Giriş
Bu yazıda, İslam mezheplerinin doğuş sebepleri ele alınacaktır. Daha sonra ise bazı İslam Mezhepleri ana hatlarıyla incelenecektir. Metot olarak “soru cevap” yöntemi kullanılacaktır.
1) Mezhep nedir?
Toplumun fikir ve zihniyetinin şekillenmesinde, insanın yaşadığı tarih, coğrafya, kültür, dil, din ve etnik yapısının önemli payı vardır. Çünkü insanlar, çevreden etkilenen varlıklardır.
Bu etkileşimin sonucunda, evrensellik iddiasında olan tüm din ve felsefelerin başına gelmesi kaçınılmaz olan, mezheplere/ guruplara / partilere / hiziplere / cemaatlere ayrılmak olacaktır. Kısacası mezhepler, insan ve toplumun, anlayış ve kavrayış farklılıkları sonucunda teşekkül etmiş yapıların adıdır.
2) İslam Mezhepleri Nasıl Teşekkül Etti?
Öncelikle belirmemiz gerekir ki, Hz. Peygamberin yaşadığı dönemde herhangi bir hizipleşmeden söz edemeyiz. Çünkü peygamber efendimizin yaşadığı dönemde insanlar, herhangi gibi bir dini soruyu doğrudan O’na soruyor ve emin bir şekilde cevabını alıp uyguluyorlardı. Ancak Efendimiz (As.) ‘ın vefatından sonraki süreçte, insanlar sosyal, siyasi ve dini hayata kolaylıkla intibak edemediler. Yeni sorular/ sorunlar zuhur etti. Özellikle siyaset alanında “Hz. Peygamber’den sonra halifenin kim olacağı” konusunda, büyük ihtilaflar yaşandı.
Hz. Osman’ın hilafeti süresince yaşanan birçok olumsuzluk ve nitekim onun şehit edilmesi, ardından, Aşere-i Mübeşşere’nin bir kısmı da dâhil olmak üzere Hz. Aişe gibi ashabın büyük ve önde gelenlerinin Hz. Ali’ye karşı yaptığı “Cemel” savaşı, bunun mukabilinde Hz. Ali ve Muaviye b. Ebu Süfyan’ın arasında gerçekleşen “Sıffin” savaşı gibi acı hadiseler mezhepleşme sürecini hızlandıran önemli faktörlerdir.
Görüldüğü gibi, bunlar ve birçok mezhep, mevcut olan siyasi ve sosyal durumdan etkilenip, bunlar sonucunda teşekkül etmiş yapılardır.
3) Ameli ve İtikadi Mezheplerin Arasındaki Fark Nedir?
İtikadi mezhepler, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, anlayış ve kültür farklılıklarından doğan etkenlerin, insan düşüncesi üzerindeki etkilerinin sonucudur. Mesela coğrafi farklılıkların düşünce üzerindeki etkisine örnek vermek gerekirse, Hariciler, bedevi insanlardı. Çöl yaşamının sertliği ve yer, arsa, bağ, bahçe sıkıntıları ve sınırları olmadığı için bedeviler özgürlüğüne düşkün ve kural tanımaz insanlardı. Bedevi yaşam tarzı haricilerin düşünce dünyalarına böyle aks etti.
Ameli mezhepler ise, genelde ibadet ederken yapılan, şekilsel farklılıklardan dolayı ortaya çıkmıştır. Resul-ü Ekrem’in, namaz kılışı ve ibadet edişi, yaşayan sünnet olarak günümüze kadar gelmiştir. Ancak, bazı teferruat noktalarında ulema ihtilafa düşmüş olabilir. Bunun sebebi ulema içtihat ederken, araştırdığı hadis metinleri ve bulabildiği kaynak farklılığıdır. Ayrıca coğrafi etkenler de ameli yorum farklılıklarına sebep açmıştır.
4) İtikatta Mezhep mi Olur? Hepimiz aynı dine inanmıyor muyuz?
Evet, hepimiz aynı dine ve tek bir İlaha inanıyor ve ona ibadet ediyoruz. Ancak inandığımız ilahın zatiyeti ve sıfatları konusunda ihtilafa düşebiliriz. Bunun sebebi de insanların dünyayı farklı tasavvurlardan algılamasıdır. Mesela Allah’ın gökte mi her yerde mi olduğu konusunda, Ahmed b. Hanbel “Göktedir, her yerde diyen de Kâfirdir” derken, yine aynı mezhebin içinden birkaç yy. sonra gelen Fahreddin Er-Razi, “Allah göktedir demek, Allah’ı cisimleştirmektir. O zaman ve mekândan münezzehtir. Dolayısıyla Allah her yerde hazır ve nazırdır” demiştir.
Görüldüğü gibi, aynı dine, aynı ilaha hatta aynı mezhebe inanan ulema bile, bileşenler konusunda ihtilafa düşebilir. Biz, Ed-din (sabite) yani Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret gibi dinin kesin kurallarından olmayan, te’vile ve yoruma dayalı konuların kutsallaştırılmaması ve mutlak kabul edilmemesi kanaatini taşıyoruz. Nitekim Tirmizî hadisinde de belirttiği gibi yüce rabbimiz, “Ben kulumun zannı üzereyim” buyurarak, tabiri caiz ise açık çek vermiştir.
Mezhepler ve Farklı Anlayışlar
Haricilik
Haricilik, dini ve siyasi konularda aşırı görüşleri ve faaliyetleri ile tanınan siyasi bir fırkadır. Başlangıçta tamamen siyasi amaçlarla vuku bulan bu hareket kısa bir zaman sonra kendilerini haklı göstermek için “Allah’tan başka hüküm verecek yoktur/ Hüküm, ancak Allah’a aittir.”[1] ayetini slogan olarak kullandı. Böylece Haricilik, İslam düşüncesi tarihinde ortaya çıkan ilk siyasi-dini fırka olarak tarihteki yerini almış oldu.[2]
Hariciliğin anlaşılması açısından önemli olan Sıffin Savaşı Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin orduları arasında 37/657-8 yılında olmuştur. Hz. Ali’yi, Muaviye’nin askerlerinin Kur’an sayfalarını mızrakların uçlarına takmaları üzerine “biz Kur’an’a karşı kılıç çekmeyiz” diyerek savaşı bırakmaya zorlayan bir gurup insan, sorunun çözümünün hakemlere havale edilmesi (tahkim) üzerine, Hz. Ali’yi suçlayarak onun saflarından ayrılmışlardır.[3]
Daha sonra Hz. Ali ve Harici guruplar arasında elçiler gelip gitmiş, tekrardan Hz. Ali’nin saflarına dönmeleri için çaba sarf edilmiştir. Bunlardan bazıları Hz. Ali’nin saflarına dönmüşlerdir. Fakat daha sonraki safahatta Hz. Ali ile tahkime karşı çıkan Hariciler arasında Nehrevan’da 38 Safer / 658 Temmuz ayında savaş olmuştur. Bu savaşta Hariciler büyük bozguna uğratılmış ve öldürülmüştür. Bu olay haricilerin hafızasından hiç çıkmamış ve onları adeta palazlandırmıştır.
Bundan sonraki dönemlerde Hariciler, tamamen isyancı kimliğe büründüler ve gerilla yöntemi ile devlete (emeviler) zararlar verdiler. Kur’an metnini sağa sola çekerek ayetleri kendi görüş ve uygulamalarına referans aldılar.
Hicri 64 yılında Haricilerin görüşleri sistematik bir nitelik kazandı. Bu süreçte Hariciler, kendi içlerinde de çeşitli ihtilaflar yaşadılar. Ezârika, Necedat, İbaziyye, Sufriyye gibi fırkalara ayrılmaya başladılar. Ezarika, bu fırkaların en sert ve aşırı görüşleriyle bilinenidir.
Hariciler üç hususta görüş birliğine varmışlardır:
· Hakem olayının reddi, hakemlerin ve onların görüşlerini kabul edenlerin tekfir edilmesi.
· Zalim imama karşı ayaklanmanın gerekliliği.
· Mü’min insanın müttaki olup, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınması gerekliliği hususu ve büyük günah işleyenlerin tekfir edilmesi.
Günümüzde Haricilik
Haricilik aşırı görüşleri, kendisi dışında düşünen herkesi tekfir edip öldürmeleri, hatta kendi içlerinde bile ceviz kabuğunu doldurmayan meselelerden dolayı birbirlerini tekfir ettikleri için günümüze kadar ayakta kalamamışlardır. Ancak günümüze kadar ulaşan tek fırkası, aşırı görüşlere karşı çıktığı için İbaziyye olmuştur. Umman, Libya, Cezayir, Libya, Fas ve Tunus’ta taraftarları vardır. Dünya genelinde İbazi nüfusun yaklaşık 2-3 milyon olduğu tahmin edilmektedir.
Her ne kadar sistematik olarak devam etmese de Haricilik görüşleri ile yaşamaktadır. Müslümanlar arasında birbirini tekfir etme, kendi gibi düşünmeyeni öldürme ve kâfir ilan etme, yakıp yıkma ve sert mizaçlı bir bedevi tabiatı, bugün de devam etmektedir. Özellikle IŞİD tecrübesi, bizler için, Harici mantığın halen bitmediğini, ve cehaletin hakim olduğu her toplumun, kolayca barbarlaşacağını bize hatırlatmalıdır. Müslümanların ihtiyacı olan şey, kırıp dökmeden, kendini -haşa-Allah’ın yeryüzünde ki tek temsilcisi” görmeden, başkasının görüşüne saygı duymayı bilmesidir. Kısaca haricilik, kendini tanrı yerine koyup, başkası hakkında “bu mümin, bu kafir” diye tasnif edip hüküm verme hastalığıdır.
Mürcie
Mürcie mezhebi esasında Hariciliğe tepki olarak doğmuştur diyebiliriz. Hariciliğin tersine Mürcie mezhebi, Müslümanların birlik ve beraberlikleri esas aldılar. Bu doğrultuda uzlaşmacı fikirleri ile tanındılar. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile başlayan süreç, daha sonra Cemel ve Sıffin savaşları, Emevi-Haşimi çekişmesi Müslümanların toplumsal hafızasında büyük yaralar açmıştı. Haricilerin görüşlerinin de tehlikeli olduğunu düşünen bir topluluk, tüm bu çekişmelerin uzağında kalmak istedi. Onların bu siyasi tavrı, daha sonra itikadi bir kimlik kazanarak Mürcie ekolü şeklinde teşekkül etti.[4]Mürcie mezhebi, siyasi meselelerde tarafsızlıkları ile tanınan mezhep olmuştur.
Mürcii fikirler şu şekilde özetlenebilir:
· Bilinmeyen konularda hükmü Allah’a ertelemek.
· Kıble ehlinden, büyük günah işleyen hiç kimse tekfir edilmez.
· Din, birlik ve beraberliktir.
Mürciilerin fikirleri, bir iman nazariyesidir. Onlar iman-amel ayrımı yaparak, büyük günah işleyen kişilerin Müslüman olduklarını söylemişlerdir. Hz. Ali, Hz. Osman ve büyük sahabilerin durumunun bilinemeyeceği ve Allah’a bıraktıkları için geriye bırakmak ertelemek anlamında RCE kökünden türetimiş bir isimdir. Bu görüş daha sonra Ehli-i Sünnetin kurucu önderlerinden Ebû Hanife’nin görüşlerine yansıdı. Halen Ehli Sünnet ’in bu konudaki kanaati bu yöndedir.
Gaylaniyye, Cehmiyye, Yunusiyye, Kerramiyye, gibi kollara ayrılmışlardır. Gazneliler döneminde bölgede çok sayıda taraftara sahip olan Kerramiyye ve onun tali kolları Türkler ve diğer milletlerden pek çok insanın Müslüman olmasını sağlamışlardır.
Mu’tezile
Mu’tezile, İslam toplumu bünyesinde 2/7 asırda ortaya çıkan, itikadi meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik tanıyan “Tevhid, Adalet, Vaad/Vaid, el-menzile beyne’l- menzileteyn ve emr-i bi’l- ma’ruf prensiplerini (usul-i hamse) mezhebin temel esası olarak kabul eden, itikadi ve siyasi gayelerle teşekkül etmiş bir kelam mezhebidir. Bu sebeple Mu’tezile ekolü İslam düşünce tarihinde kelami-felsefi tartışmalarla tanınmıştır.[5]
Yaygın görüşe göre Mu’tezile’nin isimlendirmesi şu olaya dayanır. Hasan el-Basri’nin ders halkasında bulunan Vasıl b. Ata, büyük günah meselesi hakkında Hasan el-Basri’ye sorulan bir soruyu cevaplamış, bunun neticesinde de Hasan el-Basri “ Vasıl bizden ayrıldı (İ’tizal etti”) demiştir. Böylece “ayrılanlar” anlamında muarızları tarafından “Mutezile” ismi kullanılmıştır. Mezhebin mensuplarının kendileri hakkında kullandıkları isimlendirme ise, “Ehl-i Adl ve’l-Tevhid”dir.
Büyük günah tartışması, her siyasi-itikadi fırkada olduğu gibi, Mutezile’nin de konularından idi. Onlar: “Mümin Allah’ın dostudur, büyük günah işleyen mümin olamaz. Kâfir ise Allah’ın düşmanıdır. Müminim diyen bir kişiyi günahı yüzünden Allah’ın düşmanı sayamayız. Böyle bir kişi Fâsıktır. O yüzden Fasık -el ’menzile beynel menzileteyn- yani iman ve küfür arasında bir yerdedir” söylemini temel aldılar.
Özellikle akılcı duruşları ile tanınan Mutezile mensupları ilk islam rasyonalistleri olarak anıldılar. Birçok Yunan, Hint ve diğer coğrafyaların felsefelerini okudular. İslam’ın öğretisini akılcı bir duruş ile diğer din mensupları ve felsefelerine başarılı bir şekilde savundular. İslam’da özgür düşüncenin önünü açtılar ve sistematik kelam ilminin kurucu önderleri oldular.
Ancak Abbasi Hilafeti döneminde, ehl-i hadis e uyguladıkları baskı (mihne) sonucu itibarları zedelendi. Müteşabih ayetlerin te’vil edilip edilemeyeceği, Kur’an Mahlûk mudur tartışması, İrade özgürlüğü, büyük günah sahibinin konumu gibi hususlarda Mürcie, ehli hadis, cebriyye gibi birçok mezhep ile çatıştılar. Daha sonra Ehl-i sünnetin teşekkülü ve Ehl-i hadisin İslam düşünce seyrinde galebe çalması üzerine etkilerini günden güne yitirdiler. Günümüzde ise akılcı yorumları bağlamında Maturidiliğin ve Şia’nın en mu’tedil ve ehl-i sünnet’e en yakın kolu olan Zeydiliğin içerinde yaşamaktadır.
Şia
Bünyesinde birçok fırkayı bulunduran Şia, İslam mezhepleri arasında en karmaşık ve mistik yapıya sahip fırkadır. Hz. Peygamber’in vefatının ardından yaşanan siyasi olaylarda, Müslümanların dini ve siyasi önderliğini Hz. Ali ve onun oğulları tarafından idare edilmesi gerektiği ve bunun da bizzat Allah ve Resulü tarafından bildirildiği öğretisi etrafında teşekkül etmişlerdir. Onların İman anlayışlarında “İmamlar Günahsızdır”. Oniki İmam nazariyesi, imandan bir parçadır. Zeydiyye, İmamiyye, İsmailiyye gibi kollara ayrılmıştır.
Hz. Ali ve Ehl-i Beyt karizması etrafında toplanan Şia, Kur’an ayetlerine akla ziyan batıni yorumlar getirmiştir. Genellikle nassları kendilerince yorumlamış ve dini dil olarak hep yas ve matem temasını kullanmışlardır. Bugün büyük çoğunluğu İran’da olmak üzere tarihi seyir içinde devam etmektedir.
Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat
İslam tarihinin her döneminde ana akımı temsil etmiştir. Mevcut düzenin bozulmaması, isyan ve ihtilalden kaçınması, ortaya çıkan bir kısım olayları tasvip etmemekle birlikte hemen karşı çıkmayıp sabırla ıslah edilmesi yönünde gayret sarf eden yapı ehl-i sünnet olmuştur. İçerisinde pek çok fırka ve zümre dahildir. Bu zaviyeden bakıldığında Ehl-i sünnet, Şemsiye bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in sünnetinin ve sahabenin izinden gittiğini öne sürdüler. Ehl-i kıble tekfir edilmez ilkesiyle islam toplumunda hem çoğulculuğa destek vermiş hem de beraberliği sağlamıştır. Ashap hakkında ölçülü konuşma ve onları itham etmemeye özen göstermişlerdir. Eş’arilik, Maturidilik ve Selefilik gibi sistemleri bünyesinde toparlamış, çapı en geniş mezheptir.
Selefilik (Ehl-i Hadis/ Ehl-i Sünnet- i Hassa)
Selefilik, Ehl-i Sünnet-i Hassa olarak tanınır. Yapısını Ehl-i Hadis taraftarları oluşturur. Ahmed b. Hanbel, İmam Malik, İdris b. Muhammed (İmam Şafii) gibi isimlerin akaidi olarak temsil ettiği ekoldür. İlim metinden ibarettir anlayışını benimsemişleridir. İbn Teymiyye tarafından sistematize edilmiştir.
Metinci anlayışları ile Müteşabih ayetlerin yorumlanmasına karşı çıktılar. Kelami içtihatlarda aklın ve reyin değil metne sadık kalma yolunu tercih ettiler. Kur’an mahluktur demedikleri için Mu’tezile tarafından mihne (baskı) ye maruz kaldılar. Ahmed b. Hanbel ve diğer birçok isim zindanlarda işkenceler gördü. Mu’tezile ile bu ve birçok meseleden dolayı cedelleştiler. Daha sonra Abbasi yönetiminin Mu’tezile ye desteği kesmesi üzerine Ahmed b. Hanbel ve taraftarları baskın geldiler.
Sahabe hakkında ileri geri konuşmaları ve siyasi olarak ifsad ettiklerini düşündükleri için Şia ile, Kader meselesinden dolayı Kaderiyye, Mu’tezile ve Cebriyye ile tartışmalar yaşadılar.
Ehli Sünnet-i Amme (Maturidilik ve Eş’arilik)
“İslam coğrafyasının genişlemesi ile beraber farklı din ve kültürlerle karşılaşılmış, dahası felsefi eserlerin tercüme edilmesiyle çok faklı düşünce ve metotlarla temas haline geçilmesi kaçınılmaz olmuştur. İslam düşüncesinin Selef metoduyla söz konusu kültür ve medeniyetlere karşı savunulması da güçleşmiştir. Mu’tezile ekolünün akla fazlaca yer vermesi ve felsefeden fazlasıyla etkilenmiş olması, selef metoduyla kelam metodu arasında bir üçüncü metodun ortaya çıkmasını zorunlu hale getirmiştir. Maturilik ve Eş’arlik böyle bir zeminde ortaya çıkmışlardır.”[6]
Her iki ekol de dinin metinlerini esas kabul etmekle birlikte onların akılla yorumlanması hususunda selef veya ehl-i hadis denilen topluluktan ayrıldılar. Mu’tezile’nin kelam metodunu öğrenip kullanmakla beraber, vahyin esas alındığı bir akılcılığı benimsediler. Aklı ve nakli birleştirmenin en somut örneğini sergilediler.
[1] El-En’am 6/57; Yusuf 12/40,67.
[2] Bulut, Halil İbrahim, İslam Mezhepleri Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2.baskı, Ankara /2016, s:147
[3] Onat, Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Haricilik, Grafiker yay. 6.baskı/ Ankara-2017 s:65
[4] Bulut, Halil İbrahim, İslam Mezhepleri Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2.baskı, Ankara /2016, s:177
[5]Bulut, Halil İbrahim, İslam Mezhepleri Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2.baskı, Ankara /2016, s:195
[6] [6]Bulut, Halil İbrahim, İslam Mezhepleri Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2.baskı, Ankara /2016, s:240