İSLAM’I ve HAYATI ANLAMAK - rahle.org

İSLAM’I ve HAYATI ANLAMAK - rahle.org

İSLAM’I ve HAYATI ANLAMAK


Facebookta Paylaş
Tweetle

Mehemmed Karamolla

Saadet döneminin güzel insanları sahabe-i kiram, cahiliyenin adet, gelenek, gö­renek, hayatı algılayış ve varlığı okuyuş şeklini kendi hayatlarından uzaklaştırmayı, islami bir hayat ve bu hayatın hakim olduğu bir dünyanın oluşturulmasındaki te­mel tavır olarak görüyorlardı. Bu tavrı şu iki esas üzerine bina ediyorlardı:

-Cahiliyeye ait bütün alışkanlık, algılama tarzı ve yaşam biçimini terk etmek;

-Resulüllah'ın (sav) kendilerine ulaştırdığı vahiy çerçevesinde hayatlarını kur­mak ve kurgulamak

Resulüllah'ın (sav) ulaştırdığı her yeni vahiy, sahabenin hem ruhi gelişmeleri yönünden, hem de pratik hayatlar bakımından vahye özgün Müslümanca bir ha­yat ve dünyanın oluşturulmasında yeni bir dönemi teşkil ediyordu. Söz konusu hal her gün bir aşaması tamamlanan, her inen vahiyle kemale yürüyen bir hayatın, yepyeni bir hayatın, o dönem insanına-her dönemin insanına-sunduğu orijinal bir yöntemdi.

Söz konusu ruhi gelişmenin ve pratik hayatın oluşturulmasında dikkat edilen ve özellikle üzerinde durulan şey, bu ameliye Müslümanca ve vahyin kriterlerine uygun olmasıydı. Bu ameliyenin İslam dışı kaynaklardan ve yöntemlerden tüm bu­lanıklıklardan, anlaşılmazlıklardan, Tatmayan bilmez" ucubeliklerinden, seçkin sınıflar oluşturmaktan uzak, temiz ve saf bir akideye dayanan, kolay ve pra­tik bir ameliyedir.

Yukarıdaki iki esasa binaen Saadet Asrında Islama giren her insan, terk ettiği hayatın cahiliyeye ait bir hayat olduğunu bildiği için, kendisini, Müslümanca bir ha­yat oluşturma zorunluluğunda görüyordu. Bu zorunluluk onu İslam tarafından S reddedilmiş cahiliyenin tüm adetlerine, algılayışlarına kavrama yöntemlerine, inşasına dönük zahir batın ikilemciliğine düşmekten ve bulaşmaktan uzak tutuyordu. *2

Yine bu zorunluluk, Saadet Asrının insanını cahiliyeden İslam’a geçtiği bir ha­yattan bir başka hayata kendini aktardığı, geride bıraktığı hayatı gözü arkada kalmamacasına bütünüyle terk ve reddettiği anlayışına götürüyordu. Yine Saadet Asrının insanı, içine girdiği, kabul ettiği ve teslim olduğu hayata ise, karşısına çıka­racağı tüm zorlukları ve ne olursa olsun bütün şartlan karşılamaya, göğüslemeye razı olarak girdiğinin bilincindeydi.

Kendilerini tamamlanmış bir dinin mensubu olarak bulan Saadet Asrı sonra­sındaki insan ise, yaşadığı dünyayı esas alınca dini, yaşadığı pratiklere uyarlamaya başladı. Ve ayrıca dini, .uyarlanan pratiklere göre kurgulamaya yöneldi. İşin daha da kötüsü bu durum, vahyi terbiyeden geçmemiş geniş kitleler için bir alışkanlık haline geldi. Müslümanların bütün bir tarihi, bu alışkanlığı terk etmek, ortadan kal­dırmak isteyenlerle, bu alışkanlık üzerine kendini tesis etmek isteyen vahiy harici anlayışların mücadeleleriyle doludur.

Söz konusu zihni alışkanlık klasik dönemler haricinde içinde bulunduğumuz modem zamanlara da modem bir görünüm ve ifade biçiminde yansımaktadır. Artık din, ne ise o olarak değil ve fakat modem insanın-Müslümanın-zihin kon­forunda dine atfettiği ve din olarak algıladığı görüşe göre tanımlanıyor. Böylelik­le İslam'ın temel esas ve kabulleri, pratik hayat biçimi, siyasal tavırlar, tertemiz akidesi ve salih amel bilinci dahil yekpare bir hayatın her alanı, az önce ifade edi­len modem insanın-Müslümanın-dini algıladığı görüşe uygun olarak yorumlanıyor. Bu algılama biçiminin bir sonucu olarak İslam, klasik dönemlerin moda anlayışlarına ve çevresel etkilenmelerine nasıl eklemlenmiş ve uzlaştırılmışsa modem za­manlarda da moda akımlarla ve izlerle de aynı şekilde eklemlenme ve uzlaştırılmaya uğramıştır.

Bu uzlaştırmanın en son ve en yeni şekli, demokrasilerin seküler, din dışı be­şeri hayat tarzıyla uzlaştırma şeklidir. Güç olarak zaafa uğramış ümmetin sahih ve evrensel Islami hayat anlayışlar, cahiliyenin küreselleştirdiği dünyada demokratik söylemlere ve metotlara dönüşmekte.

Geldiğimiz nokta da bugün, endişe sahibi olduğunu, İslam’ı hayatlarında esas aldığını söyleyen ve onu önemseyen ve ciddiye aldığını iddia eden her Müslüman, İslam'ı nasıl algıladığını kendisine sormak zorundadır.

Din;

-seküler, beşeri bir hayat derecesinde mi algılanmakta,

-hayattan kopuk, her yönüyle mücadeleden kaçık, Hristiyanlıkvari mistik bir derecede mi algılanmakta,

 

-yoksa her yönüyle her şeyin, hayatın ve ölümün kendisiyle sınandığı ilahi kö­kenli bir gerçeklik mi? Saadet Asrının Müslümanı ile sonraki dönem-klasik ve modern Müslümanlarının tavırlarını karşılaştırmamız, biz yaşayan Müslümanlar için bu soruların doğru cevaplarını bulmada yolumuzun işaretlerini ortaya çıkaracaktır.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ