Kur’an: Her Daim Okunan Kitap - rahle.org

Kur’an: Her Daim Okunan Kitap - rahle.org

Kur’an: Her Daim Okunan Kitap


Facebookta Paylaş
Tweetle

Rafet Emin 

 

Kitabımız Kur’an-ı Kerim,  Allah’tan (cc) vahiy yoluyla Efendimize (sav) gelen hayat hitabıdır. İnsanlığa daha evvel gönderilmiş olan kitaplar gibi, o da insanlığın mutluluğu için gönderilmiştir. Geçmişi,  şu anı,  geleceği,  zamanı ve mekânı,  görünen ve görünmeyen tüm varlıkları anlamlandıran bu kitap,  içerisinde en ufak şüpheli bir durum bulundurmaz, bizim için en büyük hidayet kaynağıdır, yolumuzu aydınlatan bir nurdur, bir rehberdir.

Bizler, her yaratılmış olandaki maksadı fark edemiyor ya da göremiyor olabiliriz, hatta öyleyiz de. Ancak Cenab-ı Allah (cc): “Göğü, yeri ve bu ikisi arasındakileri gayesiz olarak (batılen) yaratmadık.” (1) buyuruyor. Rabbimizin bu buyruğuna binaen diyebiliriz ki, gökler ve yer arasında hiçbir şey gayesiz değildir, insanoğlu da gayesiz yaratılmamıştır, zira yine O bildiriyor: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor.” (2)

İnsanı bir gaye üzerine yaratmış olan Rabbimizin, aynı şekilde, ahir zamanda insanlığa göndermiş olduğu vahiy de boşuna değildir. Zira Rabbimiz vahyin bir gayeye binaen indirildiğine dair birçok vurgu yapmaktadır:

 Şüphesiz ki Allah, kitabı hak ile (bir gayeye binaen) indirdi.” (3)

İşte bunlar Allah’ın ayetleridir, onları sana hak ile tilavet ediyoruz, muhakkak ki sen, o gönderilen resullerdensin.” (4)

 İşte bunlar sana hak ile okuduğumuz Allah’ın ayetleridir, Allah âlemlere zulüm isteyen değildir.”(5)

Mademki Kur’an hak ile gönderilmiştir, bir gayeye binaen gönderilmiştir, yolumuzu aydınlatsın diye, gazaba uğrayanların ve sapmışların yolunda olmayalım diye, dolayısıyla hayatımızı Allah’ın istediği şekilde inşa edelim diye gönderilmiştir. O halde nedir bizleri ondan uzak tutan?

İman edenlerin, Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlayarak kalplerini itminana, gönüllerini inşiraha kavuşturmalarının zamanı hala gelmedi mi?” (6)

Tüm mü’minlerin, mü’min olmanın gereği olarak Kur’an’ın emirlerini yerine getirmeleri, yasaklarından kaçınmaları, belirlediği sınırları sınır olarak tanımaları, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i bir hayat rehberi haline getirmeleri farzdır. Bu farzı yerine getirebilmek için, yaşadığımız hayatın, tavır ve davranışlarımızın Kur’an’ın emirlerine tam uygun olabilmesi için, onu iyi anlamamız, iyi anlayabilmek için de çokça okumamız gerekir. Her gün okunmayan ve tefekkür edilmeyen bir kitap,  nasıl çok iyi anlaşılabilir, nasıl hayat rehberi olabilir?

Aynı zamanda, her mü’min bilir ki Kur’an’ın iyice anlaşılması, Allah-u Teâlâ’nın özelde mü’minler üzerinde genelde ise tüm insanlık üzerindeki hakkıdır. Kur’an’ı daha iyi yaşamak için onu iyi anlama ve daha iyi anlamak için de çokça okuma yolunda gayret etmeyenler, hem Cenab-ı Allah’ın, hem de Kur’an-ı Kerim’in hakkına riayet etmiyorlar demektir. Çünkü Kur’an’ın iyi anlaşılması, aynı zamanda Kur’an’ın da üzerimizdeki bir hakkıdır.

Bırakalım da Kur’an’ı hocalar okusunlar ve anlasınlar, ağabeylerimiz okusunlar ve anlasınlar, sonra nasıl olsa onlar bize anladıklarını anlatırlar… düşüncesine sahip olmak, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi dini bir zümrenin eline vermek olur ki, bu durum İslâm’ın, dolayısıyla Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Bu durumda, Kur’an sadece hocaların kitabı olmuş olur! Aksine Kur’an ayetlerinin büyük bir kısmı okunduğunda her mü’min tarafından hemencecik anlaşılır. Sadece bir kısım ayetlerin hakkıyla anlaşılması, üzerinde bir miktar araştırma ve inceleme yapılmasına ve çeşitli ilimlerde bilgi sahibi olunmasına bağlıdır.

Rabbimizin: “Elif, Lâm, Râ. Bu, mübîn (açıklayıcı) olan kitabın ayetleridir.” (7) hitabıyla bildirdiği gibi Kur’an hem çok açık, kolay anlaşılır, hem de mubin yani kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Dolayısıyla hiçbir mü’min; ben Kur’an’ı ve mealini okuduğumda bir şey anlamıyorum, dolayısıyla bu nedenle Kur’an okumuyorum ya da Kur’an’ı okuduğumda onu yanlış anlama endişesiyle Kur’an meallerinden ve tefsirlerinden uzak duruyorum… deme hakkına sahip değildir! Çünkü hocalarımızın ya da ağabeylerimizin Kur’an’ı okuması ve anlaması, Kur’an’ı okuma, anlama ve yaşama yükümlülüğünü üzerimizden kaldırmış olmaz!

O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir... Ve Peygamber: Ya Rabbi, dedi, kavmim şu Kur'ân'ı ihmal etti, terk edilmiş bir hale getirdi...” (8)

Furkan süresindeki bu ayetleri de okuduğumuzda hemencecik anlıyoruz ki Efendimiz (sav), Kur’an’ı terk edenleri, onu ihmal edenleri, onun emirlerini yerine getirmede gayretli olmayanları, onu işlevsiz bırakanları ve onunla ilişkiyi kesenleri Rabbine şikâyet ediyor. Efendimizin şikâyet ettiği bir kişi olmak, ne kötü bir hale düşmektir, bu düşmekten Allah’a sığınalım.

Bir mü’min Kur’an’ı anlamak için gayret etmediğinde, kendisini inşa edecek olan Kur’an’ı işlevsiz bırakmış olup, onu özne durumundan çıkarıp nesneleştirmiş olur. Kur’an, o kimse için iki kapak arasındaki sayfalar ve satırlardan öteye geçmez. Bir nesne durumuna getirilen Kur’an, nasıl olur da mü’minin önünden giden ve yolunu aydınlatan bir kitap olur?

Sözün özü şudur: Bizler fitne ve fesadın iyice yaygınlaşmış olduğu şu ahir zamanda Kur’an’ı hayatımızın merkezine almaya, onu, nefes aldığımız her gün okumaya, manasını anlamak için gayret etmeye, emir ve yasaklarını emir ve yasak bilip gereğini yerine getirmeye mecburuz. Aksi halde, biz onu terk edersek, Allah (cc) muhafaza eylesin, o da bizi terk eder.

Dipnotlar:

(1) Sad: 27.

(2) Kıyamet Suresi 36.

(3) Bakara: 176.

(4) Bakara: 252.

(5) Al-i İmran: 108.

(6) Hadid: 16.

(7) Yusuf: 1.

(8) Furkan: 27-30.

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ