Soru nedir? Habil'e bakarak nasıl kardeş olunacağını mı, Kabil'e bakarak bizi kardeşlikten neyin uzaklaştırdığını mı incelememiz gerekir? Soru nedir? Habil'e bakarak nasıl kardeş olunacağını mı, Kabil'e bakarak bizi kardeşlikten neyin uzaklaştırdığını mı incelememiz gerekir?
Toplumlara yön verme amacıyla ortaya çıkan ve insan ürünü olan düşünce akımlarının ekseriyetinde umulan nihai hedef, bireyler arasında duygusal olmasa da zihinsel anlamda kardeşliği tesis etmektir. Özellikle Batı Dünyası'nın buhran ve bunalım dönemlerinin hemen akabinde filizlenen toplumsal hareketlerin temelinde baskı, düşmanlık, savaş ve kan dökmeye son vermeyi hedef edinen kardeşlik ve eşitlik vardır. Örneğin Avrupa'nın en karanlık dönemi olarak anılan ortaçağın sonlarına doğru -temeli 13. yy İtalya'sında atılan- tüm kıtaya yayılan Yeniden Doğuş Rönesans- ve Reform hareketlerinin sonucu olan Fransız İhtilali'nde göze çarpan husus, ulusların kardeşlik şemsiyesi altında toplanmasıydı. Yine Simon'un ahlâka dayalı Yeni Hıristiyanlık anlayışı, Comte'un matematik ve doğa bilimlerine dayalı Pozitivizm ya da İnsanlık Dini, sınıfsız toplumu vaat eden Marx'ın sosyalizmi, kan bağına dayalı Faşist hareket1 ve son kerte de tüm bu akımlarla beraber Hıristiyanlık başta olmak üzere dini inanışları reddeden2 ve insanın özgürlüğünü merkeze oturtan varoluşçu felsefenin varmak istedikleri son nokta zulüm, baskı ve haksızlığın ortadan kaldırılıp yerine kardeşlik ve adaletin tesis edildiği bir toplum anlayışıydı. Benzer olarak demokratik anlayışta da güdülen hedef halkın kendinden olmayanların tahakkümünü ortadan kaldırıp onları demokratik ve ideal hukuk çatısı altında kendi kendilerini yönetmelerini sağlamaktı. Çünkü demokrasiye göre bir başkası tarafından değil ama kendisi tarafından yönetilen bir halk kendine ya da kendinden olmayan azınlığa zulmetmek yerine seçim esnasında verilen oyun niteliğinde sağlanan eşitliği seçimden sonra sosyal hayatında her sahasına yayacaktı. Oylar arasında kalite açısından bir fark olmaması ve kimin ne oy kullandığına bakılmaksızın sayısal çokluğa önem verilmesi, çoğunluk, azınlık, sınıf, millet ya da din farkı gözetmeden oy kullanan herkesi eşit kılıyordu ve bu eşitlik demokratlara göre seçimden sonra adalet ve kardeşliğe dönüşecekti3. Bu bağlamda insan aklının ürünü olan dünya görüşleri, bir toplumun hem kendi içinde hem de başka topluluklar arasında adil ve kardeşçe yaşayabilmeleri için ortaya atılan görüşlerdir. Yani vahiy kaynaklı olmayan hayat tarzları bir araç, amaç ve sonuçları ise insanların mutluluğu ve özgürlükleridir. Oysa İslam'da kardeşlik ve adalet bir amaç değil Allah'a yönelmenin doğal bir sonucudur. Beşeri ideolojilerde kardeşlik ve adalet anlayışı arasında önemli oranda bir fark bulunmazken İslam'ın kardeşliğe bakışıyla adalete yaklaşımı arasında ciddi farklılıklar vardır.
Allah'a ibadet etme maksadıyla yaratılan insanla Allah'tan kayıtsız kalarak mutlu yaşamayı hedef edinen insanın bakış açısında ve birey, toplum, doğa veya evreni algılayış tarzındaki farklılık ilk insanın çocukları arasında bile apaçık kendini gösterir. Habil yaratılış amacından sapmadan her koşulda Allah'tan uzaklaşmanın kaygısıyla yaşamını sürdürürken, Kabil öz kardeşini, kurbanı kabul edilmesinden, kendisinden daha çok Allah'a yakın olmasından dolayı yakalayacağı ilk fırsatta öldürmenin peşindedir. Maddi anlamda Allah'a yakınlık bakımından üçüncü insan sayılabilecek Kabil'in Allah'ı önemsemeden öldürme duygusunu ruhunun her tarafına yayması bir yana bu niyetini uygun bir zamanda amele dönüştürme heyecanı o kadar dehşet vericidir ki, bu dehşetin ve vahşetin büyüklüğü Habil'in kalbinde apaçık ortaya çıkar. Habil kardeşinin kana susamışlığını, Allah'tan korkan bir varlık olduğundan dolayı mantıklı bir zemine oturtmak bir yana Kabil'in niyetindeki ciddiyeti de ilk etapta tam manasıyla idrak etmekten uzaktır. Çünkü bu niyeti Allah'a teslim olmuş bir kalpte hissedebilmek, duyumsamak ya da Allah'ı tefekkür eden bir akılda somutlaştırabilmek imkan dahilinde değildir. Kabil "seni mutlaka öldüreceğim"4 derken, Habil kurbanın neden reddedildiğini "Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder"5 sözüyle vurgulamaya çalışıyor. Elbette bu söz, öldürülme korkusu ve endişesinin bir sonucu değildir. Kabil öldürmekten bahsederken, Habil kurbanın reddedilme gerekçesini anlatıyor ve ona Allah'ı hatırlatıyor. Habil'in bu teslimiyetçi, saf, temiz ve kardeşçe yaklaşımını, yine Kabil'in kin güden, başkaldıran, haset eden ve düşmanlık besleyen tavrını onların farklı fıtrat ve kişiliklere sahip olmalarıyla açıklamaya çalışmak demek, onların Kur'an'da yer alan sözlerini görmezden gelmek ve aralarında vuku bulan hadiseyi çarpıtmaktır. Çünkü bir tarafta kendi nefsine zulmettiğinden yani Allah'a teslim olmadığından dolayı kurbanı reddedilen bir insan varken, diğer tarafta Allah'tan korktuğundan dolayı neredeyse öldürülme karşısında bile kendini savunma ihtiyacı hissetmeyen bir insan vardır. Kaldı ki bu olayı kişiliklere bağlamak bir anlamda Allah'ın insanlara zulmettiğini ifade etmektir. Oysa Kabil'in tutumu Cebriyye'cilerin inanışını alt-üst ederken Habil'in bu tutum karşısında sergilediği tavır da Kaderiy-yeciler'in görüşünün tümüyle batıl olduğunu gösterir. Bir tarafta mutlak adil olan ve adaleti seven Allah karşısında zulmün doruğuna varan bir Kabil vardır, diğer tarafta ise kana susamış, öldürme yemini etmiş Allah tarafından reddedilmiş Kabil karşısında iradesini tümden Allah'a teslim eden bir Habil vardır.
Teslimiyet ve başkaldırıyı, kardeşlerin Allah'la olan ilişkilerini göz önünde bulundurmadan kişilik yapılarına yükledikten sonra kişiliklerini, altyapı olarak kabul edilen meslekleri üzerine inşa etmek Marx'ın hoşuna gitse de rahmetli Şeriati'nin bu düşünceyi6 hangi temellere dayandırdığını anlamak zordur. İktisadi altyapının niteliği veya maddi nicelik bir ölçüde kişiliği etkilediği iddia edilebilirse de çiftçi ya da çoban olmanın kardeşlik duygusunu olumlu ya da olumsuz anlamda etkilediğini iddia etmek için herhangi bir mesleğe sahip olan tüm insanların kişiliklerinde bu durumun farklı sonuçlarını gözlemleyebilmek gerekir. Durumun çoban veya çiftçi olmakla herhangi bir ilgisi olmadığını, Kur'an'ın meslekleri anmadan sadece takvayı vurgulamasında görüyoruz. Kabil takva sahibi olmadığı için kurbanı reddedilmekte, Habil ise takva sahibi olduğundan dolayı Kabil'in tavrı karşısında elini bile kaldırmamaktadır. Allah'a kurban sunacak ve Allah'ın bu kurbanlara cevap vereceğini bilecek kadar Allah'ın var olduğunu bilen ilk ana-babadan ilk iki çocuk yani iki kardeş vardır karşımızda. Yani izlediğimiz manzarada tarih boyu birbiriyle düşman olan ve düşmanlıkları farklı millet, ırk, bölgeye dayanan iki toplumun liderleri yoktur.
İnsanlık tarihinin henüz ilk adımında bulunan ve babaları peygamber olan iki öz kardeş vardır. İki öz kardeşten birisi günümüz deyimiyle dünya nüfusunun altıda birini (?) Allah'ın deyimiyle tüm insanlığı öldürmek için yemin ederken, diğer kardeş nefsine uyma endişesinden dolayı hiçbir karşılık vermiyor ve Kabil'i sözle uyarmayı yeterli görüyor; "Eğer sen öldürmek amacı ile elini bana doğru uzatacak olursan ben öldürmek amacı ile elimi sana doğru uzatacak değilim. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."7 Bu teslimiyyet anlayışını çağlar sonra Hz. Meryem'in8 kişiliğinde görmek bir rastlantı olmaktan ziyade aynı yaratıcıya yönelen insanların kişiliklerinde aramak gerekir. Habil teslimiyetinde bir adım daha ileri giderek uyarısını şiddetlendirmektedir; "Şüphesiz, senin kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur"9. Bu ayetle Habil'in halim-selim kişiliğinin Allah'tan korkmaya dayandığını apaçık görmek mümkündür. O dünyada zulmetme endişesinden dolayı kardeşine başkaldırmaz ama zulmedenlerin ya da haksız yere insan öldürenlerin de affedilmelerini istemek bir yana kardeşinin cehennem halkından10 olmasını arzu eder. Öz kardeşi de olsa Allah'a isyan eden zalim bir insanı affetmek yerine cehennemde ebedi kalmasını temenni etmek bir açıdan mantıksız görünse de Habil burada kana dayanan kardeşliği önemsemeden zulümden arındırılmış Müslüman bir zihinle adaletin tecelli edeceğini apaçık bir şekilde ister ve bu isteğini ortaya koyar. Yani bir anlamda Allah için kardeşine el kaldırmayan insan, Allah için kardeşinin ebedi cehennem hayatında cezasını görmesini ister. Yine de Kabil niyetinden vazgeçmeyecek, Allah'ın dilemediği bir seçimde bulunacak ve nefsine uyarak öz kardeşinin kanını dökecekti. İşte insana bahşedilen cüz'i iradenin azameti ve bu azametin yol açtığı dehşet verici ve ürkütücü manzarası. Meleklerin "kan dökecek bir varlık mı?" diye çekindiği zalim ve nankör olan insan, emaneti veya adil olmayı Allah'a yönelmeden gerçekleştirebileceğini zannederek tarihin ilk sayfasını öz kardeşinin kanıyla yazar. O zaman soru nedir? Habil'e bakarak nasıl kardeş olunacağını mı yoksa Kabil'e bakarak bizi kardeşlikten neyin uzaklaştırdığını mı incelememiz gerekir?. Nasıl kardeş olabiliriz mi yoksa neden kardeş değiliz mi?. Konumuz, İslam kardeşliği olduğuna ve biz de her türlü taassuptan uzak bir şekilde Müslüman olduğumuzu iddia ettiğimize göre "Nasıl kardeş olabiliriz?" sorusu Allah'a iman etmeyen ve amacı kardeşliği tesis etmek isteyen materyalist ya da hümanist insanlara ait olabilir. Bu takdirde Allah'a imandan dolayı kardeş olması gereken insanların neden kardeş olamadıklarını irdelemek hem gereklidir hem tehlikelidir. Gereklidir çünkü Allah'a dayanmayan çeşitli taassupları her ortam ve zamanda yaymaya çalışan insanlar vardır, tehlikelidir çünkü bu insanlar taassubu Allah adına yaymaya çalıştığını söylemekle kalmayıp iddiaları çerçevesinde kendilerinden emin bir şekilde İslam'ı samimi olarak hayatlarına yansıtmaya çalışmaktadırlar.
Dünya barışını sağlamak ve insanlar ya da toplumlar arasındaki sosyal ya da iktisadi eşitsizliği en aza indirmek veya bütünüyle ortadan kaldırmak için ortaya çıkan İslam-dışı ideolojilerin temel soruları adaletin, kardeşliğin, eşitlik ve özgürlüğün nasıl tesis edileceği etrafında yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda "nasıl kardeş ya da adil olunur?" veya "zulüm ya da eşitsizlik nasıl bertaraf edilir?" sorularının meali "kardeşlik ve adalet insanlığa nasıl aşılanır ya da onlar zulmetmekten nasıl uzaklaştırılır" şeklindedir. İdeolojiler, bünyelerinde bilfiil olarak var olmayan hasletleri insanlığa kazandırma adına yola çıktıklarına göre yeryüzünde kardeşlik ve adalet sağlanınca onlara duyulan ihtiyaç zamanla ortadan kalkar. Çünkü belli bir hedefi yakalamak için kullanılan araçlar, hedefe varıldıktan sonra en fazla güzel bir hatıra olarak kalmak için kullanıma elverişli hale gelebilir.
Sınıfsız toplum tesis edilince doğası gereği sosyalizm çöker, çünkü çatışacak ya da çelişecek herhangi bir toplum kalmamıştır. İdeal hukuk ve demokratik topluma erişilince demokrasi zayıflamaya yüz tutar, çünkü toplumun yönetme ve yönetilme sorunu kalmamıştır. Dolayısıyla kardeşlik, eşitlik, özgürlük veya adalete kavuşmak kısaca insanın mutluluğunu sağlamak için kullanılan yöntemler hedefe varılınca terk edilmeye yüz tutar. Sosyalist, demokratik, nihilist ya da varoluşçu yöntemlerde amaç aynı ya da benzer olmasına rağmen aralarında büyük farkların var olması onların "kardeşlik veya adalet nasıl sağlanır" sorusuna verdikleri cevapların çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Bu takdirde kullanılan aracın meşru olup olmaması bir öneme haiz olmadığı gibi aynı amaca kilitlenen insanlar arasında bir farkın var olduğunu söylemek zordur. Çünkü hedef aynıdır ve hedefe erişilince yöntem ve araçlar terk edilecektir. Buna rağmen araçları kullanma karşılığında kendisine mutluluk vaat edilen insan, mutluluğa kavuşunca o araçları kullanmaya devam etmeye ya da korumaya ihtiyaç duyuyorsa ya yöntemi geliştirenlerin yöntemi amaç kılma gibi bir düşünceleri vardır ve mutluluğun amaca dönüştürülen yöntemi zamanla aşındıracağını düşünüyorlardır ya da vaat edilen mutluluk uzun ömürlü değildir, dolayısıyla yöntemler tarafından korunmaya ihtiyaç duyacaktır. Her şeye rağmen birçok ideoloji kardeşlik ya da adaleti vaat eder. Ama ne adına? Mutluluk, müreffeh bir yaşam, iyilik, güzellik, insanlık, rahatlık adına, kaosun, anarşinin, bozgunculuk ve fesadın olmadığı bir dünya için! Ama bu ideal dünyada bozguncu ile ıslahçı, adil ile zalim, güzel ve çirkin, kötü ve iyi, kardeş ve düşman arasındaki değer farkı nedir veya niteliklerinin iyi ya da kötü anlamdaki karşılıklarını kim belirleyecektir. Örneğin günümüzde Batı dünyasında iyi ve güzel olarak kabul gören bir çok değer Doğu dünyası için kötüdür ve Doğu dünyasındaki ahlak, fıtrat ya da adalet Batı dünyasında baskı, istibdat ya da zulümdür. Bu takdirde insanlığın ideal dünyaya ulaşması için Batı'nın Doğu ya da Doğu'nun Batı eksenine yaklaşarak tek eksen etrafında birleşmeleri gerekmektedir ki bunun da modern ismi küreselleşmedir, diğer deyişle topyekun fesat ve özgürlük. Özgürlük, yani insanın kendi aklına başvurarak iyilik ve kötülüğün değerini belirledikten sonra iyiliği seçerek, bu seçimi icraata dönüştürebilmesinin bir diğer adı. Kabil, Habil'den daha iyi olduğuna inandığı için Allah'a sunduğu kurbanın iyi olduğunu düşündü ama Allah ona göre kötü (!) kurbanı kabul etti. Kabil ölçtü, biçti. Kendisinin iyi, Habil'inse kötü olduğuna kanaat getirdi, özgür bir insan olarak iyiliği seçebileceğini düşündü, nefsi ona seçimini sevimli gösterdi, işini kolaylaştırdı, Kabil de bu sevimli seçimi icra ederek Habil'i öldürdü. Yani insanın aklı ve nefsine başvurarak yaptığı seçimler sonucunda elinin ulaşabildiği her yerde fesad belirmeye başladı.11
İlk kardeşin kendi aklına başvurarak yaptığı seçim sonucunda kardeşliği katletmesinin, Meleklerin Allah karşısında dile getirdikleri tereddütlerinin doğrulanması veya insanlık tarihinin kanla başlaması üzerine, kanla devam edeceği ve yine kanla nihayete ereceği iddiası görünürde doğru olsa da bu iddiada gözden kaçan bir durum vardır ki o da Habil'in, Kabil'in niyeti ve eylemi karşısında takındığı tavırdır. Bir başka deyişle henüz ilk adımda sapmanın karşısında, öldürülmenin tehdidi karşısında doğruluk üzerinde sebat vardır. Tek bir insan'ın iradesi karşısında evrende var olan her şeyin iradesi, tek bir insanın gürültüsü karşısında evrenin suskunluğu, özgür insanın hırçınlığı karşısında Allah'a boyun eğen her şeyin vakarlılığı, seçim karşısında birliğin seçmemedeki kararlılığı vardır. Allah'a kurban sunduğu halde Allah'tan korkmayan ve Allah'ın kendisine korkmamanın özgürlüğünü bahşettiği Kabil, özgürlüğün kullanılabildiği tek alan olan kendi zulüm sahasından âlemin suskunluğunu ürpertecek derecede Allah'a isyan eder ama bu isyan âlemin herhangi bir yerinden yansımak yerine öldürülen Habil'in kişiliğinde sönmeye yüz tutar. Böylece evrendeki birlik, kardeşlik ve adaletin yani fıtratın mükemmelliği karşısında, özgürlüğü seçen insanın durumu aykırılık, sapma, dalalet, fesad, kötülük, düşmanlık ve fitneden başka bir şey olmaz. Allah'ın mesajı açıktır; İlk insanın oğlu da olsa, oğlun babası peygamber olsa da, oğul Allah'a kurban sunacak derecede Allah'ı bilse de Allah'tan sakınmayan bir insan, kendi öz kardeşini katledecek derecede vahşileşebilir, bu takdirde takva olmadan kardeşlik düşmanlığa, adalet ise zulme dönüşür. Takvanın olmadığı her yerde herkes birbirine kardeş olabilir, herkes özgür olabilir, herkes bir diğerinin hakkına riayet edebilir, herkes iyiliğin peşinde olabilir ve herkes müreffeh bir dünya içinde mutlu bir hayat sürebilir. Ama ideal dünya olarak anılan böyle bir mekânda Allah korkusu yoksa her şeyin her an tepetaklak olması bir yana bu dünyada kardeşlik de, iyilik de, hakka riayet etmek de, özgürlük de, mutluluk da anlamsız daha doğrusu gayesizdir. Çünkü evren, insan ekseninde değil tevhid ekseninde dönmektedir ve tevhide yönlenilmeyen bir dünyada yani Allah'a ibadetin olmadığı bir mekanda hem Allah hem de O'na uyan varlıklar katında kardeşlik, güzellik, iyilik, hakka riayet, mazlumun yanında olmak, yoksulu doyurmak, akraba ilişkilerini devam ettirmek kısaca her türlü salih (!) amel değersizdir ve boştur. Evet Allah adaleti, ihsanı iyilik, güzellik, kayra, inayet, yardım, lütuf- ve akrabaya yardımda bulunmayı emreder, çirkinliği, fenalığı ve azgınlığı yasaklar. Ama adalet salt adalet değildir ve adalet, adalet olduğu için iyi değildir! Allah emrettiği için adalet adalettir, Allah dilediği için ihsan ihsandır, Allah istediği için akraba ilişkilerinin bir anlamı vardır. Ya da çirkinlik salt tek başına, kendiliğinden, kendi varlığından, kendi mutlak mahiyetinden dolayı çirkin değildir. Allah yasakladığı için çirkindir, Allah'ın yasaklamadığı bir fenalık (!) fenalık değildir, Allah'ın hor görmediği bir azgınlık ve bozgunculuk(!) bozgunculuk değil ulvi bir mücadeledir. Kısaca adalet,yardım, lütuf, hakka riayet, iyilik ve güzellik, Allah'ın varlığıyla ya da sıfatlarıyla ilişkilidir ve O'nun fıtratının tezahürüdür. O'ndan türemeyen ve O'nun için olmayan her şey görecelidir, kötüdür ve batıldır. Mutlaklık ya da yeksanlık O'nun adına olduğu zaman var olabilir ve anlamını bulabilir. Bu sebeple Kabil Habil'in kardeşi değildir, Adem (a.s)'in oğlu değildir, Nuh'un (a.s) fırtınada boğulan hiçbir oğlu olmadığı gibi. Allah'a itaatin olmadığı bir kalpte kardeşlik düşmanlıktır ama Kabil'den binlerce yıl sonra var olan ve kendi içlerinde bile zulmün, öldürmenin, haksızlığın, bozgunculuğun, düşmanlık ve kan dökmenin varolduğu Mekke'nin müşrik toplumu Allah'tan korkmaya başladığı an muhacire dönüşür ve ensarla kardeş oluverir. Kabil'in uğruna kardeşini katlettiği kadın çıkar, menfaat, fayda, yarar..kısaca insan nefsinin arzuladığı her şey- ensar tarafından muhacire adanır. Ne için ? Allah için! Ne adına? Allah adına! Nasıl? takvayla!
Kardeşlik nasıl olmalı, nasıl tesis edilmeli, kardeş kalmanın ya da kardeş olmanın kırmızı çizgileri nelerdir, kardeş olmak için ne yapmalı, nasıl davranmalı, kiminle kardeş olmalı, ne için kardeş olmalı? Mutlu olmak için mi , adil kalmak için mi, hakka riayet etmek için mi ya da iyilik ve güzelliği sevdiğimiz için mi? Materyalistler de müşrikler de, gayr-ı Müslimler de, laikler de adaletten bahsediyor, kardeşlikten söz ediyor, bizimle kardeş olmanın, haklarımıza riayet etmenin yollarını arıyor, iyilik ve güzelliği onlar da seviyor, onlar da dünya saadeti ve insanlığın mutluluğu için çabalıyor. Bizim farkımız ne o takdir de? Gerçekten biz salt adalet mi istiyoruz, salt kardeşlik mi istiyoruz, amacımız ve hedefimiz nedir? Allah'ın kendilerine yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın dendiği zaman "biz sadece ıslah edicileriz" diyenler Allah'la alay mı ediyorlardı yoksa yaptıklarının ıslahtan başka bir şey olduğunu mu düşünüyorlardı? "Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin."12 Yani Allah'a teslim olduktan sonra bu teslimiyet üzerine sebat edin, insanlık, mutluluk adına, adalet ve kardeşlik adına yeni düşünceler, yeni fikirler, yeni yöntemler üretmeye kalkışmayın. Allah'a bir kez teslim olduğunuzda ve Allah'tan korkmaya başladığınızda kardeşlik de, adalet de, hedef ve gönül birliği de, vahdet de, saadet ve iyilik de size bağışlanır. Fert fert değil, cemaat cemaat değil, hizip hizip değil hep birlikte, topyekün Allah'a yönelin ve Kur'an'a sarılın, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi parçalanıp bölünmeyin, Allah'ı hatırlayın, Allah'ın sizi seçerek bağışladığı nimetine nankörlük etmeyin, sizler bir zamanlar, iman etmeden, Allah'a yönelmeden ve Allah'tan korkmadan önce, birbirinize düşmanlar idiniz, birbirinizden nefret ediyordunuz, birbirinizin gıybetini yapıyordunuz, birbirinizin kanını döküyor ve malına tecavüz ediyordunuz, söz getirip- götürüyordunuz, aranızı bozmanızı çalışanlara uyuyordunuz, kalpleriniz batıl üzerine birleşmişti, hizip hiziptiniz, her biriniz batıl olanın etrafında birleşiyor, kendini hak zannederek sizden olmayanlara saldırıyordunuz, millet, devlet, ırk, bölge, soy, mevki, sınıf, grup, yol, mezhepleri amaç edinmiş bir şekilde şirk bataklığında yüzüyordunuz. Ama Allah size acıdı kendi adı etrafında kalplerinizi birleştirdi ve siz O'nun adı sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir zamanlar yokluğun, hiçliğin, anlamsızlığın, gayesizliğin, başıboşluğun, zulmün kısaca bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz, yine o size acımış ve sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.13 Allah'tan korkun ki Allah size kimin kardeş olduğunu göstersin ve gösterdiği kardeşlere kardeş kılsın ve kardeşlerinize karşı beslediğiniz kini gidersin. Allah'tan korkun ki Allah size düşmanınızı göstersin ve düşmanlarınıza karşı kalplerinizdeki kini artırsın ve onların kalplerine korku salsın. Allah'tan korkun ki adil olasınız, adaletle hükmedebilesiniz, zulme karşı çıkasınız, zalime meyletmeyesiniz ve onun karşısında durasınız. Allah'tan korkun ki Allah size gıybet etmemeyi nasip etmesin, fesat çıkarmanızı engellesin, kardeşlerinize karşı besleyeceğiniz her türlü taassup ve kötü duyguların, düşmanlarınıza karşı besleyeceğiniz her türlü sevgi ve iyi duyguların kalplerinizde kök salmasına izin vermesin. Allah'tan korkun ki Allah için bile olsa iyi de olsa kötü de olsa Allah size hiçbir şeyi Allah'ın önüne geçirmenize izin vermesin. Özetle;
Ey Müslümanlar! Başka hiçbir şey değil ama sadece Müslüman olarak kalın ki evrene, dünyaya, olaylara, insan ve toplumlara Allah'ın baktığı gibi bakabilesiniz ve evrende O'na yönelen her şeyin duygusuna ortak olabilesiniz. Çünkü istikamet kerametin bir adım önünde, keramet ise istikametten önce gördüğünüz her şeyin fevkindedir.
Dipnotlar 1 Faşizmin adaleti, kardeşliği ve insancılığı tüm insanlık için değildi elbette. Fakat savunduğu ırkın insanları arasında eşitsizliği ortadan kaldırıp kardeşliği tesis etmeye çalışıyordu. 2 Varoluşçu hareket, her ne kadar dinle birlikte yoluna koyulduysa da 20. yy. da dinden ayrılarak yoluna devam etmiştir. 3 Bu sistemde oy kullananlara eşit olmayan bir zümre varsa onlar da oy kullanmayanlar ya da bu sistemi reddedenlerdir. 4 Maide 27 5 Maide 27 6 Şeriati bu yaklaşımı Huseyniye'yi İrşad'da İslam-Bilim başlıklı konferanslarının birinde dile getirmişti. Belki de alıntı, çeviri ya da yaklaşımda bir hata vardır. 7 Maide 28 8 Hz. Meryem de Hz. İsa'yı kendisine bahşetme vazifesiyle karşısına çıkan kutlu elçiyi tanıyamadığından dolayı endişelenmiş ve onu "Senden Rahman'a sığınırım eğer takva sahibi kimse isen" sözleriyle Allah'tan korkmaya davet etmişti. Bir kötülüğe maruz kalmak üzerine iken muhataplarını Allah'tan korkmaya davet eden Müslümanlar ne de az 9 Maide 29 10 Allah'ın var olduğunu bilmekle Allah'a inanmayı birbirine karıştıranlar veya amelin insanı küfre düşüreceğine inanmayanlar için bu kıssa apaçık bir örnektir. Kabil Allah'ın varolduğunu O'na kurban sunacak ve kurbanına karşılık vereceğini düşünecek kadar bilir. Buna rağmen yine de Allah'a iman etmez. Bu da yetmez, Allah'a inanan kardeşinin canına kasteder ve cehennem halkından olur. Allah ona pişman olma ya da Tevbe imkanı vermez ama bir yandan da kalbinde ölene dek fayda vermeyen bir pişmanlık ve hasret verir (maide 31). Çünkü o kaybedenlerden olmuştu ve onun kaybedişi ebediydi. 11 Rum 41 12 Araf 56 13 A-li İmran 103