknolojinin varlığıyla bunların eşdeğer hale getirilmesinin itirazsız yayılması ve gelişmesini de beraberinde getirmiştir.

Böyle bir ortamda Müslümanlar iç dinamiklerini harekete geçirme güç ve dirayetini, yetişmişliklerini kendilerinde göremeyince zamanı ve zemini şekillendirme yerine zaman ve zeminin hâkimiyeti altında sendromlar yaşamaya başladılar.

İşte sendrom olarak yaşadığımız şeylerden biri de Şahadet ve Şehid kavramlarıdır.

Hükümranlığa uzanan sevdalı yol…

“Fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla mücadele edin.” (Bakara, 2/193)

Batılın karşısında hakkın hâkimiyetinin gerçekleşebilmesi; Müslümanların, inançlarını “Allah’ın hükümranlığını yaşayıcı ve yayıcı kılması” ile mümkündür.

Allah yolunda her şeyinden -hatta dünyadaki varlığının göstergesi olan canından dahi- vazgeçen Müslüman, yüklendiği misyonun bilincinde olup hayatını bu misyona adayan kişidir.

“Ş-H-D” kökünden türetilmiş şehid kelimesi, lügat’te; “hazır oldu”, “hazır bulundu”, “şahadette bulundu” gibi anlamlara gelirken, dinî terim olarak; “Allah rızası için Allah yolunda çarpışma esnasında canını feda eden Müslüman kimse” olarak tarif edilir.

Şehid, Allah yolunda, Allah’ın davasına bağlılığını dünyadaki her şeyin önüne geçirerek yüreğindeki şehadet kavramını şehid olarak ispatlayan ve İslam davasının yücelmesi uğruna canını ortaya koyabilen kişidir. Şehadet ve şehidin övülmesi Allah’ın hükümranlığı, hakkın hâkimiyeti, adaletin tesisi ve kulluğun göstergesi olarak ön plana çıkmaktadır.

Bazı ayet ve hadislerde şehadet teması şu şekilde işlenir:

“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın onlar diridirler fakat siz bunun farkında değilsiniz.” (Al-i İmran, 3/161)

“Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir.” (söz ve vaadlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır.” (Ahzab, 33/23)

“Kim samimi olarak, Allah’tan şehid olmayı isterse yatağında ölse bile Allah onu şehid mertebesine ulaştırır.”¹

“Şehidin ölümden duyduğu acı, birinizin çimdikten duyduğu acı kadardır.”²

“Şehidler dört kısımdır: İmanı sağlam mümin bir kimse düşmanla karşılaşır ve Allah’a sadakat gösterir sonunda öldürülür. Kendisine kıyamet günü halkın gözlerini şöyle kaldıracağı kimse budur.-bunu söylerken başını öyle yukarı kaldırdı ki başından takkesi yere düştü- düşmanla karşılaşan, korkudan vücuduna diken batmış gibi ürken bu sırada dışarıdan bir okun gelip öldürüverdiği imanı sağlam kimse. Bu ise ikinci derecededir. İyi amelleri kötü ameller ile karıştırmış mümin bir kimse düşmanla karşılaşır, Allah’a sadakat gösterir sonunda öldürülür. Bu ise üçüncü derecededir. Günaha dalmış mümin bir kimse düşmanla karşılaşır, Allah’a sadakat gösterir sonunda öldürülür. Bu ise dördüncü derecededir.”³

Yaşadığımız çağın sekülerize edilmeye çalışılan düşünce sistematiğinde Şahadet ve şehitle ilgili evrensel ayet ve hadisleri, örnek şehitleri işlenirken, hâkim ideolojilerin baskı ya da yönlendirmesi veya ezilmişlik psikolojisinin getirmiş olduğu aşağılık kompleksiyle özünden ve amacından uzaklaşmış eleştiriler, anlamlar ya da farklı bir amaca götüren yaklaşımlar sergilenmeye başlamıştır.

Çözüm Adına…

Günümüzde, şehadet ve şehit kavramını anlatan ya da doğru anlamını gösterme adına konuşanlarımızın, ulusal yapıların amentülerine dokunmadan, birlikte dirlik adına fikirler serdetmektedir. Bu fikirleri birkaç maddede toparlayacak olursak;

- Kimine göre; şehitlerin yaşadığı dönem ve topraklar vardır. (Asr-ı Saadet şehitlerini örnek verirler: Hz. Hamza, Hz. Ömer, Hz. Hüseyin, vb. Sanki şahadet onlarla sona ermişçesine içlenerek anlatırlar onların şahadetini. Bir ordunun neferi şehit olur derler. Resulün ordusunda, ya da filanca ordusunda… Kimi de toplu yapılan savaşlarda şehit olunur der, Uhud Savaşı gibi.)

- Kimine göre günümüzde şehadeti tepkisellik aracı olarak görüp şiddeti ön plana çıkaranlar vardır. Onun için bu oyuna gelinmemelidir. Özellikle 1991 Sovyet Rusya’nın yıkılmasından sonra ABD’nin tek başına “Yeni Dünya Düzeni” sloganıyla dünyayı şekillendirmeye başlaması ve karşısına çıkan bütün engelleri şiddet yoluyla ortadan kaldırması, cephesi olmayan geniş bir savaş alanı ortaya çıkardı. Ürettiği şiddet, benzeri şiddeti doğurdu. Kuralsız ve ahlaksız bir savaşı sürdüren güçlerin, özellikle Irak’ta yapılan birçok cinayetin sorumlusu olduğu fakat bu cinayetleri Müslümanların üzerine yıkarak hem öldürme hem de karalamadan kazanç sağladığını bütün dünya bilmektedir. Filistin’deki mücadele şekli, farklı coğrafyalardaki gurupsal ya da bireysel tepkiler İslamî mücadele açısından değerlendirilerek zeminine ve fıkhına oturtulmalıdır. İfrat ve tefrite kaçılmadan çözüm yolu aranmalıdır. Yoksa şiddetin varlığı Müslümanları cihattan uzak bırakmamalıdır. Puslu bir ortamda dostla düşmanın karıştığı bir dönemde her ithama inanmak ve Müslümanları suçlamak -en azından İslamî bilinç sahibi olan kardeşlerimiz için- pek de akıl kârı değildir.

Bilinçli ya da bilinçsiz doğru sözlerden yanlış yorumlar çıkarmak ya da yaşanılan olumsuzluklardan kurtulmak adına kelimelerin tarihsel anlamlarının içini boşaltarak hazımsız anlamlar yüklemek, olaylara farklı bir bakış açısı getirmek adına “çözüm budur!” demek, kaybetmeye doğru atılan ilk adım olur.

İslam’ın “terör”,  Müslümanın “terörist” kavramıyla özdeşleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Ortaçağın skolastik düşüncesi yine kendi coğrafyasında bilim adıyla hortlamış, kitle iletişim araçlarıyla dünyanın her tarafına itirazsız yayılmış durumdadır. Karşısına çıkan her güç ve engeli en olumsuz kavramla -terör, terörist, yobaz, gerici gibi- tanımlayarak saf dışı bırakmayı bir yöntem olarak belirlemiştir.

İslam coğrafyası batılın (küresel ideolojiler ve tahrif edilmiş dinler) karşısında kendi varlığını kendine özgü kavram, düşünce, ahlak ve yaşayış şekliyle ifade etmezse çözüm mercii olmaktan uzak kaldığı gibi, kendini tanımlama hakkını da düşmanına kaptırma acziyetine düşer ki, işte o zaman “cihadınız terörle;  şehidiniz teröristle” ifade edilir hale gelir.

Sizi tanımlama hakkını düşmanınızın eline verip daha sonra o tanımlanmanın tarzını ve içeriğini eleştirmek ne kadar yanlışsa; belirleyici olamadığımız bir yerde uzlaşmacılık adına kendinizi karşınızdakiyle aynileştirmeniz de o kadar yanlıştır.

Bize ruh ve dirilik veren, çoğalmışlığımızı sağlayan; ölümsüzlük şerbetimizi -şehadetle şehidimizi- sürekli canlı tutmamız bizlerin canına can katacaktır.

Şehadet kavramını yücelten, şehitlerini örnek alan ve şehadeti arzulayan ümmet çağının şahidi olarak Allah’ın hükümranlığını yeryüzüne hâkim kılacaktır. (Âmin)

Dipnotlar:

1. Müslim,Cihad, 159.

2. Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 26.

3. Tirmizî, Fezailu’l-Cihad, 14.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ