Namazın Anlamı ve NAMAZ GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU Üzerine Konuşan: Abdullah Yıldız - rahle.org

Namazın Anlamı ve NAMAZ GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU Üzerine Konuşan: Abdullah Yıldız - rahle.org

Namazın Anlamı ve NAMAZ GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU Üzerine Konuşan: Abdullah Yıldız


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Rahle: Hocam, namazın biz Müslümanlar açısından önemi hakkında neler söyleyebiliriz acaba?

Abdullah Yıldız: Şöyle söyleyelim; namazın önemi derken oradaki “önem” kelimesi bile aslında -namazın İslâm dinindeki vazgeçilmezliğini anlatma hususunda- eksik kalır. Yani namaz, biz Müslümanlar için “olmazsa olmaz” bir şarttır. İman ettikten hemen sonra, yani “La ilahe illellah, Muhammedun Resulullah” kelime-i tayyib’i söyledikten sonra, ilk namaz emri gelir. Diyebiliriz ki, tevhidin eyleme dönüştüğü an namaz başlar. Namaz bu şekilde bir tevhid eylemi olur. Bunu birçok rivayette görmek mümkün… Meşhur Cibril hadisinde, kelimeyi şehadetten hemen sonra namaz şartı zikredilir, diğer emirler ancak ondan sonra gelir. Hatta kronolojik olarak düşünecek olursak çok sonraları gelir: Örneğin; oruç hicretin 2. senesinde farz kılınır, zekât yine aynı senede emrolunur, hac emri bile ancak Resulullah’ın ömrünün sonuna doğru farz kılınmıştır. Şunu da ilave edelim: Mesela örtünme ile ilgili ayetler, içki yasağı, faiz ile ilgili yasaklar, vs. hemen birçok emir ve yasak “namazın farz kılınışından” çok sonra gelir… Oysa namaz en baştan beri, Allah’a imanın ve Resulünü kabulün hemen akabinde emredilmiştir. Bunun bir hikmeti vardır: Zira namaz, insanı Allah’ın emirlerine karşı manen hazırlar ve alıştırır.

 Namaz emri Mi’rac gecesine kadar -kabul edilen rivayete göre- ilk başlarda 2 vakit iken daha sonra 5 vakte çıkartılan bir emirdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğunun ittifak ettiği bir rivayette “ikra” emrinden hemen sonra Cebrail aleyhissselam, Resullullah’a namazı öğretmiştir; bu rivayet Buhârî’de geçiyor. İlk kılınan namaz ise akşam namazıdır; önce Resulullah Hz. Hatice ile birlikte kılıyorlar, sonra ertesi gün Hz. Ali onlara katılıyor... Yine Kur’an’da namazın ilk aylarda farz kılındığına başka deliller de vardır: “Görmedin mi o namaz kılarken bir kulu engelleyeni...” ayeti erken dönemde inmiştir ve orada bahsedilen kişinin Ebû Cehil olduğu, engellenen kişinin de Resulullah olduğu bilinen bir meseledir. Bundan başka birçok yerde erken dönemde nazil olan “Rabbine kulluk et” ayetlerini görürsünüz. Peki, nasıl olacak bu kulluk? O da geçiyor: “Rabbini an, O’na secde ve rüku et.

Böylece diyebiliriz ki ilk dönem Müslümanları, aslında hayatlarının merkezine namazı almışlar ve onunla hayatlarını biçimlendirmişlerdir. Bunu diğer peygamberlerin hayatlarında da görmek mümkün… Mesela Allah-u Teâlâ Hz. Musa’ya seslenirken ilk önce: “Rabbini tesbih et” diyor, sonra “Allah’a boyun eğ” diyor; bakın burada tevhitten bahsediliyor; sonra ise hemen “Secde et” emri ile karşılaşıyoruz. (Ta-Ha suresine bakınız.)

Sözün özü; namazsız bir İslâm dini düşünülemez… Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bu hep böyle olmuştur. Bir şey daha ilave edelim: Medine’ye ilk gittiğinde Resulullah’ın yaptığı ilk icraat bir mescid yeri tespiti olmuştur. Hatta oraya varmadan yol üzerinde, Kuba’da, ilk mescidi inşa ettirmiştir. Demek ki oluşacak bir İslâm Ülkesi, ilk önce mescid merkezli olmalıdır! Hayatın bütün alanları, bütün kurumları mescidden beslenecektir.

Resulullah’ın son kuşatması Taif halkı (Beni Sakife) üzerine olmuştur; bakın orada da ilginç bir anekdot var:

Taifliler Resulullah’ın yanına geliyorlar; “Ya Resulullah, biz İslâm’ı kabul edeceğiz ama bazı şartlarımız var?” diyorlar. Bu olay, Resulullah’ın vefatına yakın gerçekleşiyor… Resulullah: “Buyrun, söyleyin şartlarınızı?” diyor. Onlar da söylüyorlar: “Bizler çok zayıf düştük, yaptığımız savaşlar sebebiyle durumumuz kötüleşti. Acaba biz şu an zekât vermesek olur mu?” Resulullah “Olur…” der. Sonra onlar yine bir istekte bulunuyorlar: “Ya Resulullah, bizler cihada da gelmesek olur mu?” Yine Resulullah “Olur…” der. Hâlbuki cihad da farz o sene… Sonra onlar: “Başkanımızı kendimiz seçelim?” derler. Resulullah yine “Olur…” der… Son defa derler ki: “Ya Resulullah, bize kıyam ve rükûlu secdeli bir namaz ağır gelir, biz namaz da kılmasak?” Nitekim Beni Sakifliler Araplar arasında asil bir kavim idi, öyle tanınıyorlardı… Resulullah: “İşte bu olmaz!” der; “Zira namazsız dinde hayr yoktur…” Onlar gittikten sonra, tabi kabul ederler namaz kılmayı, ardından Resulullah der ki: “Vallahi namaza bir başlasınlar, zekâtı da verecekler, cihada da koşacaklar, diğer ibadetleri de yerine getirecekler…

Demek ki namaz, burada bir mihver, olmazsa olmaz bir durum söz konusu… Bakınız diğer ameller için bir süreliğine kadar bekletilebiliyorlar, ama namaz için böyle bir şey söz konusu bile değil! Yani İslâm’a “namazsız başlayalım” denilemez! İman ettiğin gibi namazla mükellefsin!

Rahle: Ülkemizde namazla ilgili durumu nasıl görüyorsunuz?

Abdullah Yıldız: Şimdi Türkiye’de çok ilginç tabi; insanlar oruç tutabiliyorlar, % 60’lardan fazladır bu oran, ayrıca yardımsever bir millettir, zekâtını ve sadakasını verir büyük bir çoğulluk, sonra hacca da giderler, yani fırsatını bulduklarında… fakat namazı 5 vakit olarak kılma oranları çok düşük. Diyanetin yaptırdığı bir ankette bu oran % 25 seviyesinde. Üstelik kılanlarda da birçok problem var; sabah namazına kalkmada bir problem var, kıldığını anlamada bir problem var. Yani içi boş bir namaz algısı var bizde. Bir tür ritüele dönüşmüş. Halk arasında bir tabir var: Yat yat kalk, kabul eder Hak. Kısaca; şekle indirgenmiş ve ruhunu, dinamizmini kaybetmiş, ilk nesilleri diri tutan ve hayatın bütün alanlarına yöne veren bir biçimde değil de adeta folklorik bir unsura indirgenmiş, bir alışkanlığa dönüştürülmüş; sahibini fahşa ve münkerden alıkoymayan bir iş olmuş…

Bakın ayette ne deniliyor: “Şüphesiz namaz, kişiyi her türlü fahşadan ve münkerden alıkoyar.” Buradaki fahşa, her türlü kötülüğü ifade eden bir kelimedir. Bunun cinsel boyutuna fuhuş denilir. Dilin fahşası yalandır, dedikodudur, gıybettir, vs. Malın fahşası faizden başlar ve diğer ticarî-ekonomik vurgun, soygun, talan vb. ne kadar uygunsuz iş var varsa sürer gider… Peki, namaz kılan bir insanı bütün bunlardan alıkoymuyorsa böyle bir namaza Allah’ın ihtiyacı olabilir mi? Türkiye Müslümanlarının bu soruyu sorması gerekiyor: Kıldığımız namaz bizi ihya ediyor mu? Kötülüklerden alıkoyuyor mu?

Yine Maun suresindeki ayete bakalım: “Vay o namaz kılanların haline ki onlar namazlarından habersizdirler…” Bunu iki manası vardır: Birincisi, okuduklarının manasını bilmeden okuyordur; ikincisi, namaz o kişinin hayatında tesirli olmuyordur. Resulullah buyurmuyor mu: “Nice namaz kılanlar vardır ki onların namazdan bir nasipleri yorgunluktan ibarettir. Nice oruç tutanlar vardır ki onların nasibi de açlıktan ibarettir. Allah’ın sizin aç kalmanıza da ihtiyacı yok, yorulmanıza da ihtiyacı yok…

Bu açıdan baktığınız zaman namaz kılan Müslüman bir toplumun şu halde olmaması gerekirdi! Bizim namaz hususunda ciddi eksikliklerimiz var; bilhassa Balkan taraflarındaki Müslümanlarda, burada, ülkemizde de öyle… Bir de namaz kılınan diğer memleketlere baktığımız zaman, Arap ülkelerine mesela, namazın toplumsal hayata -olması gerektiği gibi- yansımadığını görüyoruz. Adeta namazın içi boşaltılmış; Resulullah’ın devrindeki -onun tarif ettiği- gibi ikâme edilmiyor demek ki namazlar... İkâme; dosdoğru bir biçimde, devamlı olarak, ayağa kaldırmak manasına gelir. “Namaz dinin direğidir…” hadisinde de aynı şey ifade edilir: Yani namazı ikâme ederseniz, dinin direğini ayakta tutarsınız, denilmek istenir.

 

Bir İslâmî toparlanışta, ayağa kalkışta namazın merkezî bir yöne sahip olduğunu görmek gerekiyor; bunu yapmadan, namazı ve camiyi dikkate almadan toplumsal bir uyanışı bekleyemeyiz… Kendisini inkılâpçı olarak adlandıran bir kimse, davetinin merkezine namazı almak zorundadır. Denilse ki: “İnsanlar namaz kılıyorlar ama ne yaptıklarını yine de bilmiyorlar, vs.” Bu yine sizin suçunuzdur; eğer namazın içi boşaltılmışsa ve aslında insanlar namaz kıldıklarını zannediyorlarsa, bu namazın suçu değildir! Burada kabahati kendimizde arayacağız… Allah Resulünün sahabesi nasıl namaz ile değişip dönüşmüş ise bugün yine aynı şekilde bu böyle gerçekleşecektir. O dönemde nasıl Kur’an ve namaz dönüşümün merkezinde yer alıyordu, yine öyle olmak zorundadır.

Rahle: “Namaz Gönüllüleri Platformu” fikri tam olarak buradan mı doğdu acaba?

Abdullah Yıldız: Aynen böyle, bir ihya-diriliş hareketinin, namazdan başlanılması gerektiğini biz, birkaç arkadaş, birlikte düşündük: Ben, Cemil Tokpınar ve Ahmet Bulut. Bundan önce her birimizin namazla ilgili birkaç eseri yayınlanmıştı aslında. Mesela; tevhidin pratiğe yönelik olarak hayatımıza geçirilmesi aşamasında ilk icraatının namaz olduğu hususunda yazılan ilk eserlerden birini Abdullah Yıldız yazmıştı: “Namaz: Bir Tevhid Eylemi.” Sonra Cemil Tokpınar’ın “Sabah Namazına Nasıl Kalkılır” diye meşhur bir eseri vardı.  Ahmet Bulut’un da vardı bazı çalışmaları… Ahmet kardeşimiz bir gün Hacc ve Umre organizasyonları düzenlerken aklına takılıyor: Orada kıldığımız namazları niçin ülkemize de taşıyamıyor, oradaki huşuyu niçin buraya da aktaramıyoruz, diye… Sonra Cemil Tokpınar ile buluşup ardından beni arıyorlar. Üçümüz bir araya geldiğimiz zaman neler yapabileceğimizi konuşuyor ve sonuçta da şu karara varıyoruz; ülkede namaz ile ilgili çalışma yapan, kitabı olan yahut televizyonlarda vs. tanınan, meşhur sima sahibi diğer hocalarımıza da gidelim, ziyaret edelim, hep birlikte neler yapacağımıza bakalım... Akabinde kendi çapımızda bir araya gelerek sohbet yapmakla, kitap yazmakla vs. bir sonuca ulaşamadığımızı düşünüyor ve bir faaliyet başlatıyoruz. İslâmî camianın her mektebinden ve her meşrebinden insanı kucaklayan, Türkiye’nin hemen her şehrindeki tanınmış hocalarla bağlantı kuran bir platform oluşturuyoruz…

En başta kriterlerimizi çok iyi belirlerdik ve dedik ki: Bu bir kardeşlik projesidir; kimsenin, hiçbir cemaatin inisiyatifinde değildir ve Müslüman olan herkesin ortak derdi olan ‘namaz’ın yaygınlaştırılması için bizler bir araya geliyoruz. 2006’ın 19-Ağustos’unda, Mi’rac gecesine denk düşen günde bir deklarasyon yayınladık; namazın 5 vakit farz kılındığı güne bir atıf olsun diye; çalışmamızın adını da, “Namazla Diriliş Seferberliği” koyduk. 100 kadar hocamız (Hayrettin Karaman, Ali Rıza Demircan, Ahmet Şahin, Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Sibel Eraslan, Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş ve çeşitli vakıf ve kuruluşları temsil eden birkaç arkadaş dâhil) bizimle birlikte yer aldılar, imza atarak destek verdiler, onlara form doldurttuk, görev almak isteyenleri belirledik…

Bugüne kadar da 70 kadar hocamızı Türkiye’nin 70 farklı iline gönderdik, bir o kadar da kasaba ve vilayetleri dolaştırdık, panel tarzında -her biri farklı üçer kişilik ekipler halinde- konuşmalar tertipledik. İnsanlar farklı meşrepten üç hocayı da bir arada görünce bu çok hoşlarına gidiyor tabi… İlgi de ona göre çok oluyor… Şu ana kadar 500 civarında büyük toplantı yapmışız!

Rahle: Nasıl oluyor bu toplantılar hocam?

Abdullah Yıldız: Bizi arıyorlar insanlar, salonu vs. tutup ayarlıyorlar, biz de buradan-merkezden hocalarımızı seçip belirliyoruz, sonra da panel tarzında bir sunum geçekleştiriliyor… Bunun haricinde her bir hocanın tek tek gittiği konferanslar, sohbetler de oluyor… Şuna kadar namaz bilinci kitapları 100’e yaklaştı; toplam tirajlarının 5 milyona yaklaştığını tahmin ediyoruz, 2 milyon civarında namaz broşür dağıtıldı… Dost Tv. Hilal Tv. ve şu an Berat Tv.de namazla diriliş programları yayınlandı, radyolarda dahil çok yönlü bir çalışmamız devam ediyor elhamdülillah… Bundan sonraki süreçte çalışmamızı “Kur’an ve Namazla Diriliş Seferberliği” adıyla biraz daha genişleterek devam edeceğiz inşallah.

Rahle: Bir sıkıntıyla karşılaştınız mı peki?

Abdullah Yıldız: Hayır, bilakis destek veren kuruluş sayısı çok fazla idi. Yani belediyeler, vakıflar, siyasî partiler, her türden fikre sahip insanlar gittiğimiz şehirlerde bizi güzel karşıladılar. Sendikalar ve resmî kuruluşlar da dâhil 200 yerin desteğini almışız böyle. Hatta 2 yerde -sıra dışı olduğu için söylüyorum- Atatürkçü Düşünce Derneği bile destek vermek zorunda kalmıştır; çünkü o ilçede herkes destek verince onlar da destek çıkmışlar. Sonra, bir sahil bölgesinde CHP’li belediye başkanı da gelip konuşma yapmıştır. Bu şu anlama geliyor: Eğer biz müşterek zeminimizi namaz üzerine, yani namazı dosdoğru kılmak üzerine çekersek birçok şeyi de başarmış sayılırız. Madem ülkenin % 99’u kendini Müslüman olarak tanımlıyor ve fakat namaz kılmıyor ise bu büyük bir çelişkidir! Hem sonra kıldıkları namazı da bilinçli kılmaları gerekiyor.

Rahle: İnsanlar namaz için niçin sürekli mazeret üretiyorlar sizce?

Abdullah Yıldız: Bir bilince sahip değil; namazı niçin kılması gerektiğini, kılarken ne okuduğunu, vs. bilmiyor! Namazın güzelliklerinin farkına varsa belki namazı da sevecek; böyle olmayınca ‘aradan çıkarılması gerekilen bir külfet’ gibi algılanmaya başlıyor; sadece yatıp kalkmaya indirgenince de içi boşaltılıyor işte! Allah’ın bizim böyle namazımıza ihtiyacı yok; o namaza biz muhtacız, bunu anlatabildiğimiz vakit problem ortadan kalkacaktır.

Namaz bizi nasıl bir insan haline getiriyor; kötülüklerden sakındırıyor mu? Kur’an’daki vasıflar üzerinde olan Resulullah’ın kıldığı namaza ne kadar yakınız? Bunun bilincini kavrayamamış birisi için namaz yük olmaya başlar…

Tekrar söyleyelim: Namazla biz rahatlamıyorsak burada bir problem var demektir; çünkü Resullullah tebliğ çalışmalarını yaparken müşriklerden ve kâfirlerden çokça ağır laflar işittiği, sıkıntı yaşadığı dönemlerde: “Ya Bilal; kalk ve bizi namazla rahatlat!” derdi. Buradaki maddî bir rahatlama değildir, manevî bir rahatlamadır. “Hayyalel felah!”ın manası da budur… İnsanı rahatsız eden ne kadar uğraşı var ise bırak onları, huzur iklimine koş! Ezan aslında bir kurtuluş manifestosudur; namaz da işte bu manifestonun eyleme geçirilmiş halidir.

Namaz bütün ibadetlerin ve bütün mahlûkatın ibadetlerinin bir özeti gibidir; bunu İslâm âlimleri kitaplarında çok kere söylemişlerdir. Namazın içinde hem oruç vardır ki; namazda yiyip içilmez… hem hacc vardır ki; yönümüzü Kâbe’ye dönmüşüzdür… hem zekat vardır ki; bedenimizi satmışızdır adeta… hem kelime-i tevhid vardır ki; namaz içersinde sıkça tekrar edilir… Ayrıca hayvanların bir kısmı rükua varmış gibi eğik dururlar; bir kısmı secdeye kapanır gibi yerde sürünürler; bir kısmı kıyamdaki gibidir; vs. Hem meleklerin de bir kısmı sadece rüku ya da sadece secde halindedir. Bizim kıldığımız namaz, işte bütün bunların hepsini bir araya getirir.

Rahle: Bugüne kadar karşılaştığınız birkaç enstantane aktarabilir misiniz hocam?

Abdullah Yıldız: Doğrusu pek çok güzel şeylerle karşılaştık. Bizim seminerlerden sonra yeni namaza başlayan yahut evvelden nasıl kıldığını bilmeyip sonradan kendini düzelten çok kişi oldu elhamdülillah. Bir keresinde Ahmet kardeşimizin başına bir olay geldi: Bir hanım kardeşimiz -mevsimin getirdiği biçimde giyinmiş- bir kalabalık görüyor; o günlerde de bir sıkıntısı, bunalımı var; merak ediyor ve yaklaşıyor… Namaz toplantısı olduğunu fark ediyor. Sonra toplantının sonuna kadar kalmak zorunluluğu hissediyor kendinde. Ders bitince gelip kitap alıyor ve imzalatıyor, orada kısaca başından geçenleri anlatıyor:

Hocam inanın benim hiç böyle bir toplantıdan haberim yoktu, buradan geçiyordum, sonra baktım ki tam da benim manen ihtiyacım olan şeyler anlatılıyor, sonuna kadar kaldım ve inanın bugün benim hayatımda bir dönüm noktası olacaktır. Toplantının sonunda namaza başlamaya ve aradığım şeyin, manevî boşluğumu giderecek şeyin namaz olduğuna kanî oldum ve bu kitabı da okuyacağım inşaallah. Benim hayatıma yeni bir sayfa açtınız.

Benzer bir olay benim başıma da geldi; Tekirdağ’da iken, yine birkaç hoca birlikteyiz tabi… Yine bir hanım kardeşimiz geldi yanımıza; başına bir şapka örtmüş, toplantı bitiminde -kitap imzalatırken- dedi ki:

Hocam ben ilk defa dinî bir toplantıya katılıyorum, buraları bilirsiniz, biraz çorak yerler, bana bir mesaj geldi… Ben yeni emekli olmuş bir insanım, (45-50 yaşında demek ki) ben bu kadar güzel şeyler duyacağımı tahmin etmiyordum, bugün hayatımda bembeyaz bir sayfa açtınız benim için, ama hocam biraz sitemkârım sizlere! Buralara gelmekte geç kalmadınız mı?

Bu söz benim boğazımı düğümler her zaman… Bu sitem aslında sadece bize değil, o ana kadar bu tür kardeşlerimize namazı ve namaz üzerinden tevhidin hakikatlerini öğretmeyen ve bilhassa bu işlerden sorumlu olduğunu hisseden tüm insanlaradır…

Bu kıssayı ben daha sonra başka bir yerde daha anlattım; bir ay sonra büyük kızım bir arkadaşıyla görüşmüş: Bakmış ki kızcağız örtünmüş… “Ne zaman örtündün?” diye soruş kızım; “Bir ay önce…” demiş. “Ne zaman namaza başladın?” diye sormuş; “Bir ay önce…” demiş. “Hayırdır?” demiş kızım; “Ne oldu bir ay önce?” Kızcağız anlatmış: “Bir ay önce bizim orada bir kutlu doğum haftası düzenlenmişti; iki yazar geldi o gün; Abdullah Yıldız ile Ahmet Bulut… Namazı anlattılar; ben de o gün namaza başladım…” Kızım demiş ki: “Abdullah Yıldız benim babamdır, istersen seni tanıştırayım?” Sonra geldiler, görüştük, kızın heyecanı biraz dindi; dedim ki ona: “Kızım ben bir şeyi merak ediyorum: Bizim konuşmamızda seni etkileyen şey neydi?” “Hocam,” dedi; “Bir olay anlatmıştınız…” O deminki Tekirdağlı hanımın hikâyesi işte… “Onu dinleyince ben kendimden utandım; çünkü o kadıncağız kaç yaşına gelmiş, hiç kimse bir şey anlatmamış ona, sitem ediyordu; bana ise ailem 7-8 yaşlarından beri namazı öğretiyor, namaz kılmayı da başımı örtmem gerektiğini de biliyorum; hatta sizin programa gelmeden evvel yanıma bir başörtüsü almıştım, belki Kur’an okunursa başıma takarım, diye… Sonra arkasından ilahîler okundu, sonra siz konuştunuz, inanın hocam başımdaki çözemedim… çıkaramadım, çıkarmaya elim de varmadı; sonra orada karar verdim, hemen eve döndüm, nasıl döndüğümü de hatırlamıyorum, dolmuşa mı bindim, otobüse mi bindim? Sonra eve geldiğim gibi abdest aldım ve namaza başladım, o günden beri de namazı ve başörtüsünü hiç bırakmadım…

Bunlar birkaç tane örnek; başka örneklerle de karşılaşıyoruz… Namaza başlayıp içkiyi bırakan, hayatı düzene giren, köklü deşiklikler gerçekleştiren nice kardeşlerle karşılaşıyoruz… Biz bunu kaçırmışız maalesef! Tutup da ilk başta “başını ört” diyeceğimiz yerde, “önce şu namazına başla” yahut “önce namazını düzgün kıl, namazının farkına var, namazın huşu’una er, içini doldur ki kıldığın namaz seni diri, canlı, dirilişçi, inkılâpçı, hayatının bütün alanlarını Kur’an’a ve Sünnete göre değiştiren bir insan olmaya aday kılsın” demeliydik!

Sahabeyi de diri tutan budur: Bedir Savaşında can pazarı yaşanıyor, 300 kişi 900 küsur kişi ile mücadele ediyor, Allah-u Teâlâ emrediyor; Nisa suresinde: “Nöbetleşe namaz kılın! Silahlarınızı da bırakmayın…” Yani ne olacak? Bir yarısı çarpışırken diğer yarısı gelip namaza duracak… Cemaat halinde Resulullah aleyhisselam bu emri gerçekleştiriyor. Peki, namaz neden en zor zamanlarda bile terk edilmiyor? Çünkü o namazdan, o secde ve rükûdan aldığınız gücü terk ederseniz, ayakta duracak gücü de bulamazsınız! Bunu dikkate almayan nice İslâm devrimi yapacağını hayal eden kardeşlerimizin neler yaşadıklarını gördük. Allah Resulü ve ashabı değişimin merkezine namazı koymuşlardı! Bunu unutmayalım inşaallah.

Rahle: Allah razı olsun hocam, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

 

 

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ