Necmeddin IRMAK
Hz. Peygamber’in (as) devleti
İslâm, kendisine iman edenlerin sadece inanç ve ibadet hayatını düzenleyen bir din değil aksine hayata dair bütün alanlara müdahale eden, hayatın hiçbir alanına sessiz kalmayan bir yapı ve karaktere sahiptir. Dolayısıyla İslâm’ın devlet, yönetim, iktidar gibi konuları da içeren siyasete dair bir şey söylemediğini, bununla ilgilenmediğini ve sessiz kalıp müdahale etmediğini iddia etmek hem İslam’ın yapısıyla hem de Hz. Peygamber’le (as) başlayıp devam eden süreçte Müslümanların ortaya koyduğu pratiklerle örtüşmez. Peygamberlik konumu itibariyle Hz. Peygamber’in (as) siyasetten uzak kaldığını veya durum ve şartların oluşturduğu zarurete binaen siyasetle ilgilendiğini ve siyasi liderlik yaptığını söylemek de gerçeklerle bağdaşmaz. Kaldı ki yukarda ifade edilen İslam’ın yapısı, dini liderlik ve siyasi liderlik gibi iki ayrı duruma izin vermez. Hem Kur’an hem de nebevî pratik, İslâm’ın siyasî bir söylemi, bu söylemin üzerine inşa olunmuş bir sistemi ve bu sistemin üzerinde işlediği ilkeleri ve Hz. Peygamber’in misyonundan kaynaklanan bir modelliği olduğunu bize göstermektedir.
Hz. Peygamber (as), risalet sürecinde siyasi konum olarak ya Mekke’de mevcut otoriteyi reddeden siyasi muhalefette veya Medine’de otoriteyi elinde bulunduran yönetimde bulunmuştu. Hz. Peygamber (as), her iki durumda da vahiy merkezli, ilkelerini Kuran’dan alan, çıkarcı/pragmatist değil temel değerler üzerinden hareket eden bir uygulama içinde olduğunu görüyoruz. Esasen İslâm davetine bir yönüyle siyasî bir okumayla bakmak mümkündür. Zira Mekke’nin lider kadrosu, bu daveti en başından itibaren siyasî biçimde okumuş, siyasi geleceğine bir tehdit olarak görmüş ve ona karşı siyaset geliştirmişlerdir. Hz. Peygamber (as) de Kureyş’e karşı bir siyaset geliştirmişti. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (as) Mekke ve Medine’deki siyasi konum ve faaliyetlerine bakalım:
Mekke Dönemi ve Siyaset: Davet mi, Devlet mi?
Arap yarımadası tarihi boyunca bilinen anlamda bir devlet yapısı ve bütünlüğü içerisinde bir görünüm sergilemedi. Daha çok dönemin iki büyük devleti olan Doğu Roma ve Pers imparatorlukları arasında gerçekleşen güç mücadelelerinin yoğun olarak yaşandığı bir durumdaydı. Araplar için merkezi öneme sahip Mekke, stratejik konumu, dini, kültürel ve idari yapısı itibariyle tüm çevre devlet ve toplumları için de önemli bir konuma sahipti. Bununla beraber Mekke’de kurumsallaşmış bir merkezi otorite de bulunmuyordu. Ancak bir merkezi otorite olmasa da yüzyılların birikimiyle oluşmuş bir örfe dayanan, geniş katılımlı bir toplumsal yapıya sahipti. Mekke’nin idari yapısına bakıldığında da işleyiş itibariyle bir devletten ziyade pek çok kamu görevinin kabileler arası bir konsensüsle yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Hz. Peygamber (as), Mekke’de cahili hayat tarzının yok edilmesi ve bütün hayatın vahyin aydınlığında ve tevhit ekseninde yeniden düzenlenmesi gerektiğini dile getirdi. Bu dönemde Hz. Peygamber’e (as) inen Kuran surelerine baktığımızda Mekke’nin tevhit akidesinin inşası odaklı bir dönem olduğunu bunula beraber bu surelerin İslami siyasi düşüncenin temel karakteristiğini belirlediğini de söyleyebiliriz. Şüphesiz siyasi otoriteyi elde edecek bir güce ulaşmamış Müslüman toplumdan basit anlamda da olsa bir devlet refleksi beklemek doğru değildir. Ancak gerek inen surelerin içeriğindeki toplumsal değişim ve dönüşüme yönelik vurgular, gerek anlatılan kıssalarda yer alan örnekliklerin iyiliği emretmek, kötülüğü menetmek, adaleti egemen kılmak, hâkimiyeti Allah’a özgü kılmak, yeryüzünde bozgunculuğu engellemek gibi değerler üzerine inşa edilmesi, Hz. Peygamber’in (as) Mekke’de devlet kurmaya dönük bir strateji izlediğini de göstermektedir.
Dolayısıyla daha sonra Medine’de uygulanacak pek çok siyasi ilkenin, esasen Mekke’de ortaya konduğunu ve bir pratik zemin kazandığını söyleyebiliriz. Diğer bir değişle risaletin Mekke dönemi bir taraftan tevhit akidesinin ikamesi ekseninde bir seyir izlerken diğer taraftan siyasi taleplerin mevcut toplumsal ve siyasal yapı gerçekliğinde dile getirildiği bir dönem olmuştur. Mekke müşrik toplumu, herkese ve her şeye sergilediği hoşgörüyü, İslam’a ve Müslümanlara göstermedi. Çünkü bu yeni dini, pazarlık yapabilecekleri bir iktidar mücadelesi olarak da görüyorlardı. Bu ifade için bir gerekçe olarak Mekke’nin ileri gelenlerinin, kendilerine Hanif denen ve tevhit akidesini dillendiren kimseleri kendileri için bir zenginlik olarak kabul ederken aynı Hanif akideye davet eden Hz. Peygamber’e (as) düşmanlık etmelerinin sebebinin O’nun toplumsal yapıyı değiştirmeye dönük yaklaşımları olduğunu söyleyebiliriz.
Mekke, Hz. Peygamber’in (as) davetini kendilerinin anladığı dar kapsamlı bir ‘dinî’ mahiyetten ibaret olmadığını biliyordu. Çünkü Mekkeliler, bu daveti hem kendi toplumlarının birliği için tehdit olarak görüyorlar, hem de davasından vazgeçme karşılığında siyasî bir konum teklif ediyorlardı. Bu duruma binaen anlıyoruz ki Hz. Peygamber’in (as) davet ve mücadelesi zorunlu ve tabii olarak siyasî bir içeriğe sahipti ve Mekkeliler de bu daveti böyle değerlendiriyorlardı. Lakin ekseninde tevhidin bulunduğu bir mücadelenin önderi olan Hz. Peygamber’in (as), iktidar nimetleri uğruna davasından vazgeçme teklifinde bulunan Mekke liderlerini reddetmesi, davasının temel değerlerinden ne taviz vereceğini ne de bunlar üzerinde pazarlık yapılabileceğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Medine Dönemi ve Siyaset: İslam Devleti
Mekke’de Hz. Peygamber’in ve Müslümanların talebinin bir sonucu olarak, hicret sonrası Hz. Peygamber’in (as) Medine’de kurduğu yapı, öyle veya böyle bir devlet yapısıdır. İster bu günkü modern tanımlamalarla olsun ister kendi zamanına atıfla yapılan tanımlamalarla olsun, bir devlet yapısının birçok özelliğini ve unsurunu kendi içinde barındırmaktadır.
Hz. Peygamber’in (as) Medine’de bir devlet kurma adına gerçekleştirdiğini düşündüğümüz bazı faaliyetlere kısaca işaret edelim:
Medine Sözleşmesi: İlk Anayasanın Hazırlanması
Hz. Peygamber (as), Medine’de Müslümanlar ile gayri Müslimler arasında vahyî esaslar da göz önünde bulundurularak, sosyal hayatı tanzim eden, toplumsal düzeni sağlayan bir anayasal sözleşme gerçekleştirdi. Bütün farklılıklarıyla beraber aynı şehirde beraberce yaşamanın zeminini oluşturan bu sözleşme, Medine’yi bir devlet haline getirirken aynı zamanda hukuki, siyasî, askerî, sosyal ve ekonomik düzenlemelere de kaynaklık etti. Bu sözleşmeye göre her topluluk/kabile iç işlerinde serbest olacak, Medine’nin savunması ortak yapılacak, çözülemeyen hukukî meselelerde Hz. Peygamber’ (as) yani merkezî otorite hakem olacaktır. Böylece İlk İslâm devletinin en önemli adımı atılmış olmakla beraber Arap yarımadasında da köklü bir devrim gerçekleştirilmiş ve bu coğrafyaya hâkim olan kabile yapısında büyük çaplı değişimler meydana gelmiştir.
Medine’nin Sınırlarının Tespiti
Medine’de yaşayan insanlar arasında siyasî birliği sağlamak isteyen Hz. Peygamber (as), şehrin sınırlarının belirlenmesi için Ka’b b. Malik’i görevlendirdi. Kâ’b b. Mâlik, Medine merkez olmak üzere 12 millik bir dairevî hudut çizerek şehrin sınırlarını belirledi. Belirlenen bu sınırları Hz. Peygamber (as), harem bölgesi olarak ilân etti.
Nüfus Sayımı
Hz. Peygamber (as), Medine’de bir nüfus sayımı yaptırtarak Müslümanların sayısını tespit ettirdi. Yapılan sayıma göre Müslümanların toplam sayısı 1500 kişi olarak belirlenmişti. Bu nüfus sayımı, Hamidullah’a göre hicretin birinci yılında, Ensâr ile Muhâcîrler arasında kardeşlik bağı kurulduktan sonra gerçekleştirilmişti.
Ensâr ve Muhâcir Arasında Kardeşliğin Kurulması
Hz. Peygamber(as), Medine’ye hicretten hemen sonra Mekkeli muhâcîrler ile, Medineli ensârın arasında bir kardeşlik bağı oluşturdu. Bu uygulamayla Müslümanlar arasında toplumsal birlik kurulmuş ve Müslümanlar arasında iman eksenli bir bağ oluşturulmuş ve esas bağın bu kardeşlik bağı olduğu gösterilmiş, Müslümanlar arasındaki sosyal ilişkiler geliştirilmiş ve bu vesileyle güçlü bir toplum oluşturulmuştu.
Mescidin İnşası
Medine’de Hz. Peygamber’in (as) ilk faaliyetlerinden biri mescit inşasıdır. Mescid-i Nebevî, vefatına kadar O’nun Medine’deki bütün faaliyetlerinin merkezi olmuş eğitimin yanında siyasî hayatta da önemli bir rol oynamıştır. Bütün resmî çalışmalar burada gerçekleştirilmişti. Burası Hz. Peygamber’in konumu dolayısıyla siyasetin, eğitimin, ordu ve yargının merkezi durumundaydı. Ayrıca bir barınma yeri, misafirhane ve sosyal yardım merkezi olarak da kullanılıyordu. Arap kabilelerine mensup elçi heyetleri burada kabul edilmiş, bazen burada yaralı ve hastalar tedavi edilmişti. Hz. Peygamber (as), gerekli gördüğünde halkı mescitte toplar ve bir halk meclisi gibi onlarla istişarede bulunurdu. Yine mescidin bir bölgesinde Medine’ye gelen malların korunduğu beytülmal bulunuyordu. Yani Mescid-i Nebevî, yapımından itibaren şehrin gündelik hayatının merkezini oluşturmuştur.
Medine Pazarının Oluşumu
Hz. Peygamber (as), Yahudilerin kontrolündeki Nebit pazarına alternatif olarak ileride ‘Medine pazarı’ adını alacak bir pazar oluşturdu ve “sizin pazarınız budur; bu pazar daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır.” diye buyurdu. Böylece Medine’de Müslümanlara ait, onların kontrolünde ve İslam ahkâmının uygulanacağı bir piyasa oluşturuldu. Bu pazar, aynı zamanda Müslümanların ve çevre toplulukların ihtiyaçlarının temin edilebileceği bir pazar konumuna geldi. Hz. Peygamber’in (as) tesis ettiği pazar, sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi bir strateji olarak da etkisini gösterdi. Aynı zamanda Medine pazarı, Müslümanlara ekonomik anlamda dışa bağımlılıktan kurtulma imkânını da sağladı.
Devlet Siyaseti Olarak Cihat
Hicret öncesi, Mekke’de Müslümanlar sayıca az ve zayıf bir durumdaydılar. Dolayısıyla bu dönemde inen ayetlerin Müslümanlara, zulüm ve saldırılara karşı ‘sabrı’ tavsiye etmesinin sebebi budur. Hz. Peygamber (as) de bu dönemde Müslümanları sabırlı olmaya teşvik etmiştir. Bu, belli bir mücadele seyrinin zorunlu bir safhasını oluşturuyordu.
Medine’de İslam’ın hâkim olmasıyla beraber bir devlet yapısı oluşmuş ve İslam’ın yüksek gayelerinin korunması, ‘fitne’/bozgunculuk çıkarmak isteyenlerle savaşılması zorunlu hale gelmiş ve savaşa izin verilmişti Savaşa izin verilmesinin arkasında şu gerekçe ve gayelerin olduğunu söyleyebiliriz:
İslam toplumunun bozgunculuğa karşı kendini koruması,
Dışardan gelebilecek saldırıların durdurulması,
İslam’ın insanlara ulaşmasının önündeki engellerin kaldırılması,
İslam’ın aziz ve yüce olan konumunun korunması,
Zulmün engellemesi, mazlum ve mustazafların haklarının korunması, adaletin tesis edilmesi,
Barışın ve özgürlüğün korunması.
Bu ve benzeri gayeleri gerçekleştirmek üzere Hz. Peygamber (as), on yıllık Medine döneminde bizzat kendisinin de katıldığı 27 gazve ile sahabiler komutasında 60’a yakın seriyye organize etti.
Vergi Toplama ve Devlet Harcamaları
Medine’de nazil olan pek çok ayet, bir taraftan devlet bütçesinin kaynaklarına işaret ederken diğer taraftan bu gelirlerin harcanacağı alanları ve temel kuralları ortaya koymuştur. Ayrıca sosyal adaleti gerçekleştirmeye çalışan bir devletin bütün fonksiyonlarını da gerçekleştirebilecek bir kapsama sahiptir. Devlet gelirleri arasında zekât ve sadaka gibi ziraat, hayvanlar, ticaret, belli orana ulaşmış altın ve gümüş gibi konularda Müslümanlardan alınanlarla beraber savaş ganimetleri ki bunun 1/5’i devlet hazinesine giderdi ve anlaşmalarla belirlenen harçların yanı sıra, Müslüman olmayan vatandaşlardan alınan cizye gibi, ayrıca taşınır ve taşınmaz mallardan elde edilen, geçici ya da olağanüstü durumlarda toplanan gelirler de vardı.
Bürokrasi
Hz. Peygamber (as), çeşitli alanlarda birçok görevlendirme yapmıştır. Bunların arasında nâkiblik, kâtiplik, ordu komutanlığı, elçilik ve Hz. Peygamber (as), Medine’den sefer, savaş vb. amaçlarla ayrıldığında kendi yerine bakacak kimselerin konumu olan vekâlet gibi görevler sayılabilir. Devlet işlerinin en önemli ayaklarından olan vergi toplama sorunluluğunu yerine getiren âmiller de yine bu görevlendirmeler içinde zikrolunabilir.
Gelen Elçi ve Heyetler ve Gönderilen Elçiler
Hz. Peygamber (as), müşrikler ve diğer gayr-i Müslimlerle mektup ve elçiler göndererek diplomatik ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkilerin çoğu Medine dönemine ait olmakla beraber az da olsa Mekke döneminde de diplomasiye rastlanır. Lakin bu ilişkiler, Medine'de kurulan devletle beraber yoğunlaşarak gerçek bir mahiyet kazandı. İster savaşsız ister savaşlı olsun neticede Medine'nin etrafındaki kabilelerle yapılan antlaşma ve diplomatik ilişkiler devletin varlığını ve gücünü ispatlamış, hatta Mekke müşriklerini Hudeybiye'de antlaşma yapmak zorunda bırakmıştı.
Hz. Peygamber (as), bu antlaşmadan sonra kabile ve ülke liderlerine elçiler göndermiştir. Gönderilen elçiler, gittikleri lider ve halklarını İslam’a davet etmenin yanında İslam devletinin dışında yaşayan Müslümanların içinde bulundukları şartların ıslahı, esir değişimi, çeşitli antlaşmalar ve benzeri işlerle görevlendirilmişlerdir.
Medine’ye gelen elçi ve heyetlerin geliş sebepleri arasında kabilelerin Müslüman olduklarını bildirmek, İslam'ı öğrenmek ve öğrendiklerini kendi halklarına öğretmek, İslam' ı tebliğ edecek ve öğretecek tebliğciler istemek, antlaşma yapmak, Hz. Peygamber (as) ile çeşitli konularda münazara etmek ve benzeri hususlar yer almaktaydı.
Kısaca dile getirmeğe çalıştığımız bu özellik ve uygulamalar, Hz. Peygamber’in (as), Medine’de yaşayan toplumun tabii ihtiyaçlarından kaynaklanan ilişkilerini bir hukuki yapıyla düzenlemesi, ülke sınırlarını tespit ettirmesi, Medine’de bir vatandaşlık zeminini oluşturması, sosyal bir devletin gereklerini yerine getirmesi gibi hususlar siyasî bir oluşumun tesisini göstermektedir. Dolayısıyla bu oluşum, hukuki ve siyasî bir devletin de varlığı demektir.
Faydalanılan eserler:
Abdülkadir Hamit, Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi
Muhammed Âbid Câbirî, İslâm’da Siyasal Akıl
Hüseyin Atay, İslam’ın Siyasi Oluşumu
Kettânî, et-Terâtibu’l İdâriyye (Hz. Peygamber’inYönetimi)
M. Ahmed Halefullah, Hz. Muhammed ve Karşıt Güçler
Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi
Muhammed Hamidullah, Resulullah Muhammed
İbn Hişâm, es-Sîretu’n- Nebeviyye
Mehmet Ali Kapar, Hz. Muhammed’in (sav) Müşriklerle Münasebetleri
Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Söylemi
Muhammed Gazalî, Fıkhu’sSîre Resulullah’ın Hayatı
Montgomery Watt, Peygamber ve Devlet Adamı Hz. Muhammed
Diyanet İslâm Ansiklopedisi, ilgili maddeler
Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam