Abdullah Eğilmez
Giriş:
Diğer varlıklardan farklı olarak insan, varoluş şuuruna sahip bir varlıktır. Şahsiyetinde var olan “bir ideal olarak yürüdüğü her şeyde bu varlık” talebi başat rol oynar. Hayatı bu eksendeki kavramsal düzeyle algılar, anlar, müdahale eder. Cümle yapısı mesela; özne ve öznenin ne yaptığı (yüklem) iskeletine oturur.
Hayat irade etmektir. İrade özne olana ait bir özelliktir. Evrendeki varlıkla ünsiyet kurma adına onlara özne vasfı yükleyenler vardır. Ne var ki, müşahede edilemeyen irade ölüm halidir, hayatın değili’dir. Ölüler irade edemez.
Cihadı Anlama
Cihad hayatı iradenizle sürdürebilmenin imkânını sunar. İslam'ın önemli amellerinden biridir. Bu boyutuyla insanca yaşama talebi olan bir Müslüman'ın bilincini kuşatır.
Cihad öteki ilan edilen varlığın: ortak düşmanın hayat ya da hegemonya alanından püskürtülmesi uğraşısı değildir. Zira bu hal muharebe’dir. Düşmanın telef edilerek yok edilmesi ise kıtal’dir. Düşmana üstünlük sağlamak, galebe çalmak ameliyesi mücadele’dir. Bu kelimelerin tümü Kur'an-ı Kerimde kullanılan terimlerdir.
Cihad ise cehd etme, gayret etme anlamındadır ve Kur'an cihadı fisebilillah (Allah yolunda olma) şartıyla onaylar. Cihad; davetin ve İslam'ı yaşamanın önündeki her türlü engelin kaldırılması ve zulmün bertaraf edilmesi mücadelesidir.
Bir Tevhid eri olan Rebî b. Âmir, Fars kumandanı Rüstem'e karşılarına geliş nedenlerini ültimatom niteliğinde açıklarken cihad anlayışını da deklere eder:
“Allah bizi, dilediği kimseleri putlara tapmaktan kurtarıp Allah’a kulluk etmeye çağırmak, dünyanın darlığından kurtarıp dünyanın genişliğine çıkarmak, batıl dinlerin zulmünden kurtarıp İslâm’ın adaletine kavuşturmak için gönderdi.”
Yani cihadın anlam zemini farklı bir ifadeyle Tevhid, Davet, Özgürlük, Adalet olarak ifadelendirir.
Cihadın iki temel odağı vardır:
Birincisi: Hikmet ve güzel öğütle yapılan bir davetin sürdürülebilmesidir. Mesele davet edilen insanın mesajı algılanmasının sağlanmasıdır. Öncelik budur. Mesajla muhatap arasına ne başkası ne de davetçi engel örmemeli, sebep olmamalıdır.
İkincisi ise, fitnenin bertaraf edilmesidir:
“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.”(Bakara, 2/193)
Bu ayet ekseninde tefekkür edildiğinde Allah’tan uzaklaştıran her şey fitne; ona yaklaştıran her şey cihad olarak nitelendirildiği müşahede edilecektir. Zira fitne toplumsal hayatı ifsat eden, insan öldürmekten çok daha fena bir ortamdır. (Bk. Bakara, 2/191) Bu ortam sonucu itibarıyla ortadan kaldırılmalıdır.
Gayr-i Müslim komşularla, ticaret yapmak, sadakat gösterdikleri sürece onlarla sulh içinde yaşamak ile onlar gibi olmak aynı şey değildir. Cihad anlayışı o gayr-i Müslim komşuyu hikmetli bir diyalogla İslam’a kazandırma azmini besler.
Cihadı Yaşama
Cihad silm (barış) kelimesi ile aynı köke sahip İslam dininin tanımladığı, kimliğine varoluş alanına dâhil ettiği bir yaşam tarzıdır.
Cihad, cahilî olan her şeye, İbrahim’in (sa) ifadesiyle; “Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mümtehine, 60/4) demenin tezahürüdür.
Cihad modern ifadeyle “öteki” ile olan ilişkiyi belirler. Bu ilişki biçimi öteki olandan “uzağız” şeklindedir. Yani Müslümanın varoluş düzlemi öteki olandan kopuktur, ayrıdır, o düzleme inmeyi reddeder.
Mücahede salih amellerin en faziletlisidir. Mücahedenin alanı zalime meyletmemekten başlar, zalime karşı hakkı söylemek ve ilay-ı kelimetullah uğrunda mücadele ve mücahedeye iştiyak göstermek, cihad edenlere yardım vb. halleri yaşamakla olur. Her ibadet gibi zamanı ve mekânı oluştuğunda, düşman mücessem olarak ortaya çıkıp zulmettiğinde de can ve malın fedasından kaçılamaz.
Bu çerçevede Müslümanların işgale uğramış vatanlarını kurtarmak için çarpışan kardeşlerine yardım etmeleri bu cihad ruhunun gereğidir. Mümkün olduğunda “mallarıyla ve canlarıyla” her türlü desteği vermek bir ümmet olmanın karşılığı, muhsin olmanın icazetidir:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım-eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75)
“Ey peygamber, mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden yirmi sabırlı kişi olursa bunlar iki yüz kâfiri yenerler. Eğer sizden yüz kişi olsa, bunlar bin kâfiri yenerler. Çünkü onlar anlayışsız, bilinçsiz bir güruhtur. Allah, bundan böyle, bu konudaki yükünüzü hafifletti ve bünyenizde bir zaaf belirdiğini bildi. Buna göre eğer sizden yüz sabırlı kişi olursa, bunlar iki yüz kâfiri yenerler. Eğer sizden bin sabırlı kişi olursa, bunlar Allah'ın izni ile iki bin kâfiri yenerler. Allah sabırlılarla beraberdir.” (Enfal, 8/65-66)
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hacc, 22/78)
Cihad bir irade ameliyesidir. Bir iki görüntü seyredip heyecanlanarak zalimlere meydan okuyarak, “ben gidiyorum” demek yerine bir bilinç ve iştiyak ile cihada sarılmalıdır. Cihad eğer içinde bir insanın ölümüyle sonuçlanan bir boyuttaysa burada İslam’ın savaş ahlakı ve fıkhı -ki evrensel olarak insanlığın akl-ı selimi de bu fikre sahiptir- bilinmelidir. Yani çocuğa silah kalmaz, esir olana iyi davranılır, asi olmayanla sulh yapılır gibi… (Bk. Yusuf el-Karadavi, Cihad Fıkhı) Dostu düşmanı ayırt edemeyen, neye attığını göremeyen irade sahibi değildir.
Cihad toplumun gündemine muharebe boyutu öne çıkınca girmektedir. Zira muharebe toplumun, cemaatin tüm fertlerini ilgilendiren, etkileyen bir vasfa sahiptir. Bu aşama ise kendiliğinden birden ortaya çıkmaz. Bu boyut zaten yaşayan bir cihadın, süreğen bir mücahedenin kaçınılmaz olarak yüzleştiği bir aşamadır.
Ötekinin Karşı-Cihadı
İslam Dünyası 18. yüzyıldan sonra kaybettiği coğrafik ve hegemonik gücü sebebiyle tarihi yapan aktör olma vasfını yitirmişti. Aktörleri değişse de son zamanlarda tarihi şekillendiren ana unsur Rönesansçı aydınlanma çizgisi olmuştur. Görünüşte Hıristiyan geçmişiyle yüzleşerek kalkınan, özünde Yahudi hegemonyası ile ittifak yapmış yeni batı paradigmasının iktidarı hâkimdir. Bu düşünce, esasında, iktidarın kayıtsız hâkimiyetiyle hayata arz-talep ve güçler dengesi eksenli müdahalede yetki sahibi olduğu bir düzeni ifade eder. Bu çerçevede iktidarın halktan onay alıyor olması onların kayıtsızlığı ile ilgili değildir. Bu durum, arz-talep dengesinin sürdürülmesi açısından olağan, taktik bir süreçtir.
Batı düşüncesi -ki günümüzde düşünce sistematiğini en iyi adlandıran kavram “neo-liberalizm” olacaktır- 19-20. yy.larda nüfuz alanının hızla genişlemesinden ilham alarak, kendisine teorik düzlemde bile olsa kayıt koymaya çalışan her şeye karşı öteki ve düşman tepkisi göstermiştir.
20. yy. sonlarına doğru ise erişebileceği doğal sınırlara varması ve yılların verdiği düşmanlık ve savaş psikolojisi kendisini tüketmiştir. Artık sükûnet ihtiyacı vardır.
Dünyanın her yerine bir şekilde nüfuz edebilmenin verdiği güçle ötekini yok etme yerine, artık, dönüştürme stratejisini benimsemiştir.
Ötekilere daha önce yaptığı zulümleri hatırlatarak ya dönüşürsünüz ya yok olursunuz mesajı vermektedir. Halen kendi iktidarına kayıt koyacak, ahlakî, usûlî sınırlar önerecek çözümleri öteki ve düşman olarak görme eğilimini terk etmemiştir. Bu nedenle küresel hegemonik güç, önerdiği dönüşüm modelinde kendi anlam dünyasına itirazı olan düşüncelerin öteki kültürlerden arınmasını şart koşmaktadır.
Yüzyıllardır kişiliğini dahi ezdiği halklar, İbn-i Haldun’un ifadesiyle; “galip olanı taklit etme” ufkunu aşabilme yeteneğini henüz kazanamamış görünmektedir. Örneğin “kadın hakları” denildiğinde “kendi yaşam formumuzda kadın hakları genetiğinin esastan var olduğunu” belgeleme çabasına girmezlerse embeded (gömülü) müttefik ya da en azından akredite (onaylanmış) vatandaş olma vasfını kaybedeceği psikolojisine düşenler gibi.
Keza küresel hegemonya “cihadı tren vagonlarına bomba koyarak okula giden çocukları katletmekle bir gördüğünü” deklere etmesine; “İslam'ın barış demek olduğunu, insan öldürmenin günah olduğunu, İslam'ın bir arada yaşamayı emrettiğini, dinde zorlama olmadığını, vatana saldırılırsa verilen savaşa cihad dendiğini, zaten cihadın aslen nefisle yapılan olduğunu” ifade etme refleksi bir boyutuyla zihnen bu hegemonyanın kırılamadığını göstermektedir.
Bir şekilde de günümüzde artık Müslümanlar beşeri ilişkilerinde cihadı konuşmaktan imtina etme, cihad kelimesi kullanandan uzak durma refleksi verme boyutuna sürüklenmeye çalışılmaktadır.
Cihadı Kuşanma Çabası
İnsanlar hayatları ile ilgili değerlendirme yaptıklarında, Ali Bulaç’ın ifadesiyle; şu üç şeyden birisinin yönlendirici etkisi ile karar verirler: a) Müslüman bireyin ve bir İslam Cemaatinin davranışlarına meşruiyet çerçevesi teşkil eden Kur'ân ve Sünnet; b) Müslümanların tarih içinde geliştirdikleri gelenek ve kültürel yapılar; c) Onları dışarıdan gözleyen birinin bilgi ve gözlem derecesi düzeyinde onlar hakkında sahip olduğu fikir ve kanaatler.
Bu çerçevede her olguda olduğu gibi bir cemaatin algısını bu kuvvelerden hangisi şekillendiriyorsa yaşam formu da o eksende olacaktır. Yani Kur'an ve Sünnetle bağı sağlam kurulmamış ve dışarıdan gözleyen birinin fikir ve kanaatlerine göre yapıp edeceklerini, söyleyeceklerini şekillendiren bir Müslümanın kökleriyle arasındaki bağ örümcek ağı gibi zayıf olacaktır. Bu Müslümanın hayatı ve varlık zemini tehlikededir.
Aslolan, açık (düşünceleri, değerleri, hedefleri kendi anlattığı şekilde herkesçe bilinen), cahiliyeden bağımsız olmaktır. Müslüman cemaat cahiliyeden bağımsız kalmalıdır. Cahiliyeden bağımsızlık bilinci iradenin muhafazası ile mümkündür. Cihad bu çerçevede kendi çözümünü de getirir:
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.” (Ankebût, 29/69)
“Ey inanalar! Allâh yolunda cihad edin ki, kurtulasınız.” (Maide, 5/35)
“Hepiniz Allâh yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.” (Tevbe, 9/41)
Cihad tanımı itibarıyla, Allah'ın dininden bigâne kalmış insanlara vahyi bütün imkânları kullanarak ulaştırma ve onun özgürleşmesine, iradesini ortaya çıkarmaya vesile olma yani bir insanı daha hayatta tutma ameliyesidir. Bu çerçevede gereken her şeyin yapılmasıdır. Bu işgal edilen vatanda zalime karşı savaşmaktır, savaşan kardeşine yardım etmektir. Bu, Karadavi'nin ifadesiyle; “Allah yolunda çaba harcamak onun rızasını kazanmaktır, okuma yazma bilmeyen insanlara okuma yazmak öğretmek, işsize iş bulmak, aç olanı doyurmak, çıplak olanı giydirmek, evsiz ve barksız olanı ev sahibi yapmak, hastaları tedavi etmek, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamak, spor kompleksleri, okul, üniversite ve camiler inşa etmektir.” (Bk. Karadavi, Cihad Fıkhı) Bütün bu çabalar eğer cahili düşünceye sahip insanı dönüştürme çabasına sahipse cihad kapsamındadır.
Küresel hegemonyanın yönlendirmeye çalıştığı gibi onların varlığından rahatsız olmadan ticaret yaparak mutlu mesut yani sakin (?) yaşam sürmek, ötekine karışmamak düşüncesiyle cihadı terk etmek İslam düşüncesi ile örtüşmez, aynı değildir. Kaynağını nefsinden, aklından alan hiç bir düşünce ile doğru ve yanlışın menşei olarak Kur’an ve Sünneti referans alan düşünce ortak anlam dünyasında uzlaşamaz.
Şu halde Cihad irade sahibi bir Müslümanın Muttaki bir hayat sürdürmesinin anahtarıdır. Cihada sarılan Mümin öteki ile ayrı olduğunun farkındalığıyla İslam Şahsiyetini diri tutma bilincinde olacaktır.
Hasan el-Benna’nın dediği gibi; “Cihad tutkunu olunuz ki, size hayat bahşedilsin.”