İNSAN DAVRANIŞLARI - rahle.org

İNSAN DAVRANIŞLARI - rahle.org

İNSAN DAVRANIŞLARI


Facebookta Paylaş
Tweetle

Rahle Yayın Kurulu

Eğitim felsefeleri iç inde insan anlayışı, körlerin fili tanımlama çalışmalarındaki gi­bi parçacı ve o oranda da gerçekten uzaktır. İnsanı eğitebilmek için onu iyi tanı­mak gerekir. Batıda deneme yanılmalarla yapılmış tanıma çabalan bize göre par­çalıdır. önemsiz değildir ama bütün halinde algılanıp ona göre davranılması tabi daha anlamlı ve faydalıdır. Hiç bozulmamış, insan eli değmemiş kitaba sahip bir ümmet olarak insanı potansiyel ve bütün, yekvücut bir halde tanıyabilmek husu­sunda çok büyük bir nasibimiz var. Ancak biz bunu iyi değerlendiremedik, kitabı­mızdan bu noktada yeterince istifade edemedik İnsanı en iyi tanıyan, onun dilin­den en iyi anlayan öncelikle onu yaratandır. Biz de onun bizi anlattığı, insanı tanıt­tığı ifadeleri küçük tefsirleriyle beraber aldık Şimdi bunları size aktarıyoruz.

Bolluk anlan, insana çok şey unutturur. Kendini zengin görme, başkasına muh­taç görmeme, insanı azdırır.

"İnsana bir sıkıntı dokundu mu; yanı üzereyken veya otururken veya dikilirken bize dua eder durur; derken kendisinden sıkıntısını açıverdik mi sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için yalvarmamış gibi geçer gider." (Yunus, 10/12)

"Onlar ki ayakta ve otururken ve yanları üzerinde hep Allah'ı zikrederler. Ve göklerin, yerin yaratılışında fikrederler, göklerin ve yerin-akıllan hayretler içerisin­de bırakan-yaratılışının keyfiyet ve hikmeti üzerinde tefekküre girişirler." (Al-i İmran, 3/191)

İnsan; yatma, oturma, ayakta olma hallerinden başka hallerde bulunamaz. Ken­disine sıkıntı dokunduğunda, o bütün dünyasıyla Allah’a yalvarır durur. Sıkıntısının derecesine göre de ya yatarken ya otururken ya da ayakta iken dua eder.

İlerisi hakkında bütün ümidini keser. "Allah, yine verir." demez, geçmişi de he­men unutur. "Bugün vermediyse dün verdi ya." demez, şükretmez, büsbütün bir nankör kesilir, hepsini inkara gider, küfürler eder, tövbe ve istiğfar (bağışlanma di­leği) aklına gelmez. Hasta iken iyileşir, züğürt iken zenginleşir, hor hakir iken izzet­li oluverirse "Herhalde o kötülükler gitti." der, bir daha sıkıntılar gelmeyecek zan­neder. Şımarık ve şımarıklığın övünç vesilesi yapan kimsenin hatırına Allah korku­su gelmez, ferahlı ferahlı gururlanır.

Nimete şükür yerine ona buna iftihar eder, övünür. İnsan, kısa görüşlü, ace­leci, sadece içinde bulunduğu anı yaşayan, bu anın duygulan etkisinde kalan, ne geçmişini hatırlayan ne de geleceğini düşünen bir yapıdadır. İyilikten umudunu çabucak keser. İyilik, bağış olmasına rağmen alınınca hemen nankörlük eder. An­cak nimete ve sıkıntıya sabredenler, iyi işler yapanlar böyle değildir.

"Ve şayet insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra da onu ondan alıverirsek, şüphesiz ki o çok ümitsizdir, nankördür ve şayet ona dokunan bir zarardan sonra, bir saadet tattırıverirsek -herhalde benden bütün musibetler (kötülükler ) gitti- der ve şüphesiz sevinir, övünür." (Hud, 11/9-10)

İnsan, Allah'ın saymakla bitmeyecek derecede çok olan nimetini yerli yerinde kullanmamakla çok zalim, nimetini görmezlikten gelerek ve başkalarına da gös­termeyerek çok nankördür.

"Hem size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi; öyle ki Allah'ın nimetini saysanız onu bitiremezsiniz. Her halde insan çok zalim, çok nankör." (İbrahim, 14/30)

İnsan fıtratı, kendine zarar dokundu mu bütün açıklığıyla ortaya çıkar, üzerin­deki örtüler düşer, perdeler yok olur ve kuruntular dağılır. Böylece Rabbine yö­nelir ve yalnızca onun önünde eğilir. Başındaki belayı ondan başka kimsenin gi­deremeyeceğini kavrar ve aracıların yalan olduğunu bilir. Ancak başındaki bela gittiği, yerini refah ve bolluk aldığı zaman, o insan tekrar döner ve bunları unu­tur.

"İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakit Rabbine öyle dua eder ki, bütün gönlünü ona vererek! Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden dua ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allah’a eşler koşmaya başlar." (Zümer, 39/8)

Kendisine vereni görmez ve kendi bilgisi sayesinde kazandığını söyler. "Bu iş­te profesyonel olursan kazanırsın. Ben bu işin profesyoneliyim."vb. sözlerle Ka­run'a benzeyip bilgisine güvenerek rızık veren Allah’a karşı kör olur.

"İnsana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşediverdiğimiz zaman da "O bana bir bilgi üzerine verildi.nder.n (Zümer, 39/49)

Bir damla sudan yaratılan insan, iddiasını destekler nitelikte sebepler öne sür­me ve tartışma gücüne sahiptir.

"İnsanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki o, çenebaz bir tartışmacı ke­silmiştir." (Nahl, 16/4)

"Görmedin mi insan, biz onu bir damla sudan yarattık da o şimdi çeneli bir çe­kişken kesildi." (Yasin, 36/77)

Bilmeyerek işin bir an önce olması için acele eder. Bazen de şer ile karşılaşa­cağını bildiği halde yine de işin olmasını ister. Bir şeyin vaktinden önce acele ola­rak geçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmekle azarlanır. İnsan, peşincidir; daha fazla peşine heves eder. Ahireti dünyada görmek ister. Büyük üc­rete önem vermez. Acıklı azabı hesaba almaz. Acele ettiği şeyde iyilik ve kötülü­ğü birbirinden ayırmaz, sıhhatli düşünemez, sonucunu gözetmez.

"İnsan, şerri öyle davet ediyor ki hayra davet eder gibi. İnsan pek aceleci ol­muştur." (Isra, 17/11)

Sıkıntıdan kurtulunca insan, yine o insandır. Ayaklan yere basınca her şeyi unu­tur. Heva, heves ve cinsi arzulan kendini çember içine alır. Sıkıntıların parlattığı fıt­rat bu arzuların kirleriyle yine kapanır.

"Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız vakit, onunla ferahlanır ise de kendi ellerinin takdim ettiği sebeplerle başına bir fenalık gelirse, o vakit insan hep­sini unutan bir nankördür." (Şura, 42/48; Hac, 22/66; Zuhruf, 43/15; Isra, 17/67)

İnsan nimeti vereni hatırlamaz, ona hamdetmezse şımarır, yoldan çıkar. Ona bağlanmayanlar, onun rahmet ve lütfuna sığınmayanlar, ona güvenip iyimser ol­mayanlar bir kötülükle karşılaştıklarında ümitsizliğe düşüp çırpınırlar.

"Öyle ya, biz insana nimet verdiğimiz zaman aldırmaz, yan büker; kendisine şer dokunduğu zaman da pek umutsuz olur." (Isra, 17/83)

Hayatın iyilik ve kötülük gibi iki kutbunu hep olumsuz , kötü bir sonuçla niha­yete erdirir. Nimeti inkar eder, görmezlikten gelir, bollukta gururlanır, sıkıntıda da bağırır, çağırır, ümitsiz olur. Her halükarda sergilediği iki davranış da olumsuzdur. "Evet, insana nimet verdiğimiz vakit yan büker, başının tuttuğuna (burnunun dikine) gider de kendisine şer dokunuverdi mi artık enine boyuna duaya dalar." (Fussilet, 41/51)

İnsan kendi uyarına göre (din, tabiat adet huy niyet seciye üzere) hareket eder. Kendi hal ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Kendine ait duygu­larla amel eder.

"Her biri kendi uyarına göre hareket ediyor." (Isra, 17/84)

İnsanın gönlüne giren cimrilik, Allah’ın rahmetini engeller ve kendisine ulaşan rahmetle insan cinsine cimrilik eder. Allah’a karşı cimridir ve toplumdaki insanla­ra karşı cimridir.

"Deki eğer Rabbim’in rahmet hâzinelerine sahip olsaydınız o zaman harcamak korkusuyla tutar, kimseye bir şey vermezdiniz. İnsan bir de pek cimri olmuştur." (Isra, 17/100)

Kur’an'da her şey iyice açıklandığı halde insan buna rağmen tartışma, cedel yoluna gider. Su götürmez gerçeklere karşı cedeli elden bırakmaz. Hayatındaki her şeyde cedelci yönünü gösterir.

"İnsan ise cedelce her şeyin ekseri (çok tartışmacı) olmuştur." (Kehf, 18/54)

İnsan dirilişten şüphededir. Ahiret endişesi taşımadığı için ömrünü sorumsuz­ca tüketir. Yegane hayat olarak önündeki dünya hayatını gördüğü için bütün planlarını ona göre yapar ve diriliş olayına da yabancı kalır.

"İnsan diyor ki: Her ne zaman ölürsem, ileride mutlak diri olarak çıkarılacak mıyım ? Ya o insan hiçbir şey değil iken, bizim kendisini yaratmış olduğumuzu dü­şünmez mi ?" (Meryem. 19/66-67)

Zulme, haksızlığa çok meyillidir. Allah'ın ve onun kullarının hukukunu yüklen­diği halde layıkıyla yerine getirmeyip kendine yazık eder. Sonunun ne olacağını bilmediği için zalimlik eder. Cahildir, çünkü bu zavallı insan kimseye hesap ver­meyeceğini zanneder. Zalimdir, çünkü kendisinin ve başkalarının akıbetini, felake­tini hazırlamaktadır.

İnsan, kapasitesini bilmeyen bir cahil olduğu için kapasitesinin üstüne çıkmak­la ve altına inmekle kendisine ve başkalarına zulmeder. Başkalarına, insanlığa da­ha fazla yaran dokunacakken kapasitesini bilmediği için zulmeder.

"Evet, biz o emaneti, göklere, yere ve dağlara arz ettik; onlar onu yüklenme­ye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahildir” (Ahzab, 33/72)

İçi sıkılır, üzülür, Allah'ın rahmet ve yardımından ümidini keser İnsan çok zor durumda Allah'a yalvaran, rahata erdiğinde Allah’ı unutan ve kibirlenendir.

"İnsan, hayır istemekten usanmaz da kendisine bir şer dokunursa hemen ümi­di keser, ümitsizliğe düşer. Şayet ona dokunan bir sıkıntıdan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlak der ki: "Bu benim hakkımdır ve zannetmiyorum ki kı­yamet saati gelsin" (Fussilet, 41/49-50)

Arzu ve hevesler eşyanın tabiatındaki hiçbir şeyi değiştiremezler. Eşyayı değiş­tirme gücü dünya ve ahirette Allah'ın kudretindedir. Nefsin arzu ve istekleri ise gerçekleri değiştiremez. Sadece insan heveslerine kapılıp sapıtır.

"Yoksa var mı insana her kurduğu hülya ?" (Necm, 53/24)

İnsan, çabukluk, tahammülsüzlük, mızıkçılık, şiddet, hırs gibi huysuzluk ifade eden vasıflara sahiptir. Kendisine bir ağrı, bir sıkıntı, bir yoksulluk, hastalık gibi bir acı dokundu mu kıvranır, sızlanır, feryat eder, dayanamaz, başkalarından medet bekler. Bir servete, bir makama kondu mu, sıhhate kavuştu mu hırsından, kıskanç­lığından kimseye bir şey vermek istemez. Ağladığı günü derhal unutur. Hayra en­gel olmak için sımsıkı bir afacan kesilir.

Eline geçeni toplayıp, yığmaya, saklamaya çalışır. Çünkü o kişi, kendisine azim verecek ümit ve emel aşılayacak kuvvetli bir dayanağa sırtını vermemiştir. Elde et­tiği hayrın kendi kazanç ve çalışmasının sonucu olduğunu zanneder. Başkasını kıs­kanır. Sırf kendisi için biriktirir. Mülkün esiri olur. Çünkü rızık konusundaki gerçe­ği bilmemektedir.

O, hırsına düşkündür. İnsana kötülük dokunduğunda büyük bir hüzne kapılır ve bu hüzünle her şeyden ilişkisini keser.

"Hakikat o insan huysuz, tahammülsüz yaratılmıştır; şer dokundu mu mızıkçı, hayır dokundu mu kıskanç, engelleyici!" (Mearic, 70/19-21)

İnsan psikolojisinde geleceğe dönük tereddütler (helu) vardır. İstikbal endişe­si, dünyayı har vurup harman savurmak isteği sebebiyle, ahireti ve orada sorgu­lanmayı hesaba katmak istemez.

"İnsan sanır mı ki derleyemeyiz kemiklerini ?" (Kıyamet 75/3)

İnsan, şehvetlerinden, günahlarından, lezzetlerinden ayrılmamayı, ileride onla­ra devam etmeyi ve hatta sonsuza değin isyan ve günah ile Rabbine karşı terbi­yesizlik etmeyi ister. İnsan psikolojisi, toplumda hep kötülüklerin cirit atmasını, gözü önünde gerçekleşen olayların hep fücur (açık kötülük) olmasını temenni eder.

"Fakat insan; ister, önünde fücur etmesini." (Kıyamet, 75/5)

İnsan; ne yaptığını bilmeyecek bir bedenden ibaret değil, kendisini bilen, ken­di kendini vicdanında duyan bir basiret, bir gözdür.

İnsanın hakikati, böyle kendine karşı bir basiret, bir kalp gözü olduğu için in­san, kendinde olup biten, yani ruhuna, bilincine ilişmiş bulunan her şeyi duyar. Yaptığı fiil ve hareketlerine kendi vicdanında tanık bulunur.

"Her ne kadar mazeretlere öne sürse de ..."yaptığı işler hakkında hesap ve sorgu zamanında başkalarına karşı kendisini özürlü göstermek için türlü mazeret­ler açıklamaya kalksa da ne yaptığını, mazeretlerinin ne derece doğru olduğunu kendi nefsinde, kendi ruh ve vicdanında çok iyi bilir. Şu halde insanın hakikati, başkasına karşı görünen, söylenen değil; onun kendi nefsinde kendi vicdanında duyduğudur.

"Doğrusu insan, kendine karşı bir basirettir." (Kıyamet, 75/14)

"Adam sen de Allah kerimdir. İstediğini yap. Dünyada sana ettiği iyilik ve ikrarını, ahirette de eder." diyerek umursamamak, yanlış bir kıyas yaparak aldan­maktır. O lütuf ve ikrama layık olmadığını, onu hak etmediğini göstermektir. İn­san kendisine iyilikte bulunana karşı hemen lakayt olmaya başlar.

Bu gurura sebep üç şey vardın Şeytanın kötü bir şeyi güzel göstererek aldat­ması, cehalet ve olayın başlangıcında hemen ceza verilmediğinden dolayı affa al­danmaktır.

"Ey insan ! Ne mağrur etti Rabbine ki seni yarattı, düzenine koydu, tenasüp (uygunluk) ve itidal (denge) verdi." (Infitar, 82/6-8)

Dişinle tırnağınla tırmalar, kendisine etki edecek şekilde hayır veya şer bir işe emek vererek ciddiyet ve gayretle çalışıp çabalarsın. Bütün hayatında, ölüm ve ondan sonra, Rabbinin acı veya tatlı vereceği emrine doğru didinir durursun. İn­san, iyi ya da kötü bütün çalışmalarıyla Rabbine doğru gitmektedir.

"Ey insan ! Sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalar, nihayet ona mülaki olur (karşılaşılsın." (Inşikak, 84/6)

İnsan dünya zevklerini gözetir. Rabbi onu yükümlü tutar, ceza ve mükafat ver­mek üzere imtihan muamelesi yapar, görev yükler de bu sebeple ona ikram eder. Hoşuna gidecek talih ve mevki ile insanların karşısına çıkarır, onu nimete boğar, bol bol nimet ve mal ile rızkını çoğaltır, refaha erdirirse insan bunların imtihan ko­nusu olduğunu düşünmez de "Rabbim bana ikram etti/'der.

Kayıtsız şartsız, mutlak surette kendisine ikramda bulunulmuş gibi haz duyar, sevinir. Kendisini Allah'ın sonsuza kadar ikramına mazhar kıldığı sevgili kullarından imiş gibi sayar. O yüzden büyük felaketlere düşebileceğini ve asıl ikramın ahiret- te olduğunu düşünmez. Ondan dolayı sorumluluğunu hesaba almadan zevk ve eğlenceye, taşkınlık ve fesada dalar, nankörlük yapıp hüsrana uğrar.

Rızkı daralınca da bunun hesapta hafifliğini ve ahirette ecir ve sevabının büyük­lüğünü, dolayısıyla bunun başkaca bir ikram ve koruma olduğunu düşünmez de "Rabbim beni horladı."der. Rabbim bana hor baktı, beni küçümsedi diye gücenir.

Rızık az da olsa yine şükrünün bilinmesi gerektiğini ve azın kıymetini bilmeye­nin çoğun kıymetini de bilemeyeceğini fark etmeyerek rızık darlığını kendisine sırf bir horluk ve hakaret kabul eder de Rabbinin diğer nimetlerini hiç hesabı katmaz. Çünkü bakışları fazilete değil, dünya zevkine çevrilidir.

İmtihan için olan rızık genişliğini, dünya refah ve nimetini mutlak ikram saymak da doğru değil; rızık darlığını mutlak hor görme ve hakaret saymak da doğru de­ğildir. İkisi de birer imtihandır. Hüküm, imtihandaki başarıya göre neticede belli olacaktır. Belki ikram sanılan, kötülüğe götüren bir başarı ile neticede zelillik; horlama sanılan da bir koruma ile neticede ikram çıkacaktır.

 

s:

3


"Ama insan, her ne zaman Rabbi onu imtihan edip de ona ikram eyler, ona nimetler verirse, o vakit "Rabbim bana ikram etti." der; her ne zaman imtihan edip de rızkını daraltırsa o vakit de "Rabbim bana ihanet etti." der." (Fecr, 89/15-16)

 

İnsan, hayata bir anda kolaylıkla gelivermiş olmadığı gibi kolaylıkla geçip gidi­verecek de değildir. O, ciğerlere işleyecek şiddetli bir sıkıntı ile kuşatılmış olarak ve ilahi yandım ile halden hale o sıkıntılar içinden geçirtilerek yaratılmış, hayata çıkarılmış, o suretle insan olmuştur.

Demek ki sıkıntı ve meşakkat içinden insanlık gayesine ermek, insan yaratılışı­nın ayrılmayan bir vasfı, yaratıcının bir kanunu (adetullah)ıdır. Bu değişmez kanu­na göre sıkıntı ve meşakkate dayanma, insanın yaratılışında bulunan bir özelliktir.

İnsan, birtakım merhalelerden geçirilerek yaratılmıştır ki hepsi sıkıntı ve me­şakkattir. Babanın belinden geçerken, ananın kamında, sonra emzik zamanında, sonra ergenlik çağında, geçimliğini elde etmede, sonra da ölümde.

Dindeki sıkıntı ve zahmeti ise bolluk ve refah halinde şükür ile, sıkıntı halinde sabır ile uğraşmaktır. Ahiretteki sıkıntılar da ölüm, melek sorgusu, kabir karanlığı ve sonra da yeniden dirilme ve Allah’ın karşısına çıkarılış. Bu, cennetteki veya ce­hennemdeki yerini buluncaya kadar devam eder.

"Ben, (bugüne bugün ) yığın yığın mal yok etmişim." der. Bunu caka satmak üzere, gurur ve iftiharla söylüyor ve gösteriş için harcadığı mallan, kastediyor. Sarf etme ve harcama yerine telef etme tabirinin kullanılması, gerçek faydalar için sarf edilmeyip boşuna tüketilerek kaybedilmiş olduğunu anlatmak içindir.

Çünkü, zevk ve eğlence düşkünü olup parasını pulunu israf eden insanlar, bir fakirin kamını doyurmaktan hoşlanmaz da zevk, eğlence ve gösteriş için mal te­lef etmekle iftihar eder, bunu büyüklük zanneder. O, harcamadığı halde "Harca­dım !"diyerek yalan da söyler.

"Hakikaten biz insanı bir meşakkat içinde yarattık" (Beled, 90/4)

Gerek dış görünüm ve cisim, gerek ahlak ve maneviyat itibariyle ruhani ba­kımdan insan; en güzel kıvama erebilecek en güzel bir biçimde yaratılmıştır.

İnsanın güzelliği, duygusuz olan şekil ve suretinde değil; duygusunda, özellikle "güzellik" denilen manayı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel yaratıcıyı ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp, onun ahlakıyla ahlaklanmış olmasındadır.

İnsan yaratılışının kıvamı ve aday olduğu olgunlaşma budur. İnsan ilk yaratılı­şında bu olgunlukta değil; fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru iler­leme kabiliyeti verilmek manasına, en güzel biçimde yaratılmıştır,

"Sonra, onu, sefillerin en sefili yaptık." (Tin, 95/5)

Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine zayıflık ve hastalık, gençlik yerine ihtiyarlık, akıl yerine bunaklık ve cahillik, çalışma ve gayret yerine tembellik, bolluk yerine darlık, güçlük yerine zelillik, lez­zet yerine elem ile bunaklık dönemine; oradan hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya; oradan dünyaya karşılık kıyamette cehenneme veya onun en alt taba­kasına doğru reddettik

"Biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık" (Tin, 95/4)

İnsanoğlu muhakkak azar, haddini aşar, hakka karşı gelir, halka zarar verir ken­dini zengin, okumuş, bilgisine güvenmiş görünce artık ihtiyacı yokmuş, maksada ermiş görür. Bu sebeple azar, onun için kendini zengin görme de; Rabbinin ismiy­le oku (veya Rabbinin ismini oku tüm mahlukatta, tüm yaratılmışlarda Halikın yü­ce mührünü, yüce ismini oku), tekrar tekrar oku !

"O, insana bilmediğini öğretti. İnsan muhakkak tuğyan (azgınlık) eder kendini nasihatten müstağni görmekle !" (Alak, 96/6-7)

İnsan, üzerindeki nimetin hakkını tanımaz, şükrünü eda etmez, yahut gördüğü nimetleri ulaşmış olduğu feyizleri hesaba almaz, ona karşı görevini yapmaz, unu­tur da hep uğradığı musibetleri ve güçlükleri, zorluktan anarak şikayet ve itiraz eder durur.

Aslında kendisi de buna şahittir, Yani başkaca delil ve ispata ihtiyaç yoktur. İn­san, öyle olduğuna kendisi şahitlik eder. Zira o nankörlük eseri onun üzerinde o kadar aşikardır ki kendi hallerini kalp gözü ile inceler; kölesine, uşağına ve idaresi altında olanlara karşı muamelesini bir düşünürse, kendinin Rabbine çok nankör­lük etmekte bulunduğunu, inkar edemez, kendi vicdanında itiraf eder.

Gerçekte insan, dünya malını çok sevdiği için pek katıdır. Mala, hayır denme­sinin sebebi; insan yaratılışının ona meyledici olmasından, dünya menfaati bulun­masından dolayı çoğu insanın onu mutlak hayır gibi zannetmesidir ki burada, o zannetme kötülenmiştir.

Mal ve serveti mutlaka "hayır" sanarak sevdiği için cimridir, sıkıdır. Allah için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, genel menfaatlere hizmet etmek istemez, kıskanır.

Malı ve dünya menfaatini sevmekte çok kuvvetlidir. Onu kazanmak, eline ge­çirip toplamak hususunda güçlüdür, hırslıdır. Fakat onun hakkını, şükrünü ödeme­ye, Allah için kulluk etmeye gelince zayıflığını ileri sürerek on para vermek iste­mez, kaçınır da kaçınır, nankörlük eder. İnsan, hayır işlere sevgi beslemez, onlar­dan zevk almaz, sıkıntılı olur, canı sıkılır, mal ve bedene ait bir teklif yapılınca hoş­lanmaz, zoruna gider, sertleşir.

Teminler olsun ki

pek nankördür o insan, Rabbine

ve o kendi şahittir buna

 

ve sevdiği için serveti, katıdır çetindir ona !" (Adiyat 100/6-8)

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ