KURAN’IN ‘VEYL’ TEHDİDİ - rahle.org

KURAN’IN ‘VEYL’ TEHDİDİ - rahle.org

KURAN’IN ‘VEYL’ TEHDİDİ


Facebookta Paylaş
Tweetle

Necmeddin IRMAK

Kuran’ın anlatım üslubu içerisinde ayetler bir taraftan müjdeye vurgu yaparken diğer taraftan tehdit ve uyarı içermektedir. Yine pek çok ayette bazı kişi ve amellerden övgüyle bahsedilirken diğer pek çok ayette de bazı kişi ve amellerden kınayıcı ve azarlayıcı bir üslupla bahsedilmiştir. Bu uyarıcı ve tehdit edici ifadeler içerisinde ağır bir kınama içeren ve azabı hak edenler için kullanılan ‘veyl’ kelimesi de yer almaktadır. Türkçeye ‘yazık’, ‘yazıklar olsun’ veya ‘vay haline’ şeklinde çevrilen ‘veyl’ kelimesi, başa gelen bir felaket halinde bu felaketi yaşayan kişilerin durumlarının vahametini, azaba layık olduklarını ve ağır bir cezayı hak ettiklerini vurgulamaktadır.

Arapça tefsir ve lügatlerde veyl kelimesinin pek çok anlamını görüyoruz. Bunlar içerisinde azap, hüzün, bela, helak, helake çağrı, kınama, gazap, helak için kullanılan bir tehdit, cehennemde bir vadi, acıma, hasret bildiren ya da felaket dilemeyi belirten bir kelime ve benzeri anlamlar yer almaktadır.

Hz. Peygamber’in (as) de kimi uyarı ve tehdit durumlarında bu kelimeyi kullandığını görmekteyiz. Bir topluluğu güldürmek için yalan söyleyen kişiye ‘yazıklar olsun!’ derken veya namaz kılmak için abdest alırken ayaklarını mesh edip topuklarını yıkamayan kimseleri gördüğünde yüksek sesle ‘ateşten topuklara yazıklar olsun!’ derken bu kelimeyi kullanmıştır.

Kuran’da Veyl Kelimesinin Kullanıldığı Yerler

Kuran’da kendilerine “veyl/yazıklar olsun!” denilen ve üzerinde peş peşe vurgularla durulan yalanlayıcılar, vahyi ve Peygamberleri yalanlayan kimselerdir. Bunlar özellikle de ahireti ve yeniden dirilip hesap vermeyi yalanlamaktadırlar.

“O gün, yalanlayanların vay haline! Onlar, daldıkları batılın içinde oyalanıp durmaktadırlar.” Tûr 52/11-12.

Dini oyun ve eğlence haline getiren ve bu hal üzere oyalanıp duran, ahirette başlarına gelecek olandan habersiz kimseleri Kur’an, “Onlar, daldıkları batılın içinde oyalanıp durmaktadırlar” diyerek kınama ve tehdidin gerekçesini bildirmektedir.

Peygamberlerin getirdiği hakikatleri yalanlayanlarla alakalı Mürselât suresinin 14 ila 49. ayetleri arasında toplam on ayette “yazıklar olsun!”, “vay haline!” ifadeleri kullanılmıştır. Bu ayetlerin bağlamını dikkate alarak baktığımızda bunlara hangi sebeplerle böyle denildiğini anlayabiliriz.  

“Ey Resulüm! Ayırım gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin! O gün yalanlayanların vay haline!” Mürselât 77/14-15.

Ayette geçen ‘fasl günü’, Allah’ın, yarattıkları arasında hükmünü verip onları sınıflandırdığı gündür. Ayet, o dehşetli günü yalanlayanları yani ahireti inkâr edip reddedenleri “vay haline!” diyerek tehdit etmektedir.

“Biz öncekileri helak etmedik mi? Sonra arkadakileri de onların ardına takacağız. İşte biz, suçlulara böyle yaparız. O gün, yalanlayanların vay haline!” Mürselât 77/16-19.

Peygamberleri yalanlayıp vahyi inkâr eden önceki toplumlar nasıl helak edilmişse daha sonra gelen ve Hz. Muhammed’i (as) yalanlamak suretiyle öncekileri takip eden kâfir toplumlar da aynı durumla karşılaşacaklardır.

“Biz sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı? İşte biz o suyu, belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Biz böyle takdir ettik ve biz ne güzel takdir ediciyiz. O gün yalanlayanların vay haline” Mürselât 77/20-24.

Allah, insanları basit bir sudan yaratmış ve sonra o suyu, anne rahmine yerleştirmiştir. İşte böyle insanın yaratılmasının Allah’ın kudretiyle olduğunu yalanlayanlar, varsayımlarla ve kör tesadüflerle kendisini kandırıp yaratıcı olan Allah’ı görmemekte ısrar edenler de uyarılıp tehdit edilmekteler.

“Yeryüzünde yüksek dağlar yarattık ve sizlere tatlı sular içirdik. O gün yalanlayanların vay haline” Mürselât 77/27-28

Allah’ın, yeryüzüne yüksek ve sabit dağlar koyduğu ve canlılara tatlı sular içirdiği söylenerek Allah’ın kudret ve azametine delalet eden bütün bu kevni ayetleri görmelerine rağmen hala hakikati yani vahyi yalanlayan ve inkâr edenler tehdit edilmekteler.

“Yalanlamakta olduğunuz şeye doğru gidin! Üç kola ayrılmış ama ne gölgelendiren ne de alevden koruyan bir gölgeye gidin. O, saray gibi kıvılcım saçar ki o kıvılcımların her birisi sanki birer sarı deve gibidir. O gün yalancıların vay haline” Mürselât 77/29-34.

Bu ayetlerde Allah, ahiret hayatından bahsetmekte, gözlerinin önüne serilen delilleri, dirilişi, cenneti, cehennemi ve Ahiret hesabını yalanlayanlara kıyamet günü seslenmekte ve bu halleri sebebiyle “yalanlayanların vay haline!” demektedir. Önceki ayetlerde kıyamet gününü yalanlayanların hallerine vurgu yapılmıştı. Bu ayetlerde ise kıyamet gününün dehşeti içinde olan ve o dehşetli hali yaşayan yalanlayıcılar anlatılmaktadır.

“Bugün, kâfirlerin konuşamayacağı bir gündür. Onlara izin de verilmez ki mazeretlerini beyan etsinler. O gün yalanlayanların vay haline” Mürselât 77/35-37.

Ayetlerde cehennemliklerin konuşamayacakları, dillerinin tutulacağı, söyleyecek bir sözlerinin olmayacağı ve özür dilemelerine izin verilmeyeceği belirtilmektedir. Suçluların konuşamayacağına vurgu yapan bu ayetler, Allah’ın azametini ve haber verdiği şeylerin ahiret gününde gerçekleşeceğini yalanlayanların da perişanlığını anlatmaktadır.

“Bu, ayırım günüdür. Sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik. Bir hileniz varsa buyurun gösterin hilenizi. O gün yalancıların vay haline” Mürselât 77/38-40

Ayetteki ayırım günü, Allah’ın kulları arasında tasnif yapacağı ve cennet ve cehennem ehlini ayıracağı gündür.  Ayetlerde bu ümmetin içinden ve önceki ümmetlerden peygamberleri yalanlayanlara ve yalanlamalarına karşılık olarak cezalandıracaklarına ve eğer bu cezadan kurtulma hususunda bir hile, bir çıkış yolu varsa “buyurun yapın ve kurtulun haydi” denileceğine, lakin bunun mümkün olmayacağına işaret edilmektedir. Ayetlerde, çok sert bir tehdit yer almaktadır.

“Şüphesiz takva sahipleri, gölgeliklerde, pınar başlarında ve canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasında olacaklardır. Amellerinizin karşılığı olarak afiyetle yiyip içiniz. İşte biz, iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. O gün yalancıların vay haline’” .45-41/77 Mürselât

Bu ayetlerde önce cennet ehlinin ahirette nasıl ödüllendirileceğinden bahsedilmiş ve hemen arkasından da bu ödüllendirmeği yalanlayanlara “yazıklar olsun!” denilmiş, ahiret gününü ve ahirette verileceği bildirilen ödül ve cezayı yalanlayan kimseler ağır bir tehditle uyarılmışlardır.

“Yiyin, faydalanın biraz. Şüphesiz siz suçlusunuz. O gün yalanlayanların vay haline!” Mürselât 77/46-47.

Ayette ceza gününü yalanlayanlara kısa bir süre için dünyada yiyip içmeleri söylenmekte ve günahkâr oldukları için bundan sonra cehenneme sevk edilecekleri, çünkü azabı hak ettikleri tehditkâr bir üslupla belirtilmekte ve ömürlerini günah işleyerek geçirip Allah’ın gerçekleşeceğini haber verdiği şeyleri yalanlayan kişilere “vay haline!” diye seslenilmektedir.

“Onlara ‘Allah’ın huzurunda eğilin’ denildiği zaman eğilmezler. O gün yalanlayanların vay haline!” Mürselât 77/48-49.

Ayetteki “eğilin” ifadesi, “iman edip huşu içinde Allaha itaat edin” anlamındadır. “Allah’ın huzurunda eğilin denildiği zaman eğilmemeleri” ifadesi ise kendilerine itaat etmeleri emredildiği halde bunu yapmamaları anlamındadır. Allah’tan gelen emir ve yasakları reddeden ve namazdan uzak duran kimseler, “vay haline!” denilerek uyarılmaktadırlar.

“O gün yalancıların vay haline! Onlar ceza gününü yalanlarlar. Onu ancak sınırı aşan ve günahkâr kimseler yalanlar.” Mutaffifîn 83/10-12

Ayette sözü edilenler; hesap gününün gerçekleşeceğine inanmayıp onu imkânsız gören günahkâr ve inkârcı kimselerdir ve hesap gününü yalanlayan bu kişiler için “vay haline!” denilmiştir.

Kuran’ı Kerim'de kendilerine “yazıklar olsun!” denilen bir diğer zümre Allah'ı, O’nun elçilerini ve bildirdiklerini inkâr eden kâfirlerdir.

 “O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlerin haline! Onlar dünya hayatını ahirete tercih edenlerdir, Allah yolundan alıkoyanlardır ve onun eğriliğini isteyenlerdir. İşte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” 42 İbrahim 14/2-3

Ayete göre kâfirler, ahiret yurdu yerine dünya hayatını, Allah’a itaat etmek yerine O’na isyanı tercih etmişler, insanları Allah’ın yolundan saptırmışlar ve Allah’ın yolunu eğriltmek istemişler bundan dolayı onlara “yazıklar olsun!” denilerek dünyada da ahirette de şiddetli bir azapla karşılaşacaklardır.

“Sonra gruplar kendi aralarında ihtilafa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zaman vay o kâfirlerin haline!” Meryem 19/37

Ayette ihtilafa düşenlerin Hıristiyanlar olduğu ve onların Hz. İsa’ya (as) dair çok sapkın ve derin bir ihtilaf içinde olduklarına vurgu yapılmakta ve bunlara “vay haline!” denilerek Allah’a yalan isnat eden, O’nun oğlu olduğunu iddia ederek O’na iftirada bulunanlara, ulûhiyeti ve risaleti mecrasından saptırmış ve fırka fırka olmuşlara ağır bir tehdit vardır.

“Gerçek vaat yaklaşınca aniden inkâr edenlerin gözleri donar kalır. ‘Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz, hatta biz zalim kimselermişiz’ (derler).”6 Enbiya 21/97

Ayete göre inkârcı kimseler, gerçekleşeceği önceden haber verilen kıyamet gelip çatınca yanlış yolda olduklarını anlayacaklar fakat o andan itibaren kendilerini kınamaktan başka bir şey yapamayacaklar ve “yazıklar olsun bize!” diyeceklerdir. Fakat kâfirlerin bu itirafının, kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır

“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşteki o inkârcılara yazıklar olsun!” Sâd 38/27

Ayette cehennem ateşindeki halleri yönünden kâfirlere “yazıklar olsun!” denilmektedir. Çünkü onlar yer, gök ve ikisi arasındakileri boş yere yaratılmış ve bütün bunların boş ve abes olduğunu zannetmişlerdir.

“Ana babasına ‘Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz’ diyen kimseye, ana ve babası Allah’a sığınarak ‘Yazıklar olsun sana! İman et. Allah’ın vaadi gerçektir’ dedikleri halde o ‘bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir’ der.” Ahkâf 46/17

Ayet, ölümden sonra dirilişi inkâr eden kâfir bir kişi hakkında indirilmiştir. Anne ve babası, onu Allah’ın dirilişe dair vaadinin gerçek olduğuna iman etmeğe çağırmış fakat o, bunu reddetmiş, anne babası onu kınayarak “sana yazıklar olsun!” demişler ve ayet, küfründe ısrar edenlerin sonun hüsran olacağı tehdidine vurgu yapmıştır.

“Vaat edilen günden dolayı vay o kâfirlerin haline!” Zâriyât 60/51

Kâfirlerin doğrudan tehdit edildiği ayette kâfirler, gerçekleşeceği vaat edilen günü inkâr etmişler bütün uyarılara rağmen ıslah olmamışlar ve bu sebeple kendilerine “yazıklar olsun!” denilmiştir.

Kuran’da kendilerine “vay haline!” denilenler arasında bazı günahları işleyen kimseler de yer almaktadır.

“Kitap ortaya konmuştur. Günahkâr olanların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş!’ derler. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” Kehf 18/49.

Ayet, herkesin amellerinin yazılı olduğu bir kitap olduğunu ve herkesin kitabının kendi eline verileceğini bildirmektedir. Günahkâr olanlar, o kitapta dünyada iken işledikleri bütün kötü amellerin yazılmış olduğunu görüp acı bir azabın korkusu kendilerini sarınca acı bir feryat içerisinde “yazıklar olsun bize!” diyeceklerdir.

“Her iftiracı ve günahkâr kişinin vay haline! O, Allah’ın kendisine okunan ayetlerini işitir de sonra büyüklenerek sanki onları hiç duymamış gibi küfründe ısrar eder. İşte onu acı bir azap ile müjdele.” Câşiye 45/7-8

Ayette kınanıp azarlananlar, Allah’a iftira edip yalan söyleyen günahkârlardır. Allah’ın ayetleri kendilerine okunmasına rağmen onlar, iftiralarına devam edip günahlarından dönmemekte ve böbürlenerek sanki hiç o ayetleri duymamışlar gibi inkârlarında ısrar etmektedirler. Allah’ın ayetlerini duyduğu halde duymazlıktan gelerek küfründe ısrar eden günahkâr iftiracılara “yazıklar olsun!” denilmekte ve onları acı bir azabın beklediği vurgulanmaktadır.  

Kuran’ın ‘veyl’ tehdidi ile karşı karşıya kalan bir başka sınıf zalimlerdir.

“’Bize yazıklar olsun! Biz gerçekten zalim insanlarmışız’ dediler. Biz onları kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirene kadar bu çığlıkları devam eder gider.” Enbiya 21/14-15

Zulümleri sebebiyle Allah’ın azabı başlarına geleceği sırada zalimler gerçeği fark ederler ve “inkâr ettiğimiz için yazıklar olsun bize!” derler. Onların bu çığlıkları, azabın başlarına gelip kendilerini kıskıvrak yakalamasına kadar sürer. Ayette “yazıklar olsun!” ifadesi bize zalimlerin bu hayıflanma ve pişmanlıklarının kendilerine bir yarar sağlamayacağı sırada gerçekleşeceğini, zulümlerini itiraf etseler de artık iş işten geçmiş olacağını anlatmaktadır.

“Onlara rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, kesinlikle ‘vay halimize, hakikaten bizler zalim kimselermişiz’ derler.” Enbiya 21/46

Zalimler Allah’ın azabından en küçük bir şey kendilerine isabet edince hemen yaptıkları zulmü itiraf edecekler, işledikleri bu suçların karşılığı ile yüz yüze geldiklerinde kendilerini kınayarak pişmanlık çığlıkları atacaklardır.

“O gün zalim kimse ellerini ısırarak şöyle der: Keşke o peygamberle birlikte yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana. Keşke falancayı dost edinmeseydim.” Furkan 25/27-28

Ayetten anlaşıldığına göre peygamberin yolundan ayrı bir yol tutmak kişiyi zalimlerden biri yapmaktadır. Zira peygamberin safında olmamak, bunun dışında bir duruş sergilemek ve kendisini peygamberin gösterdiği istikametten saptıran kimselerle dostluk kurması kişiyi zulme, zulüm ise ağır bir pişmanlık ve ‘keşke’ çığlıkları içinde feci bir sona götürür.

“Gruplar ihtilafa düştüler. Acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” Zuhruf 43/65

Ayet, dinlerinde fırka fırka olup birbirleriyle ihtilafa düşenleri zalimler olarak tanıtmaktadır. Bu zulümleri sebebiyle onları kıyamet günü ağır bir tehdit ve akabinde acı bir azapla karşı karşıya bırakacaktır.

Yine Kuran’da kendilerine “yazıklar olsun!” denilen bir diğer grup müşriklerdir.

“O diriltme korkunç bir sesten ibaret olacak. O sırada etrafa bakacaklar ve ‘bize yazıklar olsun, bu, ceza günüdür’ diyeceklerdir. İşte bu, sizin yalanlamış olduğunuz hüküm günüdür.” Sâffât 37/16-21

Bu dünya hayatında müşrikler yeniden dirilmeyi ve kıyamet gününü yalanlamışlardı. Fakat o gün gelip de hakikate tanık oldukları zaman bugünün gerçekliğini anlayacaklar ve “yazıklar olsun bize!” diyeceklerdir. Ancak bunu söylediklerinde artık kıyamet günü gelmiş ve iş işten geçmiştir.

“Müşriklerin vay haline ki onlar zekâtı vermezler ve ahireti inkâr ederler.” Füssılet 41/6-7.

Allahtan başka ilah olmadığına şahitlik etmeyen ve O’na ortaklar edinen müşrikler, bir taraftan ahireti inkâr ederken diğer taraftan bu dünyanın adalet ve hakkaniyet üzere ikame olunması için gereken zekâtı ehline vermeyerek kendilerini arındıracak ve tevhide götürecek önemli bir amelden mahrum kalıp zulme saplanıyorlar böylece acı bir kınanmayla karşı karşıya kalıyorlar.

Çeşitli şekillerde vahye muhalefet edenler de Kuran’ın ‘veyl’ tehdidi ile uyarılmışlardır. Bunlar:

“Elleriyle bir kitap yazıp sonra onu az bir bedelle satmak için ‘bu Allah katındandır’ diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü onların vay haline! Kazandıklarından ötürü de onların vay haline!” Bakara 2/79.

Ayette kendilerine işaret edilen kimseler, Allah’ın kitabını elleriyle değiştirmeleri, değiştirdiklerinin Allah katından olduğunu söylemeleri, Allah’ın kitabı üzerinde keyiflerince tasarruflarda bulunmaları ve bundan kazanç elde edip birtakım menfaatler sağlamaları nedeniyle azabın en şiddetlisine çarptırılacaklar.

Bu durum, sadece ayette işaret edilen Yahudiler ile alakalı değil, Allah’ın gönderdiği bütün kitaplara karşı suç işleyenler için geçerlidir. Çeşitli sapkın amaç ve dünyevi çıkarlar için Kuran hakkında sözü eğip bükenler de ayetteki tehditlerin muhatabıdırlar.

“Musa onlara ‘Size yazıklar olsun! Allah hakkında yalan ve iftira uydurmayın! Eğer böyle yaparsanız O, bir azap ile kökünüzü kazır ve iftira eden de mutlaka perişan olur’ dedi.” Tâhâ 20/61

Ayette, Allah hakkında yalan ve iftirada bulunanlara, yani Allah’ın kitabında söylemediğini söylemiş gibi yapıp iftira edenlere yönelik büyük bir tehdit vardır.

“Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bindiririz de o, batılın işini bitiriverir. Bir de bakarsınız ki batıl yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!” Enbiya 21/18.

Bu ayet, hakikat karşısında batılın asla dayanamayacağını bundan dolayı da Allah hakkında yakışmayan söz söyleyenlerin yahut O’na çocuk isnat edenlerin kendilerine yazık etmiş kimseler olduğunu bildirmekte ve O’nun hakkında iftirada bulunarak batıl bir yol tutanlara “yazıklar olsun!” diyerek tehdit etmektedir.

“Allah kimin gönlünü İslam’a açmışsa o artık Rabbinden bir nur üzere değil midir? Allah’ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” Zümer 39/22.

Kişinin kalbinin İslam’a açılması, hidayete meyyal olması, hakikati arzular özellikte olması ve Allah’ın da ona hakikatin yolunu göstermesi demek; Allah’tan bir nur üzere olmak ise kişinin Allah’tan bir hidayet ile sırat-ı müstakim üzere bulunması anlamındadır. Kalbin katılaşması, kişinin Allah’ı tanımaktan uzak kalması, böylece Allah’ı unutması ve hakikatten uzaklaşarak anlama ve kavramadan mahrum kalması demektir. Dolayısıyla Allah'ı anmadıkları için kalpleri katılaşanlara ve O’ndan yüz çevirenlere “yazıklar olsun!” denilmektedir.

Kuran’ın bazı ayetlerinde insan, bazı durumlarda acziyetini itiraf etmekte ve “yazıklar olsun!” diyerek kendisini kınamaktadır.

“Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ‘Bana yazıklar olsun! Şu karga kadar bile olamadım ki kardeşimin cesedini gömeyim’ dedi ve pişman olanlardan oldu.” Mâide 5/31.

Hz. Âdem’in bir oğlu olan Kâbil, diğer oğlu Hâbil’i çekememezlik ve kıskançlık sebebiyle öldürmüştür. Ayet, bu gibi sebeplerle insanın hem dünyasını hem de ahiretini nasıl mahvettiğini anlatmaktadır. Ayetten anlaşıldığına göre Kâbil, bir karganın kendisine bilmediği bir şeyi öğretmesine şaşırmış ve daha önce bunu düşünemediği için kendisine “yazıklar olsun!” demiştir.  

“Nihayet sura üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkmışlar ve Rablerine doğru koşmaktadırlar. İşte o anda ‘Bize yazıklar olsun. Kabrimizden bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiğidir ve peygamberler gerçekten doğru söylemişler’ derler.” Yâsîn 36/51-52.

Ayette ölülerin kabirlerden kaldırılarak yeniden dirilişin gerçekleştiği an dile getirilmektedir. Yeniden dirilişe inanmayan ve bunu hiç beklemeyen kâfirler, bir anda mezarlarından kaldırılıp Rablerine doğru koşmaya başladıkları sırada, inkâr edip yalanladıkları yeniden dirilişi bizzat gördükleri an kendilerine göre imkânsız görünen bu işe kimin gücünün yettiğini ve kendilerini mezardan kimin kaldırdığını sorarak “yazıklar olsun bize!” diyeceklerdir.

“Vay bana! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! Dedi.” Hûd 11/72.

Ayette geçen sözü söyleyen kişi Hz. İbrahim’in eşi Sâre’dir. Melekler, ihtiyar eşi İbrahim’e (as) İshak adında bir çocuğunun olacağı müjdesini verirler. Bu haber üzerine İbrahim’in (as) eşi, kendisinin ihtiyar bir kadın ve kocasının da yaşlı bir kişi olduğunu söyleyerek çocuk sahibi olacakları müjdesine şaşırır kalır. O’nun bu şaşkınlığı, kadın ve erkeğin çoluk çocuk sahibi olamayacağı ileri bir yaş sebebiyledir. Ayette İbrahim’in (as) eşinin bu durum karşısında aciz kalması sebebiyle “vay halime!” diyerek şaşkınlığını ifade ettiğini görüyoruz. Buradaki “vay halime!” ifadesi diğerlerinden farklı olarak alışık olunmayan bir durum karşısındaki şaşkınlığı anlatmaktadır.

“Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar ‘keşke Karun’a verilenin benzeri bizde de olsaydı, doğrusu o çok şanslı’ dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” Kasas 28/79-80.

Zenginliği dillere destan olan Karun bir defasında kavminin huzuruna gösterişli bir şekilde çıkmıştır. Bu sırada, dünya hayatını tercih edip ona imrenenler, onda olan bu zenginliklerin kendilerinde de olmasını arzu etmişlerdir. Bunu duyan ilim ehli ise, Allah’ın mümin kullara ahirette vereceği mükâfatın, onların bu istediklerinden daha hayırlı olduğunu söylemişlerdir. Allah'ı ve ahireti unutup dünya malı ve zevkine talip olup sadece buna çalışan kişilere Kuran’da “yazıklar olsun!” denilmekte ve bunlar ağır bir şekilde kınanmaktadırlar

“Nihayet şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Biz gerçekten azgın kişilermişiz.” Kalem 68/31

Bahçe sahiplerinden bahsedilen bölümün sonunda gelen bu ayet, öncesindeki ayetlerle birlikte değerlendirildiğinde, malı, mülkü, evladı ve taraftarlarıyla övünen ve peygamberin davetine karşı çıkan kişiler, kendilerine verilen bu varlıklarla imtihan edilmektedirler. Lakin azgınlık ve taşkınlık içinde olup şükretmeyen ve ilahi iradeyi dikkate almayanlara “yazıklar olsun!” denilmiştir.

“İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!” Mutaffifîn 83/1-3

Allah’ın tehdidi ile karşı karşıya kalan bir sınıfı tanımlayan mutaffifîn kelimesinin kendisinden türetildiği tatfîf mastarı, ölçüde noksanlık yapmak, ölçeği ucuna kadar doldurmamak, ölçü ve tartıda eksiklik yapmak demektir. Buna göre mutaffifîn, ölçüyü kötü yapıp hakkıyla ölçmeyen, ölçtüğünde veya tarttığında insanların hakkı olanı alıkoyup noksanlık yapan, ölçüyü tam yapmayan, ölçü ve tartıda hile yaparak başkasının hakkını çalan kimse demektir.

Buna göre kendileri insanlardan bir şey alırken ölçüyü tam yapan fakat insanlara bir şeyler ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara “yazıklar olsun!” denilmektedir.

 “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O, mal toplar, onu sayar durur ve malının, kendisini ebedi kılacağını zanneder.” Hümeze 104/1-3.

Kendilerine “yazıklar olsun!” denilen bir başka grup insan da arkadan çekiştirip alay eden kimselerdir.

Ayetteki hümeze kelimesinin geldiği kök olan hemz fiili göz ya da kaş ile işaret ederek çekiştirmek, kırmak, yere çalmak ve benzeri anlamlarında bir mübalağa kelimesidir. İnsanların şahsiyet ve namuslarına dil uzatmak, onlarla alay ederek onları incitmeye de istiare yoluyla hemz denilmiştir. Hümeze kelimesi ise birisini arkasından çok ayıplayan, gıybet eden, birisini arkasından veya yüzüne karşı ayıplayan kişi demektir. Lümeze kelimesinin geldiği kök olan lemz kelimesi ise ayıplamak, göz vb. ile işaret etmek, insanlara kulp takmak, kaş göz işaretleriyle birini başkalarına göstererek hakir görmek, anlamlarına gelmektedir. Lümeze kelimesi ise birisini çok ayıplayan, birisini arkasından veya yüzüne karşı ya da gizlice ayıplayan kişi demektir.

Buna göre insanları çekiştiren, onların kişilikleriyle alay eden, onlara kulp takan, mal yığıp o malı sayıp duran, malı arttıkça hırsı da artarak o malları daha da çoğaltmak isteyen ve onları hayır yolunda harcamayan insanların bu tutum ve davranışları şiddetle kınanmaktadır.

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yaparlar ve hayra da engel olurlar.” Mâûn 107/4-7

Ayette kınanan namaz kılanlar, bedeni ve dili ile namazı kılıp nefsinde namazın izi olmayan, rükû’ ve secdeyi yapıp bunların ne olduğunun farkında olmayan, kalpleri ve hayatları namazlarına yabancı kimselerdir. Yoksa ayetin namazda gaflet veya dalgınlıkla bir alakası yoktur. Ayetlerden anlaşıldığına göre şu üç fiili işleyenler, büyük bir tehdit ile karşı karşıyadır: Bunların birincisi, namazı ciddiye almamak, ikincisi gösteriş yapmak ve üçüncüsü de hayra engel olmaktır.

Kıyamet günü veyl tehdidiyle karşı karşıya kalmaktan ve acı bir pişmanlık yaşamadan Rabbim muhafaza eylesin.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ