SİYASET VE FIKIH
Kitabın Yazarı: PROF. DR. AHMET YAMAN
Kitabın Yayınevi: İZ YAYINLARI
Kitabın Sayfa Sayısı: 174
HAYRİYE SANCAKLI
Siyaset ve fıkıh ilişkisinin değişik alanlardaki yansımalarının incelenmeye çalışıldığı eser hem bir hukuk tarihi, hem de bir hukuk sosyolojisi çalışması niteliğini taşımaktadır. Kitapta hukukun geçirdiği dönemlere değinilirken aynı zamanda sosyolojik kurumlar olan devlet, siyaset ve hukuk ilişkilerine de değinilmiştir.
Yazar, kitabına kavramsal çerçeve ve alan tespiti yaparak başlamıştır. Bu hususta siyaset ve hukukun genel anlamda tanımlarını vererek birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamıştır. Siyaset ve hukuk denildiği zaman zihinlerde nasıl bir ilişki canlanacağı noktasında yol göstermiştir.
İnsanlığa gönderilen son din olan İslam, bir inanç ve ahlak sistemi olmasının yanı sıra aynı zamanda dünya hayatına ilişkin hukuki düzenlemeler de getiren bir din olduğu için siyasi bir yapılanmayı da öngörmektedir. İşte bu noktada koyduğu hükümlerin uygulanmasını sağlayacak, kontrol edecek, ihlal edildiğinde cezalandıracak yaptırım gücü bulunan bir kuruma yani siyaset ve devlete ihtiyaç duyar. Bu doğrultuda siyaset ve hukukun birbirleriyle olan ilişkisi devreye girmektedir.
Kitap siyaset ve hukuk kavramlarının insanın bulunduğu yerde zorunlu olarak bulunan iki kurum olduğunun altını çizmektedir. Ortak amaçlar doğrultusunda bir araya gelen insan topluluklarının bu dünya üzerinde yer edinebilmek için siyasete; kendi aralarındaki ilişkileri adil ve doğru bir zemine oturtabilmeleri için de hukuka ihtiyaçlarının olduğunu söylemiştir. Bu düzlemde siyaset ve hukuk hem birbirinden ayrılmayan, hem de birbirini tamamlayan iki unsurdur. Yani biri olmadan diğerinden ideal anlamda bahsedilemeyecek iki sosyal gerçekliktir.
Yazar, kavramsal çerçeveyi çizdikten ve aralarındaki ilişkiye değindikten sonra yapmış olduğu araştırmasında değişik başlıklar altında siyasetin, henüz oluşum sürecinde olan fıkhın önünde nasıl engel olduğunu belirlemeye çalışmıştır.
Kitap iki bölümden oluşmaktadır:
1) Siyaset ve Fıkıh İlişkisinin Teorik Boyutları
2) Siyaset ve Fıkıh İlişkisinin Pratik Boyutları
Siyaset ve fıkıh ilişkisinin teorik boyutlarıyla ele alındığı bölümde ilk olarak hilafetin saltanata dönüşmesinin etkilerinden bahsedilmiştir. Yazar, ilk Emevi halifesiyle birlikte İslam hukukunun temel anlayışlarının değişmeye başladığını vurgulamıştır. Bu dönemde İslam hukukunda önemli bir kavram olan şûrâ kavramının ve hukukun üstünlüğünün teoride var olduğu halde pratikteki karşılığının git gide zedelendiğini ifade etmiştir. Bu köklü değişim fıkhın ilk tedvin dönemine denk geldiği için kamu hukukunun normal seyrinde gelişmesine engel olmuştur.
Özel alandaki hukukun yorumlanması ve gelişmesi mevzu bahis olduğunda hukuk bağımsızlığını muhafaza edebilmiştir. Fakat kamu hukukundaki duruma gelindiğinde ne yazık ki siyasi ortamdaki karmaşanın etkilerinden kurtulunamamıştır. Bu durum ise fukahayı mevcut geleneği ve hukuki anlayışı korumayı öncelemeye sevk etmiş ve zamanla farklı dönemlerin gelişen ve değişen ihtiyaçlarına cevap üretemeyecek noktaya getirmiştir. Bu şekilde devam eden süreç de 19. ve 20. yüzyıllara gelindiğinde İslam havzası dışında türeyen hukuk kanunlarının bu topraklarda kullanımına zemin hazırlamıştır.
Kitap siyasetin fıkha olan olumsuz etkilerinin hadislerin rivayeti ve hukukun kaynağının tespiti noktasında da etkili olduğunu vurgulamıştır. Hadislerin rivayetiyle ilgili hususun iki farklı şekilde tezahür ettiğini söylemiştir: İlki hadisleri merkezi otoritenin yürüttüğü siyaset doğrultusunda yorumlamak, diğeri ise yalnızca siyasi otoritenin kendi anlayışları doğrultusunda uygun bulduğu hadislerin rivayet edilmesine izin vererek diğer hadislerin rivayetini engellemek. Hukukun kaynağının tespiti noktasında ise büyük ölçüde iktidar çekişmelerinin ve iktidar-muhalefet çelişkilerinin ürünü olan Şii, Mutezili, Harici oluşumların kendi siyasi yaklaşımlarının boyasını üzerinde barındıran farklı hukuk anlayışlarını benimsemeye başladıkları belirtilmektedir. Bunun ise kendi siyasi kanaatleri doğrultusunda ürettikleri farklı usuller, sahabeye yaklaşım farklılıkları ve eşyayı algılayış biçimlerinden kaynaklandığı ifade edilmektedir.
Siyaset ve fıkıh ilişkisinin teorik boyutlarının ele alındığı son bölümde siyaset-i şer’iyye kavramı etrafında oluşan yanlışlıklar ve hile-i şer’iyye problemi irdelenmiştir. Toplumda düzen ve emniyeti sağlama ile maliye ve ceza hukuku alanında siyasi otoriteye tanınan “doldurma hakkı” olarak tanınan siyaset-i şer’iyye kavramı birçok idarecinin elinde yanlış algılandığı için zulmetme aracına dönüştürülmüştür. Bu durum da zannedildiği gibi 19. yüzyılda değil çok daha erken dönemde başlamıştır. Siyaset-i şer’iyyenin yanlış algılanması bazen çok önemli olmasına rağmen resmi uygulama ile örtüşmediği için kimi kanunların hukuk içerisine dâhil edilmemesini, bazen de tam tersine İslam hukuku açısından gayri meşru olan kimi konuların hukuka dâhil edilmesine sebep olmuştur. Kitapta iki durum da örneklerle açıklanmıştır. Hile-i şer’iyye problemine gelindiğinde ise bu kavramın da zaman içerisinde siyasetin etkisiyle istismara maruz kaldığı belirtilmiştir. İyi niyetle çıkış yolu aramak demek olan hile-i şer’iyye kavramı siyasi otorite ile kişinin şartları çatıştığında siyasi otoritenin takibinden kurtulmak için halkın kimi mevzularda dolambaçlı yollara sapması sonucunu doğurmuştur.
Siyaset-fıkıh ilişkisinin pratik boyutlarına değinilen bölümde ise siyasetin pratik kimi uygulamalarla da fıkhın önünde engel teşkil ettiği ifade edilmiştir. Topluma şekil veren değerler o toplumda yer etmiş kuruluşlardır. Siyaset de bu kuruluşların başında geldiği için toplum düzeninin aldığı şekilde birinci dereceden etkilidir. İşte bu noktada siyasi yöneticilerin yaşayış biçimleri önem arz etmektedir. Onların dini yaşayıştaki eksiklikleri ve fıkıh kuralları karşısındaki gerekli hassasiyetten yoksun tutumlarının halka da kötü örnek olarak yansıdığı belirtilmiştir. Ne yazık ki bu husus hukukta sosyal kırılmalara sebep olmuştur. Raşit halifeler döneminden sonra gelen kimi siyasi idarecilerin takip ettiği ırkçılık-kavmiyetçilik politikasının da fıkha zarar verdiği söylenmiş ve örneklendirilmiştir.
Pratik olarak siyasetin fıkha zarar verdiği bir diğer konu da fıkıh edebiyatının yelpazesindeki daralma olarak kendini göstermiştir. Fıkhın ortaya çıkış ve gelişme sürecinde daha çok ibadet, siyer, maliye ve miras konularının tedvin edildiğini, buna mukabil devlet yapılanması ve yönetimi, devlet-kişi münasebetleri ya da merkezi idare ile ilgili konuların yeterince ele alınmadığının altı çizilmiştir.
Siyasi baskılar pratik hayata dair içtihatlar üzerinde de etkili olmuştur. Müçtehidlerin siyasi baskılar doğrultusunda içtihat etmeleri ve kimi içtihatlarından da yine siyasi baskılar neticesinde dönmelerine sebep olmuştur.
Kitapta kadı tayinleri ve azilleri, fıkhın öğretim ve öğrenimi süreçlerinde de siyasetin olumsuz etkileri örneklendirilerek anlatılmıştır.
Yazarın tüm bu konuları açıklarken anlaşılır bir dil kullandığı söylenebilir. Açıklamaya çalışılan temel amacın dönemin âlimlerini eleştirmek değil siyaset-fıkıh ilişkisinin tarihsel gelişimini tarafsız bir gözle aydınlığa kavuşturmak olduğu ifade edilebilir. Çalışmasında İslam tarihi boyunca hiçbir siyasi idarecinin İslam hukukunu bütünüyle devre dışı bırakma teşebbüsünün olmadığının da altı çizilmiştir.
Prof. Dr. Ahmet YAMAN: Konya doğumlu olan yazar Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 1989 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’nden ise 1992 yılında mezun olmuştur. İslam Hukuku alanında yüksek lisans ve doktorasını yapmıştır.1999 yılında doçent, 2005 yılında ise profesör olmuştur. Halen Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği ile Necmeddin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeliği görevlerini sürdürmektedir.