HAK BÂTIL AYRIŞMASININ SON SAHNESİ OLARAK HELÂK/ÖLÜM - rahle.org

HAK BÂTIL AYRIŞMASININ SON SAHNESİ OLARAK HELÂK/ÖLÜM - rahle.org

HAK BÂTIL AYRIŞMASININ SON SAHNESİ OLARAK HELÂK/ÖLÜM


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Kur’an-ı Kerim’ de peygamber gönderilmiş olan kavimlerin işledikleri hatâlardan dolayı helâk edildiklerinden bahsedilmektedir. Anlıyoruz ki insanoğlu için nasıl ki hastalıklar, kazâlar, savaşlar ölüme açılan birer kapı ise, topluca işledikleri hatâlar nedeniyle helâk edilmeleri de bir ölüm nedenidir. Böylesi bir son, ölüme götürecek şiddetli bir cezalandırmanın nedeni ne olabilir. Bir tür ölüm cezasına neden olan suç nedir? Nûh Peygamber’ in kavmi için şöyle denilmektedir: “Hatâlarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.” (Nûh, 25). Bu ayetle ilgili Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Efendi tefsirinde şu açıklamayı yapmaktadır: “Burada mef'ûlün fiilden önce getirilmesi, söze "ancak, yalnız, sırf" gibi mânâlar kazandırır. Yani başka sebepten ötürü değil, açıklandığı üzere sırf kendilerinin birçok büyük günahlarından ötürü suda boğuldular, tufana boğuldular. Sonra da bir ateşe atıldılar. Bu, berzah yani ölülerin ruhlarının kıyamete kadar bulundukları yerdeki veya kabirdeki azaptır. Suda boğulmakla ateşe atılmak gibi iki zıt azâbın bir araya getirilmesinde eşsiz bir tıbak sanatı vardır.” (tıbak: aralarında zıtlık bulunan kelimelerin bir ibârede uyum içinde yer almasıdır).

Hatalar ve cezalandırmalar biçimsel olarak türlü türlü olsa da her durumda ortak olabileceğini düşündüğümüz hususlar yer alıyor. Hatâların özünde kendilerini hakka çağıran nebinin şahsında nübüvvetin inkârı yer alıyor. Cezalandırmalar ise kusursuz, kesin, yok edici. Ceza tahakkuk etmeden önce nebinin ısrarlı uyarıları, hakkı anlatışı ile muhataptır kavim. Bir nebi kavmi için seçildiğinde, kavmin fertlerinden biri olarak, onların lisânıyla konuşan biri olarak seçilir. Fazîlet sahibi nebiler, temiz hayatları söylediklerinin doğruluğunun delili olan seçkin insanlardır. Hem hayat hikâyelerinde tanıklık edilen yüksek ahlâk, hem söylediklerinde billurlaşan hak, hem de Allahü Teâlâ’ nın izniyle gösterdikleri mûcizeler onların Âlemlerin Rabbi’ nin elçisi olduklarını apaçık göstermektedir. Kavmin ileri gelenleri tüm bu apaçıklığa rağmen nebiye muhalefet ederler. Onları çepeçevre kuşatan koşullar, bulundukları coğrafyada sahip oldukları dünyevî iktidar, hakka boyun eğmelerini, apaçık hale gelmiş risâleti kabul etmelerini engeller.

{Gevhersiz gönüllere yüz bin söz eydür isen

Hak’dan nasîb olmasa nasîb olası değil}

İnsanoğlunun asıl meselesinin “sahip olmak” değil “olmak” olduğunu hisseden gönül gözü açıklar ise nebi ile yoldaşlığı tercih ederler.

Biz yirmi birinci yüzyılın insanları, Hatemu’l-Enbiya Peygamber Efendimiz’ den sonra bir nebi gelmeyeceğine iman etmişiz, dolayısıyla dünya hayatında bir peygamberle rastlaşmayacağımız konusunda kesin bir bilgiye sahibiz. Ancak bir an için kendimizin kendisine nebi gönderilen bir kavmin bir ferdi olduğumuzu düşünelim. Allahü Teâlâ, içinde yaşadığımız topluluktan bir kişiyi elçisi olarak seçmiş olsun, o kişi ki hakkı açıklamaya başlamadan önceki hayatında da güvenilir ve insanlar için örnek alınabilecek bir şahıs olduğu konusunda bir kanaatimiz var. Bu insan gâyet açık seçik bir şekilde toplumumuzun hastalıkları hakkında, doğru bildiğimiz ama hiçbir dayanağı olmayan inançlarımız hakkında bizleri uyarıyor, söylediklerini gerekçelendiriyor, lafı dolandırmadan, fazlalıksız ve eksiksiz, bizi Bir olana çağırıyor.

{Dîn ü îman bünyâdı[esası] doğrulukla gerçeklik

Ol tamam olmayıcak ne ile dîn çatarsın}

Hastalıklarımızı terk etmeye, sahte tanrılarımızı, kendi yonttuklarımızı bırakmaya çağırıyor. Bu kişi Âlemlerin Rabbi’ nin seçtiği, nübüvvet görevini omuzlarına yüklediği, önceki hayatı için de iyiliğine tanıklık ettiğimiz biri. Açık ve seçik hakka çağırış ısrarlı bir şekilde devam ediyor. Toplumun içinde sahte bir hayatı yaşamayı terketme cesareti gösterenler nebinin etrafında toplanıyor, onun yoldaşı oluyor. Bu yoldaşlara baktığımızda da cefâsına rağmen zor olanı zahmetli olanı tercih ettiklerini, sahteliklerden bıkmış halde sâhici olanı, geçici olanı değil ebedî olanı seçtiklerini görüyoruz.

{Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi

Dilsiz kulaksız sözün cân gerek anlayası}

Nebi ısrarlı bir şekilde uyarılarını sürdürüyor. Kavmin ileri gelenlerinin tehditlerine karşı apaçık şekilde kavmine hakkı (tevhidi, nübüvveti, ahireti) anlatıyor.

{Düşmüş idik ol kaldırdı birliğin bize bildirdi

İçimize aşk doldurdu dürüst oldu imânımız}

Bununla da kalmıyor son bir ayrıştırıcı olarak mûcizeler yaşanıyor. Gerçek apaçık–bedîhî-sarih olsa da inanamayanların kalbindeki katılığı çözmek için mûcizeler yaşanıyor. Adım adım ilerleyen, kavmin iki cepheye doğru ayrıştığı bir süreç bu. “Âyetlerimizi tekzib etmekte olanlar ise biz onları bilemiyecekleri cihetten istidrac ile yuvarlıyacağız.” (A’râf, 182). Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Efendi bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır: “İstidrac, aslında derece derece çıkarmak veya indirmek demek olup, bir kimseyi arzusuna göre bir noktaya kadar tedricen götürüp haberi olmayacak bir şekilde felakete atmak anlamında bir deyim olmuştur ki, o kimse onu kendi yararına bir terakki, hayırlı bir gelişme zanneder, gerçekte onun için o durum, bir anlamda uçuruma sürüklenmek demektir. Allah Teâlâ'nın istidrac yapması da uzun süre bir kimse hakkında hayırlı olmayan nimetler verip onun da bunu lütuf olarak görmesi ve kendi tuttuğu yolun kendisi için hayır olduğunu sanması, bundan dolayı da gitgide gurur, kibir ve taşkınlığını arttırması ve en sonunda da bütünüyle hayal kırıklığına uğrayıp en acı ve en feci bir şekilde hakkında azab hükmünün gerçekleşmesidir ki, bu çok çetin bir azab olur. Dış yüzüyle lütuf gibi görülen o nimetler, işin iç yüzü açısından gerçekten bir kahırdır. İşte bundan dolayı buna bir keyd (hile, oyun) adı verilmiştir.”

“Ki o (İrem şehri ki), şehirlerde bir benzeri yaratılmayandı.” (Fecr, 9). Benzeri olmayan şehirler içinde yaşayan bir halk, halkın ağır ağır nebi ve yoldaşları ile kavmin ileri gelenleri ve onlara uyanlar arasında ayrışması. İşte görüntü bu. Artık herkesin tarafını belli ettiği, kararını kesinleştirdiği bir anda, belirlenmiş vakte erişildiğinde, nebinin uyarıda bulunduğu azab sahnede görünür. Bazen kuvvetli bir ses, bazen bir sel, bazen her tarafın sularla kaplandığı bir tufan, bazen dondurucu bir rüzgar, bazen bir sarsıntı, bazen şiddetli bir gök gürültüsü, bazen de denizde boğulma ile sahne kapanır.

{Kulluktan ırak olma sultân göresin birgün

Göstere cemâlini hayrân olasın birgün}

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ