İsmail Yılmaz
Hiç şüphesiz Allah Teala tek hüküm koyucudur ve ondan başka ilah yoktur ve yine bir gerçektir ki hiçbir kulun diğer kullar üzerinde kendi tasarrufu ile hükmetme yetkisi yoktur. Bu hakikati Kur'an-Kerim şöyle ifade eder. "Hüküm ancak Allah'ındır.” (Yunus, 10) Bu konuda bütün Müslümanlar aynı görüştedirler ve yine Cenabı Hakkın hükmüne kesin olarak uymanın vacip olduğunda da ittifak halindedirler. Sonra ilahi hükümler Allah’ın zatına ait nefsi hitaplar olduğundan bizim bir delile ve işaret olmazsızın bu hükümlere muttali olmamız mümkün değildir. Bu sebeple Allah bize hitap ettiği hükümleri bilmemiz veya kesin bir kanaatle hükmün dayanağını bilip amel etmemiz için önümüze kitap, sünnet, icma, kıyas gibi delil ve işaretler koymuştur. Buna göre sünnetin delil olmasının manası şudur Sünnet Allah’ın hükmüne bir delil olup bize ilahi hükmü bilmede yakın ilim ve kanaat verir, onu bize izah eder ve kapalı yönlerini açıklar.
Birinci kanıt Resulüllah'ın (sav) masumiyeti.
Ümmetin icması ile Resulüllah (sav) tebliği zedeleyecek şeyleri kasten yapmaktan masumdur. Yine sahih bir görüşe göre bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten de korunmuştur. Onun bu alanda hataya düşmesini kabul edenler böyle bir durumda Allah Teala tarafından hemen uyanlması ve tasvip edilmemesinin şart olduğunda icma etmişlerdir.
İşte bu şekilde Hz. Peygamber (sav)’in Kuran hakkındaki: "Bu Allah’ın kelamı- dır.”sözünün delil oluşu sabit olur. Yine hadisi şerifte geçen: "Dikkat edin, bana kitap ve beraberinde benzeri verildi. Ensesi kalın, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size: "Bu Kur’an’la amel vaciptir. Onda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuzu haram sayın, başka şeye bakmayın." demesi yakındır. Gerçek şu ki peygamberin haram kıldığı Allah’ın haram kıldığı gibidir." (Ebu Davud, Tirmizi) sözünün delil oluşu bu şekilde olmuştur.
Bütün bu haberler yalandan korunmuştur. Bu da gösterir ki vahiy iki kısımdır. Birincisi, Kur'an-ı Kerim'dir ki o, tilavetiyle ibadet yapılan muciz bir kelamdır. İkincisi de hadis-i kutsi ve hadis-i nebevidir ki manası vahye, ifadesi Hz. Peygamber'e(sav) dayanır. "O kendi heva ve hevesinden konuşmaz. Konuştukları ancak vahiydir." (Necm, 3)
Bütün bunlar Allah katından olunca hepsi kıyamete kadar halkın önünde duran deliller olmaktadır. Mezkur ifadelerden anlaşılan şu ki Hz. Peygamberin (sav) dini tebliğle ilgili haberlerinde masum oluşu bütün sünnet çeşitlerinin delil olduğunu ispat etmede tek başına bize yeterlidir. Şu halde Hz. Peygamberin (sav) tebliğe ait haberlerin dışında tebliği zedeleyecek şeylerden korunmuş olması onun bütün davranış, tasvip, emir ve nehiylerinde bizzat delil olmasını gerekli kılmakta. Bunun için başka bir habere ihtiyaç duyulmaktadır. Yine bilinmeli ki Resulüllah (sav) günah işlemekten korunmuştur. Eğer bizler Resulüllah’ın (sav) masumiyetine şüpheyle bakarsak o zaman Allah'ın (cc) kitabı olan Kur'an’a da şüpheyle bakarız. Çünkü Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu bize haber veren Resulüllah'tır(sav).
İkinci kanıt Ümmetin sünneti kabulü.
Peygamberin vefatından günümüze dek geçen zaman diliminde, ümmetin tümüne yakını, alimi, cahili, avamı, havassı bütününe yakını sünneti dinde ikinci kaynak olarak kabul etmiş ve onunla amel etmişlerdir. Sünnete karşı çıkanlar veya eleştirenlere baktığımızda karşımıza şu nesebi gayri sahih kişiler çıkmaktadır zındıklar, müsteşrikler, onların talebeleri veya heva ve hevesine uyan kimseler.
Sünnetin delil oluşunun en büyük delillerinden birisi belki de ümmetin sünnete sımsıkı sarılması, onu uygulamasıdır.