KUR'AN'DA CEHALAET VE CAHİLİYYE - rahle.org

KUR'AN'DA CEHALAET VE CAHİLİYYE - rahle.org

KUR'AN'DA CEHALAET VE CAHİLİYYE


Facebookta Paylaş
Tweetle

Necmeddin IRMAK

Giriş

Her dinin ve düşünce sisteminin anlam dünyasını kavramlar oluşturur. Diğer bir değişle kavramlar zihniyetlerin kurucu unsurları gibidirler. Dolayısıyla bir zihniyetin orijinal haliyle korunup sürdürülebilmesi ve iddialarını başkalaşmadan geleceğe taşıması, o zihniyetin zeminini oluşturan kavramların anlam alanlarının korunmasıyla mümkün olabilir.  Anlam alanlarında gerçekleşecek değişimler, kurucu anlamın yeni anlamlarla yer değiştirmesi ve başkalaşması, neticede o zihniyetin de aslından uzaklaşması ve başkalaşmasıyla sonuçlanır.

Hayatı ve varlığı anlamlandırma ve şekillendirme iddiası taşıyan her dünya görüşü, her din, kendine mahsus bir “dil” oluşturur. Lakin bu dil, yoktan var olan bir dil olmayıp içinde büyüyüp geliştiği dil ile aynı kelimeleri ve kavramları kullanır. Hatta duruma ve ihtiyaca binaen farklı dillerden kelimeler ve kavramlar alır veya bunları içinde bulunduğu dilin imkânlarından türetir.

Bu durum İslam için de böyledir. Vahiy, Hz. Peygamber (as) ve ilk sahabe neslinin mensup oldukları bu yeni zihin dünyası içinde kendine özgü bir dil oluşturmuştur. Her ne kadar bu, içinde bulundukları dönemin ve toplumun dili içinde ve o toplumun kelimeleri ve kavramları ile oluşmuş bir dil olsa da artık kendi paradigması içinde bu kelime ve kavramlara bazen kullanıldığı eski anlamının dışında bir anlam ile bazen tam tersi bir anlam yükleyerek gerçekleşen bir dildir. Artık söz konusu kelimeler ve kavramlar, hayata ve varlığa dair yeni bir anlam dünyası, yeni bir tasavvur inşa eden vahyin kelimeleri ve kavramları olmuştur. Bu durumun en güzel örneklerinden biri de ‘cehalet’ ve ‘cahiliye’ kelimesidir.

Cehaletin ve Cahiliyenin Anlam Dünyası

            Arapça ’da c-h-l kökünün sözlük anlamı değerlendirildiğinde, kavramın temel anlamları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • ·        Bilgisizlik
  • ·        Kabalık ve akılsızlık
  • ·        Haksızlık
  • ·        Yanlışlık
  • ·        Tencerenin şiddetle kaynaması

Râgıb el-İsfehânî, ‘c-h-l’ mastarına, ‘cahiliye’ kavramına da ışık tutacak şu üç anlamı yüklemektedir:

  • ·        Kelimenin asıl anlamı olan bilgiden yoksunluk.
  • ·        Bir şeye olduğundan farklı inanmak.
  • ·        Bir şeyi olması gerekenden farklı uygulamak.

‘Cahiliye’ ise etimolojisi bakımından Arapça ‘c-h-l’ kök harflerinden türetilen ism-i mensub veya yapma/sınaî mastardır. İsm-i mensub olarak “cahile ait, cahile özgü, cahilce” gibi mânalara gelir. Sözlüklerde bu kelimeye ilmin zıddı olarak genellikle “bilgisizlik” anlamı verilir.

Kelime, anlambilim bakımından incelendiğinde onun ilim ve marifetin zıddı olan bilgisizlik anlamıyla beraber bilgisizlikle aynı ‘c-h-l’ kökünden “zorbalık” manasına geldiği ve bu kelimenin asıl karşıtının ‘hilim’ olduğu da söylenmiştir. ‘Hilim’ kelimesi “metanet, güç, sağlık, teennî, sükûnet, bağışlama, yumuşak huyluluk, ahlâk ve karakter sağlamlığı, fazla duygusal olmama, ihtiyat ve ılımlılık” gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla ‘halîm’, bedevi olmayan yani medeni kimsedir. Bunun zıddı olan ‘cahil’ ise “azgın, arzularının esiri, vahşi, şiddet taraftarı ve aceleci bir karaktere sahip” yani ‘barbar’ kimsedir. Bu anlamdaki ‘Câhiliye’ dönemi, zorbalık ve vahşetin hüküm sürdüğü dönemdir. Câhiliye ve İslâm devrindeki insanların birbirine zıt halleri ortaya koyulduğunda cehaletin fiilî tezahürünün zulüm olduğu da görülür.

Fârâbî, ‘el-Medînetü’l-fâzıla’ adlı kitabında zorbalığın hâkim olduğu şehir devletlere, ‘zorba şehir’ anlamında ‘el-medînetü’l-câhile’ adını vermiştir. Fârâbî’ye göre, bu site devletin halkı arasındaki kavga ve geçimsizliğin konusu selâmet, şeref, refah, lezzet ve bunlara ulaştıran vasıtalardır. Dolayısıyla her zümre başka zümrelerin elindeki bu tür imkânları gasp etmek ister. Hangisi diğerini ezerse o kazançlı, bahtiyar ve imrenilecek biri sayılır.

Seyyid Kutup, kuran kavramlarının anlam dünyasına yönelik çalışmaları içerisinde ‘cahiliye’ kavramı üzerinde özellikle durur. Eserlerinde ‘cahiliye’ kelimesini ilmin, marifetin ya da medeniyetin veya hilmin zıddı olarak tanımlamaz. Okuma yazma bilmeme bağlamında ‘ümmîlik’ anlamında da kullanmaz. Ona göre ‘cahiliye’, ‘hâkimiyetin’ zıddıdır.

Cahiliyeyi, vahyi bilgiden uzak ve mahrum kalma veya ona direnme hali olarak da ifade edebiliriz. Bir başka değişle ‘cahiliye’, vahyi dikkate almaksızın ikame edilen her türlü yaşam tarzıdır.

İslami bir kavram olarak cahiliyenin ilk kullanım bağlamı

Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret edince Mekke müşrikleriyle aralarına her türden mesafe koymak istediler. Böylece Müslümanlar için oluşturdukları bu yeni toplum ile içinden çıkıp geldikleri toplumu daha net bir biçimde tanımlama ihtiyacı oluştu. Bunun için Hz. Peygamber’in (as) ashabı, İslâm öncesini, yani Kur’an nazil olmaya başlamadan önce yaşadıkları devri, Câhiliye kelimesiyle isimlendirdiler. Sahabe, Müslüman olduktan sonra, bu döneme ait hâtıralarını, inançlarını, tutum ve davranışlarını anlatırken veya o dönemde yaptıkları işlerin İslâm’daki hükmünün ne olduğunu Hz. Peygamber’e (as) sorarken çoğunlukla bu kelimeyi kullanmışlardır.

Bunun en güzel örneği, Cafer b. Ebu Talib’in Habeşistan’da Necaşi’ye yaptığı konuşmadır. O “Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik; putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık; akrabalık bağlarına riayet etmez, komşularımıza kötülük ederdik, güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi. …”

Bu kullanıma dair diğer bir örnek de erken dönemde Müslümanların Mekke’nin önderi konumunda bulunan Amr bin Hişam’a taktıkları lakaptır. Amr bin Hişam, İslam’dan önce Ebû’l-Hakem yani hikmetin/hükmün/bilgeliğin babası olarak isimlendiriliyordu. Ancak İslam’ın gelişiyle birlikte Müslümanların en büyük düşmanı oldu. Bu yüzden de Müslümanlar ona ‘Ebu Cehil’ yani ‘cehaletin babası’ lakabını taktılar. Esasen bu durum yani Amr b. Hişam’ın bilgelikten cehalete dönüşümü, ‘cehalet’ kelimesinin o günkü Arap dilinde “mutlak bilgisizliğin” ötesinde bir anlam alanına sahip olduğunu da göstermektedir.  Fakat İslam’ın yeni yeni kabul edilmeye başlandığı ve dolayısıyla genel davet zemininin henüz zayıf olduğu bir ortamda, eskiden “hikmet/bilgeliğin babası” nitelemesine mazhar olan bir zata aniden mutlak bir cehalet izafe edilmesi pek de anlaşılabilir görünmüyor. Bu da ilk dönem Müslümanlar için cehalet kelimesinin anlamının mutlak bilgisiz olma durumundan ziyade vahye karşı tavır alma ve vahiy dışı tasavvur ve amellere sahip olma anlamına geliyordu.

Câhiliye kavramı esas itibariyle Arapların İslâm’dan önceki durumlarını ifade etmekle birlikte Hz. Peygamber’in (as), ayrıca câhiliyenin geçmişte kalan bir dönem olmadığını, imkân bulduğunda yeniden harekete geçeceğini öğretmesi bakımından Medine’de geçen şu hadiseye binaen söylediği söz de önem taşıyor. Medine’nin bir zamanlar birbiriyle kavgalı iki kabilesi olan Evs ve Hazrec, İslam ile birlikte tam bir kardeşlik ortamında bulunuyorlardı. Bir seferinde her iki kabileden bazı Müslümanlar, aralarında koyu bir muhabbet oluşturmuşlardı. Onların bu durumundan rahatsız olan bir Yahudi, iki kabilenin Buas harplerindeki düşmanlıklarını hatırlatan, eski rekabetlerini dile getiren şiirleri okuyarak onları tahrik etti. Bu tahrik karşısında henüz geçmiş cahili özelliklerinden tam olarak kurtulamamış bazıları önce sözlü, sonra fiili bir kavgaya tutuştular. Bu durum Hz. Peygamber’e (as) bildirilince koşarak olay yerine varan Hz. Peygamber (as) onlara şöyle buyurdu: “Ey Müslüman topluluk, Allah’tan korkun! Ben aranızda bulunuyorken, Allah sizi İslâm’a kavuşturmuş, onunla müşerref kılmış, Câhiliye zihniyetinden kurtarmış, küfürden uzaklaştırmış ve sizi birbirinize dost kılmışken nasıl oluyor da yine Câhiliye davasıyla birbirinize düşebiliyorsunuz!”

Hz. Peygamber’in (as), veda hutbesinde bu kelimeyi kullanması da diğer bir örneklik teşkil etmektedir: “…Resulullah (s) veda haccında hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “Dikkat ediniz cahiliye devrindeki bütün faizler kaldırılmıştır. …”

Yine Hz. Peygamberin (as) bir tartışma sırasında Bilâl-i Habeşî’ye (ra) “kara kadının oğlu” diye hakaret eden Ebû Zer el-Gıfârî’ye (ra), “Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen kendisinde hâlâ cahiliye ahlâkı kalmış bir kimsesin” demesi de bu durumun bir başka örneğidir.

Kur’an-ı Kerim’de Cehalet ve Cahiliye

“Cahiliye”, esasen Kur’an’ın kavramlarından biridir. Bundan maksat cahiliye kavramını anlamaya çalışırken esas olan şey, cahiliyenin vahyin iniş sürecinde anlam kazanan kavramlardan biri olmasıdır. ‘Kur’an’ın tercümanı’ olarak isimlendirilen Abdullah İbn Abbas (ra): “Cahiliyeyi öğrenmek istiyorsanız Kur’an okuyun” tavsiyesinde bulunmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm'de dört ayette cehalet şeklinde, yirmi ayette de aynı kökten türeyen çeşitli isim ve fiiller şeklinde geçmektedir. Öncelikle Kur’an’ın cehalet ve cahil kelimelerini kullandığı ayetler bağlamında onlara yüklediği anlamları ele alalım.

‘Cehalet’ Kalıbında Kullanılan Ayetler

Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nisa 4/17)

Ayette geçen 'cehalet' lafzından maksat, işlenen amelin günah olup olmadığını bilmemek demek değildir. Esasen ayetteki, cehaletle günah işlemek; öfke, şehvet ve kızgınlığın akla hâkim olduğu zaman sonucunu düşünmeden günah işlemek demektir.

Aynı şekilde ‘cehalet’ kelimesi, En’am 6/54 ve Nahl 16/119 ayetlerde de benzer anlamda kullanılmaktadır. Her ne kadar bu ayetlerde ve Hucurat 49/6 ayette geçen ‘cehalet’ kelimesi genel olarak bilgisiz olmak veya bir şey hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan harekete geçmek olarak anlaşılmış olsa da ilmin zıddı olan bilgisizlik değil, aklın zıddı olan ‘sefeh’ durumudur.   Çünkü günah olduğunu bilmeden günah bir amel işlemek, tevbeyi gerektirmez. Kaldı ki Allah (c), işlediği amelin günah olduğunu bilmeyen kişiye ceza vermez. Cehaletin kurandaki bu anlamına vurgu yapan Mustafa Akman, farklı müfessir ve dil bilimcilerin kelimeye yönelik ifadelerinden yola çıkarak kelimenin ilmin zıddı değil, tavır değiştirmek ve dik kafalılık yapmak, akıbetini düşünmeden hatta belki önemsemeden kötülük işlemek anlamında olduğunu ifade eder.

Kur’an’da ‘cehalet’ kelimesinin kullanıldığı bir başka yer de Hucurat 49/6. ayettir: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık, size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bir topluluğa cehaletle sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz!”

Ayetin nüzul sebebini ve nazil olduğu ortamı göz önünde bulundurursak ayetteki cehaletin bilmeme anlamında olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ayet, gelen haberi araştırmaksızın bilgisizlik veya temelsiz bilgi ile bir eylemde bulunmayı yermekte ve bu durumun sonucunun kaçınılmaz bir pişmanlık olacağını açıklamaktadır. Ayetin ifade ettiği mana çerçevesinde burada geçmekte olan cehalet, kişinin doğru bilgiye vakıf olmamak nedeniyle pişman olunacak bir haksızlığa yeltenmesidir.

Fiil Olarak Kullanıldığı Ayetler

Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar” (En'am: 6/111).

            Ayetin yer aldığı bölüm göz önüne alındığında müşriklere dönük bir hitap olduğunu ve bu durumda onların kabalık ve küstahlıklarının kastedildiği anlamına gelir. Ayrıca müşriklerin bu tavrının altında bilmemek anlamında cehaletin yattığı da söylenebilir.

            İsrailoğullarının denizden geçmelerini sağladık. Puta gönülden tapan bir millete rastladılar. "Ey Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap" dediler, Musa: " Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz, bunlar yok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir" dedi” (A'raf: 7/138).

Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” (Hud: 11/29).

“...siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşa­cak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz” (Neml: 27/55).

Ben, kendisi ile gönderildiğim şeyi (İslam'ı) size duyuruyorum. 'Fakat sizi cahil bir kavim olarak görüyorum' dedi” (Ahkaf: 46/23).

Yukardaki ayetler gönderilen elçilerin mesajlarına karşı kulak tıkayan, onları işitmeyen, anlamaya çalışmayan ya da anlamasına rağmen anlamak istemeyen toplumların durumunu ifade etmektedir. Müfessirler cehalet kelimesinin bu ayetlerde ahmaklık ve budalalık anlamında kullanıldığını belirtmişlerdir. Ayrıca bu ayetlerde geçen ‘cahil olma, cahillik etme ifadelerinden ilk anlaşılan şey, kişi ve toplumların, heva ve hevesinin, şehevi arzularının esiri olup her türlü sapkınlığı ve aşırılığı bile isteye ve tam bir bilinç içinde işlemesi olduğu anlaşılmaktadır.

Mustafa Akman, Razi’ye de atıfta bulunarak: “Neml suresi 55. ayetteki ‘cahillik etme’ ifadesi burada, ahmaklık ve budalalık anlamında kullanılmıştır. Razi'nin de belirttiği gibi Lut (a) bunu, hemen bir önceki ayette göre göre/ farkında olarak (basiret) yaptıklarını belirtmiştir. Bu ise bunun fıtrat mantığını bilmeyen kimseler olarak her şeyden habersiz ve akıbeti bilmezler olarak değil, aksine sırf kendi heva heveslerine uyarak nobran oldukları için yaptıklarım göstermektedir.” demektedir.

Fail Kalıbında Kullanıldığı Ayetler

Musa, kavmine: Allah bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? Demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım, demişti” (Bakara, 2/67).

İsrail oğullarının Peygamberlerine karşı sürekli olarak sergileye geldikleri tutum ve davranışlarına binaen Musa (as) onları cahil olmakla tanımlamış ve kendisini de bu durumdan Allah’a sığınma talebiyle uzak tutmuştur. Bu durum onların sürekli cehaletleri sonucu oluşmuştu. Nitekim daha sonraki ayetlerde Kur'an onların bu tutumlarına kalplerinin katılaşması nitelemesini yapacaktır. Ayrıca burada ‘cehalet’ kelimesinin İsfehani’nin tanımındaki ‘bir şeyi olması gerekenden farklı yapmak’ anlamında kullanılmış olabileceğini de söyleyebiliriz.

“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın.” (Bakara, 2/273)

Bu ayet, Kur’an’da cehalet kavramının bilmenin ve haberdar olmanın zıddı olarak kullanıldığı ayettir. Burada cehalet, iffetlerinden dolayı kimseden bir şey istemeyenlerin durumdan haberdar olmayan kişi anlamında kullanılmıştır. Ayrıca İsfehani, cehalet kavramının genelde kınanma tarzında geldiğini söyledikten sonra bazen de kınamaya konu olmadan zikredildiğini bunun örneğinin ise bu ayet olduğunu ifade etmektedir. Nitekim buradaki cahilden murat, o fakirlerin hallerini bilmeyen, idrak edemeyendir. Yoksa kınanmış olan cehaletle azarlanmış kimsenin kastedilmediğini söyler.

Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerine toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!” (En'am, 6/35).

Ayette Hz. Peygamber (as) ve onun şahsında bütün iman edenlerin cehaletten tamamıyla uzak olmaları gerektiği ve böyle bir cehaletten onları nefyetmek kastıyla 'cahillerden olma' dendiği görülüyor. Ayrıca En’am suresi 111. Ayette de işaret edildiği gibi burada da cehaletle nitelenen kimseler, çevresinde kendisine hakkı ve hakikati anlatan onca kevni ayet ve işaret olmasına rağmen halen mucizeler ve olağanüstü işler bekleyen kimselerdir. Diğer bir değişle cahillerden maksat, akletmeyen, düşünüp ibret almaktan uzak duran kimselerdir.

"Sen affı tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir" (Araf, 7/199).

Ayetin öncesine baktığımızda Hz. Peygamber’in yüz çevirmekle emrolunduğu kimselerin, Allah’tan başka ilahlar edinip onlardan bir şeyler bekleyen ve bütün beklentilerine rağmen cevap almayan ve buna rağmen o putlara tapmaktan vaz geçmeyen ayrıca bu durumun farkında olan müşrik kimseler olduğunu görürüz. Onların böyle davranmalarının sebebi, bir şey bilmeyen ve gerçeğin farkında olmayan kimseler olmaları değil bilakis söz dinlemeyen, hakikate kulak tıkayan, küfründe ısrarcı ve inatçı kimseler olmalarıdır.

O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim" (Hud, 11/46).

Nuh’un (as) oğlu için Allah’tan beklentisine binaen rabbimizin cevabı olarak okuduğumuz bu uyarılar, bize cahillerden olmamanın anlamının duruma vakıf olmaksızın ve bilip bilmemenin ötesinde hissiyatla ve duyguların esiri olarak bir davranış sergilemek olduğunu gösteriyor. Hakkında kesin bilgiye sahip olmadan zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşmenin ve sahip olduğu eksik bilgiler üzerine mutlak hükümler inşa etmenin de cehaletle ilişkisine dikkat çekiyor.

“...Eğer Sen onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum" dedi” (Yusuf, 12/33).

Bu ayette cahiller, bilgisiz kimseler anlamında değil, şehevi arzularının esiri olmuş, sefahat düşkünü, süfli emeller peşinde koşan sefih kimseler anlamında kullanılmıştır. Çünkü böyle davranışlar bilgisizlikten çok şehvet gibi etkenlerden kaynaklanır. Kişi bu tür etkilerin kontrolü altında kaldığında yapmayacağı şey yoktur. Nitekim bu davranış biçimi, bilgi düzeyi ne olursa olsun her insandan sadır olabilir. Yusuf suresi 24. ayette Yusuf ‘un (as) kadınla olan imtihanında “Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti.” şeklinde ifade edilen gerçeklik de buna işaret etmektedir.

“Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı, biliyor musunuz?” (Yusuf, 12/89).

Yusuf’un (as) kardeşlerinin gençlik çağlarında yaptıkları hataya işaretle dile getirdiği bu ifade bize duygu ve hırslarına yenilip öfke seline kendisini kaptırıp giden ve dilimizde de 'delikanlı' denilen yani ‘kanı deli akan’ kimseleri hatırlatmaktadır. Ayette bu kimselerin cahil sıfatıyla yaftalanmalarının sebebi bu olsa gerekir. Onlar gençlik dönemlerinde Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere şükretmek yerine kardeşleri Yusuf’a(as) lütfettiği güzellikleri çekememişler ve onu kıskanmışlardı. Kuvvetle muhtemeldir ki bu cahilce eylem, o dönemde kendilerini kuşatmış bulunan delikanlılık ruhuyla yapılmış idi. Yoksa bu, aklı başında olan kimselerin yapabileceği bir eylem değildi.

Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller onlara laf attığında ‘Selam!’ derler (geçerler)” (Furkan, 25/63).

“...Size selam olsun. Biz cahilleri (arkadaş edinmek) istemeyiz derler" (Kasas, 28/55).

Her iki ayet de başkalarına dil uzatan ve laf atan, kendisi güzel ve salih bir amel işlemediği gibi, güzel davrananlara engel olan ve çekemediği için güzelliği ortadan kaldırmaya uğraşan ve bunun için Rahman’ın kullarına çelme takan, onları boş ve anlamsız işlerle oyalamaya çalışan, kendileri de boş ve faydasız söz ve davranışlar sergileyen, kendini bilmez, nerede nasıl davranacağını da bilmeyen kimseleri cahil olarak vasfetmektedir. Mevdudi, bu kimselerin okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişiler olduğunu söyler. Elmalılı da bu kimselerin kendini bilmeyen edepsiz grup olduğunu belirtir. Ayrıca Zemahşeri bu ayetlerdeki cahillikten muradın sefihlik, edep ve vera azlığı olduğunu bildirir.

De ki: Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (Zümer, 39/64).

Allah'tan başkasına kulluk eden herkes cahildir. Ayetin nüzul sebebi olarak, müşriklerin cehaletlerinden dolayı, Hz. Peygamber’i (as) kendi ilahlarına kulluğa çağırdıkları ve kendilerinin de O'nun ilahına kulluk edecekleri teklifinde bulunmaları gösterilir. Şirkin tanımı içinde yer alan, Allah’a ait bir alanı başka şeyler ile paylaşmak ve başkalarının da böyle yapmaları için teşvik etmek, cahil olmanın ve cahilce davranmanın da anlam alanı içerisine girmektedir. Zira Kur’an’ın anlam dünyasında bir Allah’a kulluktan yüz çevirip başka ilahlara yönelen kimse cehaletin en uç noktasına ulaşmış demektir. Kaldı ki Kur’an, temelinde şirkin bulunduğu her türlü davranış ve hayat tarzını ‘cahiliye’ olarak isimlendirir.

Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir” (Ahzab, 33/72).

Bu ayette ‘çok cahil’ anlamında ‘cehul’ kalıbıyla kullanılan kelime, insanın yaratılış itibariyle sahip olduğu bir vasfını dile getirmektedir. Zımnen insan, kendisine verilen emaneti koruyup gözeteceği yerde ona ihanet eden ve onu umursamayıp zayi eden bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Oysa o, bu emaneti koruyup taşıyacak özellikte yaratılmıştır. Cehaleti sebebiyle kendi gücünü ve kapasitesini bilmeyen biri durumuna düşmüştür.

Elmalılı bu kelimeyi açıklarken insanın çok cahil olarak tanımlanmasının sebebini onun, akıbetinin nasıl olacağını bilmemesi olarak ifade eder. Mevdudi de bu ayetin tefsirinde: “Allah bu ayette imtihan alanında dikkatsiz bir hayat süren, ne kadar büyük bir yükü omuzladığının ve dünya hayatında bir davranış veya tavrı seçerken aldığı yanlış veya doğru kararların hangi sonuçlara yol açacağının farkında olmayan kimseleri ‘zalim ve cahil’ olarak tanımlamaktadır. Böyle bir kimse cahildir, çünkü bu zavallı insan hiç kimseye hesap vermeyeceğini zannetmektedir; zalimdir, çünkü kendi kötü akıbetini ve kendisiyle birlikte daha nicelerinin felaketini hazırlamaktadır.” der.

‘Cahiliye’ Kalıbında kullanılan yerler

‘Cahiliye’ kavramı, İslam’ın, ‘ötekini’ tanımlaması bakımından İslam düşüncesindeki temel nitelendirmelerden birisidir. Kur’an, cahiliyeyi sadece bilgisizlik olarak değil onu bir dünya görüşü ve bu görüş üzerine bina olunan hayat tarzı olarak görüp anlamamız için, onun dört özelliğini bize bildirmektedir.

Zann el-Cahiliyye: Cahiliye Zannı/Düşüncesi

Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlardı” (Al-i İmran 3/ 154).

Bu ayet, Uhud savaşından sonra nazil olan ayetlerdendir. Uhud’da, bir mağlubiyet yaşanınca, iman kalplerine tam yerleşmemiş bazıları Allah ve Resulullah (as) hakkında birtakım zanlarda bulunmaya başladılar. Ki bu zanlar İslam öncesi dönemde Allah hakkında besledikleri zanlar gibiydi. Oysa İslam, cahiliyeden kalma gerek inanç ve gerekse örf olarak bütün hayat tarzını yani cahiliyeye ait her şeyi değiştirdi. Ancak bu değişim, herkeste aynı şekilde gerçekleşmedi. Bazılarında hala cahiliyenin inanç ve pratikleri kendini gösteriyordu. Bu ayet, kalplerinde hastalık bulunan bu kimselerin durumuna işaret etmektedir.

Bu zanların içerisinde Allah’a olan ümit ve tevekkülün yok olması, başlarına gelen bu yenilginin Allah’ın kendilerini terk etmesi, Hz. Peygamber’e dönük bakış açılarındaki yanlışlıklar, onu insanüstü bir varlık olarak görmeleri ve zaferi onun varlığına bağlamaları gibi cahiliye zihniyetinin ürettiği zanlar bulunmaktaydı. Onların bu tavır ve anlayışları, İslam öncesi cahiliye devri müşriklerinin Allah’a dair inançlarını hatırlattığı için, Kur'an’da ’zann’el- cahiliyye’ diye isimlendirilmiştir.

‘Zan’ kavramı doğru yöntemle yürütülen bir düşünce sürecinin şu veya bu sebeple hatalı sonuca ulaşması değildir. Yöntemi yanlış olan bir sürecin tüm sonuçlarının yanlış olmasıdır. Bu ayette zan kavramı mesnetsiz iddialara işaret etmektedir. Dolayısıyla ‘cahiliye zannı’, dayanağı olmayan iddialarla fikir ve algı üretmenin ifadesidir.

Ayette kast olunanların münafıklar olduğunu dile getiren pek çok müfessirin yaklaşımıyla beraber Taberi’nin bu şekildeki zannın ancak Allah'ı hakkıyla tanımayan şirk ehlinin zannı olduğunu söylemesine binaen bu kimselerin, çeşitli bela ve musibetlerin baskısı altında kalan Müslümanlar olabileceğini de söyleyebiliriz.

Hükm el-Cahiliye: Cahiliye İdaresi/Hâkimiyeti

Yoksa onlar cahiliyet idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide, 5/50).

Ayette geçen ‘hüküm’ kelimesi, egemenlik/hâkimiyet, idare, düzen, yönetim anlamlarına gelir. İslam'ın gelmesiyle beraber meşruiyet ve egemenliği insan kaynaklı olan idari mekanizma, yerini, dayanağı ve kaynağı ilahi vahiy olan İslami bir yönetime bıraktı. Bu yeni hukuki düzenin inşa ettiği adalet anlayışı, cahiliye dönemindeki haksız uygulamaları ve kayırmaları ortadan kaldırdığı için bu durumdan rahatsızlık duyan kimseler ki bunlar Medine’de yaşayan Yahudiler de olabilir, tekrardan eski cahiliye döneminin arayışı içine girdiler.

Bu ayetten cahiliyenin belli bir zamana ait ve belli bir mekânla kayıtlı olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla cahiliye bir hayat tarzı, bir iş tutuş biçimi ve dün mevcut olduğu gibi, bugün de yarın da olabilecek bir vaziyettir., Hasan-ı Basri'nin, bu cahiliye hükmünü arama durumunun bu bağlamda Allah'ın hükmünden başka bir hüküm arayan herkes hakkında umumi olduğunu söylemesi önem arz etmektedir.

Allah, ‘hükm el-cahiliye’ derken cahili idare tarzının ve egemenlik anlayışının, İslam'ın hâkim olmasıyla beraber bir daha arzulanmaması ve arayışı içine girilmemesi gerektiğini vurgulamış; Müslümanlardan Allah’ın hükmünden ve İslam’ın idaresinden başka hiçbir hükmü ve otoriteyi kabul etmemeleri gerektiğini bildirmiş; kendi aleyhlerine de olsa Allah ve Resulünün hükmüne razı olup, başka hükümlerin peşine düşmemelerini emretmiştir. Allah’ın hükmü varken çeşitli gerekçelerle başka hükümlerin arayışı içine giren kimse, tam da ayetin ifade ettiği cahiliye hükmünü arzulayan kimsedir.

 Teberrüc el-Cahiliye: Cahiliye Taşkınlığı

Evlerinizde vakarınızla oturun, önceki cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın” (Ahzab, 33/33).

Kur’an, bu âyette müminlerin anneleri olan Peygamber hanımlarına seslenir ve onların şahsında bütün Müslüman hanımları uyarır. Bu ayet, tesettür ayetleri ve bu ayetler indiğinde sahabe hanımların tesettür emrine tutunmalarıyla beraber okunduğunda tesettür emrinin en önemli hikmetinin Müslüman hanımın şahsiyetini korumak olduğunu görürüz.

Ayette geçen ‘ilk cahiliye’ ifadesine binaen müfessirler bu ilk dönemin hangi zamana işaret ettiğine dair pek çok şey söylemişlerdir. Kurtubi ise İbn Atiyye’nin ‘ilk/önceki cahiliye’ ifadesine dair bu dönemin mü'minlerin annelerinin yetişip şahit oldukları ve bildikleri cahiliye dönemine ve ‘teberrüc’ kelimesinin de cahiliye davranışlarına işaret ettiğini söylediğini bildirir. Onlara o dönemdeki yaşayışlarından farklı bir şekilde yaşamaları emrinin verildiğini ve bunun da şeriatten önce kâfirlerin yaşayışı olduğunu, çünkü şeriatten önce kadınların tesettüre riayet etmediğini ilave eder. Bu cahiliyenin "ilk" diye nitelendirilmesi ise, onların daha önce içinde bulundukları hale nispetle olduğunu, yoksa ortada başka bir cahiliyenin varlığı anlamında olmadığını da belirtir. Böylece ‘ilk cahiliye teberrücünün’, Müslüman hanımın iffetine, edebine yakışmayan hareketlerde bulunması, tesettüre riayet etmemesi anlamında olduğunu anlıyoruz. Yine ayetin başında yer alan ‘evlerinizde vakarınızla oturun’ ifadesinden yola çıkarak gereksiz yere evin dışında bulunmanın Müslüman hanımlar için uygun olmadığını ve bu durumun ‘teberrüc el-cahiliye’ durumu olabileceğini de söyleyebiliriz.  Dolayısıyla ‘teberrüc’ ifadesinin, cazibenin etrafa saçılması olarak anlaşılması durumunda cahiliye zihniyetinin, fıtri ve meşru çerçevede kadın ve erkeğin birbirini cezbeder kılınmasını teşhirciliğe dönüştürerek toplumu yozlaştıran bir vesile haline getirdiğini söyleyebiliriz.

İşte İslam, bu zihniyeti reddetmiş ve Müslüman hanımlara örtünmelerini emretmiştir. Durum böyle olunca ve cahiliye dönemi kadınlarının da tamamen örtünmeden yoksun olmadıklarını bildiğimize göre ayette ancak Müslüman hanımın kişiliğinin muhafaza edildiği bir örtünme şeklinin İslam’a göre tesettür olarak kabul edilebileceğini ifade edebiliriz. Aksi takdirde tesettür emrine ve hikmetine uygun olmayan örtünme şekilleri, günümüzde de yaygın olduğu şekliyle, İslam’ın tesettür emrini yerine getirmek olarak anlaşılmamalıdır. Bundan dolayı günümüzde nice ‘örtülü’ hanımlar var ki, tam da ayetin reddettiği ve yasakladığı ‘teberrüc el-cahiliye’ halini yansıtmaktadır.

Hamiyyet el-Cahiliye: Cahiliye Taassubu

 O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi” (Fetih, 48/26).

Ayet, cahiliye zihniyetine sahip olanların nasıl taassup ehli olabileceğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Bazı tefsirlerde ayetin iniş sebebi olarak Mekkelilerin, hicretin altıncı yılında umre yapmak amacıyla yola çıkan Müslümanları Hudeybiye kuyularının başında durdurup, Mekke’ye sokmak istememeleri olduğu belirtilmektedir. Onların bu tavrının arkasında ise içlerinde taşıdıkları cahiliye taassubunun olduğu ve ayetin de bunu ifade ettiği söylenir. 

Hamiyet, taassuptur. Bir başka anlamı öfke ve gazaptır. İnsan kalbinin derinliklerinde var olan ölçüsüz bir şeref duygusu ve bu duygunun incindiğini, kirlendiğini ve lekelendiğini sanmaktan kaynaklanan bir öfke patlamasıdır. Öyle ki insanı itidal ve dengeden mahrum bırakır ve hakkı kabule engel olur.

Kuran, bu ifadeyle vahye dayanmayan bir zihin yapısının inşa ettiği ve mutlak hakikatmiş gibi algıladığı bir takım ön kabullerden kaynaklanan çaba ve gayretleri olumsuzlamıştır. Aynı şekilde bu kabul ve algılardan kaynaklı, sahip olduğu hayat tarzını ve değerlerini koruma duygusunu da olumsuzlamıştır. Zira ‘cahiliye hamiyeti’, vahye dayanmayan, ölçüsüz bir gayret ve kendini adayıştır.

‘Hamiyet el-cahiliyye’ ifadesini cahiliyenin kendini bilmezliği diye tanımlayan ve cahiliye insanın aldırmazlığına, kibrine, en hafif derecede de olsa gururlarının çiğnenmesine ve geleneksel yaşam biçimlerinin son bulmasına sebep olacak her şeye karşı gösterdikleri inat dolu direnişine atıf olduğunu söyleyen Mustafa Akman, bu hamiyete dair değerlendirmelerini şöyle açıklar: “Bu, aklı baştan alan inatçı ruhun, 'göklerden' müminlerin üzerine indirilen ruh sükûneti ile mü'minlerin kritik durumlarda nefislerini kontrol etmeyi sürdürmeleri ve bu arada tutkularını zapt etme ve din namına sakin ve sebatkâr kalabilme eğilimleri ile keskin bir zıtlık içinde gösterildiğini belirtmeliyim. İslam'ın görünüşü açısından cahiliye, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmeyi bilmeyen, yaptıkları fena işler için asla af dilemeyen, hayra sağır, gerçeğe dilsiz, ilahî rehberliğe de kör olanları tanımlayan öylesine kör ve şiddetli bir saplantı idi. 

Böylece kuran sahih bilgiye dayanmayan yargı ve kanaatleri cahiliye zannı, meşruiyetini Allah’ın hüküm ve otoritesinden almayan yönetim tarzını cahiliye hükmü, cazibenin sergilenmesini cahiliye taşkınlığı, kibir ve gurura dayanan kör saplantıları ise cahiliye taassubu olarak nitelemektedir.

Sonuç

Kur’an’ın temel kavramları arasında yer alan ‘cahiliyenin’ anlamı üzerinde çokça konuşulmuştur. Bu anlamlardan ‘bilgisizlik’ ve ‘bilgisizlik durumu’ en yaygın kabullerdendir. Şüphesiz cehaletin en yaygın ve çok bilinen anlamı, bu olmakla beraber Kur'an, bu kelimeyi daha çok bir durumun hakikatine vakıf olmadan yüzeysel bir yaklaşımla meselelere bakmak ve isabetsiz hükümler vermek anlamında kullanır.

Böylece Kur'an, cehaletin öznesi olan insan tipini, fıtratında zulüm ve cehalet bulunan, öfkesine kapılıp yaptığı işin sonucunu düşünmeden körü körüne tavır alan, kontrolsüz bir ihtirasa sahip, akl-ı selimden uzak bir kişilik olarak takdim eder.

‘Cahiliye’, bu bağlamda, sadece geçmiş belli bir dönem ve mekândan ibaret değildir. ‘Cahiliye’, belli bir hayat tarzına sahip toplumsal bir durumdur. Bu durum, tarihin herhangi bir zamanında ve herhangi bir yerde ortaya çıkabilir. İçinde yaşadığımız modern zamanlar, bu durumun en güzel örneğidir.

*Dipnotlarda istifade edilen kaynakların cilt veya sahife numaralarının bulunmamasının sebebi, söz konusu eserlerden elektronik ortamda istifade edilmesindendir.

Lisânü’l-ʿArab, “chl” md, Zemahşeri, Keşşaf

Rağıb el-İsfahani, Müfredât, “chl” md.

Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, Lisânü’l-ʿArab, Tâcü’l-arûs, “chl” md

Mustafa Fayda, İslam Ansiklopedisi, ‘cahiliye’ md. Izutsu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar

Fârâbî, el-Medînetü’l-fâzıla

İbn Hişam, Hz. Peygamberin Hayatı

İbn Hişam, Hz. Peygamber’in Hayatı

Ebu Davud, Buyu’ 5

Buhârî, Îmân, 22

Mustafa Akman, Kuran’da Cahil Cahiliye Cehalet

M. Ali Sabuni, Saffet; Mevdudi, Tefhim; Zemahşeri, Keşşaf, ilgili ayetlerin tefsiri.

Mustafa Akman, Kur'an'da Cahil Cahiliye Cehalet

Rağıb el-İsfahani, Müfredât, “chl” md.

Said Havva, el-Esas fit-Tefsir, ilgili ayetin tefsiri

Mevdudi, Tefhim, Furkan, 25/63. ayetin tefsiri

Elmalılı, Hak Dini, 25/63. ayetin tefsiri

Zemahşeri, Keşşaf, ilgili ayetlerin tefsiri

İbni Kesir, Tefsir, ilgili ayetin tefsiri

Seyyid Kutup, Fi zilal, ilgili ayetin tefsiri

Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri

Mevdudi, Tefhim, ilgili ayetin tefsiri     

Levent Çavuş, Kavramsal ve Tarihsel Açıdan “Cahiliye”

Taberi, tefsir, ilgili ayetin tefsiri

Zemahşeri, Keşşaf, ilgili ayetin tefsiri

Kurtubi, el-Cami’, ilgili ayetin tefsiri

Mustafa Akman, Kur'an'da Cahil Cahiliye Cehalet 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ