Faruk Yeşil
Hayat yine o eski seyrindedir, büyük hedefler peşindeydik, büyük idealler kurduk, ama ne yazık ki realitemiz ütopyamızı aşmış durumdaydı, çok insan öğütüldü ve yine ne yazık ki genelde insanlık, özelde Müslümanlık askıya alındı ve biz bütün bu olup bitenlere öylesine alışmış, öylesine kabullenmiştik ki adeta her şey yolundaymış gibi, hiçbir anormallik yokmuş gibi davranıyorduk. Oysa başkaları ile paylaşmayı unuttuğumuz için ne sevinçlerimiz çoğalıyor, ne acılarımız azalıyordu. Ülke nüfusunun yarıya yakını antidepresan kullanıyor oluşunun vahameti bizi hiç rahatsız etmiyordu.
Ruhumuz, zihnimiz gibi kelime dağarcığımızda darmadağınık, oysa bizim çok güçlü dayanaklarımız, diriliş ve direniş mevzilerimiz vardı; salt çıkar ve oportünizme hizmet eden siyasetin zorba ve müşrikçe tasallutları bizi mevzilerimizde yenilgiye uğratmak istiyordu ama biz tuzlu su içerek susuzluğunu gidermeye çalışan adam misali, sürekli aynı kozayı örmeye, üzerimizi kapatmaya kendi bencilliğimize kapanmaya, dış dünya ile ilişkilerimizi kesmeye, kendi köşemize çekilmeye devam ediyorduk. Adeta kendi engelimizi her geçen gün biraz daha büyütüyoruz. O kadar ki birimizle ilişkimiz, korkudan, güvensizlikten ibaret hale geldi.
Gerçek sorunları ihmal pahasına geçici güncelliklere kapanmanın ahlaki ve zihinsel istikrarsızlıklarını konuşmamız, sorgulamamız gerekiyor. Müslümanlar olarak iktidarların dünyevi zenginliklerinin, hazlarının, imkânlarının etrafında değil hakikatin ve hakkın etrafında toplanmak durumundayız, unutmayalım ki kişisel imanla siyaset ve toplumun dönüştürülmesi imkânsız bir şeydir. Emeklerimizi, çaba ve gayretlerimizi biri birine kattığımızda, Müslümanca dayanıştığımızda seküler dünya ile mücadele edebiliriz, Allah ancak o zaman çalışmalarımızı ve çabalarımızı bereketlendirecektir.
Meramımızı, duygularımızı ifade etmekte çoğu zaman güçlük çekiyoruz. Kafamızdan ve kalbimizden geçen düşünceleri, içimizde bir denizin coşkun dalgaları gibi kabaran duyguları, tam olarak anlatmakta zorlanıyor hatta hiç mi hiç anlatamıyoruz. Düştüğümüz yerden kalkmanın, zihnimiz üzerinde ki bu katı blokajları kaldırmanın mutlaka bir yolu olmalı, bunun için bir şeyler yapıyor olmalıyız ama biz tembelliğin, vurdumduymazlığın, adam sendeciliğin dibini bulmuş durumdayız. Hangi toplumda ya da kültürde olursa olsun büyük sorunları gerçek sorunları konuşmaksızın, fark etmeksizin, ilanihaye umut ederek, umut etmeyi hak edecek hiçbir şey yapmaksızın; sahte, küçük ve yüzeysel sorunları konuşarak, tartışarak gerçek sorunlarımızı çözemez sadece büyütürüz.
Her yanımız kan revan, zulüm tüm coğrafyamızı sardığı halde, biz param parçayız sürekli bir birimizle çekiştiğimiz için rüzgârımız kaybolmuş. Toplumlara yaşadıkları zulmü tarif edecek ve onlara ezildiklerini hatırlatacak cümlelerimiz çok cılız, çok yavan kalıyor. Allah’ın arzu ettiği toplumun nasıl lığını yaşamıyla örnekliğini gösterecek güçlü bir duruşa ve ilmi arka plana hatta bu konuda çok güçlü bir iradeye bile sahip değiliz. Aleyhimize dahi olsa hakka sahip çıkacak bir ahlaka ve dile ihtiyacımız var. Hayat ciddiyetsizliği, samimiyetsizliği kaldırmaz, her an ölüme yaklaşıyoruz. Dünyamız berbat bir durumda elbette bunda dahlimiz olmasa bile payımız vardır, kötülüklere susarak bu durumu desteklemiş oluyoruz en azından. Bu durum bu şekilde devam ederse gelecek nesillere çok kötü bir çığır açacağız. Allah’ın da İslam’ın da bize ihtiyacı yok ama bizim Rahmet’e, Merhamet ve Nimet’e ihtiyacımız var. Yoksa Allah dinini Ey insanlar diye haykıracak, gereğince amel edecek yiğitler halk eder ve onların eli ile dini hâkim kılar. Hiç unutmayalım ki tercihlerimiz ahiretimizi belirler. Tercihlerini doğru yapanlar dünyada izzet ve onura, ahirette de felaha ulaşacak kutlu Müslümanlardır. Kenarından Müslüman olarak ahiretimizi kurtaramayız, tercihlerimize sahip çıkmalıyız, tercihlerimizi siyasi parti liderlerine bırakamayacağımız gibi hiçbir tarikat şeyhlerinde bırakamayız, aklımızı bunlara kiraya vermek en büyük şirktir. Unutmayalım ki hesabı yalnız vereceğiz ve bunların hepsinin o gün kendilerine yeten bir derdi olacaktır.
Tercihler ve duruşları sorunlu olanlar, adalet diyorlar kapitalistler kadar adil davranmıyorlar merhamet diyorlar mafya kadar bile acımaları yok, dayanışma diyorlar kendileri dışındakiler umurlarında bile değil, zalime karşıyız diyorlar güç ellerine geçince yeryüzünün azılı zalimlerine rahmet okutuyorlar.
Modern sistemin acentesi muhafazakâr partilerin sahih İslam’a verdiği zararı açtığı bu büyük gediği konuşmaya hiç kimse cesaret edemiyor. Rüzgâra göre yön değiştirerek gelecek kuşaklar için umut üretemeyiz. Koşulları zorlayacak, ilahi sisteme savaş açmış koşulları değiştirecek bir iradeye sahip olmalıyız. Bu konuda en küçük bir ödüne dahi müsaade edemeyiz, kaldı ki bu konu zaten Müslümanın inisiyatifinde olan bir şey de değildir. Değersizliğin boşluğunda yüzen insanlık için, ancak kendimiz olarak, kendimiz kalarak, inandığımız değer ve ilkelerimizde ısrar ederek, duruşumuzu koruyarak umut olabiliriz.
Koşullar nedeni ile çok onur kırıcı uzlaşmalar, kabul edilemez teslimiyet ve bütünleşmelere şahit olmaktayız. Hiç bir yanlışlık ve çarpıklık sorgulanmadığı, eleştirilip, reddedilmediği için büyük sapkınlık ve anormallikler akıl almaz bir şekilde içselleştiriliyor. Serbest piyasa ekonomisinde her türlü ahlaksızlık, her türlü sapkınlık sonuna kadar serbest. Siyaset ise menfaat temin eden sadece bir çıkar aracı haline dönüşmüştür. İnanç ve düşüncelerini, hayat tarzlarını tutkuyla savunma gayreti içerisinde olmayanları, koşulların nereye sürükleyeceğini kestirmek pek mümkün değildir. Mal ve mülk uğruna, insanı insan yapan erdemleri asla terk edemeyiz.
Müslümanlar, kendi ilkelerine göre yaşamayı hedeflerinin en önüne koyma cesaretini göstermedikleri sürece, ötekilerin estirdiği rüzgârın önünde adeta bir yaprak gibi savrulup duracaklardır. İşte şimdi tamda böyle bir savrulmanın tam orta yerindeyiz… Konuştuklarımızla yapıp etiklerimiz arasında bir bütünlük olmasına azami gayret göstermeliyiz. Çok derin, çok korkunç çelişkilerimiz var öncelikle bunlardan kurtulmalıyız. İnanç ve düşüncelerimizi, ilkelerimizi büyük bir tutkuyla savunabilmeliyiz. İçerisinde yaşadığımız dönemin sorunları ile hesaplaşmak yerine boyun bükmek kabullenmek Müslümanca bir tutum olamaz. İnançları, ilkeleri doğrultusunda hareket etmeyenlerin kişilikleri zaafa uğrar. İnançlarımızın asla söylem düzeyinde kalmasına rıza gösteremeyiz. Bu olağan üstü koşullarda içerisinde bulunduğumuz konformist döngüyü aşmak durumundayız. Hayatımızı bütünüyle ekonominin işgal etmesine müsaade edemeyiz. Para ve şöhret hırsının ruhumuzu kirletmesine, onurumuzu çürütmesine asla ama asla müsaade edemeyiz.
Hiç bir koşul bizi kötülüklerle uzlaşmaya hatta hatta işbirliğine zorlamamalı. Bu konuda en küçük bir tavize bile razı olamayız. Koşulların, hakikatin çocuklarını çıkarların çocuklarına dönüştürmesine sessiz kalamayız. Hayatlarımızı kendi irademiz doğrultusunda yönetmek durumundayız. İslami hak taleplerimize ABD ve Avrupa’nın lütufları ile değil kendi mücadelemizle kavuşmayı umut etmeliyiz. Düşüncelerimizin, eylemlerimizin, erdemlerimizin toplumsallaşabilmesi için öncelikle kendimiz olmalıyız. Bu konuda bedel ödemeyi göze alabilmeliyiz. Hiç bir bedel ödemeden, hiç bir güçlüğe katlanmadan, hiç bir sorumluluğu paylaşmadan, statükoya sarılarak, egemenlerle işbirliği ve amaç birliği yaparak bir mücadele sürdürülemez. Allah için bir araya gelmeye, bir birimizi koruyup gözetmeye, iyilikler konusunda dayanışma içinde olmaya, kötülükler konusunda birbirimizi uyarmaya hiç bir koşulun mazereti mazeret değildir!
Faruk Yeşil