Eğitim felsefeleri iç inde insan anlayışı, körlerin fili tanımlama çalışmalarındaki gibi parçacı ve o oranda da gerçekten uzaktır. İnsanı eğitebilmek için onu iyi tanımak gerekir. Batıda deneme yanılmalarla yapılmış tanıma çabalan bize göre parçalıdır. önemsiz değildir ama bütün halinde algılanıp ona göre davranılması tabi daha anlamlı ve faydalıdır. Hiç bozulmamış, insan eli değmemiş kitaba sahip bir ümmet olarak insanı potansiyel ve bütün, yekvücut bir halde tanıyabilmek hususunda çok büyük bir nasibimiz var. Ancak biz bunu iyi değerlendiremedik, kitabımızdan bu noktada yeterince istifade edemedik İnsanı en iyi tanıyan, onun dilinden en iyi anlayan öncelikle onu yaratandır. Biz de onun bizi anlattığı, insanı tanıttığı ifadeleri küçük tefsirleriyle beraber aldık Şimdi bunları size aktarıyoruz.
Bolluk anlan, insana çok şey unutturur. Kendini zengin görme, başkasına muhtaç görmeme, insanı azdırır.
"İnsana bir sıkıntı dokundu mu; yanı üzereyken veya otururken veya dikilirken bize dua eder durur; derken kendisinden sıkıntısını açıverdik mi sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için yalvarmamış gibi geçer gider." (Yunus, 10/12)
"Onlar ki ayakta ve otururken ve yanları üzerinde hep Allah'ı zikrederler. Ve göklerin, yerin yaratılışında fikrederler, göklerin ve yerin-akıllan hayretler içerisinde bırakan-yaratılışının keyfiyet ve hikmeti üzerinde tefekküre girişirler." (Al-i İmran, 3/191)
İnsan; yatma, oturma, ayakta olma hallerinden başka hallerde bulunamaz. Kendisine sıkıntı dokunduğunda, o bütün dünyasıyla Allah’a yalvarır durur. Sıkıntısının derecesine göre de ya yatarken ya otururken ya da ayakta iken dua eder.
İlerisi hakkında bütün ümidini keser. "Allah, yine verir." demez, geçmişi de hemen unutur. "Bugün vermediyse dün verdi ya." demez, şükretmez, büsbütün bir nankör kesilir, hepsini inkara gider, küfürler eder, tövbe ve istiğfar (bağışlanma dileği) aklına gelmez. Hasta iken iyileşir, züğürt iken zenginleşir, hor hakir iken izzetli oluverirse "Herhalde o kötülükler gitti." der, bir daha sıkıntılar gelmeyecek zanneder. Şımarık ve şımarıklığın övünç vesilesi yapan kimsenin hatırına Allah korkusu gelmez, ferahlı ferahlı gururlanır.
Nimete şükür yerine ona buna iftihar eder, övünür. İnsan, kısa görüşlü, aceleci, sadece içinde bulunduğu anı yaşayan, bu anın duygulan etkisinde kalan, ne geçmişini hatırlayan ne de geleceğini düşünen bir yapıdadır. İyilikten umudunu çabucak keser. İyilik, bağış olmasına rağmen alınınca hemen nankörlük eder. Ancak nimete ve sıkıntıya sabredenler, iyi işler yapanlar böyle değildir.
"Ve şayet insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra da onu ondan alıverirsek, şüphesiz ki o çok ümitsizdir, nankördür ve şayet ona dokunan bir zarardan sonra, bir saadet tattırıverirsek -herhalde benden bütün musibetler (kötülükler ) gitti- der ve şüphesiz sevinir, övünür." (Hud, 11/9-10)
İnsan, Allah'ın saymakla bitmeyecek derecede çok olan nimetini yerli yerinde kullanmamakla çok zalim, nimetini görmezlikten gelerek ve başkalarına da göstermeyerek çok nankördür.
"Hem size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi; öyle ki Allah'ın nimetini saysanız onu bitiremezsiniz. Her halde insan çok zalim, çok nankör." (İbrahim, 14/30)
İnsan fıtratı, kendine zarar dokundu mu bütün açıklığıyla ortaya çıkar, üzerindeki örtüler düşer, perdeler yok olur ve kuruntular dağılır. Böylece Rabbine yönelir ve yalnızca onun önünde eğilir. Başındaki belayı ondan başka kimsenin gideremeyeceğini kavrar ve aracıların yalan olduğunu bilir. Ancak başındaki bela gittiği, yerini refah ve bolluk aldığı zaman, o insan tekrar döner ve bunları unutur.
"İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakit Rabbine öyle dua eder ki, bütün gönlünü ona vererek! Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden dua ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allah’a eşler koşmaya başlar." (Zümer, 39/8)
Kendisine vereni görmez ve kendi bilgisi sayesinde kazandığını söyler. "Bu işte profesyonel olursan kazanırsın. Ben bu işin profesyoneliyim."vb. sözlerle Karun'a benzeyip bilgisine güvenerek rızık veren Allah’a karşı kör olur.
"İnsana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşediverdiğimiz zaman da "O bana bir bilgi üzerine verildi.nder.n (Zümer, 39/49)
Bir damla sudan yaratılan insan, iddiasını destekler nitelikte sebepler öne sürme ve tartışma gücüne sahiptir.
"İnsanı bir damla sudan yarattı. Bir de bakarsın ki o, çenebaz bir tartışmacı kesilmiştir." (Nahl, 16/4)
"Görmedin mi insan, biz onu bir damla sudan yarattık da o şimdi çeneli bir çekişken kesildi." (Yasin, 36/77)
Bilmeyerek işin bir an önce olması için acele eder. Bazen de şer ile karşılaşacağını bildiği halde yine de işin olmasını ister. Bir şeyin vaktinden önce acele olarak geçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmekle azarlanır. İnsan, peşincidir; daha fazla peşine heves eder. Ahireti dünyada görmek ister. Büyük ücrete önem vermez. Acıklı azabı hesaba almaz. Acele ettiği şeyde iyilik ve kötülüğü birbirinden ayırmaz, sıhhatli düşünemez, sonucunu gözetmez.
"İnsan, şerri öyle davet ediyor ki hayra davet eder gibi. İnsan pek aceleci olmuştur." (Isra, 17/11)
Sıkıntıdan kurtulunca insan, yine o insandır. Ayaklan yere basınca her şeyi unutur. Heva, heves ve cinsi arzulan kendini çember içine alır. Sıkıntıların parlattığı fıtrat bu arzuların kirleriyle yine kapanır.
"Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız vakit, onunla ferahlanır ise de kendi ellerinin takdim ettiği sebeplerle başına bir fenalık gelirse, o vakit insan hepsini unutan bir nankördür." (Şura, 42/48; Hac, 22/66; Zuhruf, 43/15; Isra, 17/67)
İnsan nimeti vereni hatırlamaz, ona hamdetmezse şımarır, yoldan çıkar. Ona bağlanmayanlar, onun rahmet ve lütfuna sığınmayanlar, ona güvenip iyimser olmayanlar bir kötülükle karşılaştıklarında ümitsizliğe düşüp çırpınırlar.
"Öyle ya, biz insana nimet verdiğimiz zaman aldırmaz, yan büker; kendisine şer dokunduğu zaman da pek umutsuz olur." (Isra, 17/83)
Hayatın iyilik ve kötülük gibi iki kutbunu hep olumsuz , kötü bir sonuçla nihayete erdirir. Nimeti inkar eder, görmezlikten gelir, bollukta gururlanır, sıkıntıda da bağırır, çağırır, ümitsiz olur. Her halükarda sergilediği iki davranış da olumsuzdur. "Evet, insana nimet verdiğimiz vakit yan büker, başının tuttuğuna (burnunun dikine) gider de kendisine şer dokunuverdi mi artık enine boyuna duaya dalar." (Fussilet, 41/51)
İnsan kendi uyarına göre (din, tabiat adet huy niyet seciye üzere) hareket eder. Kendi hal ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Kendine ait duygularla amel eder.
"Her biri kendi uyarına göre hareket ediyor." (Isra, 17/84)
İnsanın gönlüne giren cimrilik, Allah’ın rahmetini engeller ve kendisine ulaşan rahmetle insan cinsine cimrilik eder. Allah’a karşı cimridir ve toplumdaki insanlara karşı cimridir.
"Deki eğer Rabbim’in rahmet hâzinelerine sahip olsaydınız o zaman harcamak korkusuyla tutar, kimseye bir şey vermezdiniz. İnsan bir de pek cimri olmuştur." (Isra, 17/100)
Kur’an'da her şey iyice açıklandığı halde insan buna rağmen tartışma, cedel yoluna gider. Su götürmez gerçeklere karşı cedeli elden bırakmaz. Hayatındaki her şeyde cedelci yönünü gösterir.
"İnsan ise cedelce her şeyin ekseri (çok tartışmacı) olmuştur." (Kehf, 18/54)
İnsan dirilişten şüphededir. Ahiret endişesi taşımadığı için ömrünü sorumsuzca tüketir. Yegane hayat olarak önündeki dünya hayatını gördüğü için bütün planlarını ona göre yapar ve diriliş olayına da yabancı kalır.
"İnsan diyor ki: Her ne zaman ölürsem, ileride mutlak diri olarak çıkarılacak mıyım ? Ya o insan hiçbir şey değil iken, bizim kendisini yaratmış olduğumuzu düşünmez mi ?" (Meryem. 19/66-67)
Zulme, haksızlığa çok meyillidir. Allah'ın ve onun kullarının hukukunu yüklendiği halde layıkıyla yerine getirmeyip kendine yazık eder. Sonunun ne olacağını bilmediği için zalimlik eder. Cahildir, çünkü bu zavallı insan kimseye hesap vermeyeceğini zanneder. Zalimdir, çünkü kendisinin ve başkalarının akıbetini, felaketini hazırlamaktadır.
İnsan, kapasitesini bilmeyen bir cahil olduğu için kapasitesinin üstüne çıkmakla ve altına inmekle kendisine ve başkalarına zulmeder. Başkalarına, insanlığa daha fazla yaran dokunacakken kapasitesini bilmediği için zulmeder.
"Evet, biz o emaneti, göklere, yere ve dağlara arz ettik; onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahildir” (Ahzab, 33/72)
İçi sıkılır, üzülür, Allah'ın rahmet ve yardımından ümidini keser İnsan çok zor durumda Allah'a yalvaran, rahata erdiğinde Allah’ı unutan ve kibirlenendir.
"İnsan, hayır istemekten usanmaz da kendisine bir şer dokunursa hemen ümidi keser, ümitsizliğe düşer. Şayet ona dokunan bir sıkıntıdan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırırsak mutlak der ki: "Bu benim hakkımdır ve zannetmiyorum ki kıyamet saati gelsin" (Fussilet, 41/49-50)
Arzu ve hevesler eşyanın tabiatındaki hiçbir şeyi değiştiremezler. Eşyayı değiştirme gücü dünya ve ahirette Allah'ın kudretindedir. Nefsin arzu ve istekleri ise gerçekleri değiştiremez. Sadece insan heveslerine kapılıp sapıtır.
"Yoksa var mı insana her kurduğu hülya ?" (Necm, 53/24)
İnsan, çabukluk, tahammülsüzlük, mızıkçılık, şiddet, hırs gibi huysuzluk ifade eden vasıflara sahiptir. Kendisine bir ağrı, bir sıkıntı, bir yoksulluk, hastalık gibi bir acı dokundu mu kıvranır, sızlanır, feryat eder, dayanamaz, başkalarından medet bekler. Bir servete, bir makama kondu mu, sıhhate kavuştu mu hırsından, kıskançlığından kimseye bir şey vermek istemez. Ağladığı günü derhal unutur. Hayra engel olmak için sımsıkı bir afacan kesilir.
Eline geçeni toplayıp, yığmaya, saklamaya çalışır. Çünkü o kişi, kendisine azim verecek ümit ve emel aşılayacak kuvvetli bir dayanağa sırtını vermemiştir. Elde ettiği hayrın kendi kazanç ve çalışmasının sonucu olduğunu zanneder. Başkasını kıskanır. Sırf kendisi için biriktirir. Mülkün esiri olur. Çünkü rızık konusundaki gerçeği bilmemektedir.
O, hırsına düşkündür. İnsana kötülük dokunduğunda büyük bir hüzne kapılır ve bu hüzünle her şeyden ilişkisini keser.
"Hakikat o insan huysuz, tahammülsüz yaratılmıştır; şer dokundu mu mızıkçı, hayır dokundu mu kıskanç, engelleyici!" (Mearic, 70/19-21)
İnsan psikolojisinde geleceğe dönük tereddütler (helu) vardır. İstikbal endişesi, dünyayı har vurup harman savurmak isteği sebebiyle, ahireti ve orada sorgulanmayı hesaba katmak istemez.
"İnsan sanır mı ki derleyemeyiz kemiklerini ?" (Kıyamet 75/3)
İnsan, şehvetlerinden, günahlarından, lezzetlerinden ayrılmamayı, ileride onlara devam etmeyi ve hatta sonsuza değin isyan ve günah ile Rabbine karşı terbiyesizlik etmeyi ister. İnsan psikolojisi, toplumda hep kötülüklerin cirit atmasını, gözü önünde gerçekleşen olayların hep fücur (açık kötülük) olmasını temenni eder.
"Fakat insan; ister, önünde fücur etmesini." (Kıyamet, 75/5)
İnsan; ne yaptığını bilmeyecek bir bedenden ibaret değil, kendisini bilen, kendi kendini vicdanında duyan bir basiret, bir gözdür.
İnsanın hakikati, böyle kendine karşı bir basiret, bir kalp gözü olduğu için insan, kendinde olup biten, yani ruhuna, bilincine ilişmiş bulunan her şeyi duyar. Yaptığı fiil ve hareketlerine kendi vicdanında tanık bulunur.
"Her ne kadar mazeretlere öne sürse de ..."yaptığı işler hakkında hesap ve sorgu zamanında başkalarına karşı kendisini özürlü göstermek için türlü mazeretler açıklamaya kalksa da ne yaptığını, mazeretlerinin ne derece doğru olduğunu kendi nefsinde, kendi ruh ve vicdanında çok iyi bilir. Şu halde insanın hakikati, başkasına karşı görünen, söylenen değil; onun kendi nefsinde kendi vicdanında duyduğudur.
"Doğrusu insan, kendine karşı bir basirettir." (Kıyamet, 75/14)
"Adam sen de Allah kerimdir. İstediğini yap. Dünyada sana ettiği iyilik ve ikrarını, ahirette de eder." diyerek umursamamak, yanlış bir kıyas yaparak aldanmaktır. O lütuf ve ikrama layık olmadığını, onu hak etmediğini göstermektir. İnsan kendisine iyilikte bulunana karşı hemen lakayt olmaya başlar.
Bu gurura sebep üç şey vardın Şeytanın kötü bir şeyi güzel göstererek aldatması, cehalet ve olayın başlangıcında hemen ceza verilmediğinden dolayı affa aldanmaktır.
"Ey insan ! Ne mağrur etti Rabbine ki seni yarattı, düzenine koydu, tenasüp (uygunluk) ve itidal (denge) verdi." (Infitar, 82/6-8)
Dişinle tırnağınla tırmalar, kendisine etki edecek şekilde hayır veya şer bir işe emek vererek ciddiyet ve gayretle çalışıp çabalarsın. Bütün hayatında, ölüm ve ondan sonra, Rabbinin acı veya tatlı vereceği emrine doğru didinir durursun. İnsan, iyi ya da kötü bütün çalışmalarıyla Rabbine doğru gitmektedir.
"Ey insan ! Sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalar, nihayet ona mülaki olur (karşılaşılsın." (Inşikak, 84/6)
İnsan dünya zevklerini gözetir. Rabbi onu yükümlü tutar, ceza ve mükafat vermek üzere imtihan muamelesi yapar, görev yükler de bu sebeple ona ikram eder. Hoşuna gidecek talih ve mevki ile insanların karşısına çıkarır, onu nimete boğar, bol bol nimet ve mal ile rızkını çoğaltır, refaha erdirirse insan bunların imtihan konusu olduğunu düşünmez de "Rabbim bana ikram etti/'der.
Kayıtsız şartsız, mutlak surette kendisine ikramda bulunulmuş gibi haz duyar, sevinir. Kendisini Allah'ın sonsuza kadar ikramına mazhar kıldığı sevgili kullarından imiş gibi sayar. O yüzden büyük felaketlere düşebileceğini ve asıl ikramın ahiret- te olduğunu düşünmez. Ondan dolayı sorumluluğunu hesaba almadan zevk ve eğlenceye, taşkınlık ve fesada dalar, nankörlük yapıp hüsrana uğrar.
Rızkı daralınca da bunun hesapta hafifliğini ve ahirette ecir ve sevabının büyüklüğünü, dolayısıyla bunun başkaca bir ikram ve koruma olduğunu düşünmez de "Rabbim beni horladı."der. Rabbim bana hor baktı, beni küçümsedi diye gücenir.
Rızık az da olsa yine şükrünün bilinmesi gerektiğini ve azın kıymetini bilmeyenin çoğun kıymetini de bilemeyeceğini fark etmeyerek rızık darlığını kendisine sırf bir horluk ve hakaret kabul eder de Rabbinin diğer nimetlerini hiç hesabı katmaz. Çünkü bakışları fazilete değil, dünya zevkine çevrilidir.
İmtihan için olan rızık genişliğini, dünya refah ve nimetini mutlak ikram saymak da doğru değil; rızık darlığını mutlak hor görme ve hakaret saymak da doğru değildir. İkisi de birer imtihandır. Hüküm, imtihandaki başarıya göre neticede belli olacaktır. Belki ikram sanılan, kötülüğe götüren bir başarı ile neticede zelillik; horlama sanılan da bir koruma ile neticede ikram çıkacaktır.
s:
3
"Ama insan, her ne zaman Rabbi onu imtihan edip de ona ikram eyler, ona nimetler verirse, o vakit "Rabbim bana ikram etti." der; her ne zaman imtihan edip de rızkını daraltırsa o vakit de "Rabbim bana ihanet etti." der." (Fecr, 89/15-16)
İnsan, hayata bir anda kolaylıkla gelivermiş olmadığı gibi kolaylıkla geçip gidiverecek de değildir. O, ciğerlere işleyecek şiddetli bir sıkıntı ile kuşatılmış olarak ve ilahi yandım ile halden hale o sıkıntılar içinden geçirtilerek yaratılmış, hayata çıkarılmış, o suretle insan olmuştur.
Demek ki sıkıntı ve meşakkat içinden insanlık gayesine ermek, insan yaratılışının ayrılmayan bir vasfı, yaratıcının bir kanunu (adetullah)ıdır. Bu değişmez kanuna göre sıkıntı ve meşakkate dayanma, insanın yaratılışında bulunan bir özelliktir.
İnsan, birtakım merhalelerden geçirilerek yaratılmıştır ki hepsi sıkıntı ve meşakkattir. Babanın belinden geçerken, ananın kamında, sonra emzik zamanında, sonra ergenlik çağında, geçimliğini elde etmede, sonra da ölümde.
Dindeki sıkıntı ve zahmeti ise bolluk ve refah halinde şükür ile, sıkıntı halinde sabır ile uğraşmaktır. Ahiretteki sıkıntılar da ölüm, melek sorgusu, kabir karanlığı ve sonra da yeniden dirilme ve Allah’ın karşısına çıkarılış. Bu, cennetteki veya cehennemdeki yerini buluncaya kadar devam eder.
"Ben, (bugüne bugün ) yığın yığın mal yok etmişim." der. Bunu caka satmak üzere, gurur ve iftiharla söylüyor ve gösteriş için harcadığı mallan, kastediyor. Sarf etme ve harcama yerine telef etme tabirinin kullanılması, gerçek faydalar için sarf edilmeyip boşuna tüketilerek kaybedilmiş olduğunu anlatmak içindir.
Çünkü, zevk ve eğlence düşkünü olup parasını pulunu israf eden insanlar, bir fakirin kamını doyurmaktan hoşlanmaz da zevk, eğlence ve gösteriş için mal telef etmekle iftihar eder, bunu büyüklük zanneder. O, harcamadığı halde "Harcadım !"diyerek yalan da söyler.
"Hakikaten biz insanı bir meşakkat içinde yarattık" (Beled, 90/4)
Gerek dış görünüm ve cisim, gerek ahlak ve maneviyat itibariyle ruhani bakımdan insan; en güzel kıvama erebilecek en güzel bir biçimde yaratılmıştır.
İnsanın güzelliği, duygusuz olan şekil ve suretinde değil; duygusunda, özellikle "güzellik" denilen manayı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, en güzel yaratıcıyı ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemal sıfatlarını tanıyıp, onun ahlakıyla ahlaklanmış olmasındadır.
İnsan yaratılışının kıvamı ve aday olduğu olgunlaşma budur. İnsan ilk yaratılışında bu olgunlukta değil; fakat bu kıvama, bu olgunluğa, bu güzelliğe doğru ilerleme kabiliyeti verilmek manasına, en güzel biçimde yaratılmıştır,
"Sonra, onu, sefillerin en sefili yaptık." (Tin, 95/5)
Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine zayıflık ve hastalık, gençlik yerine ihtiyarlık, akıl yerine bunaklık ve cahillik, çalışma ve gayret yerine tembellik, bolluk yerine darlık, güçlük yerine zelillik, lezzet yerine elem ile bunaklık dönemine; oradan hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya; oradan dünyaya karşılık kıyamette cehenneme veya onun en alt tabakasına doğru reddettik
"Biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık" (Tin, 95/4)
İnsanoğlu muhakkak azar, haddini aşar, hakka karşı gelir, halka zarar verir kendini zengin, okumuş, bilgisine güvenmiş görünce artık ihtiyacı yokmuş, maksada ermiş görür. Bu sebeple azar, onun için kendini zengin görme de; Rabbinin ismiyle oku (veya Rabbinin ismini oku tüm mahlukatta, tüm yaratılmışlarda Halikın yüce mührünü, yüce ismini oku), tekrar tekrar oku !
"O, insana bilmediğini öğretti. İnsan muhakkak tuğyan (azgınlık) eder kendini nasihatten müstağni görmekle !" (Alak, 96/6-7)
İnsan, üzerindeki nimetin hakkını tanımaz, şükrünü eda etmez, yahut gördüğü nimetleri ulaşmış olduğu feyizleri hesaba almaz, ona karşı görevini yapmaz, unutur da hep uğradığı musibetleri ve güçlükleri, zorluktan anarak şikayet ve itiraz eder durur.
Aslında kendisi de buna şahittir, Yani başkaca delil ve ispata ihtiyaç yoktur. İnsan, öyle olduğuna kendisi şahitlik eder. Zira o nankörlük eseri onun üzerinde o kadar aşikardır ki kendi hallerini kalp gözü ile inceler; kölesine, uşağına ve idaresi altında olanlara karşı muamelesini bir düşünürse, kendinin Rabbine çok nankörlük etmekte bulunduğunu, inkar edemez, kendi vicdanında itiraf eder.
Gerçekte insan, dünya malını çok sevdiği için pek katıdır. Mala, hayır denmesinin sebebi; insan yaratılışının ona meyledici olmasından, dünya menfaati bulunmasından dolayı çoğu insanın onu mutlak hayır gibi zannetmesidir ki burada, o zannetme kötülenmiştir.
Mal ve serveti mutlaka "hayır" sanarak sevdiği için cimridir, sıkıdır. Allah için o malın hakkını vermek, hayra sarf etmek, genel menfaatlere hizmet etmek istemez, kıskanır.
Malı ve dünya menfaatini sevmekte çok kuvvetlidir. Onu kazanmak, eline geçirip toplamak hususunda güçlüdür, hırslıdır. Fakat onun hakkını, şükrünü ödemeye, Allah için kulluk etmeye gelince zayıflığını ileri sürerek on para vermek istemez, kaçınır da kaçınır, nankörlük eder. İnsan, hayır işlere sevgi beslemez, onlardan zevk almaz, sıkıntılı olur, canı sıkılır, mal ve bedene ait bir teklif yapılınca hoşlanmaz, zoruna gider, sertleşir.
Teminler olsun ki
pek nankördür o insan, Rabbine
ve o kendi şahittir buna
ve sevdiği için serveti, katıdır çetindir ona !" (Adiyat 100/6-8)