Kurban, sizinle sevdiğiniz arasındaki engelleri kesmek değil midir? Engelleri kaldırarak O'na yaklaşmak! Kendini, putları kurban eden Hz. İbrahim(as) için kurban edeceği şey artık vatanıdır. Evi, işi, toprağı, köyü, memleketi Allah için terk etmektir. Eğer kurban bir şeyi amaç olmaktan çıkarıp, asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabbine. Kurban olmaya, kurban etmeye gelsinler. Hacer'e "anne" dediklerini say ederek göstersinler, İbrahim'e "baba" dediklerini dua ederek Kurban, sizinle sevdiğiniz arasındaki engelleri kesmek değil midir? Engelleri kaldırarak O'na yaklaşmak! Kendini, putları kurban eden Hz. İbrahim(as) için kurban edeceği şey artık vatanıdır. Evi, işi, toprağı, köyü, memleketi Allah için terk etmektir. Eğer kurban bir şeyi amaç olmaktan çıkarıp, asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabbine. Kurban olmaya, kurban etmeye gelsinler. Hacer'e "anne" dediklerini say ederek göstersinler, İbrahim'e "baba" dediklerini dua ederek
"Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla". (38/45)
"Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden Nuh'tan İbrahim'den Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan. Biz, onlardan sapasağlam bir söz almıştık." (33/7)
"Gerçek şu ki Allah, Âdem'i Nuh'u İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti; "(3/33)
"İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmiştir." (4/125)
İbrahim (a.s) böylesi bir şerefle şereflendirilmesinin ardındaki sır nedir? İbrahim ne yapmıştır da böylesi bir ikrama mazhar kılınmıştır? Hem, neden ondört asırdan beri bütün ümmet bütün namazlarda o ve âli için salât ve bereket duası ede gelmektedir? O, inkârcı bir kavim içinde, küfründe mutaassıp bir babanın oğlu olduğu halde, eşsiz bir ubudiyet sergilemiştir. Her yanı küfür ateşinin sardığı bir ortamda yakıcı ateşler içinde kalmış, ama yanmamıştır. Hiçbir anını ve hiçbir duygusunu küfür ateşine atmamış; o yüzden, yıllar sonra Nemrud'un dağ gibi külhanları bile, Allah'ın izniyle, onu yakamamıştır.
Peygamberlerin atası, muttakilerin imamı, imanın temsilcisi, büyük peygamber, Halilullah, Allah'ın dostu.
Dostlar birbirlerine yakındır. Yakınlık elbette sadece fiziki yakınlıktan ibaret değildir. Yakınlık dostunu her zaman yanında hissetmek hayatının merkezine onu koyarak yaşamını şekillendirmektir. Dost olabilmek için yakınlaşmak gerekir, yaklaşmak için kurban kesmek. Kurban, sizinle sevdiğiniz arasındaki engelleri kesmek değil midir; engelleri kaldırarak O'na yaklaşmak?
Kurbanlıklar arasında doğdu. Akranları Nemrud'un emri ile kurban edildiler. Akranları bir kez kurban edilip dünyadan ayrıldılar ama İbrahim kurban etme eylemleri ile dolu hayatına, kalplerimizi titreten en cesurumuzu bile korkutan mücadeleye hem de daha çocukken başladı.
"Andolsun bundan önce İbrahim'e rüşdünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik. "(21/51)
"Böylece İbrahim'e -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından ay'ı (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim rabbim" demiş fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim rabbim bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." "Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (6/75 - 79)
En güzel şekilde yaratılan insan Allah'ın yarattığı şekilde fıtratını bozmadan kalırsa kendi başına Allah'ı bulabilir. Tevhide ulaşabilir. Her türlü putun, şirkin, pisliğin içinde bile "Kaybolup gidenleri sevmem" diyen Hz. İbrahim gibi kulluk örneği gösterebilir. Bunun sonucu olarak da "İbrahim ne güzel bir kuldu!" fermanıyla, onu tüm zamanlara bir ubudiyet örneği olarak sunulmuştur.
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. Hani babasına demişti: "Babacığım işitmeyen görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım gerçek şu ki bana sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol seni düzgün bir yola ulaştırayım." "Babacığım şeytana kulluk etme kuşkusuz şeytan Rahman'a başkaldırandır." "Babacığım gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan Andolsun seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş (bir yerlere) git." (İbrahim:) "Selam üzerine olsun senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim çünkü O bana pek lütufkârdır" dedi. (19/42-47)
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" "Hem siz Onun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. (6/80-82)
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: Hani babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?" "Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?" "Hem siz hem de eski atalarınız?" (26/69-76)
Yaşayarak ve anlatarak insanlara dini ulaştırmaya tebliğ denir. Tebliğde ne söylediğimiz, nasıl söylediğimiz gibi kime söylediğimizde önemlidir. Peygamberlerin tebliğde kullandıkları, Kuran'ın bize haber verdiği başlıklar; Uluhiyet ve Rububiyet, Nübüvvet, Ahiret konuları ile küfrün, şirkin ve zulmün tanımlanması, ilahi emir ve yasakların bildirilmesidir.
Küfrün sıkıca sardığı, şirkin kökleştiği aklıselimin kaybolduğu bir kavme ulaşmak için daha ne yapılabilir ki? Anlattım ve görevimi yaptım demeyip onları sarsacak başka ne yapılabilir?
Her sıkıntımız için bize çözümler sunan Kuran, hem aile ilişkilerinin şekli hem de tebliğin niteliğini Hz. İbrahim aracılığı ile bize göstermektedir. Demek ki bu kadar samimi, saygılı bir üslup ile dini anlatma ve net olabilme mümkündür.
Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın? "Hayır" dedi. "Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbi'dir onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şahadet edenlerdenim." "Andolsun Allah'a sizler arkanızı dönüp gittikten sonra ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım Böylece o yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." Dediler ki: "Ey İbrahim bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki zalim olanlar sizlersiniz (biziz) dediler. Sonra yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." Dedi ki: "O halde Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" "Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?" (21/52-67)
Onlara dini ulaştırmak için, onların cehennemden kurtulmaları için neyi feda edebilirim? Kurban olmak gerekir bir kez daha. Öyle ya dava uğruna kendini feda edemiyorsan dava nedir? Verebildiğin şey senindir veremiyorsan sen onun olmuşsundur. İnsanların kafasındaki putları kırmak için gözlerinin önündekileri kırmak gerekir der ve tarihin en muhteşem eylemlerinden birini daha gerçekleştirir, Hz. İbrahim.
Anlatmak yetmez mi? Hz. İbrahim'i anlatan bir yazı yazsam da insanlarda bunu okusa yeterli olmaz mı? Allah'a dost olmak için ille de ileri gitmek mi gerekir? Öyle ileri gitmek ki geride kendini, dünyayı bırakmak. Sonrakilere bir ışık, bir doğruluk lisanı olarak kalmak, sıradan biri değil muttakilere imam olmak için kırılmadık put bırakmamak yeryüzünde. Ben varsam uzlaşma olamaz, Allah ile beraber başka ilahlar olamaz. Yoksa benim varlığımın ne anlamı kalır? Varlığım, O'nun için O'nun adına eylemler ortaya koymayacaksa varlığını devam ettirmek ise tek derdi o zaman ortadan kalksın. Varlığımın ortadan kalması dinin ulaştırılmasında bir araç olacaksa ne mutlu bana. Ne derim o zaman: "Hasbünallahu ve ni'mel vekil"
Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok Allah güneşi doğudan getirir (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (2/258)
Kurtulmam bu zalime hoş görünmeme bağlı, alttan almalı, görmezlikten gelmeli kendini yüce Rabbim ile eş tuttuğunu öyle mi? Hayatta kalmam, davete devam edebilmem, işlerim, planlarım, hesaplarım ya da Rabbime kavuşmanın, arasında tercih yapacağım konular olduğunu mu sanıyorlar? "Hasbünallahu ve ni'mel vekil"
Babası ile konuşmasının aksine Hz. İbrahim'in(as) nemrut ile konuşması topluma tebliğ olarak algılanmalıdır. Tağutun reddi dinin gereklerindendir. (2/256) nemrutun aciz kalması temsil ettiği aciz kalmasıdır. Bu nedenle topluma tebliğde ferde tebliğde olduğu gibi netlik devam etmekte fakat kalplerden daha çok beyinlere hitap eden bir tarz benimsenmektedir. Muhatap konuştuğumuz kişi değil dinleyiciler, izleyicilerdir.
Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." (21/68)
Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa biz onları alçaltılmışlar kıldık. (37/97-98)
Atalar dinin takipçileri basit anlayışlarının gereğini gösterirler; "İbrahim'in söyledikleri doğru ama biz kendi pisliğimiz içinde yuvarlanmak istiyoruz. Duymak istemiyoruz taşların arkasına saklanarak kendi hevamızı ilah edindiğimizi. Bazen dini, bazen parayı, kadını, malı bazen şiddeti kullanarak kendi hâkimiyetimizi sürdürmek istiyoruz ve bunu istemeyen, her şeye değil de sadece Allah'a kul olmamızı isteyen kişileri öldürün" derler.
Biz de dedik ki: "Ey ateş İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde âlemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık. Ona İshak'ı armağan ettik üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve onları kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi. (21/69-73)
Bilmiyorlar ki yaşatanda öldürende Allah'tır. Ateşin yakmasını sağlayanda serinlik olmasını sağlayanda O'dur. Her şartın, her halin, her olayın Rabbi O'dur. Her durum O'nun emri altındadır. O'na dayanınca insanın kalbine düşen hiç bir ateş insanın duygularını yakamayacak, aksine serin ve selametli olacaktır. İnsanı yakacak olan tek ateş O'nsuzluk ateşidir.
"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (19/48)
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz biz sana tevekkül ettik ve içten sana yöneldik.' Dönüş sanadır." (60/4)
Bunun üzerine Lut ona iman etti ve dedi ki: "Gerçekten ben Rabbime hicret edeceğim. Çünkü şüphesiz O güçlü ve üstün olandır hüküm ve hikmet sahibidir." (29/26)
Dünyalı anlayışı geride bıraktı ve yanına imanı aldı. Tanımadığı yerlerin yabancısı oldu. Kurban Allah'a yaklaşmaktır. Kendini, putları kurban eden Hz. İbrahim(as) için kurban edeceği şey artık vatanıdır. Evi, işi, toprağı, köyü, memleketi Allah için terk etmektir. Hicret, kalben, aklen ve bedenen küfür ortamından uzaklaşmak, dini yaşayabileceği ulaşmaktır.
Ailem iman edenler, vatanım dinimi yaşayabildiğim yerdir demektir hicret. Toprak, memleket, çevre, arkadaş fanatiği olmamaktır. Toprak sadece topraktır, toprağı özel yapan insanlardır. İnsanları kardeş yapan ise dinimimdir anlayışının pratiğidir hicret. Hicret, farklı olanı sevmeyen toplumların Müslümanlara dayatmasıdır; ya benim gibi düşün ve yaşa ya da terk et. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer, bir karış yer de olsa, Cennette İbrâhim ve Muhammed (s.a.s.) onun arkadaşı olur." "Muhâcir, Allah'ın kendisini nehyettiği şeylerden hicret eden/uzaklaşan kimsedir."
"İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hariç" "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;" "Bana yediren ve içiren O'dur;" "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" "Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur" "Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" "Rabbim bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;" "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl" "Babamı da bağışla çünkü o şaşırıp sapanlardandır." "Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme" "Malın da çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." (26/77-88)
Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." "Rabbim gerçekten onlar, insanlardan birçoğunu şaşırtıp-saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa artık o bendendir kim bana isyan ederse elbette Sen bağışlayansın esirgeyensin." "Rabbimiz gerçekten ben çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım) böylelikle Sen insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler." "Rabbimiz şüphesiz Sen bizim saklı tuttuklarımızı da açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." "Hamd Allah'a aittir ki O bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir." "Rabbim beni namazı(nda) sürekli kıl soyumdan olanları da. Rabbimiz duamı kabul buyur." "Rabbimiz hesabın yapılacağı gün beni anne-babamı ve müminleri bağışla" (14/35-41)
Hani İbrahim: "Rabbim bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti. İbrahim İsmail'le birlikte Evin (Kâbe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz Sen işiten ve bilensin"; Rabbimiz ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin. (2/126-129)
"Rabbim bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et." (37/100)
Dua, insanın, ne derece aciz, ne derece fakir, ne derece zayıf ve ne derece muhtaç olduğunu idrak ederek, Allah'a iltica etmesi ve O'ndan yardım dilemesidir. Çünkü Allah, "Kullarım sana benden sorarlarsa, şüphesiz ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm."(Bakara 186) buyurur. Dua, ubudiyetin özüdür. Dua halinde olma, insanın acziyetini kabul ettiğinin ve de dergâh-ı ilahînin dışında arzusuna ve ihtiyacına cevap verecek hiçbir merci olmadığını anladığının ifadesidir. İbrahim (a.s) duaları çift-yönlü bir mahiyet taşır. İbrahim, bir yanda öncelikle ve bizzat kendisi için istemektedir. Öte yanda, bununla yetinmeyip, ailesi, çoluk-çocuğu, zürriyeti için de aynı şeyi istemektedir. Diğer bir açıdan bakarsak, İbrahim yalnızca zürriyetinin namazda mukîm olup her ânını ubudiyet şuuruyla yaşaması duasında bulunmamakta; bunu evvelâ ve bizzat kendisi için istemektedir. Bu çift-yönlü dualar, şu dersi verir: Yalnız kendi kulluğunu düşünüp çoluk-çocuğunun kulluğuna dair bir sorumluluk hissi taşımamak da yanlıştır; yalnız çoluk-çocuğunun kulluğunu düşünüp kendisi o şuurdan uzak yaşamak da. Her iki çaba da, her iki yöneliş de yarımdır, eksiktir, boştur.
Dua bir itirafnamedir aynı zamanda. Hz. İbrahim'in (as) zaten iman ettiği şeyleri dualarında tekrar dile getirmesi hem bir nefis muhasebesi hem de kalbin mutmain olması için bir zikirdir. Dua hayatın kendisidir Hz. İbrahim (as) için. Sadece ibadetleri yerine getirmez, onların kabulü içinde dua eder. İnsanların ıslahını ister sadece helaklerini hiç istemez. Öyle ince öyle rikkat sahibidir ki her duasında Rabbinin karşısındaki acziyetinin farkındadır. Nasıl dua ve ibadet edilmesi gerektiğini öğrenmek için de dua eder Rabbine.
"Rabbimiz gerçekten ben çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım) böylelikle Sen insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler." (14/37)
Gelecek nesiller arasında doğruluk lisanı ile hatırlanacak olan Hz. İbrahim yaşlanmış ve bir varisi bulunmamaktadır. Kuşku dolu gözlerle bakmaz Sare'ye yas içinde günleri saymaz asla. Salihlerden ve namazında devamlı bir oğul ister Rabbimizden, Allah ona Hz. İsmail ve Hz. İshak'ı lütfeder. Fakat imtihan İsmail ve Hacer'in kurban edilmesi ile sürmektedir. Bir kez daha sevdiklerinden vazgeçmesi gerekir. Gözü yaşlı, niçin ben diye sorgulayan ihtiyar bir adam değildir karşımızdaki, rızkı verenin, koruyanın Allah olduğuna güveni tam ve teslim olmuş Habibullah'tır.
Bireyi bir şeyin yokluğuna alıştırmanın gerekliliğinin yollarından hangisini seçeceğimiz ne kadar iyi öğretmen olduğumuzu gösterir. En iyi terbiye edici olan Rabbimiz, belki de öğretmenlere öğrencilere izleyicilere nasıl vazgeçmek gerektiğini göstermektedir. İbrahim için Hacer ve İsmail için ve Sare için farklı anlamlar içeren bir tek eylem hepsinin de varlıklarının anlamının farkına varmalarını bir kez daha sağlamış değil midir?
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik. "Gerçekten sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." Doğrusu bu apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o bizim mümin olan kullarımızdandır. Biz ona salihlerden bir peygamber olarak İshak'ı da müjdeledik. Ona ve İshak'a bereketler verdik. İkisinin soyundan ihsanda bulunan (muhsin olan) da var açıkça kendi nefsine zulmeden de. (37/102-113)
Allah'ım bizlere imtihanı kolaylaştır. İbrahim kadar yüce olmayan kimse İbrahim'i nasıl anlar? Nasıl anlatır? Herkes uğrunda çabaladığının büyüklüğü ile yücelir. Yaparak yücelen vardır, anlatarak yücelen. Gücü ile yüce olan ya da bilgeliğiyle, umut ta yüce olan vardı aşkta yüce olan ancak hepsinden yücesi İbrahim değil midir?
Pek çok baba oğlunun kaybını dünyada sahip olduğu en değerli şeyin kaybı olarak hisseder. Yine de hiçbir oğul İsmail'in İbrahim için ifade ettiği manada vaad edilmiş bir çocuk değildir ki.
Oğlunu kaybeden babalardan kaç tanesi eline bıçak almıştır?
Hiç kuşku duymadı sağına ya da soluna ıstırap içinde bakmadı. O Allah istediğinde hiçbir özverinin imkânsız olmadığını biliyordu.
Herhangi bir yükümlülüğümüzün olmadığı şeyleri feda edebiliriz. İş gibi para gibi fakat oğlunu feda etmek sadece fedakârlığı yapanı değil feda edileni, annesini, iman edenleri, çevredekileri, vahyi getiren meleği bile ilgilendiren bir olay haline dönüştürür. Herkesin gözleri baba ve oğlun üzerine çevrilir.
Oğlu yerine kendini kurban etseydi, İbrahim kıssası kurbanların birinden yoksun olsaydı elbette ki yine de çok büyük işleri başarmış bir örnek olarak karşımızda olurdu. Ancak hayran olunacak kişi olmak başka şey kılavuz yıldız olmak başka şey.
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Âlemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (2/131) Sonsuz teslimiyet imandan önceki son aşamadır. Bu nedenle bunu gerçekleştiremeyen imanı kazanamaz. Teslimiyet iman gerektirmez fakat iman teslimiyeti gerektirir. Kendi eylemleri için adaleti başkalarında arayanlar, eylemlerinin dayanak noktaları kendi dışında olanlar iman ettiklerini düşünseler bile henüz teslimiyete bile ulaşamamışlardır. İmana ulaşan için imkânsız yoktur.
İmana ulaşan hiçbir şeyi kaybetmez, aksine hardal tanesi kadar bile olsa bu değer ifade eder. İbrahim'de kazandığı her şeyi ve İsmail'i iman yoluyla kazanmıştır.
Oğlu! Fakat Hz. İbrahim'in İsmail'i kurban etmeye hazır oluşu aslında bir son adımdı, bir neticeydi. Çünkü İsmail, onun Rabbine sunduğu ilk kurban değil; son kurbandı. Eğer kurban bir şeyi amaç olmaktan çıkarıp, asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabbine. Çünkü o, Kur'ân'da da anlatıldığı gibi, kendisini bir kul' olarak tanımladı ve Rabbini aradı. "Ben kendim için değilim, ben başka Birisi içinim. Ben kendi başıma bir amaç olamam, çünkü ben faniyim, acizim, zayıfım, muhtacım. Asıl maksud hiç son bulmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, benim ihtiyaçlarımı bilebilecek Birisi olabilir" dedi. "Ve ben de O'na intisabımla, O'na nisbet edilerek anlam kazanabilirim." Eğer kurban bir şeyi amaç olmaktan çıkarıp, asıl amaca yaklaştıran bir araç ve binek yapmak ise, Hz. İbrahim önce kendisini kurban etti Rabbine.
Bizim elçilerimiz İbrahim'e bir müjde ile geldikleri zaman dediler ki: "Gerçek şu ki biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular." Dedi ki: "Onun içinde Lut da vardır." Dediler ki: "Onun içinde kimin olduğunu biz daha iyi biliriz. Kendi karısı dışında onu ve ailesini muhakkak kurtaracağız. O (karısı) arkada kalacak olanlardandır." (29/31-32)
Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? Hani yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk." Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi. Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi. (Onlar yemeyince) Bunun üzerine içine bir tür korku düştü. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler. (51/24-28)
Hiç karşı çıktığını görmediğimiz Hz. İbrahim'i sadece bir kez yine sevdiklerinden birini etkileyecek bir olay karşısında "fakat" derken buluruz. Kendisi için Hacer, Sare ve çocukları için gelecek nesiller için istediğini Lut içinde istemektedir sadece iman edenlerin kurtulması dileği.
Halil İbrahim sofrası herhalde misafirsiz yemeğe oturulmadığı gelenin Allah misafiri ağırlığıyla karşılandığı sofradır. İkram etmenin zenginlik ifadesi olduğu, verilenin önemsiz vermenin değerli olduğu sofradır. Kerim olan Allah'ın kullarına da bunu emrettiğini öğreten sofra, her ikramın hediye inceliğiyle sarmalandığı yerdir. Verdiğin şey senindir veremiyorsan sen onun olmuşsundur diyerek Allah'ın verdiğini yine onun yolunda değerlendirmektir.
Hani biz İbrahim'e Evin (Kâbe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma tavaf edenler kıyam edenler rükûa ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." "İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler." Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansınlar. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler. (22/26-29)
Hani Evi (Kâbe'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin" İbrahim ve İsmail'e de "Evimi tavaf edenler itikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik. (2/125)
Küçük dört köşeli bir taştan yapıyı değerli kılma görevi de İbrahim'e verilir. Merkez inşa etmek; ibadette, itikatta, siyasette yükleneceği rol düşünüldüğünde kendinden sonrakilerin babasına düşmez mi? Mazeret göstermesinler, yakından veya uzaktan, dinç veya yorgun araçla-binekle veya yaya bunların da babasıyım diye çağırdığın çağrına önem veren herkes seni orda bulsun. Babaları İbrahim gibi, İsmail gibi anaları Hacer gibi, Sare gibi teslim olsunlar. Kurban olmaya, kurban etmeye gelsinler. Hacer'e "anne" dediklerini say ederek göstersinler, İbrahim'e "baba" dediklerini dua ederek.
İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? Dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu. (2/260)
Ateşi, hicreti, kurbanı, Kâbe'yi asla sorgulamayan İbrahim bana bir kez daha bin kez daha örnek olmakta. Öyle öğrenmeli, eğitilmeliyim ki öğrencimi benden daha yükseğe çıkarabileyim. Elbette itaat edeceğim terbiye edicilerin en mükemmel olanına fakat her eksik yönümü de ona bildireceğim. Ondan isteyeceğim daha iyi öğrenci olmam için gerekenleri, eğitim ilke ve yöntemlerini.
İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok duygulu yumuşak huyluydu. (9/114)
Emin peygamberin emin babası. Mübarek ağzından çıkan her şey bir "söz" oluveriyor. Kimse duymadı, duyanlardan kimse kalmadı demez ki, denmez ki.
"Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (2/ 124)
İmamlık ne sadece başkanlık, ne bir hak ne bir ayrıcalıktır. Önde olmak demektir. Önder olmak, örnek olmak demektir. Elinden geldiği kadar değil olması gerektiği gibi yapmak demektir her şeyi. Üstelik bunu her zaman yapmak demektir, her durumda devletken yapı iken veya birey iken. İmam olmak için İbrahim gibi olmak gerekir. Yoksa ayetin devamında geldiği gibi onun soyundan da gelsen önem ifade etmez. İmama itaat Allah'ın emridir.. Haramı emretmediği sürece itaat gerekir. Farzdır. S. Kutub şöyle diyor: "İslâm, itaat ve amel esasına dayanmayan bütün bağları ve alâkaları tamamen koparıp atar. İtikat ve amel bağları kopunca hiçbir şekilde akrabalık ve kan bağını kabul etmez. İtikat ve amel zinciri ile bağlanmadıktan sonra bütün râbıta ve değerleri kökünden siler. Bir milletin iki nesli itikat yönünden muhâlefet ederse, aradaki bağlar kesilir. Hatta itikat ipi kopunca karı ile koca, baba ile evlât arasındaki bağlar bile kopar. Müşrik Araplar ayrı, müslüman Araplar ayrıdır. Şirk devrinin Arabı ayrı şeydi, İslâm devrinin Arabı ayrı şeydir. Aralarında ne bir bağ, ne bir alâka, ne de bir akrabalık vardır. Ehl-i kitaptan iman edenler ayrı, İbrâhim, Mûsâ ve İsa (a.s.)'nın dininden inhiraf edip sapanlar ayrıdır. Âile; babalardan, evlâtlardan ve torunlardan ibaret değildir. Bu değer, aralarında müşterek bir inanç bağı olunca doğrudur. Ümmet de muayyen bir ırkın birbiri ardınca gelen nesiller topluluğundan ibaret değildir. Millet; ırkları, cinsleri, renkleri ve vatanları ne olursa olsun, birleşen mü'minler topluluğundan ibarettir. (Fî Zılâli'l Kur'an, c. 1, s. 240)
"İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' Ancak, İbrâhim babasına: 'Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez' demişti. (O mü'minler şöyle dediler:) 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır." "Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma; bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne azîz (güçlü ve gâlip), hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sensin." "Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır." (60/ 4 6)
Kur'an da Hz. İbrahim şu vasıflarıyla bize tanıtılır:
Nûh'un milletinden (37/ 83), Seçilmiş önder, elçi, peygamber (2/ 124, 130; 16/ 120, 121)
Yalnızca Allah'tan korkan (15/ 51 59; 6/ 80, 81; 51/ 28, 29), Muvahhid ve tek başına bir ümmet (16/ 120, 121), Hanîf (Allah'ı bir tanıyan muvahhid ve O'na yönelen Müslüman) (3/ 67), Allah'ın dostu (4/ 125; 26/ 77 93), Allah'a itaat ve ibadet eden (7/ 131; 16/ 120, 21/ 73), Doğru yolda olan (6/ 84; 37/ 99, 100), Kitap verilen (29/ 27; 53/ 36, 37), Hikmet sahibi (26/ 83), Delil verilen (6/ 83, 75), İlim sahibi (19/ 43), Rüşd sahibi (21/ 51), Akıl yürüten ve aklı en iyi şekilde, gerçeği aramada kullanan (6/ 74 83; 15/ 54, 55; 19/ 42; 37/ 95, 96), Mutmain olmak isteyen (2/ 259, 260; 6/ 75), İyi bir tartışmacı (37/ 83- 113; 21/ 57 69; 2/ 258)
Kendisini Allah'a vermiş (11/ 75), Sâlihlerden (16/ 122; 29/ 27; 26/ 83, 84), Şükredici (16/, 121), Denenmiş, imtihanlardan başarıyla çıkmış (2/ 124; 37/ 103 106), Duâ eden (2/Bakara, 127 129; 14/İbrâhim, 35, 41; 60/ 5), Düşünen ve düşünmeye davet eden (26/ 75, 76; 29/ 19), Neslini düşünen (2/ 127- 129; 29/ 27), Âhiret yurdunu düşünen (38/ 46), İyi davranan (6/ 84)
Kuvvetli (38/ 45), Basîretli (38/ 45), İhlâslı (38/ 45), Sabırlı (9/ 114), Ümit dolu (15/ 55, 56), Yumuşak huylu (9/ 114; 11/ 75), Kalb-i selîm sahibi (37/ 84), Ahde vefâlı (53/ 36, 37), İnsanlara güzel örnek (60/ 4, 6), Müslüman, müşriklerden olmayan (2/ 131; 6/ 161; 16/ 120, 123; 37/ 107 111), Allah'ın düşmanlarını velî/dost edinmeyen, onlardan kopup uzaklaşan (9/ 114; 43/ 26; 60/ 4; 19/ 48, 49; 21/ 67), Allah'ın rahmetini kazanmış (11/ 73; 12/ 6; 19/ 47), Derecesi yüksek (6/ 83), Kendisine güzellik ve mükâfat verilmiş (16/ 122; 29/ 27).