Namazın Aile ve İş Hayatımızdaki Pratik Yansımaları - rahle.org

Namazın Aile ve İş Hayatımızdaki Pratik Yansımaları - rahle.org

Namazın Aile ve İş Hayatımızdaki Pratik Yansımaları


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Emre İlsever: Hocam, kısa bir giriş yaparsak, namazın ehemmiyetinden bahseder misiniz?

Necmettin Irmak: Allah Resulünden bu güne kadar yapılan değerlendirmeleri göz önünde bulunduracak olursak, namazın, Müslümanın hayatındaki temel bir unsur olduğunu görürüz. Hayatın “Müslümanca bir hayat” olduğunu belirleyen esas göstergelerinden bir tanesidir namaz. Resulullah’ın “Namaz dinin direğidir; kim onu ikame ederse dinini ikame etmiş olur ve kim de onu terk ederse dinini yıkmış olur…” hadisini ve Allah-u Teâlâ’nın Kitabında bahsettiği birçok emri göz önüne alırsak, namazın Müslümanların olmazsa olmazı olduğunu net bir biçimde görürüz.

Emre İlsever: Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Ey o bütün iman edenler! Kendilerinizi ve ailelerinizi koruyun bir ateşten ki yakacağı o insanlar, o taşlardır. Üzerinde öyle Melekler vardır ki yoğun mu yoğun, çetin mi çetin! Allah kendilerine ne emrettiyse ona isyan etmezler ve her neye memur iseler yaparlar. (Tahrim: 66) Buradan yola çıkarsak aile hayatında namazı nasıl ikame edebiliriz acaba?

Necmettin Irmak: Bu konuda ilk değineceğimiz husus evlilik öncesidir. Söz gelimi kişi, henüz evleneceği şahıs ile görüşme esnasında iken -yani evlenmeden önce- ortaya koyacağı şartlardan bir tanesinin de namaz olması gerektiğini bilmelidir. O sebeple evleneceği aday ile konuşurken, şartlar öne sürerken, en başa “namazın kılınması gerektiği”ni koymalıdır. “Bizim evimizde namaz vazgeçilmez bir unsur olacaktır; asla bu hususta gevşeklik ve tembellik gösterilmeyecektir…” şeklinde ifade edilmelidir.

Dikkat edilecek olursa; Peygamber Efendimizle biatleşen sahabelerin söz verdikleri hususlardan bir tanesi de “namazı ikame etme” meselesidir. Dolayısıyla yeni evlenen Müslümanların böyle karşılıklı bir ahitleşme ve akitleşmeyi temel bir şart olarak ortaya koymaları lazım. Birbirlerine namaz hususunda yardım edeceklerini, birbirlerini koruyacaklarını, kollayacaklarını, bu konuda müsamaha göstermeyip ısrarlı olacaklarını, evlilik öncesinde dile getirerek sözleşmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Eğer evliliğin ortalarında bir gevşeme olursa, hemen “Biz ne yapıyoruz böyle!” diyerek silkelenmeleri ve baştaki sözleşmelerini birbirlerine hatırlatmaları gerekiyor. Çünkü sahabe de böyle yapıyordu: Onlardan bazısı “Ya Resulullah! Ben sana şu hususlarda biat ediyorum…” diyordu. Ama zaten biat etmişti önceden; şimdi neden tekrar ediyordu? Çünkü yeniden bir toparlanma, kendini diri tutma, belki bir gevşeme oluşmasın diye böyle yapıyorlardı. Söz verince insan kendini biraz daha kontrollü, sorumlu hissediyor.

Burada dikkat etmemiz gereken bir başka mesele daha var: Müslümanlar hayatın akışı içinde maalesef daha kavî ve takvaya daha yakın durması gerekirken, zamanla daha bir törpüleniyor ve bu sebeple daha gevşek tavırlar sergilemeye başlıyorlar. Bunu ortadan kaldırmak için birbirimize gafletten sakındırıcı hatırlatmalarda bulunmamız, ahitlerimizi yenilememiz gerekiyor.

Benim dikkatimi çeken yeni evlenen genç kardeşlerimizin bu hususları pek önemsemedikleri yönünde… Böyle olunca da zamanla miskinlik, tembellik, namaza kalkamama -bilhassa sabah namazlarında çok ihmalkâr hareket ediliyor- gibi durumlar yaşanıyor.

Bu sözleşmede çocukları da ihmal etmemek lazım; nikahlanacakların “İleride çocuklarımız olursa onlara da namaz hususunda gerekli hassasiyeti göstereceğiz…” şeklinde anlaşmaları lazım. Bilhassa anneler -çocuklarına karşı merhamet gösterdiğini zannederek- onları uyarmıyor, “şimdi yaşı küçük” vs. diyerek ihmal ediyor yahut sabahları yatağından kaldırmıyorlar. Bunun önüne geçebilmek için en başta akitlerimizi doğru yapmamız gerekiyor!

Emre İlsever: Peki hocam, evlenmeden önce böyle bir akitleşme yapmayan kimseler ne olacak?

Necmettin Irmak: Eğer başta, evlenirken yapılmamışsa sonradan da yapılabilir: Böyle bir akit en azından insana zihnî bir uyanıklık verir, var olan sorumluluk bilincini yeniden onarır, diye düşünüyorum.

Emre İlsever: Diyelim ki bu hususlar gereğince dikkate alınmadı; sonuçları ne olur?

Necmettin Irmak: Aslında kişi namaz hususunda gevşeklik gösterince hayatının diğer alanlarında da gevşeklik göstermeye başlıyor. Diyelim ki erkek namazında gevşeklik gösteriyor, bu durum mesela kadında tesettürüne yansıyabiliyor… Öyle olunca eşini uyarma ihtiyacı hisseden erkek aslında en başta bir noktayı kaçırmış oluyor: Çünkü kendisi aslında namazında gerekli hassasiyeti sergilemiyordur! Sonra aralarındaki saygı meselesi de zarar görmeye başlıyor… İlerledikçe bu durum hayatın geneline yansıyor ve süreç içersinde bir bakıyorsunuz, başlangıçta takvaya yakın bir yerde duran kimseler şimdi bambaşka bir hale dönüşmüşler!

Namazın aileyi ilgilendiren meselelerinden bir başkası da ev içinde tembellik gösterilmemesi meselesidir. Ezan okunup vakit girdiği gibi en kısa sürede hassasiyeti göstererek hemen namaza yönelmesi lazım. Zira senin yapacağın bu şey, eşine, çocuklarına, ailene yansır… Bilhassa çocuklar bundan çok etkileniyorlar; sen “haydi oğlum namazını kıl hemen” demediğin takdirde ya da kendin biraz gevşek davrandığında onlarda da bir değişiklik olmuyor. Ama sen ısrarcı olunca durum değişiyor.

Efendimizin bu husustaki hassasiyeti bellidir: Vakti girince yani ilk vaktinde kılar namazını… Bütün ulema böyle anlamıştır o meşhur hadisi: “Allah katında en hayırlı amel, ilk vaktinde kılınan namazdır.

Emre İlsever: Burada sözü edilen “vaktinde” ifadesi, tüm namaz aralığını kapsamaz mı?

Necmettin Irmak: Hayır! Asıl ifade “ilk vakti”dir. Yani mesela öğlen namazı saat 5’te çıkıyor olsun, ben 4,5’ta kılarsam vaktinde kılmış sayılırım, değil! Resulullah’ın nasihati burada vakti girdiği gibi, sıcağı sıcağına iken… Öyle olsaydı cem etmek daha kolay gelirdi insana; o zaman herkes cem etsin, hatta vakti üçe indirsin!.. Kişiyi Allah’a karşı sorumluluktan uzaklaştıracak bir tavır olarak üşengeçlikten kaçınmak gerekir.

Emre İlsever: Peki, aile içinde birlikte namaz kılmak hususunda neler söyleyebilirsiniz?

Necmettin Irmak: Burada dikkat edilmesi gereken nokta kişi bekâr ise anne-babasıyla, evli ise eşiyle ve çocuklarıyla birlikte namaz kılmaya özen göstermelidir. Bugün maalesef buna pek dikkat edilmiyor! Oysa birlikte namaz kılınca o manevî huzur bütün evi kuşatıyor. Bu mesele üzerinde çok durulmadığı, dillendirilmediği için evde iken namaz kılacak olanın hanımıyla bir cemaat oluşturduğunu da çok göremiyoruz. Belki örneklik görülmediği için de böyle olabilir. Benim tek başıma kıldığım bir namazla, çoluk çocuğumu yanıma çağırarak kıldığım namaz arasında fark var! Yani onlar için de benim için de manevî havası farklı oluyor!

Bir başka şey daha var: Cemaatle kılınan namazın psikolojik olarak tesiri de farklı. Tek kılınan namaz insana genelde daha ağır geliyor; cemaatle namaz kılmak ise daha kolay geliyor. Bu cemaatin bereketinden kaynaklanıyor aslında. Cemaatle birliktelik, insanın nefsine ağır gelen şeyi kolaylaştırır.

Bu bereket esasen diğer hususlarda da böyle bir etkiye sahiptir: İlim öğrenmede, infakta, İslâmî hassasiyetlerimizi korumada… Efendimizin hadisinde geçen “nefsiyle tek başına kalmaktan Allah’a sığınması” bundandır. Çünkü ayette geçtiği üzere: “Nefis daima kötülüğü emreder.

Örneğin; beş vakit namaz kılmayan çoğu kimse teravih söz konusu olunca camiye geliyor ve 20 rekât ardı ardına kılabiliyor; oysa evine gidip tek rekât namaz kılmıyor, kılamıyor? Yine örneğin; çocuklara namaz kılmak ağır gelir, tek başlarına kalınca daha da zor gelir, ama “gelin birlikte kılalım!” denilince, o atmosfere soktuğunda hemen güzelce kılıyorlar namazlarını. Bu, cemaatin o manevî etkisinden kaynaklanıyor. Yani cemaat, nefsin zararlarına karşı koruyucu bir kalkandır.

Emre İlsever: Bunu biraz daha açar mısınız hocam? Bilhassa bizim ev içinde yapmamız gerekenlerle ilgili olarak…

Necmettin Irmak: Kişinin eşini ve çocuklarını namaza yönlendirme noktasında hassasiyet sahibi olması lazım.  Bilhassa sabah namazına kaldırma ve yatsıyı kıldırma esnasında bu durum çok yaşanıyor: Çocukların üzerine bir ağırlık çöküyor, hele okul döneminde ders çalışma vs. de eklenince daha bir artıyor. Böyle durumlarda hemen: “kalk oğlum, haydi namaza!” diye uyarmak gerekiyor çocuğu…

Kimi Müslümanlarda bazen şöyle diyor: “Ya yatayım da şimdi, uyanınca kılarım.” Öyle değil işte; yani şimdi kılamıyorsun da uykunun en derin anında mı kalkıp kılacaksın! Olmaz, uyanamazsın! Tamam, insanın gerçekten göz kapaklarının artık iyicene kapandığı, kendinden geçtiği zamanlar olur; ama burada benim kastettiğim şey, insanın üzerine çöken tembellik duygusu... Bir de şeytanın vesvese verip kişiyi uyutmaya çalıştığı anları söylüyorum; işte böyle durumlarda eşler hemen birbirlerini uyarmalılar! “Kalk hemen kıl!” diye ikaz etmeleri gerekiyor; yoksa bu şekilde bir-iki derken alışkanlık edinip hep böyle yapmaya başlar insan!

Müslümanlar kalkıp rahatça kılabilecekleri zamanlarda gevşek davranınca, bu defa namaz da kaçıyor… Ailenin: “Eyvah biz ne yaptık!” diyecekleri bir endişeyle ve birbirlerine sert bir dille ikaz etmeleri gerekiyor, yoksa alışkanlık haline geliyor.

Çocuklarla ilgili meselede de böyle; “ya ne güzel uyuyor…” deyip buluğ çağına gelmediği için merhamet gösterdiğini düşünüyorsan aslında Allah’ın gazabına yaklaştırıyorsun! Şimdi başlarda böyle yapacaksın ki ilerleyen yaşlarda daha kolay alışsınlar. Mesela; oyun zamanı geldiğinde bir-iki defa peş peşe:

 

 

 

 

 

 

Oğlum, hadi namaza!..” dediğinde çocuk oyuna takılıp gelmiyorsa, artık biraz daha kesin ve sert bir dille “haydi bakayım oyunu bırakıyorsunuz ve hemen namaza geçiyorsunuz!..” demeniz lazım. Çocuğun burada şunu görmesi gerekiyor: “Babam bunu benden din için istiyor, Allah katındaki öneminden dolayı istiyor…

Aslında kimi başıboş bıraksanız, o gevşek davranır. Yani büyükler de gevşiyor. O yüzden başta çocuklarımıza bir “namaz eğitimi” dersi vermek, ondan sonra da namaza çağırmak lazım. Aksi halde sadece ibadî bir ritüel halini alacaktır namaz. Her yaşa onun anlayabileceği biçimde bir dil geliştirip anlatmak lazım öncesinde.

Emre İlsever: Resulullah’ın tavsiye ettiği yaş aralığı günümüz toplumuna da uygun mu? Yani şartlarda bir değişiklik olmuş mudur ?

Necmettin Irmak: Efendimizin getirdiği “7 yaş sınırının” bugün açısından da uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. 7 yaşı, belki tüm beş vakti de kılmasını istediğimiz yaş değildir ama en azından namaza alıştırma yaşıdır. Aslında bu sınırı daha aşağılara çekmek de mümkün. Görüyorsunuz işte, 3-4 yaşlarındaki çocuklar camiye geliyor, yatıyor kalkıyor, yuvarlanıyor ama hiç sorun değil; “hadi namaza” demek lazım. Yaşı küçük görmemeliyiz, çünkü ilerledikçe daha büyük bir sorun oluyor…

 Emre İlsever: Evlerimizin iç şekli ile alakalı sizin bir tavsiyeniz var mı hocam?

Necmettin Irmak: Evin içersinde namaz kıldığımız yeri özel bir mekân haline getirmek… Yani mümkün ise namaz kılınacak yer için bir oda bile ayrılabilir. Burası her zaman temiz, düzgün ve namaza hazır bir şekilde tutulabilir. Eğer imkânlar bir oda fazlası için yetmiyorsa, evde namaz kılınan bir köşe vs. de seçilebilir ve burası yine temiz ve düzgün tutulabilir.

Namaz kılınan yer genelde kitaplık kısmı olabilir ve burası tv. ya da bilgisayar gibi insanı namazdan alıkoyabilecek eşyalardan uzak olmalıdır. Çocuklar o odaya girerlerken burada namaz kılındığını bilerek daha dikkatli davranmaya alıştırılabilirler. Çocuklar evin diğer yerlerinde oyun oynayıp yaramazlık edebilirler belki ama o oda farklı olsun; belki aynı zamanda kitap okuma odası, dinlenme odası, sohbet odası vs. olsun.

Bütün bunlar tabi biraz da imkân çerçevesinde… Ama 2+1 evlerde bile evin bir odası -ki belki orada çocuk yatıp kalkıyordur- namaz için ayrılabilir; böyle olursa hem çocuklar açısından namazın öyle ulu orta her yerde kılınmaması gerektiği, dikkatimizi dağıtacak şeylerden kendimizi alıkoymamızın lazım geldiğini daha iyi anlaşılmış olur... Böyle evin bir köşesinde namaz olgusunu hatırlatan, namazın ehemmiyetini gösteren, o imajı çocukta oluşturan bir yer edinmek gerekir.

Emre İlsever: Eyvallah hocam… Tavsiyenize uymaya çalışıyoruz inşaallah…

Necmettin Irmak: İlave edeceğim başka bir husus daha var; giyim-kuşam meselesi… Namaza duracağımız vakit, normal evde kıldığımız günlük kıyafetlerden başka şeyleri giymemiz gerekir. Bu mesele ulemanın da üzerinde durduğu bir meseledir. Mesela sarık sarmalı, vücut hatlarımızı belli etmeyecek cübbemsi bir kıyafet, sarık sarmıyorsak da başı örtecek bir poşu vs. giymeliyiz. Sadece takke yeterli değilse de hiçbir şey yapmayan için belki o da olabilir. Mesela sabah kalktığımızda öyle atletle vs. namaza durmamalıyız! Aynı şekilde hanım kardeşlerimiz de namaz kıyafetlerine çok dikkat etmeliler, zira küçük kızları sonuçta onları taklit ediyorlar, tesettürlerine tam riayet ediyorlar mı, diye dikkat kesiliyorlar.

Yine namaz esnasında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var… Bunlardan ilki, kıraatimizin ve rükû ve secdelerimizin hızlıca olmaması… Yani Resulullah’ın benzettiği gibi, öyle tavuğun yem yemesi gibi, hızlıca eğilip kalkmamalıyız. Çünkü çocuklar da aynı biz ne yapıyorsak bize bakıyorlar, sonra onlar da paldır küldür bir şey kılıyorlar. Demek ki sen ne kadar hassasiyet gösteriyorsan çocuklar da o kadar hassasiyet gösteriyorlar…

Sonra çocuklara müezzinlik yaptırmak, kâmet getirtmek lazım… Namazın erkânını yani adabını göstermek açısından belki tesbihat çektirmek de gerekebilir. Bunu uzun bir dönem Osmanlı yapmıştı;  bizler de eğitim açısından bunun üzerinde durmalıyız. Hem çocuğun sosyalleşmesi açısından fayda çok oluyor, bir özgüven veriyor çocuğa... Mesela, toplumun içersinde bir şey söylemek hususunda daha bir girişken olduğunu düşünüyorum.

Emre İlsever: Camiye gidilmesi hususundaki görüşleriniz nedir? Evde ya da başka belli bir mekânda namaz kılsak olmaz mı?

Necmettin Irmak: Efendimizin sünnetine baktığımızda onun (sav) 5 vakti de camide kılmaya teşvik ettiğini görürüz. Bir başka yerde olsak bile kalkıp camiye gitmemiz tavsiye edilmiştir. Hatta sabah ve yatsı vakti camiye gelmeyenler için çok ciddi tehditlerde bulunuyor ve “Elimde olsa evlerini ateşe verirdim” diyor. Günümüz Müslümanları belli bir bilinçlenmeden sonra zalimlerin ve fasıkların [günahkar kimselerin] arkalarında namaza durmaktan çekinir oldular. Bunun aslında belli bir gevşekliği de beraberinde getirdiğini düşünüyorum.

Oysa Resulullah (sav) buyuruyor ki: “Her muttaki imamın da her facir (günahkâr) imamın da arkasında namaz kılın.” Sahih bir hadistir bu. Yani namazı cemaatsiz kılmanın önüne geçmek istiyor Efendimiz. Bu durumda cemaatin terki ile günahkâr bir imamın arkasında namaza durma seçeneklerinden biri tercih edilmesi gerektiğinde -yani hangisi daha ağır basar, hangisi daha ehemmiyetlidir denildiğinde- cemaatle namazın tercih edildiğini görürüz.

Eğer arkasında namaz kılacağımız kişi bel’am tipli, itikadı bozuk ve yahut zalimlerle işbirliği içersinde olduğunu düşündüğümüz, bildiğimiz birisi ise bu her zaman Müslümanda huzursuzluk yaratır tabi; ama böyle olmayan, az bir kusurunu gördüğümüz bir başka imamın da bu defa arkasında durmuyorsak bu problem işte! Yani bu defa camilerden büsbütün uzaklaşıyor insan. Cemaati terk etmemek adına, itikadı bozuk olmayanların, açıkça bir sapkınlık içersinde olmayan cami imamlarının arkasında durmak gerekiyor.

Şu şekilde genelleyici tavırlardan da uzak durmamız lazım: “Adam tağutun hizmetinde, tağuttan geçiniyor…” vb. Yani olabilir, maaşlı memur bir imam olabilir; bunu bahane etmememiz gerekiyor! Arkadaşlarımızın bir kısmı buna dikkat etmiyor maalesef.

Eğer geçip gittiğimiz bir yerde hiç tanımadığımız bir imam karşımıza çıkmışsa, burada hüsn-ü zanda bulunup namaz kılmamız gerekiyor; yani öyle kendini çok belli edecek bir şeyi yoksa gidip kılmalıyız. Mukim olduğumuz yerde ise hocayı tanımamız gerekir, gerekirse onu uyarmamız, tebliğ etmemiz bile gerekebilir. Mahalle camiindeki imam ufak tefek eksiklikleri bulunan biri ise yine de çocuklarımızı alıp gitmeli, hatta orada çocuklarla birlikte bir çevre edinmeliyiz. Boş zamanlarda çocuklarla birlikte gidip çay içmek, oturup konuşmak, bir cami kültürü oluşturmak, Kur’an okunacaksa oraya gidip okumak vs. gerekiyor. Bu hususta, aynı mahalledeki Müslümanlar birbirlerini teşvik etmelidirler.

Emre İlsever: Hocam, dünya işleri ile uğraşanlar genelde namaz ve zikri daha az önemsemeye başlıyorlar; oysa ayette: “Nice erler ki ne ticaret ne beyi' (alış-veriş) kendilerini zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz, kalblerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar.” (Nur: 37) geçiyor! Bizlere bu hususta takınmamız gereken doğru tavırdan bahseder misiniz?

Necmettin Irmak: Burada bir şey var; diyelim ki kişinin iş yerinde namazına karşı hassasiyetinde bir gevşeme söz konusu. Böyle olunca aynı kişi, hayat içersinde diğer sorumluluklarına karşı da duyarsız davranmaya başlıyor... Bu bir bütün aslında. Bunu aşmak için belki ilk başta iş yerlerinde şeklî bir değişikliğe gitmek lazım. Bir kardeşin hatırlatması vardı: Bizim Müslümanların işleri genişledikçe mescidleri küçülüyor, diye… Yani; işler yoğunlaşınca namaz artık sadece bir seccadeye kalıyor, maalesef. Bunu aşmak için belki iş yerlerimizde namaz için ayrı bir mekân açmak gerekiyor. Bu imkân dâhilinde tabi. Bir de namazlarımızı cemaat ile kılmamız daha iyi olacaktır. Aynı iş yerinde eğer birimiz geciktirirsek diğeri hemen hatırlatır, diğeri unutunca sen onu uyarırsın, böylece bir nebze olsun utanma olur en azından. Bir de şu var; iş yerinde namazına dikkat etmeyen evde de aynı tavrı sergiliyor. Diyelim bir bahane ile -iş yerine müşteri geldi, vs.- hızlıca kılınan namaz maalesef eve gidince de aynı şekilde hızlıca kılınıyor! Bugün görebildiğimiz kadarıyla huşu ile kılmayı bir kenara bırakalım, şekliyle dahi, yani tadil-i erkâna riayet ederek namaz kılmak hususunda bile bir gevşeklik söz konusu. Bu gevşekliğin sebebi ise başta dünya meşgalesi ile çokça uğraşmak…

Tabir-i caizse iş yerlerimiz dünyevîleşmenin en yoğun bir şekilde yaşandığı yerlerdir. Bunu ortadan kaldırmanın yolu, Müslümanların Allah’a karşı sorumluluklarını daha ciddi, daha içten ve samimi bir şekilde ele almaları ile mümkün olabilir. Namaz bunun ortaya konulduğu alanlardan sadece bir tanesi; namazın dirilmesi ile belki kendimizi tashih etmemiz, düzeltmemiz kolaylaşacaktır. Bunun için çalıştığımız iş yerinde namaz kılınan mekânı temiz tutmalı, sürekli arkadaşlarımızla birlikte olmalı ve “vakit girdiği gibi birbirimizi uyaracağız” diyerek sözleşmemiz gerekecektir. Hatta eğer kişinin kendi iş yeriyse, namaz için özel bir mekân oluşturmaktan başka bir de namaz için özel bir saat belirlemek de mümkün. “Namaz molası” diyebiliriz biz buna. Bunun için zil mi kullanılır, bir başka uyarıcı cihaz mı, bilemem… ama namazı hatırlatıcı bir şeylerin olması düşünülebilir.

Eğer iş yeri sahibi değilsek bu defa şunu göz önünde bulundurmalıyız: Namaz için izin istediğimiz saat aralığını istismar etmememiz gerekiyor! Yani “namaz kılıyorum” deyip epey bir süre ortadan kaybolunca bu defa tabi iş yerinin de hukukunu ihlal etmiş sayılıyoruz; buna da dikkat etmeliyiz.

Eğer çalışmaya mecbur kaldığımız iş yerinde namaza hoş görüyle bakılmıyorsa yine de düzgün bir duruşla namazımızı bir şart olarak ortaya koymamız lazım. Yahut gitmeye mecbur tutulduğumuz durumları -örneğin askerliği- namaz kılmamaya mazeret yapmamalıyız. Namaz hususunda kişinin ısrarcı olması sayesinde umulur ki Allah o kişinin bereketini arttıracak, kulluk için göstereceği dik duruşu sebebiyle ona merhamette bulunacaktır.

Emre İlsever: Son dönemde namaz ile alakalı sizin de bildiğiniz bir takım fetvalar var; bunlar hakkındaki görüşünüz nedir hocam?

Necmettin Irmak: Öncelikle namazı kazaya bırakmak ve cem etmek gibi hususlardan kaçınmak lazım!.. Gerçi askerde iken cem’e fetva veriliyor, belki burada ruhsata başvurulabilir… Zira herkesin durumu aynı değil, kimi biraz daha çekingen tabiatlıdır vs. Ama kazaya bırakmak ne iş yeri, ne askeriye ne de okul gibi durumlar için söz konusu değil! Müslümanlar, bu toplumda kendi ibadetlerini rahatça kılabilmelerini ancak ısrarcı olmaları sayesinde bir hak olarak alabilirler. Mesela üniversitelerde mescid açılması için mücadelelerini arttırmalılar. Şehirlerarası seyahat eden otobüslerde de tavrımız böyle olmalı; eğer güçsüz, cevap veremeyecek gibi bir durumu olan varsa başka, ama söz sahibi, kavî biriysek şoförle konuşup namaz için durmasını istemeliyiz. Müslümanlar 90’lara kadar aslında bu hususlarda daha iyi tavır alıyorlardı; ne zamanki bir kısım hocalar çıktı, azimetten ziyade ruhsatın tercih edilebileceğinin fetvalarını vermeye başladılar, yani ruhsatın gerektirdiği hususları genelleştirdiler, bu defa toplumda gevşeklik arttı. Üstelik bir sahada değil diğer tüm meselelerde Müslümanlar duyarlılıklarını yitirmeye başladılar. Çünkü bu husus tek bir alanla ilgili değil, bir yere bulaştı mı diğer yerleri de zayıflatıyor. Bu yüzden işte, Müslümanlar sürekli ruhsatlara kaçınca belli direniş noktaları da gerilemeye başladı. Otobüslerdeki izin meselesi bunun sadece bir örneği… Becerebilen kişinin namaz molası için ısrarcı olması güzel bir tavırdır. Ola ki otobüs firmaları buna göre saatlerini belirlerler!

Emre İlsever: Eyvallah hocam, Allah razı olsun sizden...

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ