ÖFKE - rahle.org

ÖFKE - rahle.org

ÖFKE


Facebookta Paylaş
Tweetle

Taha DÖKME

 

Öfke duygusu âdemoğlu ile şeytan arasındaki düşmanlığın ilk ve en önemli sebeplerinden biri olarak Kuran-ı Kerim’de Rabbimiz tarafından dikkatlerimize sunulmuştur. İnsanın kolaylıkla mağlup olabildiği bu zaafına karşı hem Kuranı Kerim’de hem de Hz. Peygamber’in (sav) hadislerindeki reçetelerle çözüm yolları da gösterilmiştir. Günümüzde toplumlar arası çatışmalardan aile içi şiddete veya bireysel ilişkilerdeki sorunların kaynağına dikkat edildiğinde öfke duygusunun sorunların kronikleşmesinde önemli bir etken olduğunu görebiliriz. İslam düşüncesindeki “toplumsal değişim metodunun bireyden topluma doğru gerçekleştiği hakikatinden yola çıkarak” şunu ifade edebiliriz: Bu konunun muhatabı olan her Müslüman, fıtratındaki bu duyguya dair kendisini gözden geçirebilmeli ve bir an önce eksiklerini tespit ederek adalet üzere şahsiyetini inşa etmenin yolunu aramalıdır. Bu bakımdan yapacağımız hatırlatmaları hepimize önemli ipuçları verebileceği şuuruyla takip etmeliyiz diye düşünüyoruz.

Öfke/gazap, acı veren kötü bir davranışın kişinin ruhunda uyandırdığı kızgınlık, intikam duygusu ve cezalandırma isteği anlamında ahlâk terimidir.

Sözlükte ‘kızmak, öfkelenmek; kızgınlık, öfke duygusu’ anlamına gelen ve umumiyetle rızâ ve hilim kavramlarının karşıtı olarak kullanılan gazabın tanımı yapılırken bunun ‘intikam alma ve cezalandırma isteği’ olduğuna özellikle işaret edilir.

İmam Gazalî İhya-u Ulumuddin adlı eserinde öfkeyi ateşe benzeterek şu değerlendirmelerde bulunur; “Bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır. Muhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir. Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Yakîn nuruyla bakanlar bilir ki, insanoğlundan, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytana uzanan bir damar vardır. Bu bakımdan öfke ateşi kime galip gelirse, o kimsede şeytanın yakınlığı kuvvet bulur”. İmam Gazalî’nin dediği gibi öfke ateşine kendini kaptıran kişi şeytanın vesveselerine gönül kapılarını ardına kadar açmış demektir.

ÖFKENİN HAKİKATİ

Öfke insan için bu kadar tehlikeli bir hal ise Allah Teâlâ’nın öfkeyi/öfkelenmeyi insani bir özellik olarak neden yarattığı sorusu zihnimizde belirebilir. İmam Gazalî şehvetin ve öfkenin varoluş hakikati ile ilgili zihnimizi aydınlatıcı bazı açıklamalarda bulunur. Şöyle ki Allah Teâlâ, canlıları birtakım iç ve dış sebeplerle ölüme maruz kalacak şekilde yarattığı zaman, kendisini koruyucu imkânları da kendisine bahşetti. O imkânlar vasıtasıyla kitabında muayyen ecel diye tabir ettiği zamana kadar kendisinden ölümü uzaklaştırır. Allah(cc), canlının bedenine yaşaması için uygun gıda ve canlıda o gıdayı almaya iteleyici şehveti yarattı. Eğer insan yaşamının ve de neslinin devamı için zorunlu olan şeylere karşı isteksiz olsaydı hem yaşamının hem de neslinin devamı mümkün olmazdı. Allah şehveti, onun vasıtasıyla insanı helâkten korusun diye yaratmıştır. 

İnsanoğlu dışarıdan gelebilecek zarara karşı maddi ve manevi değerlerini korumak için, içinden gelen bir hamiyet ve kuvvete muhtaçtır ki onun vasıtasıyla kendisinden helâk edicileri uzaklaştırsın! O halde insanoğlu hedeflerinin birinden menedildiği zaman, öfke ateşi alevlenir. Kalbin kanını kaynayacak şekilde kabartır. O kan, damarlarla insanın tüm vücuduna ve yüzüne hızla yayılır ve insanın yüzü, gözü kızarır. Yani öfke kuvvetinin merkezi kalptir. Bu kuvvet hususunda insanlar, yaratılışın başlangıcında tefrit, ifrat, itidal olmak üzere üç gruba ayrılırlar ve üç derecede bulunurlar. 

Tefrite gelince, tefrit, bu kuvvetin yok olmasından veya zayıf düşmesinden doğar. Bu ise dinen kötüdür ve böyle bir kimse hakkında “gayreti yoktur” denilmiştir. Bu bakımdan kim savunması gereken değerlerini düşmanın insafına bırakacak bir acziyet içerisinde öfke ve gayret kuvvetini kaybederse o gerçekten eksik bir kimsedir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'in (sav) ashabını, şiddet ve gayretle nitelendirerek şöyle buyurmuştur:  ‘Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.’ (Fetih 29) 

İfrat'a gelince, bu niteliğin akıl, din ve itaatin kontrolünden çıkması demektir. Öyle ki kişinin basireti ve düşüncesi kalmaz. İradesi tamamen elinden çıkar. Bu sıfatın galebe çalmasının sebeplerinden biri kişinin mizacıdır. Çok insan vardır ki fıtraten ve yaradılışça çabuk öfkelenmeye hazırdır. Kalp mizacının harareti de buna yardımcı olur. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Ancak mizacın serinliği onu söndürür ve şiddetini kırar.’ (Tirmizî)

Öfke, ateşi şiddetlendiği, alevleri kuvvet bulduğu zaman sahibini kör eder. Onu vaaz ve nasihate sağır eder. Ona vaaz edildiği zaman dinlemez. Hatta vaaz ve nasihat onu daha da azıtır. Akıl nuruyla ışığa kavuştuğu ve nefsine müracaat ettiği zaman buna gücü yetmez; zira derhal öfke dumanı kendisini sarar, aklın nurunu söndürür hatta dipten siler götürür. Çünkü düşüncenin kaynağı dimağdır. Öfkenin şiddeti fikir kaynaklarının tümünü kapsar. Fikir kaynaklarını kapladığı gibi, his kaynaklarına da sirayet eder. Bu bakımdan kişinin gözü kararır ve doğruyu yanlıştan ayırt edemez olur. Öyle ki denizin ortasında dalgalar arasında, kopan fırtınalarda sallanan bir geminin hali, durum bakımından öfkeli kalpten daha güzel ve selâmet bakımından daha ümitlidir; zira sallanan gemide gereken tedbirin alınması için çare arayan, gemiye bakıp kumanda eden bir kimse vardır. Kalbin ise kaptanı kendisidir. Öfke onu kör ve sağır ettiğinden bütün imkânlar onun elinden çıkmıştır! Zahirde rengin bozulması, azaların şiddetle titremesi, fiil ve hareketlerin tertip ve nizamdan çıkması, sallantılı olması, ne konuştuğunu bilememesi, dudaklarda köpüğün belirmesi, gözlerin çanaklarından fırlayıp kızarması, burun deliklerinin kabarması ve ahlâkın geçimsiz bir hâl alması, öfkenin görünen eser ve etkileridir. Eğer öfkelenen kişi, öfke halinde şeklinin çirkinliğini görmüş olsaydı, o çirkinlikten utanarak öfkesi derhal söner ve ahlâkı da değişirdi. Öfkenin iç çirkinliği ise, zahirî çirkinliğinden kat be kat üstün ve felaketlidir. Çünkü görünen taraf, iç âleminin nişanesi ve tezahürüdür. Fakat iç suret çirkinleştiği için onun çirkinliği ikinci derecede dışa yansımıştır. Bu bakımdan zahirin bozulması, iç âleminin bozulmasının ürünüdür. Bu, öfkenin bedendeki tesiridir. 

Dildeki tesirine gelince, dili fâhiş konuşmak ve sövmekle serbest bırakmaktır. Öyle ki öfkesi geçtiği zaman, sarf ettiği sözlerden akıllı bir kimsenin utandığı gibi, söyleyen de bu fâhiş konuşmasından utanır.

Azalar üzerindeki eserine gelince, vurmak, hücum etmek, öldürmek, imkân anında çekinmeden yaralamaktır. Eğer kendisine öfkelenilen kaçar veya başka bir sebepten dolayı öfkelenenin elinden kurtulur veya öfkelenen ondan intikam almak suretiyle gönlünü rahatlatamazsa bu sefer öfke, sahibine döner. Kendi elbiselerini yırtar, kendisini yumruklar. Bazen eşyaları etrafa fırlatır, kullandığı eşyayı yere vurur, ona kızar ve der ki: 'Ey filan filan! Ne zamana kadar senden bunu çekeceğim!' Sanki akıllı bir kimseye hitap ediyormuş gibi davranır.

İtidal’a gelince övülen öfke o öfkedir ki aklın ve dinin işaretini bekler. Gayretin gerektiği yerde kabarır, hilmin güzel olduğu yerde söner. Öfkeyi normal sınırda tutmak ve korumak, Allah Teâlâ'nın kullarını mükellef kıldığı istikametin ta kendisidir. Bu durum, Hz. Peygamber'in (sav) hakkında şöyle dediği durumdur:  “İşlerin en hayırlısı orta olanlarıdır!”(Beyhaki)

Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatına baktığımızda itikadi konulardaki tartışmalarda, ibadetlerdeki yanlışlıklarda, haram ve helallere dikkat edilmediğinde ve ahlaki bozulmalara karşı tavırlarında öfkesini görmemiz mümkündür: 

“Rasûlullah (sav) itikadi hususlarda pazarlığa girişen ve imanını dünyevi menfaatlere göre belirleyen kişilere kızmaktadır. Mesela Temimoğullarından bir heyete “Ey Temimoğulları, müjdeyi alın” şeklindeki hitabına karşılık onlar “ Bizi madem müjdeledin, o halde mal-mülk ver” diyerek meseleyi dünyevi bir boyuta indirgemişlerdir. Buradaki “müjdenin” anlamı ise takip edildiği halde cennete gidecek yoldur. (İbn Hacer, Fethu-l Bari VI 288) Efendimiz onların bu teklifi kabul etmemesi üzerine teklifi Yemenlilere yapmıştır, onlar da bu teklifi kabul etmişlerdir. (Buhari, Bedü’l halk1, Meğazi 67, 71; Tirmizi, Menakıb 73, Ahmed bin Hanbel, Müsned IV, 426, 433.) 

Efendimiz (sav) sahabelerinin ibadet hususundaki gevşek davranışlarında da tepkisini/öfkesini ortaya koyarak onları terbiye etme yöntemini seçmiştir. Şöyle ki, Hz. Peygamber (sav) cemaatle namaza çok büyük bir önem vermesi sebebiyle bu konuda gevşek davrananlara da kızmaktadır. Nitekim bir yatsı vakti namaz kıldırmak için mescide gidip az sayıdaki cemaatin dağınık şekilde oturduklarını görünce daha önce hiç olmadığı kadar öfkelenmiş ve şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun ki, içimden, şimdi bir adamı imam tayin ettikten sonra şu namaza gelmeyenlerin evlerine tek tek gidip yakmak geliyor.” (Darimi, Salat 19, Ahmed bin Hanbel, Müsned, II 416, 526, 537, III, 377, IV, 32, Buhari, Ezan 29, 34; Müslim, Mesacid 251,254; Tirmizi, Salat 48; Nesai, İmamet 49; Ebu Davud, Salat 46, İbn Mace, Mesacid, 17)

Peygamber Efendimiz (sav)’ in öfkesini itidal çerçevesinde tutarak ashabına örnek olduğu bir başka yönü ise cihad, emri bil maruf ve nehyi anil münker vb. ibadetlere riayette de müşahade edebiliriz. Şöyle ki; Hz. Peygamber (sav) Tebük gazvesinde genel seferberlik ilan ettiği halde, meşru bir mazereti olmaksızın savaşa katılmayan Kab b. Malik’e ve diğer iki sahabeye kızmıştır. Hadiseyi bize aktaran Ka’b, savaş dönüşü Rasulullah’la görüşmeye gidince onun “öfkeli biri gibi güldüğünü” söylemektedir. Peygamber Efendimiz, münafıklardan farklı olarak sadece ihmalkâr davrandıkları için Ka’b ve onun durumundaki iki arkadaşına –Allah Teala haklarında net bir hüküm verinceye kadar- elli gün boyunca kendilerine konuşmama cezası vermiştir. (Buhari, Meğazi, 76, İstizan 21; Müslim, Tevbe 53; Nesai, Mesacid 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 457, VI, 388)”

Bu bakımdan nefsinde gayretin zayıflığını, gerekmediği halde zulüm ve zilleti kabullendiğini hissedercesine öfkesi gevşekliğe kayan bir kimseye, öfkesi kuvvet buluncaya kadar nefsini tedavi etmesi uygundur. Kimin öfkesi ifrata doğru kayar, kendisini tehevvür ve çirkin şeyleri pervasızca yapmaya sevk ederse, böyle bir kimseye de en uygun olanı, öfkesinin gücünü kırmak için nefsini tedavi etmek ve öfkeyi ifrat ile tefrit arasında hak olan orta noktada durdurmaktır. Eğer bundan aciz olursa, kişi buna en yakın olan yolu seçmelidir. 

ÖFKEYE YOL AÇAN SEBEPLER

Her illetin ilâcı, onun sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Bu bakımdan öfkenin sebeplerini tanımak gerekir. Öfkeyi kabartan sebepler, büyüklük taslamak, ucub (kendini beğenme), mizah yapmak, müstehcen konuşmak, başkasıyla alay etmek, başkasını ayıplamak, mücadele etmek, düşmanlık gütmek, hainlik, fazla mal ve mertebeye şiddetle harislik göstererek düşkün olmaktır. Bu düşük ve dinen kötü sıfatlar insanoğlunda kaldıkça öfkeden kurtulması mümkün değildir. Bu bakımdan her şeyden önce bu sebepleri, zıtları ile bertaraf etmelidir. 

ÖFKEYİ YENMENİN ÇARESİ

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: 

‘Şiddetli ve kahraman, başkasının sırtını güreşte yere getiren kimse değildir. Pehlivan ancak o kimsedir ki, öfkelendiği anda nefsine hâkim olur.’ (Buhari, Edeb 76; Müslim, Birr 107, (2760); Muvatta, Hüsnü'l-halk 12, (2, 906)

Yine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Sabur denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke de imanı ifsad eder.” (Taberani ve Beyhakî)

Hz. Peygamber (sav) bir başka hadisi şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur: “Bir kimse öfkelendiği zaman muhakkak cehenneme yaklaşır.” (Bezzar ve İbn Adîy)

Öfke halinde insanoğlu için tehlike bu boyutta iken onun bu tehlikeyi bertaraf etmesi için elinden gelen gayreti göstermesi selameti için kaçınılmazdır.

İnsanın aşağıdaki hatırlatmalara dikkat etmesi öfkesini yenmesinde yardımcı olacak başlıca hususlardır.

Şu ana kadar aktarılan sözleri düşünmektir. Bu bakımdan öfkeyi yutmaktan elde edilen sevaba karşı isteği olan kendisini intikam almak suretiyle gönlünü rahat ettirmekten meneder ve dolayısıyla kabaran öfkesini söndürür. 

Ömer b. Abdülaziz (r.ah.) bir adamın dövülmesini emretti. Sonra o adam 'Öfkelerini yutarlar' (Ali İmran 134) ayetini okudu. Bunun üzerine Ömer (r.ah.), hizmetkârına 'onu serbest bırak' diye emretti. 

Nefsini Allah'ın azabıyla korkutmaktır. Şöyle ki: 'Allah'ın bana karşı olan kuvvet ve kudreti benim bu insana karşı olan kuvvet ve gücümden daha büyüktür. Eğer ben bu insana öfkemin icabını tatbik edersem, Allah Teâlâ'nın da kıyamet günü affedilmeye en muhtaç olduğum bir anda, öfkesini benim hakkımda tatbik etmeyeceğinden emin değilim' demelidir. 

Nefsini çoğu zaman öfke ile hareket etmenin sonunun zararla oturmaya sebebiyet vereceğini düşünmesidir. Böylece hem maddi ve manevi kayıpların ıstırabından hem de sonradan duyacağı pişmanlığın ıstırabından kendini korumuş olur.

Öfke anında başkasının yüzünü hatırlamak ve kendi öfkesinin çirkinliğini düşünmek. Ayrıca öfke sahibinin saldırgan bir köpeğe ve adi bir yırtıcı hayvana benzerliğini düşünmek; halîm, sakin, öfkeyi terk eden bir kimsenin de peygamberlere, velî kullara, âlimler ve hükemâya benzediğini düşünmek de kişiye yardımcı olur.

Öfkesini yutmasına mâni olan şey şeytanın kendisine verdiği “Sen öfkeni yutarsan senin acizliğine, nefsinin küçüklüğüne, zilletine ve hakirliğine yorumlanır ve insanların gözünde hakir düşersin” vesvesesi ise, öfkelenen kişi nefsine: “Sen ne acayip mahlûksun ki insanların gözünde küçük düşmekten sakınıyorsun da Allah nezdinde, melek ve peygamberler katında küçük düşmekten kaçınmıyorsun!” demelidir.

Bu bakımdan kişi, ne zaman öfkesini yutarsa, öfkesini sadece Allah rızası için yutması uygundur. Bu niyetle öfkesini yutarsa Allah nezdinde alabildiğine kıymetli olur. Bu durumda insanların yanında kıymetli olmanın ne önemi kalır! Dünyada öfkelenmesine neden olacak şekilde kendisine kötülük edenin kıyamet günü uğrayacağı zillet, daha şiddetli olur. Acaba kişi kıyamet gününde 'Allah (cc) katında ecri olan ayağa kalksın!' diye çağırıldığı zaman ayağa kalkanın kendisi olmasını istemez mi! Zira bu çağrıya ancak, dünyada affedenler icabet ederek ayağa kalkar. Bu ve bunun benzerleri imanın marifetlerindendir. Bunları kalpte yerleştirmek gerekir. 

Öfkesinin Allah'ın (cc) isteğine göre cereyan eden bir şeye şaşıp hayret ederek geldiğini bilmelidir. Evet, bu şey kendi isteğine göre cereyan etmediğinden dolayı öfkelenir! Acaba 'Benim isteğim Allah'ın (cc) isteğinden daha evlâdır' demesi nasıl olur? Oysa Allah'ın (cc) kendisine kızması, kendisinin kızmasından -tehlike bakımdan- daha büyüktür. Bu durum karşısında senin yapman gereken, eûzübillâhi min'eşşeytanir-racîm demendir; zira Hz. Peygamber (sav), öfke anında böyle söylemeyi emretmiştir. Hz. Peygamber (sav) zevcesi Âişe validemiz öfkelendiği zaman ağzını eliyle kapatır ve şöyle derdi: “Ey Ayşecik! De ki: ‘Ey Allah’ım! Ey Muhammed'in Rabbi! Benim günahımı affet! Kalbimin öfkesini gider. Fitnelerin saptırmasından beni koru!”(Müslim) 

Eğer öfken bu duayı okumakla da gitmezse ayakta isen otur, oturuyorsan uzan. Oturmak ve uzanmakla sükûnete kavuşmaya çalış! Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Eğer bununla da öfke geçmezse o zaman soğuk su ile abdest alsın veya gusletsin. Çünkü ateşi ancak su söndürür.”

İbn Abbas (ra), Hz. Peygamber'in (sav) şöyle dediğini rivayet eder: ‘Öfkelendiğin zaman sus! (İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya, Taberânî) 

Efendimizin bu güzel tavsiyesi insanı öfke anında daha büyük hatalar yapmaktan koruyan yapılması kişiye daha az zahmetle daha fazla kazanç sağlayan güzel bir uygulamadır.

ÖFKEYİ YENMENİN FAZİLETİ

Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur: ‘Allah öfkesini tutan bir kimseye azabını durdurur. Rabbine mazeretini arz eden bir kimsenin özrünü Allah Teâlâ kabul eder. Kim dilini korursa Allah onun çirkin taraflarını örter.’ (Taberânî, Beyhâkî ) 

Abdullah b. Amr'dan (ra)  şöyle rivayet ediliyor: “Hz. Peygamber'e (sav) ‘Beni Allah'ın gazabından kurtaracak amel nedir?' diye sordum. Hz. Peygamber cevap olarak ‘Öfkelenme!’dedi.” (Taberânî ve İbn Abdilberr, hasen bir senedle)

İbn Ömer (ra) Hz. Peygamber’in (sav) şöyle dediğini rivayet eder:  Allah rızası için öfkesini yutmaktan, ecir bakımından daha büyük bir şey yoktur ki kul onu yapsın. (İbn Mâce)

Allah(cc)  şöyle buyurmaktadır: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Ali İmran 134)

Bir başka ayet-i kerimede ise: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet 34) buyrulmaktadır. 

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, mü'minleri Allah tarafından kendilerine gönderilen vakar ve sekinetten dolayı methetmektedir. Bu bilgiler ışığında Müslüman şahsiyet farkını ortaya koyma konusunda azami gayret göstermeli; ailemizde, işimizde, akrabalarımızla ilişkimizde ve diğer sosyal ilişki ağlarımızda hilm elbisesine bürünmeliyiz. Müslüman etrafına rahmet, bereket ve huzur yayıp, İslam’ı yaşadığı topluma en güzel örnekleriyle göstererek üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ