İTİSAM FIKHINA GİRİŞ - rahle.org

İTİSAM FIKHINA GİRİŞ - rahle.org

İTİSAM FIKHINA GİRİŞ


Facebookta Paylaş
Tweetle

Beni Âdemin iki dünya saadetini temin etme hedefindeki İslam düşüncesi tabiatıyla bireysel ve toplumsal ilişkilere dair kapsamlı hükümler getirmiştir. İslam düşüncesinin temel hususiyetlerinden birisi de vakıayı göz önüne alan gerçekçiliğidir. İnsanın nevi şahsına münhasır bir varlık olması, her bir insanın bir âlem olması ile sosyal bir yapıda halk edilmesi ben-biz dengesine dair ferdi ve ictimai kuralları gerektirmektedir. Gerçekten de bağlanma temel ihtiyaçlardandır ve bu ihtiyacın da mutedil, makul ve meşru bir çerçevede karşılanması gerekmektedir. Adı geçen çerçeve ise bir bağlanma fıkhını zorunlu kılmaktadır.

Fıkhın en genel tanımı olan kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesi yerinde bir tariftir kuşkusuz. İtisam kavramının ise literatürümüzde bidatlere karşı kitap ve sünnete bağlılık anlamında yer aldığı görülmektedir. Özgün bir çaba olarak kavram daha da genişletilerek, geliştirilerek insan- Allah, insan-insan, insan- eşya gibi tüm ilişkilerdeki bağlılık anlamında irdelenmesi gereklilik arz etmektedir kanımca. Fıkhın müminin imal-i fikr edeceği değişkenler alanına tekabül ettiği hatırlanmalıdır.

Bütün bunlardan insanın temel varoluşsal temayül, yönelim ve amellerinin olması gerekenlerini ifade edebileceğimiz bir İtisam Fıkhı tanımlamasına ulaşabiliriz. Türlü bağlılıklar için kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesi olarak anlaşılabilir İtisam Fıkhı. Mezkûr tanımlama bir kişiye, fikre, yapıya, öndere bağlanmayı içeriklendirmekle birlikte itisam sapkınlıkları olan bağlılığın temeli anlamındaki sevgide ve nefrette taassup ve kuralsızlık, başına buyrukluk gibi ifrat ve tefritler üzerinde anlam haritası çıkarmayı da kapsamaktadır. Aslında hayat bir diğer ifadeyle duyguda, düşüncede ve amelde aşırılıklar arasında vasat olma çabasından ibarettir. Ki insanoğlu, hassaten genç insan gerçekten de uçlara savrulma temayülündedir. Bir başka deyişle itisam fıkhından maksat tüm alanlarda olduğu gibi bağlılıklar alanında da altın ortayı bulabilme ve sürdürebilme çabasıdır denebilir. Hüküm istinbatına dair usul çabası ile asli kaynaklar bu bakış açısıyla okunabileceği gibi maslahat, seddi zeria/kötülüğe giden yolu kapama, şer’u men kablena/bizden öncekilerin şeriatları gibi tali deliller de okunabilecektir. Tabi buradan da bir bahsi diğer olsa da bağlılığın haramı, mübahı ve farzına gidilecektir.

İtisam fıkhı insanı, kuvvet ve zaaf noktalarıyla tanımakla başlar. İnsanın bireysel planındaki mühim hususiyetlerinden ve inanca taalluk eden hususlar bağlamında sevgi, nefret, ümit ve korkuya dair kurallar üzerinde durulmalıdır. Allah için sevmek, O’nun için buğzetmek, O’nun dostlarını dost edinmek ve O’nun düşmanlarını düşman bilmek gibi hususlar vela ve bera akidesi olarak tarif edilmektedir literatürümüzde. İş bu hususların itikadi bir zaruret ve dahi fazilet olduğu izahtan varestedir.

Müminlerin Allah’a olan sevgisi en fazladır der vahiy. Yine temel sevgi ögelerinin –baba, oğul, kardeş, eş, aşiret, kazanılan mal, kesada uğramasından korkulan ticaret ve hoşa giden meskenler- Allah, Rasulü ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili olmaması gereği üzerinde durulmaktadır. Yine Kuran’ın “Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin” ikazı önem arz etmektedir. Benzer bir uyarı “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin” şeklinde gelmektedir. Hz. İbrahim (as) ve beraberindekilerin dilinden ifade edilen “Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” cümleleri sevgi ve nefret hususlarındaki temel vahyi düsturlardandır.

Bu ve benzer naslar sevginin hakikatini, sevgide adaleti/her hak sahibine hakkını vermeyi, ıslah edilmiş sevgiyi ortaya çıkarma hedefindedir. Asrımızın –belki de tüm zamanların- en mühim hastalıklarının sevgisizlik ile tutkulu sevgi olduğu göz önünde bulundurulduğunda sevgide adaletin merkeziliği de ortaya çıkar kuşkusuz. Özcesi Rabbimiz kimi, ne kadar sevip; kimden nefret edeceğimizi dahi belirlemektedir. Benzer naslar korku ve ümit örnekleri üzerinden de ifade edilebilir.

Fıtratın tezahürü olarak geliştirilecek bağlılıkların hukuku anlamındaki itisam fıkhına göre Allah, Rasulü ve kitabına bağlılığın bila kaydu şart olması gerekmektedir. Kuran’da Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman mümin erkek ve kadın için şeçme hakkının bulunmadığı, onların sadece işittik ve itaat ettik tavrında olmaları gerektiği belirtilir. Ve yine Hablullaha itisam/Allah’ın ipine toptan sarılma emri manidardır.

Diğer bütün bağlılıklar Allah ve Rasulüne bağlılık ölçüsünde anlam taşımaktadır.  Kuran’ın “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ulu'l-emre (idarecilere) de.” fermanı ile “Allah’a isyanın olduğu yerde mahlûka itaat yoktur” hadisi nebevisi bağlılık ve itaatin sınırlarını belirlemektedir. Bu durum ana-baba hakkında dahi böyledir:“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.” Bütün diğer itaat türleri buna kıyas edilebilir.

İnsanın nefsi ve şeytani ayartmaların neticesinde dünya ve zinetine dönük ölçüsüz bağlılığı da bir diğer sapma olarak itisam fıkhına dair sorun alanını teşkil etmektedir. “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi.” Vahyi uyarısı insani zaaf alanlarına dönük sayısız ikazlardan biridir. Tüm bu ikazlar eşyanın hakikatinin beyanı ile bağlılıkların kontrolü ve son tahlilde insana rehberlik hükmündedir.

İtisam itidalinin en sık kaybedildiği aynı zamanda en verimli ömür dilimi olan delikanlılık devri müstakil bir ilgiyi hak etmektedir. Gençliğin içerisinde bulunduğu ahval gönül ilişkilerinden teknoloji ve diğer bağımlıklara kadar aklıselimi dumura uğratan, gözleri kör eden, önceliklerini alt-üst eden bir tablo olarak aciliyetle teşrih masasına yatırılmayı icap etmektedir. Kışkırtılmış hazlar dönemini ifade eden günümüz gençlik dönemi heva ve şehvetin akıl ve dini kuvvete galebe çalması anlamında sıkıntılı bir zaman dilimini ifade etmekte ve dini kuvvetin kontrolünde bir şehvet kuvveti için hatırı sayılır bir ilgiyi ve rehberliği gerektirmektedir.

Kesin inançlılık iman esasları açısından istenen bir durum olmakla birlikte muhtevasında sapkınlıklara evrilme potansiyelini de taşımaktadır. Şartlarının ve mânialarının net belirlenmediği kesin inançlılık kişi, yapı ve düşünce taassubunun yeşerdiği zemini oluşturmaktadır. Bu kimi zaman her dediği doğru kabul edilen bir hoca, mürşid vb dini liderlikle kendini gösterirken; kimi zaman da merhametten yoksun dışlayıcı bir zihnin inşa ettiği bir tek doğrunun tedhiş hareketi olarak ta kendini gösterebilmektedir. Nihayetinde ise ümmetin içinde bulunduğu fikri ve fiili kaosun derinleşmesinden başka bir sonucu doğurmamaktadır. Hâlbuki “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” ayetinin muhatabı olanların hassasiyetlerinin türlü tevillerle heba edildiğini gözlemlemekteyiz. Bu durum ise insanlık için umut olma sorumluluğumuzu iddiadan öteye götürememektedir.   

İnsanın sosyal yönü için aile, cemaat ve ümmet olmak üzere üç temel parametrenin dünya görüşümüzdeki olmazsa olmaz yerine dair kelam edilmelidir. Çözülen toplumsal yapıya aile kurumunu, bireysellik ve hizipçilik sarmalına cemaat olgusunu, kavmiyetçilikler kıskacına ümmet düsturunu kurban etmemek görevimizdir kuşkusuz. Modern hayatında icbar ettiği birey –velev ki Müslüman birey- olmanın ayartıcılığının farkındalığı elzemdir. Cemaat olgusundaki hastalıklardan bireyselleşme, hizipçilik hastalığından daha tehlikeli ve boyutludur. Bugün için bireyselliğin psikolojisine dönük kazı çalışması yapıldığında mevcut gruplara yönelik güvensizlik gibi mesuliyet almamanın rehaveti, yaşanmış olumsuzlukların da temel sebeplerden olduğu görülecektir. Yine örtük bir kendine yeterlilik/ istiğnanın da varlığının altı çizilmelidir ki bunun netice ise buyurganlık, benmerkezcilik ve nasihate kapanma gibi trajik ahvaldir.

İnsan için kibir ne kadar nahak ve mezmum ise grup ve yapılar için de bir o kadardır ve belki de dahasıdır. Çünkü birey kimi zaman kendi adına mütevazı iken cemaat adına grup kibrini ifade edebilmektedir. Kimi zaman kişisel kibir grup kimliğinin arkasından icra edilebilmektedir. Tevazu yerini istiğnaya bırakınca menfiliklerin bini bir para olabilmektedir. Kimi zaman tevazu kılıklı kibrin mücessem hali gözlere sokulabilmektedir. İlim ve ihlasın rehberliğinde aşılabilecek kalbi hastalıklar yelpazesinin farkındalığı söz ve fiillerimizin merkezi konularından olmalıdır.

Her şeye rağmen davetçi bir mümin olarak ülfet eden ve edilen olabilme vasfımızı korumak durumundayız. İnsanların arasına karışarak ezalarına sabretmenin faziletini ifade eden Nebevi düsturu hep hatırda tutmalıyız. Tarihe yön verebilmenin, tarihte iz bırakabilmenin hiç olmazsa tarihsel şahitliğimizin gerektirdiği kişisel ve toplumsal mücadelenin bizatihi kulluk olduğu bilinci üzere olmak elzemdir.

Özetle yeni bir fıkhetme çabası olarak itisam, infisal, teşebbüh ve lağv kavramları etrafında oluşturulabilecek itisam fıkhı tezini tartışmaya açmak ve dahi olgunlaştırmaya konu kılmak gerekmektedir. Allah’a, emirlerine ve dostlarına bağlılık anlamında itisam kavramını, Allah’ın yasaklarından ve düşmanlarından ayrılma anlamında infisal kavramını merkeze alarak bir duruş, düşünüş ve davranış geliştirilebilir. Kâfir ve cahillere benzememek manasındaki teşebbüh kavramı hemen her hadisede hatıra gelmekte, yeni bir içeriklendirme ile her dem güncel tutulmayı hak etmektedir. Keza yüz çevirmemiz emredilen boş söz ve işler anlamında lağv kavramı üzerinden yeni bir okuma denemesi yapılabilir düşüncesindeyim.

Hâsıl-ı kelam hız çağında durup durulmayı/sekineti, haz çağında iffeti, anlamsızlık çağında bir ulvi gayeye adanmışlığı, karamsarlık çağında mahza umudu, tekasür-hırs çağında kanaati, kalabalıklar içindeki yalnızlık çağında Allah için kardeşler/cemaat olmayı söyleyebilmeli ve eyleyebilmeliyiz ki insanlığın bocalayıp ta bulamadığı felah iksiri tam da budur.

Felah ehlinden olma duasıyla.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ