EHLİ SÜNNETTE RIZIK ANLAYIŞI - rahle.org

EHLİ SÜNNETTE RIZIK ANLAYIŞI - rahle.org

EHLİ SÜNNETTE RIZIK ANLAYIŞI


Facebookta Paylaş
Tweetle

EHL-İ SÜNNETTE RIZIK ANLAYIŞI *

Fikri ÜNSAL

 

Rızık kavramının anlamı:

Allah’ın canlılara verdiği maddî ve mânevî nimetler. Sözlükte “yiyecek vermek, rızıklandırmak” anlamındaki rezk kökünden türeyen rızk kelimesi “yiyecek, giyecek ve faydalanılacak her şey; yağmur; bağış; pay, nasip” gibi mânalara gelir (Lisânü’l-Arab, “rzķ” md.). Terim olarak Allah Teâlâ’nın canlılara yeme içme ve başka hususlarda yararlanmak üzere verdiği her şeyi ifade eder. Râgıb el-İsfahânî “rızkı yaratan, veren ve ona sebep olan” anlamında Allah’a râzık denildiği gibi rızka ulaşmaya vesile olan insanlara da bu ismin verilebileceğini, ancak esmâ-i hüsnâdan olup “bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren” mânasındaki rezzâk isminin sadece Allah’a nisbet edilebileceğini belirtir (el-Müfredât, “rzķ” md.). 1

Rızık kavramı klasik kelamda kader ve/veya insan fiilleri konuları çerçevesinde ele alınmış; kavrama dair bir tanımlamadan sonra kaderle/insan fiilleriyle ilişkisi kurularak incelenmiştir.

Rızık (er-Rızk, çoğulu el-Erzâk) kelimesi, Arapça (Re-ze-ka) fiilinden türetilmiş bir isimdir. Rızık sözlükte, kendisinden faydalanılan şey olarak tarif edilir. Arap dil bilimcileri Rızık kelimesinin atâ (ihsan), pay, şükür, yağmur ve yiyecek manasında kullanıldığı da tespit etmektedirler. Rızık kelimesinin buradaki her bir manada ayrı ayrı kullanıldığını göstermek için Kur’an’dan deliller gösterilir.

Bunları şöyle sıralayabiliriz. Rızık kelimesi Kur’an’da; ister dünyevî olsun isterse uhrevî olsun maddî manevî ihsanlar manasında kullanılmıştır. Meselâ; “Onlara Rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.” (el-Bakara 2/3) âyetinde Rızık ile, Allah’ın insana dünyada bahşettiği mal, amel, güç ve ilim gibi maddi-manevi şeyler kastedilmekte; 2 “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, bilâkis onlar Rab’leri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde Rızıklanırlar” (Âl-i Imran 3/169) âyetinde ise sadece uhrevî ihsanlar anlatılmaktadır. Rağıp el-Isfahânî (ö:502/1106) ile Fahreddin er-Razî (ö:606/1210) Vâkıa (56) sûresinin 82. âyetindeki Rızık kelimesini pay/nasip manasına tefsir ederek “Siz nasibinizi yalanlamak için mi kullanıyorsunuz?” şeklinde anlarlar. 3

Rızık yağmur anlamında da kullanılır. Rızkın yağmur manasına kullanılması ikisi arasındaki sebep-sonuç alâkasından dolayıdır. Yağmur rızka konu olan nesnelerin artışına sebep olduğu için ona mecaz olarak Rızık da denir. Meselâ, “Rızkınız semadadır.” (ez-Zâriyât 51/22) âyetindeki Rızık ile yağmurun kastedildiği söylenmiştir. 4 Nitekim Câsiye suresinin, “Allah’ın gökyüzünden Rızık indirip ölmüş olan yeryüzünü onunla diriltmesinde akledenler için dersler vardır” (el-Câsiye 45/5) âyetinde de yağmur hakkında Rızık tabiri kullanılmıştır. 5 Bu kullanım, aralarındaki sebebiyet ilişkisi nedeniyledir. Araplar; “et-Temru fî ka’- ri’l-bi’r/Hurma kuyunun dibindedir” derler. Halbuki gerçekte böyle değildir. Ancak hurma kuyunun dibindeki su ile sulanarak elde edildiği için böyle söylenmiştir. Yağmur da rızka sebep olduğu için ona Rızık adı verilmiştir. 6

Rızık kelimesi Kur’an’da sadece yenilen şeyler için de kullanılmaktadır. Meselâ, mağarada uzun süre uyumuş olan Ashâb-ı kehf uyandıktan sonra içlerinden birinin diğerlerine söylediği sözü nakleden “Içinizden birini şu gümüş paralarla şehre gönderin de baksın, yiyeceklerden en temizi hangisi ise size Rızık (yiyecek) getirsin” (el-Kehf 18/19) ayeti ile “Biz o su ile kullara Rızık olmak üzere bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik” (Kâf 50/9-11) âyetinde geçen Rızık kelimeleri, sadece yenilen şeyler manasında kullanılmıştır. Netice olarak, Rızık kelimesinin kullanıldığı manaların tümünde kendisinden faydalanılan şey anlamının hakim olduğu görülmektedir.

Dinî bir terim olarak rızık kavramının, lügat manasından alınarak kelâm disiplini içerisinde ifade ettiği anlamı tam olarak belirlemek için kelamcıların bu terimden ne anladıklarını tespit etmek gerekmektedir. Biz burada önemli düşünce farklılıklarına delalet eden bazı tanımları zikredeceğiz.

Rızık kavramı kelamcılar tarafından dört şekilde tanımlanmıştır:

1-Ister helal olsun isterse haram, beslendiğimiz gıdalar. Abdulkâhir elBağdâdî(ö.429/1038), Ebu Bekr Ahmed el-Beyhakî (ö.458/1066), Nureddin es-Sabunî (ö.580/114), Adudüddin el-Îcî (ö. 756/1355), Sadeddin etTaftazânî (ö.793/1390) ve Seyyid Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413) bu tanımı benimsemişlerdir.

2-Faydalandığımız şeyler. Imamü’l-Harameyn el-Cüveynî (ö. 478/1085), et-Taftazâni, Ibn Haldun (ö.808/1405), Kemaleddin el-Beyâzî (ö.1097/ 1686), Ibrahim el-Bâcûrî (ö.1277/1860), ve Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1942) rızkı bu şekilde tanımlamışlardır. 10 ez-Zâriyât 51/22. 11 Ebu’l-Fidâ Ismail Ibn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azim, Beyrut 1969, VI, 235. 12 el-Câsiye 45/5. 13 Zebîdî, a.g.e., XIII, 162, el-Bustânî, a.g.e., s. 333; el-Kermî, a.g.e., II, 160. 14 Ibn Manzûr, a.g.e., X, 115. 15 el-Kehf 18/19. 16 Kâf 50/9-11. Klasik Bir Kelam Problemi Olarak Rızık Kavramının Tanımları 4 AÜIFD XLVI (2005), sayı I

3-Faydalandığımız şeylerle birlikte sahip olduğumuz şeyler. Gazalî (ö.505/1111), Ebu’l-Muin en-Nesefî (ö. 508/1115), Fahreddin er-Razi (ö. 606/1210), Ibn Teymiye (ö.728/1327), Muhammed Hüseyin et-Tabatabâî rızkın bu şekilde tanımlanması gerektiğini savunmuşlardır.

4-Meşru (helal) olarak faydalandığımız şeyler. Ebu’l-Hüzeyl el-Allaf (H. 135-226), Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025), Ebu Ali el-Fazl Ibn el-Hasen et-Tabersî (ö.548/1153), rızkı bu şekilde tanımlamışlardır.17

Rızkın Tanımıyla ilgili Kelâmî Tartışmalar Yukarıda zikrettiğimiz tanımlar üzerinde düşündüğümüzde temelde iki şeyin problem edinildiği gözlenmektedir. Bunlardan birincisi bir şeyin rızık olabilmesi için ondan yararlanma şartı ve yararlanmanın nasıl olacağı, ikincisi rızkta meşruiyet problemi, yani haram bir şeyin rızık olup olmayacağı sorunudur.

a)Yararlanma Şartı ve Yararlanmanın Şekli

Rızık tanımlarına dikkat edildiğinde rızkın kök anlamı olan yararlanmanın esas alındığı görülür. Ancak hangi çeşit yararlanmayla rızıklanmanın gerçekleşeceği hususunda ihtilaf edilmiştir. Burada iki temel soru ortaya koyabiliriz: 1-Yeme-içmenin dışındaki faydalanmalar rızık kapsamına girer mi? 2-Faydalanılmayan fakat elimizde bulunan şeyler rızık olur mu? Eş’arîlerden Abdulkâhir el-Bağdâdî, “Kim helal veya haram bir şey yer içerse o, onun rızkıdır” 7 demiştir. Mâturîdî kelâm bilginlerinden Nureddin es-Sâbûnî rızkı; “Ister helal olsun isterse haram, insanın yediği şey onun rızkıdır” 8 diye tarif etmiştir. Sa’deddin et-Taftazanî ile Seyyid Şerif el-Cürcânî de rızkı, “Allah Teâlâ’nın canlıya, yemesi için verdiği şeydir ki, helali de haramı da kapsar” 9 diye tarif etmişlerdir.

Bu tanımlarda öne çıkan hususları şöyle sıralayabiliriz:

1-Bağdâdî’nin tanımında yeme ile birlikte içme de rızkın kapsamına alınırken, diğerlerinde sadece yeme tabiri kullanılmıştır. Bu ya içmeyi yeme kapsamına aldıklarından, ya da onu tanımın dışında tutmak istediklerinden kaynaklanabilir. Biz de yeme içmeyi birlikte düşünüyoruz.

2-Bu tanımlarda rızık sadece yenilen-içilen şeylerden ibaret sayılmakta, bu suretle giyecekler ve kendisinden değişik yollarla yararlanılan diğer şeyler tanımın dışında bırakılmaktadır. Bu, dilde rızkın ağırlıklı olarak yenilen-içilen şeyler için kullanılmasından kaynaklanmaktadır.

3-es-Sâbûnî’nin tanımlarında sadece insan, rızıklandırma kapsamı içine alınırken, et-Taftazânî ve el-Cürcânî’ninkinde diğer canlılar da bu kapsama dahil edilmiştir

4-Bu tanımlarda helal ve haram kavramlarıyla meşruiyet konusuna da atıf yapılmıştır. Bu atıf şüphesiz ki haramı rızık saymayan Mutezili düşünceyi reddetmek için konulmaktadır.

5- et-Taftazânî ve el-Cürcânî’nin tanımlarında dikkat çeken bir husus da rızkın Allah’a nispet edilmesidir. Taftazânî, diğer tariflerin Allah’a nispet edilmekten yoksun olduğunu belirterek rızkın Allah’a izâfe edilmesini tanımın önemli bir unsuru saymıştır. 10 Bu da yegâne rızıklandırıcının (Rezzak) Allah olmasından ve Kur’an’ın rızık kelimesini daima Allah’a nispet etmesinden kaynaklanmaktadır.

Rızkın sadece gıdalanılacak şeyler olarak tanımlanması, bazı kelamcılar tarafından dar kapsamlı bulunmuştur. Bu yüzden tanıma, gıdalanma/yeme içme kelimelerinin yerine daha genel bir anlamı ifade eden faydalanma kelimesini koyarak tanımlamanın daha uygun olacağı kanaatine varmışlardır. Imamü’l-Harameyn el-Cüveynî, Ehl-i sünnet bilginlerinin tanımlarının sınırını genişletmek amacıyla rızkı, sözlük anlamından hareketle faydalanılan şeyler olarak tarif etmiştir. 11 Buna göre faydalanılan şeyler rızkın kapsamına girer, ama kişinin sahip olup da faydalanmadığı şeyler rızık sayılmazlar.

Taftazânî Şerhu’l-Makasıd adlı eserinde ise yukarıda ondan naklettiğimiz tanımdan farklı olarak yeme tabiri yerine faydalanma ifadesini kullanmış ve rızkı “Allah Teâlâ’nın, faydalanması için canlıya verdiği şeydir” 12 diye tanımlamıştır. Bu ifadeyle tanımın kapsamını genişletmiş ve böylece yenilen şeylerin dışında faydalandığımız diğer şeyleri de tarifin içine sokmuştur. Ibn Haldun da aynı fikre katılarak kişinin sahip olup faydalanamadığı şeyleri rızık değil, kesb (kazanç) olarak isimlendirmektedir. Bunu, “Ölen kimsenin miras olarak bıraktığı şeyler, kendisi faydalanamadığı için, kesbidir. Varisleri faydalandıkları zaman, onlar için rızık olur” cümlesiyle açıklar. 13 Ibrahim el-Bâcûrî bu tanımdaki faydalanmayı bilfiil ifadesiyle kayıtlamıştır. 14 Ona göre her hangi bir kimsenin, sahip olduğu fakat bilfiil faydalanmadığı şey onun rızkı olmaz. O şey, kendisinden faydalanan kimse için rızıktır. Zenginin verdiği bir sadaka, kendi rızkı olmayıp, eğer faydalanırsa fakirin rızık olur. Elmalılı Hamdi Yazır da Bakara suresi 3. âyetindeki rızık kelimesinin maddi şeylerle beraber manevi şeyleri de içine aldığını, rızkın tanımındaki yeme ifadesinin faydalanma ile açıklanarak içecek, giyecek, ilim, marifet, kudret, amel, evlat ve zevceye de şamil olduğunu, yani mutlak bir faydalanma ifade ettiğini söylemektedir. Fakat o da bütün bunlar için bilfiil faydalanmayı şart koşar ve bilfiil faydalanılmayan şeylerin rızık olmayacağını ifade eder. 15 Bazı kelamcılar ise faydalanma şartı olmaksızın elde bulundurulan maddelerin de rızk kavramının kapsamına girmesi gerektiği düşüncesindedirler.

Rızık kavramının daha geniş bir anlam alanına sahip olması gerektiğini düşünen Gazâlî de rızkı dört gruba ayırarak tanımlamaya çalışmıştır. 1-Mazmun (garanti altına alınan) rızık: Diğer sebepler olmaksızın bünyenin hayatiyetini sağlayan gıda gibi şeylerdir. Cenab-ı Hak bu nevi rızkı garanti etmiştir. 2-Maksum (taksim edilmiş) rızık: Yiyecek, içecek ve giyeceklerden Allah’ın insanlara taksim edip Levh-i Mahfuz’da yazdığı şeylerdir. Bunların her biri yazıldığı şekilde, muayyen zamanlarda ve belirlenmiş miktarlarda verilir, artmaz, eksilmez, erken gelmez ve gecikmez. 3-Memluk (sahip olduğumuz) rızık: Dünya mallarından Allah’ın takdir ederek insanların mülkiyetine verdiği şeylerdir. Zira Allah’ın; “Sizi rızıklandırdığımız şeylerden infak edin” (el-Münafikun 63/7) emri, malik olduklarınızdan infak edin demektir. 4-Mev’ud (va’d edilen) rızık: Allah’ın müttakî kullarına takva şartıyla, helâl yoldan ve meşakkatsiz olarak vermeyi vad ettiği rızıklardır. Nitekim; “Kim Allah’tan sakınırsa Allah ona bir kurtuluş yolu hazırlar ve ummadığı yerden rızıklandırır” (et-Talâk 65/7) âyetinde bahsedilen rızık bu tür içerisinde değerlendirilir. 16 Görüldüğü gibi Imam Gazâlî, bedende kullanılarak veya depo edilerek vücudun kıvamını sağlayan şeyleri, sahip olduğumuz malları, yediğimiz, içtiğimiz ve giydiğimiz şeyleri ve bize va’d olunanları rızkın kapsamı içine dâhil etmiştir.

Rızkın sadece yenilen-içilen/faydalanılan şeyler olarak tanımlanmasına karşı çıkan kelamcılardan biri de Fahreddin er-Râzî’dir. Râzî, Allah’ın “Sizi rızıklandırdığımız şeylerden infak edin” âyetiyle, rızıklandırdığı şeylerden infak etmemizi emrettiğini, rızık yenilen şeyler olarak tarif edildiği takdirde yediğimiz şeylerin infakının bizden istenmiş olacağını, böyle bir infakın ise mümkün olmadığını ileri sürerek bu tanımın yanlış olduğunu söyler. 17 Ona göre elde bulundurulan şeyler de rızık kapsamına alınmalıdır.

İbn Teymiye de rızkı, sahip olduğumuz şeyler ve faydalandığımız şeyler olarak ikiye ayırır, ancak o, faydalanmayı yiyerek faydalanma şeklinde açıklığa kavuşturur. 18 Bu tanımlama biçimi Şiî müfessirlerden Tabatabâî tarafından da kabul görmüştür. Tabatabâî rızkın, gıdalanılan şeyler veya insana verilen maddimanevi şeyler ya da faydalanılan şeyler gibi muhtelif kapsamlı olarak kullanıldığı ve bu kullanımların hepsinin de doğru olduğu kanaatini taşımaktadır.

Demek ki rızkın faydalanılan şeyler olarak tanımı esas alınabilir ve yeme-içme daha genel bir ifade olan faydalanma kelimesiyle açıklanabilir. Faydalanılmasa bile faydalanmak üzere elde bulundurulan şeyler de rızk kapsamına sokulabilir. Bu tür bir yaklaşım, rızkın hem dildeki yaygın kullanılışına, hem de dinî metinlerde kullanılışına uygun düşmektedir.

b) Meşruiyet Sorunu

Rızkın yukarda zikredilen tanımlarında dikkatimizi çeken diğer bir problem de haram bir şeyin rızık olup olmayacağı tartışmasıdır. Bizzat haram olan (haram li’aynihi), yani Şari’ tarafından haram olduğu bildirilen veya bizzat helal olduğu halde haram bir yolla elde edilmiş olan (haram li gayrihi) bir şeyin insana rızık olup olmayacağı konusu da kelamcılar tarafından geniş bir şekilde tartışılmıştır. Ehl-i Sünnet bilginleri helâl olan bir şeyi rızık olarak kabul ettikleri gibi, haram olan bir şeyi de rızık olarak kabul ederler. Çünkü insan/canlılar, helâl olan bir şeyle beslendiği gibi, haram olan bir şeyle de beslenebilir. Rızkın helâl (meşru) veya haram (gayr-ı meşru) olması ahlâkî-hukukî bir sorundur. Hâlbuki bir şeyin rızık olup olmaması, canlının ondan yararlanması ya da dar anlamda onunla beslenmesiyle ilgilidir. İlk dönemlerden itibaren yapılan bu tanımlama daha sonraki Ehl-i sünnet kelamcıları tarafından da benimsenmiştir. Ehl-i Sünnet kelâmcıları Mu’tezile bilginlerinin, rızkı malikin mülkünden faydalandığı ya da kendisinden faydalanmaya herhangi bir mani bulunmayan şey olarak tarif ettiklerini söylemektedir. 19 Bu tanımlardan birincisinde mülkiyet şartı konulması haram ligayrihiyi rızkın kapsamı dışında tutmak içindir. İkincisi ise daha geniş kapsamlı olup haram li’aynihiyi de tanımın içine almaktadır. Mutezile haramı kötü saydığı için, “Allah haramla kullarını rızıklandırdı” demeyi uygun görmemektedir, ancak bu durumda haram bir şeyle rızıklananların rızkı kime nispet edilecektir? Işte Ehl-i Sünnet bu konuda Mu’- tezile’yi tenkit ederek; “Eğer haram rızık değilse, haram yiyenler rızıklanmıyor mu? Şayet rızıklanıyorsa onları Allah’tan başka biri mi rızıklandırıyor?” gibi sorular yöneltmişlerdir. 20 Ayrıca Ehl-i sünnet kaynaklarında Mu- tezilîlerin, “Kul fiilini kendi yapar” yaklaşımlarından hareketle haram yiyenin de kendi kendini rızıklandıracağı görüşünde oldukları ileri sürülür. 21 Ehl-i Sünnet kelâmcıları, bir şeyin canlıya rızık olabilmesi için onun, kişinin mülkü olması gerekmediği görüşünü savunmuş ve Mu’tezile’nin, rızkı mülk olarak tarif etmelerini tenkit etmişlerdir. Mutezilenin bu görüşünün yanlışlığını ispat etmek için, “Şayet rızıkta mülkiyet şart ise, her şey Allah’ın mülküdür; o halde her şey Allah’ın rızkıdır” demek mümkün müdür? Yine, çocukların emdiği sütlerle, hayvanların yediği otlar mülkleri olmadığına göre onların rızıkları değil midir?” gibi sorular yöneltmişlerdir. 22 Ancak Mutezileye nispet edilen bu rızık tanımlaması bütün Mutezililerin ortak görüşünü yansıtmamaktadır. Çünkü Mutezilîler bu konuda ittifak içerisinde değildirler. Meselâ Ebu Hâşim el-Cûbbâî’nin (ö.321/933) görüşlerini tercih ederek izahlarını o doğrultuda yapan Kâdî Abdülcebbâr ve bağlı bulunduğu ekol, Mu’tezileye nispet edilen bu rızık anlayışına muhalefet ederek rızka mülkiyet şartını koymamıştır. Kâdî Abdülcebbâr rızkı, faydalanılan şeyler olarak tarif etmiş ve rızkın gerçekleşebilmesi için faydalanmayı engelleyecek bir şeyin olmamasını şart koşmuştur. O, faydalanma olmadığı takdirde bir şeyin insanın mülkü olsa da rızkı olmayacağını ileri sürmüştür. 23 Mutezilîler rızkın tarifine yararlanmaya bir engel bulunmaması şartını koymuşlardır. Onların bu şartı, ister liaynihi olsun isterse ligayrihi olsun, haramı rızkın kapsamı dışında tutmak için ileri sürdükleri görülmektedir. Bunu ise üç temel esasa dayandırırlar: 1- Haramla rızıklandırma onların salah-aslah anlayışlarına ters düşmektedir. Çünkü onlar, Allah’ın kulları için aslah/en iyi olanı yapmasının vacip olduğu inancını taşırlar. Buna göre Allah kullarını helâl olan şeylerle rızıklandırmalıdır. 2-Onlar Allah’ı tenzih maksadıyla kabih (kötü) olanı Allah’a isnat etmeyi uygun görmezler. Haram da kabih olduğundan onu Allah’a nispet ederek kullarını haramla rızıklandırdı demeyi inanç bakımından doğru bulmazlar. 3-Mutezile’ye göre, hüsün ve kubuh aklî olup, teklif de aklî olan hüsün ve kubha göre yapıldığından onlar haramı rızık saymamaktadırlar. Çünkü onlara göre haram olan şey bizzat kötüdür. Allah da o sebeple onu yasaklamıştır. O, yasakladığı bir şeyi kullarına rızık yapmaz. 24 Ne var ki Mutezilenin bu üç temel anlayışı da Ehl-i sünnet tarafından tenkit edilmiştir. Buna göre Mu’tezile Allah’ı herhangi bir fiille zorunlu tutmuş olmaktadır ki, Ehl-i sünnet kelamcıları Allah’ın mutlak iradesine zorunluluk nispet edilemeyeceğini savunurlar. Ayrıca kabihliğin, rızkın yaratılıp kullara ulaştırılmasında mı yoksa insan iradesinin kötüye kullanılmasında mı olduğunun ayırt edilememesini de bir başka eksiklik olarak görürler. Allah’ın rızkı yaratması ve kullarına ulaştırmasında kabihlik yoktur. Allah, haramı rızık olarak tercih etmeleri konusunda kullarını zorlamaz. Hatta onların rızıklarını helal olan şeyden ve helâl yoldan talep etmelerini ister. Fakat kul haramı tercih ediyorsa Allah da ona istediğini verir. Eğer kulun istediğini Allah vermezse o zaman insanın dünyada imtihan için bulunmasının manası kalmaz. Çünkü bu durumda, kul için zorunluluk söz konusu olur ve dolayısıyla onun sorumluluğu üzerinden kalkmış olur. Halbuki Allah insanı, yarattığı şeylerle değil, teklifleriyle, yani emir ve yasaklarıyla imtihan etmektedir. Meselâ, Allah sarhoşluk veren bir içeceği yaratmakla değil, onu içmeyi yasaklamakla insanı imtihan eder. Tercih eden insan olduğu için hüsün ve kubuhla, yani iyilik ve kötülükle onun fiilleri sıfatlanır. İnsanın itab ve ceza görmesi de fiilinin kabih olmasındandır. Yoksa Allah’ın yaratması daima iyidir. Bazı şeylerde zararın ve dolayısıyla kötülüğün olması da bazı hikmetlere binaendir.

İslâm âlimleri bütün canlıların rızkını Allah’ın verdiği noktasında ittifak etmiştir. Ancak kullara ait kötü fiillerin gerçekleşmesine ilâhî kudret ve iradenin tesiri meselesi, kulların yararına olan şeyleri yaratmanın Cenâb-ı Hak için gerekli olup olmadığı konularıyla ilgili olarak kelâm âlimleri rızık mevzuunda bazı farklı görüşler ortaya koymuş ve kendilerine has rızık tanımları yapmıştır. Ehl-i sünnet âlimleri, insanların irâdî fiillerinin görünüşte kendi arzu ve teşebbüsleri sonunda meydana geldiğini kabul etmekle birlikte bu fiillerin her şeyin yaratıcısı olan Allah’ın iradesi sayesinde vücut bulduğunu söyler; bu sebeple de rızkı “Cenâb-ı Hakk’ın hayatlarını sürdürebilmeleri için canlılara verdiği her türlü imkân” şeklinde tarif ederler. Bu tanıma göre gayri meşrû yollardan elde edilen imkânlar da rızık kavramı içinde mütalaa edilir. Mu‘tezile âlimleri ise ilâhî irade ile insanların gayri meşrû fiilleri arasındaki ilişkiyi reddettiğinden rızkı “kişinin hayatiyetini sürdürmek için mâlik olduğu şey” veya “kişinin faydalanmaktan men edilmediği imkânlar” diye tarif ederler. Birinci tarifte yer alan “mülkiyet” kavramı “elde edilmesine Allah’ın izin verdiği şey” anlamına gelir. Mu‘tezile’nin tariflerine göre haram kazanç rızık kavramı içinde yer almaz (Tehânevî, I, 858). Rızık kelimesi daha çok yiyecek ve içecek için kullanılırsa da yapılan tanımlarda Allah’ın verdiği bütün nimetler kastedilmiştir. Kelime bütün canlıları kapsamakla birlikte kelâm ilminde sorumlu olması çerçevesinde insanla ilişkilendirilerek incelenir.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’den itibaren Sünnî âlimleri, haram yollarla da olsa insanın eline geçirdiği her şeyi Allah’ın verdiği rızık kavramı içinde mütalaa etmiştir. Aksi takdirde haram yiyen ve hayatı boyunca haramla geçinen kimselerin Allah’tan başkası tarafından rızıklandırılması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Bu ise bütün canlıların rızkının Allah tarafından verildiğini ifade eden ilâhî beyanlarla bağdaşmaz. Mu‘tezile âlimlerinin bu konuda gösterdiği titizlik -kader, ef‘âl-i ibâd, vücûb alellah vb. meselelerde olduğu gibi- başka problemlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi insanların işlediği kötü fiillerin ilâhî kudret, irade ve bunların neticesi olan “halk” sıfatlarının dışına çıkarılması ulûhiyyetle bağdaşmaz (Kitâbü’t-Tevĥîd, Fihrisü’l-mustalahât, “fi’l”, “şer” md.leri; Te’vîlâtü’l-Ķur’ân, Fihrisü’l-mustalahât, “ef’âlü’l-’ibâd” md.). 25

 

*Bu yazı “Klasik Bir Kelam Problemi Olarak Rızık Kavramının Tanımları ve Bu Tanımların İçerdiği Problemler - http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/53/484.pdf” isimli çalışmadan faydalanılarak yazılmıştır.

1 İslam Ansiklopedisi, Rızık Maddesi

2 M. Hamdi Yazİr, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ty., I, 192.

3 Fahreddin Râzî, Mefâtihü’l-gayb, Beyrut 1990, II, 30; Rağİb el-Isfahânî, el-Müfredat, Beyrut ty., s. 194

4 Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azim, Beyrut 1969, VI, 235

5 Zebîdî, a.g.e., XIII, 162, el-Bustânî, a.g.e., s. 333; el-Kermî, a.g.e., II, 160

6 İbn Manzûr, Lisanü’l-arab, Beyrut ty., X, 115

7 Abdulkâhir el-Bağdâdi, Usulüddin, İstanbul 1928, s. 144

8 Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidaye fî usûli’d-din (Matüridiyye Akaidi), çev. Bekir Topaloğlu, Ankara 1992, s. 75

9 Sa’deddin Taftazânî, Şerhu’l- Akâid, İstanbul 1976, s. 127; Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, Beyrut 1996, s. 147

10 Taftazânî, Şerhu’l- Akâid, s. 127

11 İmamü’l-Harameyn Abdülmelik Cüveynî, el-İrşâd, Beyrut 1985, s. 307

12 Sadeddin Taftazânî, Şerhu’l- Makâsİd, Beyrut 1988, IV, 318

13 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul 1983, s.343

14 İbrahim Bâcûrî, Şerhu Cevhereti’t-tevhid, Dİmaşk 1972, s.441

15 Yazır, Hak Dini, I, 192, VII, 5230

16 Muhammed b. Mahmud el-Gazâlî, Minhâcü”l-âbidin ( Sirâcu’t-talibin ile birlikte), Kahire 1953, s. 88-97

17 Râzî, Tefsir, 2/30

18 Takiyüddin b. Ahmed İbn Teymiye, Mecmuu’l-fetava, Beyrut h.1398, VIII, 581

19 Taftazânî, Şerhu’l-akâid, s.128; a.mlf., Ta’rîfât, s. 147; Aliyyü’l-Kârî, Şerhu Fİkhi’l-ekber, Beyrut 1987, s.191.

20 Eş’arî, Makâlât, s. 247; Ebu Bekir el-Bâkİllâni, Temhidü’l-evâil ve Telhisü’d-delâil, Beyrut 1987, s. 328-329; Sâbûnî, a.g.e., s. 75; er-Râzî, a.g.e., II, 30-31; Bâcûrî, a.g.e., s. 442-443.

21 Nâsiruddin el-İskenderi, el-İnsaf (ZemahŞeri’nin Keşşaf’iyla birlikte), Beyrut ty., I, 32.

22 Ebu’l Hasen el-Eş’arî, el-İbâne an usûli’d-diyane, Beyrut 1993, s. 59-60; a. mlf., Makâlât, s.247; Bâkillânî, Temhid, s. 328-329; es-Sâbûnî, a.g.e., s. 75; Bâcûrî, a.g.e., s.442-443.

23 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, Kahire 1965, XI, 30.

24 Kâdî, el-Muğnî, XI, 40.

 

25 İslam Ansiklopedisi, Rızık Maddesi

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ