KLASİK AHLÂK METİNLERİNDE EV YÖNETİMİ - rahle.org

KLASİK AHLÂK METİNLERİNDE EV YÖNETİMİ - rahle.org

KLASİK AHLÂK METİNLERİNDE EV YÖNETİMİ


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Orhan ÇOLAK

 

Klasik amelî düşüncenin konu alanlarından biri de ev yönetimi olmuştur. Dosya konusu ile dolaylı olarak ilişkili olan bu alanda, modernlik öncesi İslam âlimleri ne düşünmüşler, meselelere nasıl yaklaşmışlar sorusu etrafından bu yazı şekillendi. İncelememiz, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından yakın dönemde yayınlanmış olan, Ahlâk-ı Adudiyye üzerine yazılmış üç şerhe dayanıyor. Ahlâk-ı Adudiyye, Adudüddîn el-Îcî (ö.1355) tarafından kaleme alınan pratik ahlâk felsefesine dair özlü bir metin. Eser öylesine muhtasar bir tarzda yazılmış ki sonraki dönemlerde birçok âlim tarafından şerh edilmiş. Bahsettiğimiz üç şerhten biri 16. yüzyıl Osmanlısının büyük âlimi Taşköprîzâde Ahmed Efendi’ ye ait. Bir diğeri 18. Yüzyılda yaşamış olan İsmail Müfîd İstanbulî tarafından yazılmış. Üçüncü şerh ise tabakât eserlerinde hakkında bilginin bulunmadığı Alâüddin el-Kâzerûnî’ ye ait. Ahlâk-ı Adudiyye dört makaleden oluşan bir eser, bu makalelerden üçüncüsü ev yönetimini konu edinmiş. Diğerlerini sayacak olursak; birinci makâle nazarî ahlâk, ikinci makâle faziletlerin korunması ve kazanılması, dördüncü makâle ise devlet yönetimi hakkındadır.

Evvelâ ev yönetimi ile kastedilen şeyin ne olduğunu açıklayarak başlayalım. Taşköprîzâde’ ye göre ev ile kastedilen; halkın bildiği anlamda korunaklı saraylar ve dizi dizi evler değildir. Aksine burada onunla kastedilen şey karı, koca, çocuk, hizmetçi ve azıktan oluşan beş unsur arasındaki hususi birlikteliktir (TAE, s.174). TDV İslam Ansiklopedisi’nde bu terim tedbîrü’l-menzil maddesi altında açıklanmakta, “felsefî metotla yazılmış ahlâk kitaplarında ev idaresini ve aile ahlâkını ifade eden terim” şeklinde tanımlanmaktadır. Tedbîr ahlâk ve siyaset kitaplarında “yönetim, siyaset” mânasında sıkça geçmekte, “ev” anlamındaki menzil ile birlikte kullanıldığında daha çok felsefî yöntemle yazılmış ahlâk kitaplarında pratik ahlâkın üç ana bölümünden ikincisi olan aile ahlâkını ifade etmektedir (c.40, s.260). Aynı maddede yer alan diğer bilgiler, İslam âlimlerinin, bu konuda kendilerinden önceki düşünce mirasından1 yararlandıklarını ve biraz sonra göreceğimiz şekilde Kur’an, Sünnet ve İslam toplumunun deneyimlerinden hareketle yeni bir muhtevaya kavuşturduklarını göstermektedir.

İsmail Müfîd İstanbulî ise makâlenin mevzuunu açıklarken “ev”le ilgili şunları söylemektedir: Evden kasıt ister taştan, ister çamurdan, ister kıldan, ister tüyden, ister başka bir şeyden olsun, bunların aralarındaki özel kaynaşmanın mekânıdır. Bir ilmin faydası şer’an, örfen ve aklen ev halkıyla uygun bir şekilde paylaşım içinde olmanın keyfiyetini bilmektir. Şüphesiz ev, bu manasıyla canın, malın, neslin, ailenin korunması gibi önemli maslahatlarla tam bir şekilde örtüşmektedir. Bu, şu sözü söyleyenin kastettiği şeydir: “ Bu ilimde evden kasıt, bu dördü arasındaki özel kaynaşmadır.” (İMİ, s.144)

Makâle, ev yönetiminin dört unsurundan (azık/mal, eşler, hizmetçiler, çocuklar) bahsettikten sonra, sırayla bu unsurların izahına girişir. Malla ilgili meseleler üç başlık altında ele alınır: Malın kazanılması, malın korunması ve malın harcanması. Geçim temininin merkezinde dört şey vardır: Ticaret, ziraat, hayvancılık ve hayvancılık. Ziraat en çok azim isteyen ve kârı en az olandır, ticaret ise bunun tam tersidir, hayvancılık ise ikisinin arasındadır. Az olsa bile zanaatla uğraşma daimî kâr getirir ve diğerlerinden daha az zarara uğrar (TAE, s.176) İstanbulî, şerhinde, bu geçim türlerinin hangisinin tercihe şâyan olduğu konusunda ihtilaf edildiğinden bahsediyor: “İmam Şafiî’ den nakledildiğine göre kendi yaşadığı zamanda ticarette daha çok helal ve sözlerde daha çok doğruluk olmasına dayanarak ticaretin zanaatkârlıktan daha iyi olduğunu söylemiştir. Maverdî’ den ziraatin her ikisinden de daha iyi olduğu nakledilmiştir. Müellif [el-Îcî] ise zanaati tercih etti ve şöyle dedi: Zanaat, zanaatkârın yeteneğine dayandığı ve ürünlere çok ihtiyaç duyulduğu için ticarete nispetle daha sürekli, ticarette malları yok eden birçok felaket bulunduğu ve zanaatin aksine ticaretin sadece sebeplerinde iradenin etkisi olduğu için ticaretten daha az risklidir. Ayrıca bu ahiret kazancıyla meşgul olmayı, ebedî erzâkı elde etmeyi önemseyen kişi için daha uygundur.” (İMİ, s.146) Bu sözlerde anlıyoruz ki her dönemde Müslüman âlimler, dönemin koşullarını, toplumun durumunu tahlil edip hangi geçim yollarının müslüman için tercihte öncelikli olması gerektiği hususunda düşünmüşler ve görüş belirtmişlerdir. Âlimlerin analizleri de toplumun durumuna ve eğilimlere göre farklılık göstermiştir.

Mal kazanırken iki şeyi, adaleti ve kişilik onurunu gözetmelidir. Birincisi, muamelatta ve alış verişlerde eşitliği ve tartıda dosdoğru ölçüyü korumak, ölçüde hile ve eksikten kaçınmakla olur. İkincisi meslek türlerinden en itibarlı olanlarını, iffet ve kişiliğe en yakın olanları seçmek, âdi mesleklerden uzak durmaktır (TAE, s.176) Bu kısımda her üç metinde de aşağılık ve değersiz zanaatlerden örnekler verilir. Taşköprîzâde, tüm meslekleri tabaka ve sınıflara göre sistematik olarak sınıflandırarak daha ayrıntılı açıklamalar yapar. İki yıl Bursa kadılığı, iki yıl da İstanbul kadılığı yapan Taşköprîzâde bu yıllarını, görevi kendisini ilmi çalışmalardan alıkoyduğu için hayıflanarak anar. Ancak burada konumuz olan metinin de ihsas ettirdiği gibi Taşköprîzâde’nin şahsında temsil ettiği Osmanlı âlimi içinde yaşadığı toplumun yapısını, ilişki ağını dikkatle incelemiş ve bunlarla teorik düşüncesini beslemiştir.

Bu kısımdan sonra “malın korunması” bahsine geçilir. [Malın korunması] iki şeye riayet etmekle olur. Müellif[el-Îcî] gider, cimrilik yapmaksızın gelirden daha az olur sözüyle birincisine işaret etti, yani bunu yaparken ailenin ve çoluk çocuğun geçimini bozmamalıdır. Bu hususta bazıları gelir ve giderin denk olmasını tercih etmiştir. Önde gelen bazı büyüklerden “Kişi kazancını yılın günlerine göre taksim eder, her gün payını harcar” sözü rivayet edilmiştir. Müellif[el-Îcî] ve arttırmakla korunur diyerek malı elde tutmanın ikinci yoluna işaret etti ki mal zamanla eriyip sonunda kaybolmasın (TAE, s.178). Kâzerûnî ise, malı korumanın yollarından birinin de malın işletilmesi olduğunu söyler. Yani mal zamanla yok olmasın diye onu bir tüccarın malları arasına katarak işletip kâr etmelidir. Mal sahibi malını korumak için tedbir amacıyla basılı olan ya da olmayan altın ve gümüş gibi nakdi değerlere, menkul meta cinslerine ve arazi ve konut gibi gayrimenkul emlake, bölmelidir ki bir sınıfa âfet vurduğunda diğer sınıf sağlam kalsın (AK, s.138).

Malla ilgili üçüncü husus malın harcanmasıdır, malın sarf edileceği yerler dörttür. Bunların ilki, Allah yolunda olan ve zekat, sadaka gibi O’nun rızasını kazanmak için yapılan harcamalardır. Allah Teala şöyle buyurur: “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır” (Bakara, 2/261). Bu harcamaları yaparken gönülsüzlükten, başa kakma, incitme ve gösterişten kaçınmalıdır. Yani Allah yolunda yapılan harcamalarda beş şeyden kaçınmalıdır ki bu şeyler hesap günü, kişinin yaptığı salih amelleri boşa çıkarmasın. Bunların ilki gönülsüzlük ve nefsin hoşuna gitmeden vermektir. İkincisi başa kakmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın” (Bakara, 2/264). Üçüncüsü bu ayette geçtiği üzere incitmeden kaçınmaktır. Dördüncüsü riyadan ve teşekkür beklentisinden kaçınmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Malını gösteriş için harcayan kimse gibi yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın” (Bakara, 2/264). Beşincisi, infakını fakirliğini gizleyene tahsis etmelidir. Çünkü onun darlık hali en ileri derecededir ve yoksulluğu en kötü aşamaya ulamıştır (TAE, s.180). Bazıları buna iki şart daha eklemiştir. Bunların biri, isteyeni asla geri çevirmemektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “El açıp isteyeni de sakın azarlama” (Dûha, 93/10). İkincisi de “Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 2/271) âyetine binaen, verilenin insanlardan gizlenmesidir (TAE, s.180). Selef-i Sâlihîn halis niyetin zorluğundan şikâyet etmişler ve halis niyeti ibadetlerin suretinin ruhu konumunda değerlendirmişlerdir (İMİ, s.150).

Malın harcanması ikinci olarak “mürüvvet” için olur. Bu harcamalarda aceleci ve gizli olmalı, verdiğini az bulmalı, sürekli vermeli ve sarf edilecek yeri seçmelidir. Mürüvvet nefsin bir gücü olup din, akıl ve örf açısından övgüye değer bulunan güzel fiillerin ilkesidir (TAE, s.180). İstanbulî, bu tür harcamaları, mürüvvet ve güzel sonuçları gerektiren kâmil bir insanlık için yapılan harcamalar, olarak tarif etmektedir. Devamla, mürüvvet, hemze’li okunur, insanîyet demektir, mer’ (insan) kökünden gelir, şeklinde kelimenin anlamını açıklayarak bağlamla irtibatını kurar (İMİ, s.152). Bu yoldaki harcamalarda kişi aceleci olmalıdır ki sonunda azmi gevşemesin. Denilmiştir ki “Nazik bir geri çevirme, uzunca bekletmeden daha iyidir” (TAE, s.180). İkincisi yaptığını örtmek, yani gizliliktir, çünkü yapılan işin başarılması ve saygınlığı için bu daha uygundur. Üçüncüsü, verilen kıymetli veya çok değerli bir şey olsa bile verdiğini küçümsemektir. Dördüncüsü “sürekli verme”dir, çünkü vermenin kesintiye uğraması nefse bu özelliği unutturur. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buharî, İmân,32). Hadisin anlamı şudur: Daimî olan, çok yapılıp sürekli olmayandan farklı olarak nefs için huy haline gelir. Amellerin makbul olanı, nefse güzel ahlâk kazandırandır. Beşincisi, harcamanın nereye yapıldığını, yani nereye sarf edildiğini seçmektir ki, bu değerli, güzel ve iyi olandır (TAE, s.182).

Üçüncü harcama türü olarak namus ve malı korumak maksadıyla adi bir kimseyi ya da bir zalimi defetmek veya bir menfaati elde etmek için yapılan zorunlu harcamalardır. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurur: “Kişinin kendisiyle namusunu koruduğu şey sadaka olarak yazılır.” (Kuzâ’î, Müsnedü’ş-Şihâb,I,89). Bunun şartı olarak zaruret miktarınca orta gözetilmelidir, dolayısıyla bu miktarı korumak ve onu aşmamak gerekir (TAE, s.182). Taşköprîzâde’ den farklı olarak diğer iki şârih bu türde harcamalardan biri olarak, kadı ve hâkimlere verilen rüşveti de örnek olarak verirler (İMİ, s.154 – AK, s.142). Bize garip gelebilecek bu yorumu, her iki metnin yazıldığı dönemdeki adalet sistemi ile ilgili muhtemel yozlaşmayla mı açıklamak gerekir bilemiyorum.

Dördüncüsü, kişinin kendisi, eşi ve çocuklarının ihtiyaçları için yapılan harcamalardır ve bunda cimrilik ya da israfa düşmemek için güç yettiği ölçüde orta yollu olmak lazımdır. Eğer orta yola riayet zorsa, farkına varmadan yavaş yavaş cimriliğe düşmemek için israf tarafına meyil gereklidir. Her ne kadar israf da cimrilik gibi onurdan uzak olsa da israfın orta yola döndürülmesi, cimriliğin orta yola döndürülmesinden daha kolaydır. Zira nefisler çoğunlukla doğuştan cimriliğe ve pintiliğe yatkındır (TAE, s.182). İsraf ve cimrilik arasında tercih konusunda İstanbulî, israf cimriliğin aksine birlikteliğin tamlığı ve muhabbetin bolluğunu getirmekle iki kötüden iyi olanıdır, şeklinde hüküm bildirir. Cimrilik sevginin azalmasına ve yok olmasına sebep olur. Bu da evin düzenini bozar (İMİ, s.154).

İncelendiğimiz metinler, evle ilgili ikinci konunun eşlerin ilişkisi olduğundan bahsederek bu konudaki hikmetleri açıklarlar. Ancak biz ev yönetiminin bu ikinci unsuruna ve nispeten günümüzde çok yaygın olarak ele alınmayan “hizmetçiler” bahsine değinmeden, dosya konusu ile dolaylı da olsa daha ilgili olduğunu düşündüğümüz “çocuklar” bahsine geçeceğiz. Yalnız devam etmeden, “eşler” bölümü ile ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak; özellikle bu bölümde daha berrak biçimde görülebileceği gibi her üç metnin de kendilerine kadar gelen bütün bir tecrübi bilgi birikimi ile naslardan gelen bilgiyi meczetme şeklinde bir yaklaşım içinde telif edildiğini görüyoruz. Ancak tecrübî bilginin ağırlığı ile nasların ağırlığının ne oranda metne yedirildiği her üç şerhin farklılıklarını ortaya çıkarıyor. “Ev için bedendeki organlar mesabesindedir” diye nitelenen hizmetçiler bahsinde izah edilen hususlar ise bu günkü insan kaynakları yaklaşımlarıyla benzerlikler veya karşıtlıklar kurulabilecek yargıları içeriyor.

Evin dördüncü unsuru çocuktur. Çocuğa güzel bir isim koyulmasıyla ilgili açıklamalardan sonra modern hayatta unutulmaya yüz tutan bir yönteme çocuğun bir sütanneye emzirtilmesine geçilir. Çocuğu mutedil mizaçlı ve güzel ahlâklı bir sütanneye emzirtmelidir. Çünkü emzirme insan doğasını değiştirir, hatta kötü mizaç ve kötü huylar bile çocuğa sirayet eder (TAE, s.200). En faydalısı annesinin sütüdür. Çünkü bu süt, hamilelik süresince adet kanından dönüşmüştür. Çocuk da buna alışıktır (İMİ, s.172).

Kötü şeylere tamah etmeden önce çocuğun temiz huylarını korumalıdır, çünkü çocuk, zihninin berrak ve alma istidadının iyi olması sayesinde her şeye, özellikle de aşırı ihtiyaç duyması sebebiyle insan doğasından olan hazlara kısa zamanda alışır. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurur: “Çocuklarınızı küçükken terbiye edin ki büyüdüklerinde içiniz ferah olsun.” (TAE, s.202). Taşköprîzâde Ahmed Efendi, bu kısımdaki açıklamalarında muhtemelen dönemindeki tecrübi birikimin tavsiyelerini sıralar: Çocuğu katıksız kuru ekmeğe alıştırmalı, tembelleşmesin diye akşam yemeğini azaltmalı, posaya çabuk dönüşmesinden dolayı tatlı ve meyvelerden sakındırmalı, saldırganlık ve arsızlığa dönüşmesin diye sarhoş edici şeylerden de sakındırmalıdır. Çirkin şeyleri zemmederek engellemeli, eğer bunlar sâdır olursa azarlayarak ve korkutarak hesap sormalı, bir daha cesaret bulmasın diye bu tür şeylere bilerek giriştiği değil, farkında olmadan yaptığı söylenmelidir; eğer gizlice bunları âdet edinmişse en ileri düzeyde kınanmalı, dayağa gerek olursa acı çeksin diye hafifçe dövmeli, uyarmalıdır; azar ve dayağı tekrar etmemelidir ki engellendiği şeyi yapma hırsı göstermesin ve azara ve dayağa alışmasın (TAE, s.202). Yorucu işlere, spora, sıcak ve soğukla karşılaşmaya yönlendirilmelidir (TAE, s.204). Güzel bir davranış sergilediğinde övgüde ve ona teşvikte mübalağa yapılabilir (TAE, s.204). Hocasından dayak yediği zaman yardım dilemesi menedilmelidir, zira bu, kölelerin davranışlarındadır. Zaman zaman nefsin rahatlaması için güzel oyunlar oynamasına fırsat vermelidir, yoksa çocuk aptallaşır (TAE, s. 204).

Bu açıklamaların ardından çocuğun bir zanaatle meşgul edilmesi bahsine geçirilir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.)’ in şu sözü hatırlatılır: “Herkese kendi için yaratıldığı şey kolaylaştırılır.” (Buhârî, Tevhid, 53). Bazı filozoflar çocukları çarşıda dolaştırır, onlara zanaatleri gösterir, eğer onlarda bir şeye karşı fazla bir ilgili görürlerse onları ona yönlendirirlermiş (İMİ, s.174). Geçmiş sultanlar çocuklarına, kazançlarının kendi ellerinden olması için tabiatlarına uygun zanaatlerden öğretirlerdi (İMİ, s.174). Giriştiği işte mahir olmayı amaçlamalıdır. Bazı şeyleri öğrenip bazı şeyleri terk etmesine, temel bilgileri alıp incelikleri ihmal etmesine razı olmamalıdır, aksine her şeyde zirveye ulaşmayı amaçlamalıdır, çünkü zanaatın faydası bundadır (TAE, s.206). Buradaki Taşköprîzâde’ nin temel bilgileri alıp incelikleri ihmal etmesine razı olmamak vurgusu günümüz müslümanları açısında hassaten önemli bir husus. Bir alanda çalışan, uzmanlaşan insanların, o alanda çalışan çoğunluğun yetersiz kaldığı uç noktalarda, modern iktisadın diliyle ifade edersek katma değeri yüksek ürünlerin üretildiği, daha fazla bilgi ve kaabiliyet gerektiren alanlarda yetkinleşmeye çalışmaları ve bu çabalarında sebat etmeleri gerekiyor şeklinde izah edilebilir bu cümleler.

Makâlenin sonuna doğru, bu sefer çocuğun anne-babasıyla ve hocalarıyla ilişkileri konu edinilir ve böylece ev yönetimi ile ilgili bölüm sonlanır.

Özet bir değerlendirme yapacak olursak; dosya konusu ile bağlantılı olarak bir bölümünün yine bir kısmını ele aldığımız Ahlâk-ı Adudiyye ve şerhleri gibi klasik ahlâk düşüncesi alanındaki eserler, kişinin erdemleri nasıl kazanacağı, kötü huylardan nasıl arınacağı ve erdemli kişinin çevresiyle nasıl ilişkiler kuracağı hususunda hem yazıldığı dönemde yaşayanları hem de sonraki nesilleri aydınlatmış eserlerdir. Taşköprîzâde’ nin eserin girişinde “apaçık aklın gerektirdiğini sahih naklin hoşnut olacağı şeylerle destekledim ki eser iki denizi birleştirsin, iki nehri buluştursun, amaç ve beklentinin zirvesine ulaşsın, bilgi ve davranışın hülasasını bir araya getirsin” şeklinde ifade ettiği gibi her üç eser de kendi dönemlerine kadarki ahlak teorisi ile nasların telif edilmesi sonucu ortaya çıkmış eserler. Sonuç olarak, modernlik öncesi müslümanlar ahlâk meselesini nasıl ele aldılar, zihinlerimiz modern düşüncenin yargılarıyla şartlanmadan meseleye nasıl bakmışızı görme açısından önemli eserler bunlar.

Yazıyı Taşköprîzâde’ nin şerhin sonundaki duasıyla bitirelim:

“Allahım! Bize apaçık Kitabınla yol gösterdin, sağlam olan ipine tutunmakla rızıklandırdın, hamd Sana’ dır. Allahım! Senden, bizleri seçkin kullarının mertebelerine ulaşmaya ve dostlarının yaygısına oturmaya muvaffak etmeni dileriz. Muvahhidlerden olmamız ve hesap gününde izzetinin otağlarında felah bulmamız için bizden beşeri perdeleri kaldırmanı dileriz.”

 

METİNDE KULLANILAN KISALTMALAR

TAE. Taşköprîzâde Ahmed Efendi, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, İstanbul:TEYKB Yayınları, 2014.

İMİ. İsmail Müfîd İstanbulî, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, İstanbul:TEYKB Yayınları, 2014.

AK. Alâüddîn el-Kâzerûnî, Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, İstanbul:TEYKB Yayınları, 2014.

 

 

1 Batı dillerinde ekonomi kelimesinin erken kullanımları ev yönetimi anlamına gelmekteydi: Yunanca oikonomia, Latince oeconomia, Fransızca économie, Almanca Ökonomie vs. İshak b. Huneyn tarafından Arapça ’ya çevrilen Aristo’nun Ethique à Nicomaque adlı eserinde “oikonomia” (ev ekonomisi, ev idaresi) terimi geçmektedir.

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ