Abdullah Eğilmez
Adalet
Dünya hayatı fanidir. Faniliğin nihayeti ise ölümdür, kıyamettir, hesaptır. Hesap, yaşanılan hayata aittir. Hesap, hayatı ve ölümü yaratan Rabbe verilecektir. Hesap, yaşamın detaylarına dair olacaktır. Dünya hayatı, imtihanın sorularına verilen bir cevaptır. Adaletin tecelli edeceği mizanda “kazandım” diyebilmenin yolu dünyada da adalete uygun amellerden geçmektedir. İslam'ın tevhid özelliğinden sonraki önemli direklerinden birisidir Adalet.
Şu halde Müslümanların Adalet talepleri kadar adil olmaları da zorunludur. Adalet mü’min kimliğinin temel bir özelliğidir. Mü’min adaleti kendi benliğiyle yaşayan bir insandır. “Yalan söylememek” ahlaki bir erdem olmanın ötesinde adil bir Müslüman kimliğin tecellisidir. Zira hakka davet edecek bir davetçinin sözlerinde ve kimliğindeki muğlaklık, davet ettiği konu ne kadar üstün olursa olsun, üstünü örtecektir.
“Muhammed-ül Emin” hitabı adil bir kimliğin şahidliğidir. Onun yanında ve ilişkisinde güvende olunabileceğine duyulan itimattır bu adlandırma. Risaletinde onca işkence ve boykota rağmen hicret öncesi en şiddetli ilişki döneminde bile kendisine emanet verilebilecek seviyede adaletinden şüphe edilmediğini gösterir.
Davetin kurumsallaştığı, iman ve şirkin iki ayrı kutup şeklinde hizipleştiği, ayrıştığı, kurumsallaştığı bir ortamda bu emanet ilişkisi tabi ki kurumsal değildir; ancak yine de Allah Resulünün emin vasfına gösterilen bir şahitliktir. Yani bu ilişki özel anlamda kul hakkını muhafaza edeceğine duyulan güvendir. Zaten Adalet de hakların muhafazası değil midir?
Kul Hakkı
Kul hakkını muhafaza (sadece Müslümanın değil) her hangi bir insanın haklarının korunmasıdır. Bu çerçevede korunma ihtiyacından bahsedilecek haklar iki türlü risk altındadır: Birincisi, hakkın elinden gasp edilmesi; ikincisi, ona ait ama onun elinde o an bulunmayan hakkın zapt edilerek teslim edilmemesi. İlki genelde zor kullanılarak yapılan bir işlemdir, Cebrdir, Şiddettir, Zulümdür. İkincisi, genel anlamda emanete riayetsizliktir, ihanettir.
Bunları genel bir sınıflandırmayla ifade edersek İslam'ın korumaya çalıştığı 5 emniyet bunu ifade eder: 1- Din emniyeti, 2- Nesil emniyeti, 3- Irz emniyeti, 4- Can emniyeti, 5- Mal emniyeti...
Bir Müslüman birey kulların bu emniyet talepleri konusunda kendisinden ve nüfuz alanından herhangi bir kula bu konularda tecavüz olmaması için hassasiyet göstermelidir. Bu konudaki hakları benzer şekilde şöyle sınıflandırmak mümkündür:
1- Din emniyetinden doğan haklar: Bu çerçevede sahih bir dini anlayış kazanmasına mani olmak, yol açmamak, ibadetlerine mani olmak, dini kimliklerini töhmet altında bırakmak: Müslümana kâfir, fâsık demek, bid’at çıkarıp veya mevcut bid’atleri savunup batıl inanç veya amel sahibi olmalarına vesile olmak, cürmü aleni işleyerek fesadı yaygınlaştırmak kul hakkı ihlalidir.
2- Nesil emniyetinden doğan haklar: Neslin muhafaza edilmesi, anne-baba-çocuk ilişkisinin sürdürülmesidir. Anne babasından koparılan çocukların veya meşru anne ve babadan doğmayan çocukların nesil emniyeti hakkı ihlal edilmiştir.
3- Irz emniyetinden doğan haklar: Bir İnsanın namusu, ırzı, onuru, insanlığı, şahsiyetinin korunmasıdır. Dedikodu, gıybet, iftira, alay, sövme gibi çeşitli yollarla insanın haysiyetine, onuruna yapılan saldırılar birer tecavüzdür, ihlaldir.
4- Can emniyetinden doğan haklar: Yaşam hakkının muhafazasıdır. Bir insanın öldürülmesi, köleleştirilmesi, esir edilmesi, hapsedilmesi ya da sakat bırakılması gibi bir yolla yaşamının anormal olarak, zorluklarla yaşamasına sebep olma bu hakkın ihlalidir.
5- Mal emniyetinden doğan haklar: İnsanın sahip olduğu malların kendine ait olmasının sağlanmasıdır. Malı çalmak, gasp etmek, dolandırmak, kusurlu mal satmak, sahte para vermek, malına zarar vermek, hile vb yöntemlerle hakkı olan mala sahip olmasına mani olmak bu hakkın ihlalidir.
Helalleşme
Müslüman, elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kişidir. Nihayetinde o da bir insandır; gaflete, nisyana düşüp kul hakkını çiğneyebilir. Ancak fark ettiği zaman günahının farkına varıp tevbe etmelidir. Tevbe, bir günahı bir daha işlememeye azmettiğinin gösterilmesi ve yanlış yoldan dönüldüğünün sunulması ibadetidir. Bu amel hem Müslüman kimliğine yaptığı saygısızlık ve Allah'ın emirlerine riayetsizlikten dolayı Allah önünde af dilemedir hem de hakkını ihlal ettiği kullara ulaşıp onlara haklarını iade etmedir.
Her ne kadar günümüzde hakim kapitalist kültür maddi değerler üzerine bina edilmiş olsa da Müslümanlar bu haklarla ilgili olarak özellikle maddi karşılığı olanların muhafazasında oldukça hassastır. Ne şekilde olursa olsun cebr kullanılarak gasp edilen bir hakka karşı ellerinden gelen her türlü duruşu sergilemekte ve hakkın muhafazasına hassasiyet göstermektedirler.
Sadece şahitlik ettikleri diğer insanlar arası hakkın korunması ile ilgili değil, kendileri de bu konuda bir kul hakkı yiyen olmamak için gayret sarf etmektedirler. Dikkatlerinden kaçan bir başlık olabilir endişesiyle de helalleşmek şeklinde bir müessese oluşmuştur. Özellikle uzun yola gidecek bir Müslümanın talebi bu olmaktadır.
Helalleşme müessesesi bir boyutuyla zamanında teslim edilemeyen hakların gecikmeli de olsa misliyle telafisinden sonra bakiye kalan küçük konular hakkında sulh olma gayretidir. Yani helallik talep eden muhatabına “senin bende bulunan ve karşılığı olan bütün hakları sana iade ettim, hesap edemediğimiz, gecikmeden kaynaklanan şeyler olabilir, onları da sen helal eder misin?” diye sormaktadır.
Günümüz şehir yapısının soysa-kültürel ortamları nedeniyle birbirlerini genellikle toplu ortamlarda gören ve ayrılan insanlar da yine umumi helallik talep etmektedirler. Bu patolojik durum helalleşme adına ortaya söylenen bir sözle helalleşmeyi sağlamış olma sanrısı oluşturmakta ve helalleşmenin kolay bir müessese olduğunu zannettirmektedir. Helalleşme müessesesinin kolaylığı hakların muhafazasına gösterilen rikkatin de küçümsenmesini doğurmaktadır.
Geciktirilerek ödenen bir borç bile yerine göre bir hak ihlali oluşturmaktadır. Zira kendi parasının, malının belli bir tarihte kendisine iade edileceği için ödemelerini ona göre planlayan bir insanın borcunu ödeyemeyerek ticaret ve düzeninin bozulmasına, iflas etmesine sebep olabilir. Dirliği bozulduktan, para pul olduktan sonra ödenen borç hangi yarayı kapatabilir ki?
Bazılarınca kolaylıkla bir Müslümanın ırzı feda edilebilmektedir. “Namus” kavramıyla ifade edilen maddi karşılığı olan ırza tecavüze şiddetli bir biçimde müdahale edildiği gibi, aynı hassasiyet bir Müslümanın, dava adamının davetçi kimliğini zedeleyecek ithamlara karşı da gösterilmelidir. Zira bir Müslümanın onurunu, ırzını muhafaza etmek, malını korumaktan daha önemlidir.
Helalleşme konusunda da hassasiyet gösterilmelidir. Umumi ortamlarda helalleşme talebi yerine, oturup düşünmeli ve kimin hangi tarihte hangi şekilde doğrudan veya bir vesileyle hakkının ihlal edildiği belirlenmelidir. Bunlar tespit edildikten sonra da ilgili insana ulaşıp: “Ey filanca, şu tarihte senin şu hakkın bana geçmişti. Hatamı fark ettim. Senden bu konuda helallik istiyorum. Hakkını helal etmen için ne yapabilirim?” sorusu sorulmalıdır. İlgilinin talebi velev ki ağır olsa bile eğer günah veya başka bir kul hakkı içermiyorsa bu yerine getirilmelidir. Tevbe etmek, günahı adıyla zikrederek ondan vazgeçmek ve bedeli ne olursa olsun ödemektir. Muhatap erdemlilik göstermeyip helalleşmek için imkansızı istiyorsa yine de uygun bir dile onu ikna etmek, sonra da Rabbe “Ben elimden geleni yaptım, hatamı telafi etmek istedim ama o bende olmayanı istedi” diyebilmek gerekir. Bu, zamanındaki yapılan basit bile olsa bizim hatamızın sonucudur. Zira kul hakkı İslam toplumunun ve Müslüman kimliğinin en hassas olduğu konudur.
Resulullah (sa) buyurdu ki: “Kim Müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur. Allah Teala ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.” “Ey Allah'ın Resulü! Az bir şey olsa da mı?” diye sorulunca, o: “Misvak ağacından bir çubuk bile olsa!” cevabını verdi. (1)
Yine buyurdu ki: “Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı gün gelmezden önce helalleşsin. Aksi takdirde o, zulmü nispetinde kendinden alınır. Hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir.” (2)
Dipnotlar:
1. Muvatta, II, 727; Müslim, İman, 218; Nesai, Kada, 29
2. Buhari, Mezalim 10; Tirmizi, Kıyamet, 2