Bekir Yolcu
18. yy’da İngiltere’de başlayan Sanayi İnkılâbı, Avrupa ülkelerinde kök salarak tüm dünyayı etkisi altına aldı. Özellikle sanayileşme sürecine ayak uyduramamış, hammadde bakımından zengin fakat kaynaklarını koruma gücünden yoksun devletler en çok zarar görenler oldu.
Ortaçağ Avrupa’sında Derebeyler ile Krallar arasında bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar Yeniçağ ve Yakınçağ’da merkezî krallıkların kurulmasına daha sonra da ulus-devlet, modern-devlet, demokratik-devlet gibi dönüşümlere yol açtı. Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu milliyetçilik düşüncesi, sanayi inkılâbı, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, seküler yaşam tarzı ile iç içe geçerek dünyayı şekillendirmeye başladı. XVIII. yy’dan itibaren dünyayı şekillendirmeye başlayan güç: “Maddeyi kutsayan, emperyal duygularla hareket eden, stratejik çıkarlar adına insanlığı her türlü çirkin oyuna sokmayı en doğal hak olarak gören, pozitivizmi esas alarak aklı ilahlaştıran-akılperest-, bilimi -her an değişmeye hazır- din haline getiren huzur ve mutluluğu tüketimde arayan” bir bakış açısına getirdi.
Emperyalist projelerin merkezine konan Osmanlı bu süreçten en fazla etkilenen devlet oldu. 1699 Karlofça Antlaşmasıyla başlayan gerileme süreci, özellikle batıdaki topraklarını kaybetmeye dönük siyasi sonuçlar doğururken XIX. yy’dan itibaren Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle başlayan daha sonra Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanıyla bir anda hem iç hem de dış sorun haline gelen Mısır sorunu, aynı zamanda İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin bu yer üzerinden Osmanlı’nın doğu tarafının şekillendirilmesi olarak önemli bir sorun haline geldi. Batılıların 1815 Şark sorunu olarak ele aldıkları Osmanlı, Mısır meselesiyle biraz daha özele indirgenilerek Mısır üzerinden uygulanmaya başlandı.
Osmanlı Devleti I. Dünya savaşına kadar her alanda batıyla mücadele etmek, batı karşısında tutunabilmek gibi bir çıkmazın içine düşmüştü. Batıdaki gelişmeler Osmanlıyı bu duruma zorluyordu. I. Dünya savaşı sonunda Osmanlı fiilen yıkılmış, bu coğrafyanın geleceği emperyal güçlerin eline geçmişti.
Osmanlı devleti parçalanarak güç unsuru olmaktan çıkarılmış, Ortadoğu ise ilk önce işgal tarzı yönetimlerle daha sonrada manda ve himaye sistemleri ile birbirinden koparılıp sömürgeleştirilirken devletçiklere dönüştürülmüştü. Despotik uşaklarla yönetilen bölge son dönemde farklı bir politikanın uygulanma sahasına dönüştürüldü. Bugün despotik zalimlerin yıkıldığını -Arap Baharı- yerine demokratik sistemlerin kurulmaya başladığını görmekteyiz. XVIII. yy’dan itibaren Ortadoğu üzerine siyaset üreten, petrol adına savaşlar çıkaran, toplama karakol devletler kurarak bu bölgeye korku salan, BOP’leriyle ittifaklar kurup bölgeyi tedirgin eden batının bir anda bu coğrafyadan elini çekip buraların geleceğini bölge halklarına bıraktığını söylemek ne kadar doğru olur? Bu durum batı gerçeğiyle ne kadar örtüşür, üzerinde düşünmek gerekir. I. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da uygulanan siyaset, çizilen haritalar, kurulan devletler bugünü anlama açısından önem arz etmektedir. XIX.’ın II. yarısından XX. yy’ın ortalarına kadar Ortadoğu’da uygulanan politikaları inceleyerek bugüne ışık tutmaya çalışacağız.
I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA ORTADOĞU
1915'te Arabistan Yarımadası'nı ele geçiren İngiltere, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Mekke'li Şerif Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Şerif Hüseyin ile yapılan görüşmeler sonrası Arap yarımadası ile bütün Suriye ve Irak’ı içine alan bağımsız bir devlet kurulmasını ve başına da kendisinin geçirilmesini istedi. 1915’te başlayan müzakereler Ocak 1916’da Lübnan hariç olarak Hüseyin’in istekleri doğrultusunda kabul edildi. İngiltere bu anlaşmayı müttefiki Fransa’ya 1915 Kasımında haber verdi. Fransa’nın bu durumu kabul etmemesi üzerine 16 Mayıs 1916’da İngiltere ve Fransa arasında yapılan Sykes-Picot anlaşması yapıldı.
Bu anlaşmaya göre;
1. Suriye’nin Akka’dan itibaren kuzeye doğru bütün kıyı bölgesi (Beyrut dâhil), Adana ve Mersin bölgeleri Fransa’nın olacaktı.
2. Bağdat-Basra arasındaki Dicle ve Fırat bölgesi de İngiltere’nin olacaktı. Geri kalan yerlerde de bir Arap devleti ya da Arap devletleri Federasyonu kurulacaktı. Fakat bununda kuzey kısmı Fransız nüfus alanı güney kısmı da İngiliz nüfus alanlarına ayrıldı. Ayrıca İskenderun serbest liman ve Filistin de milletler arası bölge oluyordu.
Devlet kurma vaadiyle Şerif Hüseyin hem kandırılmış hem de Ortadoğu’da ihanetin adı olarak anılmıştır. Şerif Hüseyin’e karşı tertiplenen diğer oyunda Necd Emiri İbn Suudla (1915) anlaşma yapılması oldu. Bu anlaşmaya göre İngiltere Necd toprakları ve Basra körfezinin güney kıyılarında (Kuveyt hariç) İbn Suud’un bağımsızlık ve egemenliğini tanıdı. İbn Suud Osmanlıya savaş açmadı fakat Basra körfezinde İngiltere’yi rahat bırakarak Irak işgalini kolaylaştırdı. Şerif Hüseyin 1916’da Osmanlı’ya savaş ilan etti. Ekim 1916’da kendisini Arabistan kralı ilan etti. İngiltere de Şerif Hüseyin’in krallığını tanıdı. İngiltere Mekke Şerif’i Hüseyin’e Arap İmparatorluğu sözü vermiş ve Arapların bağımsızlık duygularını kışkırtmıştı. Daha sonra’da Rusya ve Fransa ile yaptığı anlaşmalarla Arap ülkelerinin kendisiyle Fransa arasında paylaştırılmasını kabul ettirdi. Bolşeviklerin, Çarlığın gizli anlaşmalarını açıklaması üzerine Başkan Wilson gizli anlaşmaları tanımadığını ve geçersizliğini açıkladı. 7 kasım 1918’de İngiltere ve Fransa ortak bir deklarasyon yayınladılar: “Uzun zamandan beri Türklerin zulmü altında yaşayan halkların kurtuluşu için” savaştıklarını belirten iki devlet, Ortadoğu’da, halkların kendi serbest seçimlerine dayanan milli hükümet ve idareler kuracaklarını bildirdiler. Arap toplulukları için bu İngiltere ve Fransa’nın Arap memleketlerinin bağımsızlıklarını kabul etmektir.
Hicaz kralı Hüseyin oğlu Faysal’ı Paris Barış Konferansına göndermiş, Faysal’ın Arap bağımsızlığını savunmasına rağmen bu istek kabul edilmemesine rağmen Hüseyin’in Suriye üzerindeki monarşisi tanınmıştı. Aynı zamanda Ortadoğu’da manda rejimlerinin kurulmasına karar verildi. Wilson ilkelerindeki “Osmanlı toprağındaki azınlıkların çoğunlukta oldukları yerler onlara bırakılacaktır” maddesini etkisiz hale getirmek için manda ve himaye denilen bir sistem üretilmiş ve bu da Nisan 1920 San Remo konferansında Ortadoğu’da mandater rejimler kurdurularak yürürlüğe konulmuştur. Suriye ve Lübnan Fransa’nın; Irak, Ürdün ve Filistin de İngilizlerin mandaterliğine verildi. Ortadoğu da kurulan bazı devletlerin kuruluş hikâyesi şöyle olmuştur:
SURİYE VE LÜBNAN
San Remo (Nisan 1920) konferansından bir ay önce Şam’da bir eşraf kongresi toplanmış, bu kongre Filistin ve Lübnan’ı da içine büyük Suriye krallığını ilan etmişti. Krallığa Hicaz Kralı Hüseyin’in oğlu Faysal’ı getirdi. San Ramo bunu tanımadı. Filistin’i Suriye’den ayırıp Suriye ve Lübnan’ı Fransız mandasına verdi. Halkın tepkisi üzerine Fransız Yüksek Komiseri 90.000 kişilik orduyla Şam’a girdi ve Faysal’ı tahtından indirdi. Daha sonra Suriye’yi parçalama yoluna gittiler. Lübnan topraklarını iki katına çıkararak Suriye’den ayırdılar. Geriye kalan Suriye topraklarını da eyaletlere ayırarak bir federal sistem kurdular. 1922’de Dürzilere de bağımsızlık verdiler. Daha sonra atanan yüksek komiser olan general Serrail, Dürzilerle yapılan anlaşmayı reddetti ve 1925’te çıkan isyanı kanlı bir şekilde bastırdı. Fransa 1926 Mayısında Lübnan’a 1930 Mayısında da Suriye’ye sözde bağımsızlık vererek ikisinde de cumhuriyet ilan etti.
FİLİSTİN
Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurma yani Siyonizm hareketi 1880’lerde Filistin’e göç etmek şeklinde başlamış ve Budapeşte’deki Yahudi gazeteci Dr. Theodor Herzl’in 1896’da yayınladığı “Yahudi Devleti-Judenstaat” adlı eseriyle de hız kazanmıştır. Herzl 1897’de Dünya Siyonist Teşkilatını kurmuş, Avrupa ve Amerika’daki nüfuzlu ve zengin Yahudilerin bu teşkilat bünyesinde çalışmalarını ve büyük devletler nezdinde teşebbüslerde bulunarak Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaları için örgütlenmelerini sağlamıştır.
2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu adıyla İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, Siyonist federasyonu başkanı Lord Rotshschild’a gönderdiği mektupta İngiltere’nin, Filistin de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini bildirdi. Bu deklarasyon 1918’de Fransa, İtalya, ve ABD tarafından da kabul edildi.
Paris barış konferansında Faysal’ın Arap imparatorluğu içerisinde Yahudilere muhtariyet verileceği vaatleri de işe yaramadı. San Remo konferansıyla İngiltere Filistin mandasını ele geçirince Yahudilerin buraya göçü hız kazandı. Bu süreç Yahudilerle Müslümanlar arasında çatışmaların başlamasına neden oldu. 1939 Mayıs ayında Filistin’e on yıl içinde bağımsızlık verileceği bildirilmiş fakat gerçekleşmemiştir. 1947 yılına kadar Filistin de mandaterlik kuran İngiltere, meseleyi Birleşmiş Milletlere taşımıştır. Birleşmiş Milletler de bölgeyi Yahudiler ve Filistinliler arasında bölmeyi öngören tavsiye kararını almıştır. Yahudi tarafı BM'nin önerisini kabul ederken, Filistin temsilcileri reddettiler. 29 Kasım 1947'de plan BM ülkeleri arasında oylamaya açıldı. 33 ülke planı kabul ederken, 13 ülke aleyhte oy kullandı, 10 ülke ise çekimser kaldı. Filistinlilerin reddettiği plan, hiç bir zaman uygulanmadı. İngiltere, 15 Mayıs 1948'de Filistin üzerindeki yönetimine son verme kararını açıkladı. 14 Mayıs 1948 tarihinde Tel Aviv’de İsrail işgal devleti kurduruldu. Ve bölge bu tarihlerden itibaren İsrail’in kirli oyunlarının sahnelendiği kan ve gözyaşının hiç eksik olmadığı bir coğrafya haline dönüştü.
IRAK
San Remo konferansı (1920) ile Irak İngiliz mandaterliğine girmişti. Gizli anlaşmaların aksine Musul bölgesi de İngiliz nüfuz alanı olarak kabul edilmişti. Sadece Fransızlara Musul petrollerinden pay veriliyordu. San Remo konferansı sırasında Irak İngiliz işgalindeydi. Emir Faysal Fransızlar tarafından Suriye krallığından indirilince, İngiltere Ağustos 1921’de Faysal’ı Irak krallığına geçirdi. İngiltere feodal bir sistemle ülkeye egemen olmak istedi. Fakat bu idare tepkiyle karşılandı. Halk mandaterliği kabule etmeyince İngiltere buraları anlaşmalarla idare yoluna gitti. 10 Ekim 1922’de bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaların İngiltere lehine büyük imtiyazlar içermesi tepkilere yol açarken 1927’de yeni bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmada çözüm olmayınca 30 Haziran 1930 yılında Irak’a tam bağımsızlık verildi. Ordunun yetiştirilmesinden dış politikadaki temsile kadar İngiltere Irak üzerinde etkin olacaktı. 1932’de de Irak, Milletler Cemiyetine üye oldu. Kral Faysal’ın 1933’de ölmesi üzerine yerine oğlu Gazi geçti. General Bekir Sıtkı ve Hikmet Süleyman’ın 1936 da yaptıkları hükümet darbesi uzun süreli olmamış, 1937’de Bekir Sıtkı’nın muhalifleri tarafından öldürülmesi üzerine İngiliz yanlısı Nuri Said 1938’de yönetimi eline geçirdi. Kral Gazi 1939’da bir trafik kazasında öldü. Oğlu Faysal küçük olduğundan Prens Abdullah başkanlığında bir naiblik kuruldu. Irak’taki inanç ve mezhep farklılıkları üzerinden siyaset üretildi. Şiilerin çoğunlukta olmasına rağmen Sünni olan Faysal desteklendi ve Sünniler idarenin yüksek kademelerine getirildi. Sünni halkın bundan bir çıkarı ya da beklentisi olmamasına rağmen mandater sistemin uygulayıcıları Sünni ve Şii farklılığından beslenme ve siyaset üretme yoluna gitmişlerdir.
ÜRDÜN
Ürdün ilk başta Faysal’ın Suriye krallığı içindeydi. Faysal, Fransızlar tarafından Suriye’den çıkarılınca 1922 Eylülünde Milletler Cemiyetinin kararı ile ayrı bir Ürdün devleti kuruldu. Bu devlet İngiltere’nin mandasına verilerek başına Faysal’ın küçük kardeşi Abdullah getirildi. Ürdün’deki manda idaresi doğrudan doğruya Filistin’deki İngiliz yüksek komiserine bağlı idi. İngiltere Ürdün üzerinde tamamen hâkim durumdaydı. Ürdün 22 Mart 1946’da İngiltere ile yaptığı bir ittifak anlaşması ile bağımsızlığını kazanmış ve Ürdün Emirliği, Ürdün Krallığı olmuştur.
MISIR
İngiltere I. Dünya savaşı öncesinde Mısır (1881) ve Kıbrıs’ı işgal etmişti. Savaşın başlamasıyla da 5 Kasım’da Kıbrıs’ı, 18 Aralık 1914’te de Mısır’ı topraklarına kattığını duyurdu. İngiltere’nin Mısır üzerinde himaye kurup burayı askeri bir üs olarak kullanması halkın tepkisini çekti. 1919’da Said Zaglül’ün kurduğu Vafd Partisi İngilizlere karşı ayaklanmaları yönlendirdi. Bunun üzerine İngiltere Zaglül ve Vafd liderlerini Malta adasına sürdü. Ayaklanmaların artması üzerine Vafd liderleri serbest bırakıldı. Yapılan görüşmeler sonucunda, İngiltere, 28 Şubat 1922 de yayınladığı bir deklarasyonla Mısır’ın bağımsızlığını ilan etti ve Hidiv I. Fuad da bu deklarasyonu kabul ederek kral (melik) ünvanını aldı. İngiltere Süveyş kanalı, yabancıların hakları ve Sudan’ın kontrolünü elinde bulunduruyordu. Vafd Partisi bu duruma tepki gösterdi. Kral Fuad bu durumla baş edemeyeceğini anlayınca parlamentoyu kapatarak monarşik diktatörlük kurdu. 1935’te Fuad’ın ölmesiyle yerine 16 yaşındaki oğlu I. Faruk geçti. 1936 seçimlerini Vafd kazandı ve İngilizlerle 26 Ağustos 1936 da bir ittifak anlaşması yapıldı. On yıl için imzalanan bu anlaşmayla İngiltere Mısır’dan çekilecekti. Fakat Süveyş Kanalı ve Mısır’ın güvenliği konusunda söz sahibi olacaktı.
SUUDİ ARABİSTAN
Necd bölgesine egemen olan Suud ailesinin liderliğini Abdulaziz İbn Suud yapıyordu. Abdülaziz XX. yy başlarından itibaren komşu kabilelerle mücadele ederek topraklarını genişletmeye başladı. İngiltere 1915’te yaptığı anlaşmayla Abdülaziz’in savaşta tarafsız kalması şartıyla bu yeni sınırları kabul edeceğini duyurdu. İngiltere Basra’da rahat hareket etmek istiyordu. Savaş sırasında Necd Sultanı Abdulaziz ile Mekke Şerif’i Hüseyin arasında bir rekabet başladı. Hüseyin İngilizlerle yaptığı anlaşmalara dayanarak kendini 1916’da “Arap memleketlerinin kralı” ilan etti. Savaştan sonra Hüseyin bir oğlunu Irak, diğer oğlunu Ürdün kralı yapması Haşimi ailesine geniş bir nüfuz alanı sağlıyordu. Türkiye’de hilafetin kaldırılması üzerine Şerif Hüseyin 7 Mart’ta kendisini halife ilan etti; bu da bardağı taşıran son damla oldu. Abdulaziz 1924 Ağustosunda savaş açtı. Ekim ayında Suud kuvvetleri Mekke’ye girdi. Hüseyin, oğlu Ali lehine tahtı bırakarak Kıbrıs’a kaçtı. 1931’de de öldü. Ali çok uzun süre dayanamadı ve 1925’te Cidde Abdulaziz’in eline geçti. 1926 Ocak ayında Abdulaziz kendisini “Hicaz Kralı ve Necd Sultanı” ilan etti. 1932’de de bütün bu topraklar üzerindeki Suud egemenliği “Suudi Arabistan Krallığı” adını aldı.
I. Dünya Savaşının asıl amacı, İslam dünyasının lideri konumunda olan Osmanlı Devletini parçalamak ve İslam dünyasını tarihsel mirasından kopararak sömürge rejimlerine, sistemlerine uyumlu, bağımlı küçük devletçikler haline dönüştürmekti. Bugün Osmanlı Devletinin hâkim olduğu topraklarda irili ufaklı 50’ye yakın devlet kurulmuştur. Özellikle Ortadoğu’da kurulan veya kurdurulan devletler, savaş mahsulü ve savaş mağduru olarak doğmuştur. Emperyalist güçlerin stratejik ve ekonomik çıkarları göz önünde bulundurularak sınırları çizilmiş, sistemleri inşa edilmiştir. Kurdurulan bu devletler de belirlenen rejimler, başa getirilen iktidarlar, halklarından tamamen kopuk, onların kimlikleriyle ve tarihleriyle barışık değillerdir.
Bugün bölge farklı kavramlar üzerinden yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Despotik liderlerin yıkılması büyük önem arz ederken, yıllardır despotların yanında, bölgenin kanını akıtan, demokrat, özgürlükçü emperyalist güçlerin, bugün mazlum halkların yanında alkış tutması acaba ne kadar inandırıcıdır?
Referans:
· Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yay. 2010.