Ebrar Pınar
Ortadoğu… Son günlerde özellikle adına “Arap Baharı” denilen halk hareketleri ile gündemde olan mazlum ve mağdur halkların coğrafyası. Halklarının onurlu baş kaldırışı ile Ortadoğu adeta üzerindeki ölü toprağını (diktatörler) silkiyor. Bu silkinme devamında nasıl bir yapılanma getirecek, bu şu an için bir muamma.
Ortadoğu coğrafyasının ilim ve Medenîyette edindiği kadim geçmişin üzeri bugün maalesef kanla örtülüyor. Geçmişi böylesine parlak olan coğrafya yakın tarihinde işgaller ve emperyalist güçlerin başa geçirdiği kukla diktatörlerin zulümleri ile anılmakta: Irak’ta diktatör Saddam yönetimi ve sonrasında ABD işgali; Suriye’de Hama katliamı ile vicdanları sızlatan Hafız Esed rejimi ve devamında oğlu Beşar Esed’in hala devam etmekte olan halk ayaklanmasına karşı kanlı operasyonları; yarım asırdır Mısır halkını ve özelde İhvan-ı Müslimin Hareketi mensuplarını firavunî bir gelenekle zulmü altında inleten (yakın zamanda halk ayaklanması ile alaşağı edilen), Filistin halkına uyguladığı haksız ambargoya taşeronluk edip, Refah sınır kapısını kapatarak İsrail’in zulmüne ortak olan Hüsnü Mübarek…
Ve elbette Filistin… Yarım asırdan daha uzun bir süredir toprakları İsrail işgali altında ve halkı İsrail zulmü altında inleyen fakat boyun eğmeyen…
Ortadoğu’da yaşananlar elbette bunlarla sınırlı değil. Birkaç somut örnek olması açısından bir Ortadoğu karması aktarılanlar sadece.
Bugün halkların ayaklanması ile diktatörlerin devrilişine kadar Filistin dışında zulme kayda değer bir biçimde başkaldırı göremiyoruz yazık ki. Zulme razı olmayan bir Filistinimiz vardı, halen de var.
Şimdi, Ortadoğu özelinde kadının yakın dönem özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları mücadelesindeki yerine bakalım.
Birçoğumuz Zeyneb Gazali’nin “Zindan Hatıraları”nı hayret ve hayranlık içinde okumuşuzdur. Mısır’da zulme başkaldırının kadıncasıdır Gazali’nin hayatı. Konforlu döşeklerimizde uzanıp hayatını okurken “bir kadın bunca eziyete nasıl dayanır”ı tahayyül etmeye çalışmışızdır her seferinde. Müslüman Kadınlar Birliği’ni kurarak, Mısır’ın siyasî hayatında önemli roller oynayan, rejime karşı aktif tavır alan Zeyneb el-Gazali el-Cebili… Abdunnasır tarafından zindanlara atılan Müslümanların geride kalan çocuklarının himaye edildiği sıcak bir yuvadır evi. Bütün bunlar yeterlidir zindanlara atılıp işkenceye tabi tutulması için. Büyük bir suçu da İhvan-ı Müslimin’in kurucusu şehit Hasan el-Benna’ya biat edişidir hiç kuşkusuz.
Filistin’de ise nice adı bilinmeyen Gazali’ler yaşamış ve yaşamaktadır. Davası uğrunda kendi canını ortaya koyan nice yiğit kadınlar. İşte birkaç örnek:
Biri 57 yaşındaki Fatıma en-Neccar… Evlatları işgal güçleri tarafından hayattan koparılmış Fatıma ninenin. Kendisi de işgalcilere dersini vermek için canını ortaya koymuştur.
Bir diğeri ise henüz 18’inde bir taze Mirfad Mesud. Hayata yaşıtlarından çok farklı bakan bir öğrenci… Ergenlik sorunları yok, tek derdi işgal ve zulüm altında inleyen halkı. Canını ortaya koyduğu gün oruca niyetli, sanki iftara meleklerle sözleşmiş…
Analar var Ümmü Nidal gibi, 19 yaşındaki oğlunu vakarlı bir şekilde ölüme yollayan Filistinli analar. Oğlunu ölüme uğurlayış gerekçesini; “Şehid olacağını önceden biliyordum. Onun için onu uğurladım. Ben zaten oğlumun Müslümanların zaferi için bir şeyler yapmasını arzuluyordum. Kendisi de şehid olmayı istiyordu.” diyerek anlatan yiğit analar.
Macide gibi genç yaşta dul kalan kadınları var Filistin’in. Eşi aracında seyir halinde iken İsrail’in Apaçi helikopterleri tarafından roketle vurulmuş. Eşinin cesedinden geriye hiçbir şey kalmamış Macide’nin. Oysa bu durumu kanıksamış.
Filistin davasına olan bağlılığını şöyle anlatıyor: “İsrail asla barış istemiyor. Sonra buralar bizim toprağımız. Onlar silah zoru ile işgal ettiler. Topraklarımızı işgal ettikleri yetmezmiş gibi bizi evlerimize hapsetmek istiyorlar. Yani özgürlüğümüzü istiyorlar. Bu mümkün mü? Evet, kocamı kaybettim. Ama Filistin her şeye değer. Ve Mescid-i Aksa bizim en kutsalımız. Bir insan hayatta anlam verdiği değerler uğrunda yaşar. Bu değerler ortadan kalkarsa yaşamın bir anlamı olmaz. Bu değerler damarlarda dolaşan kan gibidir. Çıkarsa hayatta biter. Bende insanım. Kocam benim için her şeydi. İlk günler şok olmuştum. Ama burası Filistin…
Dünyada hiçbir halkın bizim kadar güçlü olacağını sanmıyorum. Düşünün dünyanın hiçbir ülkesi size destek vermiyor. Yeryüzünde İsrail’in yaptıklarına dayanacak ikinci bir halk olduğunu sanmıyorum. Bunu neden yaptıklarına gelince, gayet basit; bunlar kendilerine gönderilen peygamberleri bile öldürdüler. Peygamberlerini öldürenler bizi neden öldürmesinler?”
Ve Semiha Halil… Ramallah-Kudüs arasında küçük bir belde olan El-Bira’da “Aileyi Kalkındırma Derneği” başkanı. Çevresinde Semiha ana olarak tanınıyor. 1948 yılında, işgalin fiilen başladığı tarihte İsrail askerleri evini basmış ve portakal bahçelerini tarumar etmiş. Sokağa çıktığı elbiseyle kalmış dışarıda. Yaşadıklarını hiç unutmamış ve İsrail işgaline karşı mücadelenin içinde yer almış:
“Umutsuzluğa düşmek yerine hayatta şu üç sloganı kendime şiar edindim: 1. Her gün ağlayacağına bir mum da sen yak. 2. Hayatta imkânsız diye bir şey yoktur. 3. Kazanmak için önce inanmak gerekir. Bizim çalışmalarımızda temel vurgumuz şu: Biz bu topraklarla aramızda kültürel bağlarımızın olduğunu yeni nesillere anlatmaya çalışıyoruz.”
Semiha Halil Arap dünyasında devlet başkanlığına adaylığını koymuş ilk kadın. Yaser Arafat’a karşı adaylığını koymuş ancak oyların sadece %10’unu alabilmiş. “Önemli olan, kadınlar olarak: Bu işte biz de varız, dememizdir…” diyor. Bugün hayatta değil ama Filistin’in direnişçi kadınlarından biri olarak adı tarihe geçiyor.
Bugün İsrail hapishaneleri birçok Filistinli kadına işkencehane olmaya devam ediyor. Diğer yandan Allah, hak yolundaki kullarını kimi zaman düşman cephesinden çıkan erdemli insanlarla destekliyor. Belki de sorumluluğumuzun bilincine varabilmemiz ve yapmadıklarımızdan dolayı yüzlerimizin kızarması için.
Yüzünü Zulümden Adalete Döndüren Kadın
İnsan onurunun hiçe sayıldığı, erdemin ve insani değerlerin ayaklar altına alınarak yok edilmeye çalışıldığı bir çağda yaşıyoruz. Menfaat savaşlarının bedelinin mazlumlara canları ile ödetildiği, global kan davası güdülen bir çağda…
Hal böyle iken vicdanında bir nebze insaniyet kalmış olanların, çekilecek çileyi bile
bile onurlu bir duruş sergilediğine şahitlik ediyoruz. Zalim bir kavmin içinde mazlumları sahiplenecek vicdan sahipleri yeşeriyor kimi zaman.
Bir bakıyorsunuz düşman, size çevirdiği namluyu indirip dost oluvermiş. Öyle bir dost oluş ki dün silah doğrulttuğu insana, bugün canlı kalkan olabilecek kadar.
İşte bunlardan biridir; Tali Fahima. İsrailli bir Yahudi’dir. Kiryat Gat’ta doğmuş, liseyi zorlukla bitirip sekreterlik yapmaya başlamıştır. İsrail’in haksız davasını, haklı görmüştür yıllarca. İsrail ordusunda askerlik yapmış, ülkesinin “terörizme(!) karşı verdiği mücadele”ye destek vermiştir kendince. Neden sonra, belki de vicdanını rahatlatmak ve bu savaşın meşruiyetine kendini inandırmak için savaşın Filistin cephesini araştırmaya başlar.
“Arapların bu topraklarda yaşamaması gerektiğini düşünecek şekilde büyütüldüm. Bir gün, bilgilerimde birçok eksiklik olduğunu, medyanın bizden çok şey sakladığını fark ettim. Jeton düştü. Mesele insan meselesiydi. Onların hayatlarından biz de sorumluyduk. İşte o gün televizyon seyretmeyi bıraktım.”
El-Aksa Şehitleri Tugayı lideri Zekeriya Zübeydi ile görüşme yollarını arar, nitekim bulur. Bu görüşmesinden bir müddet sonra kendi devleti(!) tarafından gözaltına alınırken söyledikleri manidardır:
“Bir insanın neden bunları yaptığını sormam gerekiyordu. Bunun bir nedeni var. Adamın biri bir sabah uyanıp, 'Tamam, ben şimdi bir saldırı düzenleyeceğim' demez ki…”
Bir zamanlar karşı cephede yer aldığı bu savaşta, şimdi düşmanına canlı kalkan olacağını beyan etmekten çekinmemektedir. Bunun sebebini ise Haziran 2004'de Jerusalem Post’a şöyle dillendiriyor:
“Belirli değerlerle yetiştirilmiş 28 yaşındaki bir kadın için, bir gün bunların tümünün yanlış olduğunu anlamak kolay değil… İşgale neden olan kim? Filistinliler mi? Hayır. İsrailliler. Ve ben kimim? Yapılanlarda sorumluluğu bulunan ve evinde oturup hiçbir şey yapmayan bir Yahudi ve bir İsrail vatandaşı…
Zübeydi bir terörist değil. O işgale karşı savaşıyor. İntihar saldırılarını düzenleyenler de işgale karşı savaşıyorlar. Kendinizi onların yerine koyun ve ne olacağını görün. Temel hak ve özgürlükler onlara tanınmıyor…”
Bu tavrı elbette başına dert açacaktır, açmıştır da. İsrail vatandaşı Tali Fahima, 5 Eylül 2004 tarihinde “tüm İsrailliler için açık ve mevcut bir tehlike” olduğu gerekçesi ile İsrail yetkilileri tarafından, yargılanmaksızın 3 yıl hapse mahkûm edilmiştir. İşin ilginç yanı ise İsrail’in bu uygulamayı Fahima’ya kadar sadece Filistinlilere yapıyor olmasıdır. Yargılanmaksızın mahkûm edilen ilk Yahudi olması hasebiyle manidardır Tali Fahima’nın öyküsü.
Mahkûm edilişinden 30 ay sonra 3 Ocak günü Ayalon Hapishanesinin kapısında O’nun gibi düşünen bir grup genç kendisini bekliyordu. İsrailli insan hakları aktivisti bu gençlerin arasında 16 yıl önce aynı kapıda dostları tarafından beklenen Michael Warchawski de bulunuyordu.
Warchawski, kapıda bekleyen gençlerin portresini şu sözlerle çiziyordu:
“İlk intifadayı duymamışlar bile. FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) hakkında bir şey bilmiyorlar ve besbelli Edward Said'i okumamışlar. Siyasi bilinçleri sadece aklıselim ve vicdanla yoğrulmuş. Bu, onları kendilerinden önceki kuşaklardan daha az siyasi kılmıyor, ama daha kararlı ve adalet mücadelesi konusunda daha uzlaşmasız kılıyor.”
Fahima, mahkûmiyetinin ardından verdiği ilk demeçte Guardian Gazetesine şunları söylüyordu;
“İlk suçum Şin Bet'le (İsrail Gizli Servisi) çalışmayı reddetmemdi, ikincisi Filistinlileri ziyaret etmeyi sürdürmem, üçüncüsü de İsrail'in katliam politikasını protesto etmem.”
Tutuklandıktan sonra dokuz ay boyunca bir hücrede tecrit edilmiş, kitapsız ve televizyonsuz bırakılmıştı.
“Yatağıma uzanıp Cenin'i düşünürdüm; orada tanıdığım insanları, olup bitenleri. Yalnızlıktan hiç sıkılmadım. Şin Bet'in nasıl çalıştığını öğrendim. İsraillileri de Filistinlileri de, hepimizi nasıl terörize ettiklerini öğrendim. Devletimizin nasıl çalıştığını öğrendim. Bizim adımıza yapılan şeylerin nasıl bizden saklandığını öğrendim.”
Tali Fahima artık tutuklu değil, ancak ülkeyi terk etmesi ve Filistin topraklarına geçmesi hala yasak olduğundan mahkûmiyetinin bittiğini ve özgür olduğunu söylemek de güç.
Vicdanî melekelerini kaybetmemiş her insan için zulme rıza, elbette zulümden beterdir. Bu sebepten olsa gerek Tali Fahima insanî ve vicdanî bir refleksle zulme karşı vakarlı bir duruş sergilemiştir. Böyle bir tavır karşısında maalesef kimi insan hakları örgütleri Tali Fahima’ya uygulanan zulme, İsrail’in iç işleri olduğu gerekçesi ile müdahil olmaktan imtina ederek zulme ortak olmuşlardır.
İnsan hakları perspektifine taban tabana zıt bir anlayışla Filistin meselesine duyarsız kalan, zulme uğrayan insanların bireysel hak arayışlarına sessiz kalarak işgale seyirci olan kişi ve örgütlere, örneklik teşkil edecek bir hayat hikâyesidir Tali Fahima’nın yaşadıkları.
Şimdi, bütün bu kadın profillerini inancımız ve vicdanımızla yoğurarak kendimiz için nasıl bir profil çizeceğimize karar verelim. Allah karşısında acziyetimizin, zulüm ve tuğyana karşı gücümüzün ve mücadele azmimizin farkına varalım.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” (Âl-i İmran, 195)
Not: Ümmü Nidal, Macide ve Semiha Halil örnekleri Sefer Turan’ın “Kudüs Tarihin Kalbi” isimli kitabından derlenmiş, Tali Fahima biyografisi Mazlumder İstanbul Bülteni’nin ilk sayısındaki yazımdan alınmıştır.