Acz; herhangi bir hadise, söz veya iş karşısında donakalmayı, eli-kolu bağlanıp bir şey yapamamayı, şaşakalmayı ifade eder. Bu anlamda ihtiyarlamış insanlar için de "acuz" kullanılır.
Mucize de; Allah’ın (cc) izni ve kudretiyle, hakkın ve azametinin ispat ve beyanı, peygamber elinde ve onun risaletinin bir delili olarak gerçekleşen, hiç kimsenin yapabilme kudretinin olmadığı, harikulade-adet olanın en mükemmeli olarak cereyan eden vakıaya isim olmuştur. Kur’an-ı Kerim ve hadis ıstılahında mucize kelimesi bu anlamda kullanılmamış, sadece sözlük anlamı olan "aciz bırakma" anlamında kullanılmıştır. Bunun yerine; ayet, beyyine ve sultanı mubin kelimeleri, yerine göre mucize kelimesinin anlamını yüklenir. Mucize kelimesi, halef uleması tarafından, yukarıda belirtilen anlamı kazanması için hususi olarak literatüre kazandırılmıştır.
Bundan şunun anlaşıldığını düşünüyoruz: Ayet, beyyine ve sultan kelimeleri, kendilerine özgü anlamlan yanında bazen de mucize kelimesi yerinde kullanıla- gelmiştir, lâkin her zaman değil.
Ayet; hüccet, delil, hak ve gerçek olanın göstergesi. Dumanın ateşin bir ayeti olması, kainattaki dengenin bir olan Allah'ın (cc) delili olması gibi.
Beyyine; ispat açıklama. Hakkı beyan ve ispat edecek açıklama, kati olan kelimelerle ispat
Sultan; güç, kudret, burhan, delil. Sultan-ı mübin; galebe ve istilayı içeren kahir ve apaçık delili ifade eder. Hz. Musa (as)ın Firavuna karşı gösterdiği mucizeler gibi.(l 1/96-97)
Bu üç kelime izah edilen manalarıyla mucize kelimesini kuşatırlar.
Kelimenin sözlük anlamında kullanılışına misal;
"Her kim Allah’ın davetçisine icabet eylemezse, arzda [Allah’ı] aciz bırakacak değildir ve ona onun berisinden sahip çıkacak veliler de yoktur." (46/32)
Bu açıklamalardan sonra yazımızın devam eden kısmında, Kuranın geniş anlatım ifadesini yakalayabilmek için, resul üzerinde gerçekleşen için mucize, diğerleri için de AYET kelimesini kullanmayı uygun gördük.
Mucize getirmek, Allah’ın izn-i kaydına bağlıdır
Ne resulün ne de diğer insanların herhangi bir dahli/etkisi söz konusu değildir. Bu haliyle mucizede, Allah'ın (cc) azametine işaret ve mahlukatı, kul olmanın ötesine göz dikmemesi yönünde ikaz/tehdit anlamı mevcuttur.
"Hiçbir resulün, Allah'ın izni olmadıkça bir ayet getirmesi haddi değildir. Her ecel için bir yazı vardır." (13/38)
"Resulleri onlara 'Evet' dediler; ‘ biz sizin gibi bir beşerden başka bir şey değiliz velakin, Allah kullarından dilediğine nimetini İhsan buyurur ve Allah'ın izni olmadıkça size bir sultan getirmek bizim haddimiz değildir."( 14/1 I)
"Bir de ‘Rabbinden bir ayet getirse ya!' dediler. Ya kendilerine evvelki kitaplardakinin beyyinesi gelmedi mi ki?" (20/133)
"Fakat o (Kur’an) kendilerine ilim verilmiş olanların sinelerinde parıldayan parlak ayetlerdir ve bizim ayetlerimizi ancak zalimler inkar eder. Nitekim ‘Ona Rabbinden ayetler-mucizeler-indirilse ya.’ dediler. De ki 'O ayetler hep Allah'ın indindedir, ben ancak açık bir uyanayım.' Yetişmedi mi daha onlara ki sana kitap indirdik, karşılarında okunup duruyor? Şüphesiz ki onda iman edecek bir kavim için muhakkak bir rahmet ve ilahi bir ihtar var." (29/49-51)
Mucizeler, mutlak hidayet vesilesi değildir
"Yine o küfredenler diyorlar ki: 'Ona Rabbinden bir ayet-mucize- indirilseydi yal’ De ki: Hakikat, Allah dilediği kimseyi şaşırtıyor, kim de gönül verirse kendine hidayet buyuruyor." (13/27)
Kur'an, müminlerden mucizeleri, hidayetin celbi ve inmesine vesile olarak görmemelerini ister. Tam olarak mutlak hidayet Allah katındandır.
Sunnetulahı-Allah'ın (cc) tabiattaki cereyan eden mevcut kanunlarını- insanların kalplerini hidayete açmalar, hakkı görmeleri için bir yol olarak sunar-tavsiye eder.
Bu anlamda ilk vahyin sunuluşu- ki " ikra’" emri aslen kainatın okunması ve seyredilmesini emneder ve Mülk suresinde bakışların göğe yöneltilmesi ve dahi kevni/yaratılışla ilgili ayetlerin tamamı hep aynı hedefi amaçlar. Bu cihetle yenden göğe, insandan hayvanlara tüm mevcudiyet; yaratanını işaret ve ona davet etmesi hasebiyle birer ayettir. Akl-ı selim olan insan için elbette ateşin yakmaması, okun batmaması nevinden bir ayete ihtiyaç yoktur. Ne var ki bu tür ayetler, bir çok insanın kalp damarlarının hidayete açılmasına da vesile olmuştur.
"Bir Kuran, onunla dağlar yürütülse veya onunla arz parçalansa veya onunla ölüler konuşturulsa .Fakat bütün emr Allah'ın. Daha iman edenler, kafirlerden ümidi kesip anlamadılar mı ki Allah dileseydi elbette insanlara hep birden hidayet buyururdu? O küfredenler, onların kendi sanatlarıyla-yaptıklarıyla başlarına musibet inip duracak veyahut yurtlarının yakınına konacak; nihayet Allah'ın va'di gelecek! Allah sözünden caymaz."( 13/31)
"Sen adeta kendine kıyacaksın mümin olmayacaklar diye! Dilersek üzerlerine semadan bir ayet indiriveririz-tenzil-de ona boyunları eğile kalır." (26/3-4)
"Eğer onların omuz dönmeleri sana pek ağır geliyorsa, haydi yerin dibine inecek bir baca veya göklere çıkacak bir merdiven arayıp ta onlara bambaşka bir ayet getirmeye gücün yettiği takdirde hiç durma! Allah dilemiş olsaydı elbette onları hidayet üzere toplardı; o halde sakın cahillerden olma!
Sade işitmesi olanlar davete icabet eden ölülere gelince, onları Allah diriltir, sonra hepsi onun huzuruna çıkarılırlar.
Durmuşlar da 'ona bambaşka bir ayet indirilse ya' diyorlar. De ki: ‘Şüphesiz Allah öyle bir ayeti/mucizeyi indirip durmaya kadirdir velakin ekserisi bilmezler." (6/35-37)
Mucizeler, toplumların normal gelişim süreçlerinin dışında hadiselerdir. İslam, kurmayı amaçladığı ahlak medeniyetini mucizelerle gerçekleştirmeyi hesaplamaz. Mucizeler birer şoklama hüviyetindedir, katılaşmış ve mühürlenmenin sınırındaki kalpler için. İstenilen cevap verilmediği takdirde sonu helak olan bir şoklama. Gökten sofra indirilmesini isteyen Havariyyuna karşı ayetin İhtarı iyi düşünülmeli.
Kuran; peygamber ve müminlerin, mucizeyi tebliğ usullerinden birisi olarak görmemelerini ister.
Hz. İbrahim (as)'ın ölülerin diriltilmesini müşahede etmek istemesi, Havarilerin gökten kendilerine bir sofranın indirilmesini istemeleri vb. hadiseleri, kalplerin itminanlığı-sükun, huzur, yatışma ve olgunlaşması- mahiyetinde değerlendirmek gerekir.
Mucizelerin mahiyeti, gösterildiği zamanın insanlarının dikkatlerini daha çok teksif ettikleri alanlarda olagelmiştir.
Sihrin yoğun olduğu Musa (as) döneminde onu alt edici, tıbbın yükseldiği Isa (as) döneminde tedavi mahiyetinde, edebiyatın dorukta olduğu dönemde Kuran ile insanların karşısına çıkmıştır mucizeler. İleriki çağlarda çeşitli ilimlerin önünü açan bir özelliğe de sahiptirler
Mucizeler, resul ve etrafındaki bir avuç inanan için Rabbani eğitimin bir parçası olma misyonunu da üstlenmiştir. En sıkıştıkları, sabra ve zafere en çok ihtiyaçları olduğu dönemlerde Allah'ın (cc) mucizesi, kendilerine lütf-ü keremini tadarak imanın sıcaklığını yüreklerinde hissettiler.
Hz. Peygambere (sav) Kuran-ı Kerim'den başka mucize verilmediği yönünde ortaya çıkan iddiaya delil olarak aşağıdaki ayet serdedilir
"O istenilen ayetler -mucizeler-göndermekten bizi meneden de onları evvelki ümmetlerin yalanlamalarından başkası olmadı. Semud'a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de onunla kendilerine zulmettiler; halbuki biz o ayetleri ancak korkutmak için göndeririz." (17/59)
Bu görüşün sahipleri, Kuran ve siyerde zikredilen diğer mucizeleri bu tekile! yaklaşımla tevile mecbur kaldı. Miracı rüya, ayın yarılmasını göz yanılması gibi yorumlarla açıkladılar.
Kaldı ki bu ayet üzerinde daha açık bir şekilde düşünüldüğünde bile bu iddianın sağlıklı temellere oturmadığı görülecektir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, ilgili ayetin tefsirinde özetle şunları ifade eder.
Ayat yani kudreti ilahiyeye delalet eden alametler üç kısımdın
-Bir kısmı her şeyi kuşatır, bu alimlerin fikridir. Her şeyde bir ayet vardır ki Allah'ın vahid olduğuna delalet eder, mevcudiyetin tamamı böyledir.
-Bir kısmı şimşek, ay ve güneşin tutulması gibi adet olan olaylardır ki avam-halkın fikri de bundadır.
-Bir kısmı da harikuladedir, ki mucize ve keramet bu kabildendir. Bunlara ayat- ı mukteraha denir yani insanların ısrarlı istekleri sonunda tecelli eder ki yalanlandığında helak azabı vacip olur, Semud kavminin helaki gibi.-Havariyyuna yapılan İhtan hatıriayabiliriz.-
Ayetteki ayat, işte bu kabilden olan ayete işarettir. Burada gönderilmekten kaçınılan ayat nihayeti helak olan ayettir ki ayetin devamında da görüldüğü gibi Resul-u Zi Şana (sav) verilen ayat "tahfıf-korkutma" kabilinden ve azap muradı ilahi olmadığından dolayıdır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili Ahmed, Nesei, Hakim ve Taberani rivayetleri de bu görüş üzeredir."
Tenzih o Sübhan’a ki kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya isra ettirdi geceleyin yürüttü, götürdü- ona ayetlerimizden gösterelim diye. Hakikat bu, odur o İşiten-Gören."(l7/I)
Namazı miraç kılıp, maddi bedenimizi manalar alemine yükselten, ayetlerini zerremize kadar hissettiren Vahhab-ı Müteal olana nihayetsiz hamdele...