İslam Tarihinin İlk Dönemlerinde Siyasî Sebeplerle Uydurulan Hadisler ve Günümüze Etkisi—3 - rahle.org

İslam Tarihinin İlk Dönemlerinde Siyasî Sebeplerle Uydurulan Hadisler ve Günümüze Etkisi—3 - rahle.org

İslam Tarihinin İlk Dönemlerinde Siyasî Sebeplerle Uydurulan Hadisler ve Günümüze Etkisi—3


Facebookta Paylaş
Tweetle


Emre KIRMIZILI

 

Giriş:

Bu bölümde, konuyla ilgili kalan diğer 9 başlığa değineceğiz inşaallah. Son kısımda ise genel bir değerlendirme yapılacaktır. Örneklerde yer alan hadisler hakkında gerekli bilgileri dipnotlardan ulaşabilirsiniz...

12. Çeşitli Mezhepler Hakkında:

Hz. Osman’ın (ra) şehadet edilmesiyle başlayan siyasî çalkantılar döneminin ardından, Müslümanlar, (içlerinde az sayıda sahabe de olmak üzere) kendi aralarında savaşmışlar ve maalesef üzücü olaylar yaşamışlardır. Bu dönem içerisinde bir kısım taife Allah’ın kaderi hakkında ilimsizce konuşmuş, bir başka taife büyük günah işleyenlerin akibeti hakkında tartışma çıkarmış ve iş neticede karşılıklı tekfir etmeye ve cemaatsel ayrışmalara kadar gitmiştir. Hz. Ali’nin hilafeti, Muaviye ve Emevîlerin saltanatı süresinde bu şekilde çeşitli mezhepler ortaya çıkmıştır. Ve her bir mezhebin mutaassıbı, muhalif görüş sahipleri hakkında hadisler uydurarak güya kendi görüşünü kuvvetlendirme yoluna başvurmuştur. Buna zaman zaman Müslüman emir sahipleri de destek çıkmıştır.¹ Hakkında hadis uydurulan mezhepler, tespit edebildiğimiz kadarıyla; Mürcie, Kaderiye, Havaric, Mu’tezîle, Kerramiye ve Rafızîler (Şia)’dır.² Bunlarla ilgili olarak Resulullah’ın (as) söylediği tek bir sahih hadis mevcut değildir. Ancak sonraları bazı kimseler, siyasî ortamın getirdiği bir takım koşullar sebebiyle bu fırkalar-mezhepler hakkında hadisler uydurmuştur...

Örnek-51: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri haricinde hepsi cennete girecektir. Bunlar zındıklardır, kadercilerdir.”

Bu hadisin ilk kısmı başka sahih eserlerde geçse de -ikinci cümlesi itibariyle aslının olmadığı alimler tarafından belirtilmiş ve yalanlanmıştır.³

Örnek-52: “Ümmetimden iki sınıf vardır ki, onlara şefaatim ulaşmaz: Mürcie ve Kaderiye…”

Bunun benzeri hadisler çoktur.⁴ Aynı şekilde “iman-kader-amel” ilişkisine değinen ve mezhepsel kaygılar adına uydurulan hadisleri de bu kategoride değerlendirebiliriz. Zira bahsi geçen fırkalar, genellikle bu mevzular üzerinde tartışmalarını sürdürmüşler ve fikirlerini güya Resulullah’a dayandırmışlardır!

13. Çeşitli Milletler Hakkında:

İslam topraklarının, davet ve fetihler yoluyla genişlemesiyle birlikte, Müslümanlığa geçişler de artmış ve giderek Batı’nın en ucunda dahi İslam tanınmaya başlamıştır. Ancak Emevîler döneminde Arap milletinden daha fazla Müslüman alim, mücahid ve sanatkar milletler boy gösterince, bu durum, iktidar cephesinde bir hoşnutsuzluk meydana getirmiş ve zamanla Arap olanlarla olmayanların arasında bir asabiye doğmuştur...

Öyle ki, Arap soyundan gelmeyen bir kimse emir seçilmiyor, hatta arkasında namaza durmaktan imtina ediliyordu. Bu hâl, Abbasîler’de de devam etmiştir.⁵

Böylece, siyasî sebeplerle değişik halkları (milletleri) küçümseyen yahut öven bir takım hadisler uydurulmaya başlanmıştır. Hadisçilerin tespit ettikleri kadarıyla bu

konudaki birkaç örnek aşağıdaki gibidir: Örnek-53: “Arapları üç şey için seviniz: Ben Arabîyim, cennet ehlinin dili Arapça, Kur’an Arapça indirilmiştir.”

Örnek-54: “Türkler sizinle savaşmayı bıraktıkları sürece siz de onlarla savaşmayı bırakın.

Örnek-55: “Arabın adaletini istemektense Türkün zulmü daha iyidir.

Bu hadislerin uydurma olduğunda şüphe yoktur. Benzer şekilde Zenciler (Siyahîler), Habeşliler, Kureyşliler, Hintliler, Farisîler (İranlılar), Berberîler (Kuzey Afrikalılar), Haşimoğulları ve diğer bazı alt kavimler hakkında da -milliyetçilik esaslıçok sayıda hadis uydurulmuştur.⁶

Hatta Ebu Hanife ve İmam Şafiî’nin durumları hakkında uydurulan sözler dahi bu kapsama girer; zira biri Arap olmadığı diğeri Arap soyundan geldiği için, taraftarları arasında birbirini küçük düşürücü yahut aşırı övücü hadisler zikredilmiştir.

Örnek-56: “Ümmetimden bir adam çıkacak, ona Muhammed İbn İdris (İmam Şafiî’nin asıl adı) denir. O, ümmetime karşı İblis’ten daha zararlıdır…”

Örnek-57: “Diğer peygamberler benimle iftihar ederler, ben de Ebu Hanife ile iftihar ediyorum…”

Abbasîler döneminde uydurulduğu düşünülen bu hadislerin aslı astarı yoktur. Uydurulma nedeni ise, açık bir şekilde tarafgirlik-taassup ve cahilliktir.⁷ Bu sebeple bizce kısmen dahi kabul görmesi yahut dikkate alınması tehlikelidir.

14. Çeşitli Diller Hakkında:

Tıpkı milletler hakkında uydurulan hadislerde olduğu gibi, burada da, siyasî bir takım menfaatler (mülk ve mevkî kazanımı, takiyye ve yahut taassub ve fahr gibi ahlakî zaaflar sebebiyle) Arap, Fars ve Türk dilleri hakkında çeşitli övücü yahut yerici hadisler uydurulmuştur.

Örnek-58: “Cennet, gökyüzü (sema) yeryüzü ehlinin lisanı Arapça’dır.”

Örnek-59: “Sizden en iyi olanı Arapça konuşanıdır…”

Örnek-60: “Arşın etrafındaki melekler Farsça konuşurlar.”

Bu ve bunun misli rivayetler hakkında muhaddisler yeterli açıklamalarda bulunmuştur; tümü de uydurmadır.⁸

15. Beldeler hakkında:

Bu başlık altında uydurulan hadisler, dönemin bazı önder ve yöneticileri hakkında, yaşadıkları semti övmek yahut yermek maksadıyla uydurulmuştur ki böylece, halkın siyasî açıdan manipüle edilmesi kolaylaşsın ve tarafgirlik çoğalsın…

İş bu olunca; başta Kufe olmak üzere, Basra, Kudüs, Mekke, Medine, Dımeşk (Şam), Cidde, Bağdat, Konstantiniye (İstanbul), Sana’ (Yemen), Kazvîn (Deylem), Nusaybin, İskenderiye (Antakya), Taberiye, Horasan (Nişabur, Cürcan, Rey, Merv, Buhara, Semerkant, Tus ve Kumis şehirleri), Askalan (Filistin), Mısır ve Dicle ile Fırat arası hakkında Resulullah’a yalan sözler

atfedilmiş, hatta, bu bölgelerdeki mescid ve insanlar hakkında -politik çıkarlar uğrunaçeşitli hadisler uydurulmuştur.⁹

Örnek-61: “Şehitlerin makberi (ağaçlarla süslü olan yeri) Askalan’dır (Filistin’dir).” Örnek-62: “Dünyanın anası (yahut merkezi) Mısır’dır.

Örnek-63: “Kim iki haremden birinde (Mekke ile Medine arasında) ölürse ona şefaatim vacip olur (yahut o kimse güvence altındadır).

Her ne kadar sahih hadis eserlerinde, meşhur bir takım beldeler hakkında güvenilir başka hadisler rivayet edilmişse de, uydurulanlar daha çoktur. Bu hususta ihtiyatlı davranmak icap eder.

16. Vatan sevgisi hakkında:

Bir önceki başlığı destekleyici nitelikte uydurulduğunu düşündüğümüz vatan sevgisinin üstünlüğü meselesi, bizce müstakil bir başlığı hak etmektedir. Zira, bu mesele, yakın zamana kadar pek çok siyasî tarafından, milliyetçilik ateşini tetikleyen dinî bir delil (!) olarak kullanılmıştır. Örnek-64: “Vatan sevgisi imandandır.” Benzer biçimde şöyle de gelmiştir:

Örnek-65: “Vatan sevgisi savaştır.”

Bu sözlerin aslının Resulullah’a ait olmadığı, muhaddislerin tamamı tarafından ittifakla kabul edilmiştir. Bunda herhangi bir şüphe yoktur.¹⁰

Bununla birlikte bilhassa “vatan sevgisi imandandır” sözünün bir çok eserde geçmesi ve cahillerin bu sözü zaman zaman konuşmalarında delil olarak kullanması, Allah-u alem, İmam Sehavî’nin “mana bakımından sahihtir.” demesi sebebiyledir. Nitekim onun bu sözünü alıp senet bakımından tahlilini dikkate almayan nice başka alimler, günümüze kadar bu sözü taşımışlar ve uydurma olduğu bilinmesine rağmen eserlerine yazmışlardır. Bu hususta halk da onlara tabi olmuştur.

Örneğin; İmam Aclunî’nin açıklamasına göre, burada (“manası sahihtir”, denilen hadiste) zikredilen vatandan kasıt, “Cennet”, “Mekke” veya “Allah’a dönüş” şeklindeki ihtimallerden biri olmalıdır. Bu takdirde, Aclunî de -hadisin senet bakımından uydurma olduğunu söylemekle birlikte“manası sahihtir”, demiştir.

Ancak, Zahid el-Kevserî’nin de dediği gibi, bu tür senedi sabit olmayan hadisler hakkında açıklama yapmaya gerçekte lüzum yoktur. Bu tür yorumlar ilmin elde edilmesini uzatır ve insanı gereksiz şeylere daldırır. Üstelik hadis alimlerinin önde gelenleri bu rivayet hakkında “ben bu hadise vakıf olamadım” şeklinde konuşmuşlardır. Bu, akıl-hikmet sahibi kimseler için yeterli olmalıdır.

Diretenlere ise şöyle cevap verilebilir: Müslüman olsun veya olmasın, herkes doğduğu ve büyüdüğü yeri sevebilir de sevmeyebilir de, bu kişisel bir tercihtir; bunun iman ile bir alakası yoktur.¹¹

Sahih olarak rivayet edilen, Resulullah’ın Mekke’ye dair duyduğu özlem ise başka bir çok biçimde de yorumlanabilir. Örneğin; adet ve alışkanlıklar, tanıdıkların orada olması ve bir takım duygusal bağlar gibi... Bu özlemin imandan olduğuna dair tek bir işaret yoktur. Üstelik Resulullah, Mekke’nin fethinden sonra yine Medine’ye geri dönmüş ve orada vefat edip oraya gömülmüştür! Eğer iman kaynaklı bir sevdası olsa idi, Mekke’de kalmaz mıydı?

Son olarak; aşağıdaki açıklamaya biz de aynen katılıyoruz:

İmam Saganî’nin Mevzuat kitabını tahkik eden Necm Abdurrahman Halef diyor ki: Bu hadis, anlatıldığı gibi uydurmadır, batıldır. Çağımızdaki İslam düşmanları, dini tamamen toplum hayatımızdan uzaklaştırmak için böyle bir yola başvuruyorlar. Bu uydurma hadisi kendilerine bayrak yaparak (milliyetçilik ve vatanseverlik gibi) kutsallıkla alakası olmayan şeyleri, kutsal değerlermiş gibi sunma gayretine giriyorlar. Kimisi vatan sevgisini Huld Cennetinden daha üstün ve değerli olarak sunmakta ve insanların kafalarını karıştırmaktadırlar. Küfre girmekten ve Allah’a karşı gelmekten, Allah’tan afiyet isteriz! Elhak, Müslümanın vatanı, onun akidesidir, inancıdır. Onun cinsiyeti de aynı şekilde akidesidir. Nerede tevhid inancı yükseliyorsa, İslam sancağı nerede dalgalanıyorsa, orası Müslümanın beldesidir.”¹²

17. Siyah veya yeşil giyinmek hakkında:

Bu hususta aktarılan rivayetler, Müslümanlar arasında ihtilafın çoğaldığı ve saltanatın el değiştirmeye yaklaştığı senelerde uydurulmuştur. Nitekim Emevîler tarafından siyasî bir sembol olarak kullanılan siyah renkli kıyafet, kuşak ve sarıklara karşılık, Abbasîler de yeşil rengi benimsemişler ve zamanla bu farklılık, halkın itibarını celbetmesi için hadis formuna dönüştürülmüştür.¹³

Örnek-66: “Doğu tarafından siyah bayraklılar gelirse, (bilin ki) onların evveli fitne, ortası fesat ve sonu dalalettir (dinden sapmadır).”

Örnek-67: “Muhakkak Nebî, başında siyah bir sarık olduğu halde (Mekke’ye) girdi.” Örnek-68: “Abbas’ın çocuğundan yedicisi yeşil renk giyecektir.”

Esasen İslam’da herhangi bir rengin özel olduğuna işaret eden muteber bir hadis yoktur. Renklerle ilgili zikredilen bazı sahih hadisler ise, dönemin kültür anlayışı ve toplumsal görenekler veya izler ile alakalıdır. Eğer, örneğin Resulullah bir rengi yasaklamışsa, bunun temel sebebini (yani illetini), o coğrafyadaki diğer milletlerin kılık kıyafetlerine bakarak bulmak gerekecektir. En doğrusunu Allah bilir.

18. Satranç oynamak hakkında:

Satrancın haram olduğuna dair bildiğimiz sahih veya zayıf bir rivayet olmamakla birlikte, Harun Reşid’in döneminde (veya biraz sonrasında) bir takım muhalifler tarafından, halifeyi kötülemek maksadıyla uydurulan hadisler olmuştur. Zira halife Harun Reşid, iktidarı süresince bu oyunu hem oynamış ve hem de teşvik etmiştir. Bu durumdan rahatsız olanlar ise aşağıdaki hadisleri uydurmuşlardır...¹⁴

Örnek-69: “Satranç oynayan kimseye Allah lanet etsin.”

Örnek-70: “Satranç oynayan domuz eti yiyen gibidir.

19. Güvercin beslemek hakkında:

Bu konu hakkındaki rivayetler, yukarıdakinin tersine, dönemin Abbasî halifesi Mehdi’ye yakınlaşmak ve siyasî bir menfaat ummak adına uydurulmuş olduğu tespit edilen hadislerdir. Zira Mehdi, güvercin beslemeyi ve uçurmayı çok seviyordu…¹⁵ Örnek-71: “Nebi (aleyhisselam) güvercin uçurur imiş.

Örnek-72: “Müsabaka (yarış), … güvercin olunca helal olur.”

20. Şiir hakkında:

Muhtemeldir ki, erken dönemde Arap şairlerinden kimisinin halifelik makamını zedeleyecek nitelikte şiir yazması ve halk arasında bu şiirlerin dolaşması sebebiyle, genel itibariyle şairler ve şiir yazmayı kötüleyen bir takım hadisler uydurulmuştur. Örnek-73: “Birinizin içinin şiirle dolmaktansa, irinle dolması daha hayırlıdır.


 

Örnek-74: “Yatsıdan sonra şiir okuyanın gece kılacağı namaz kabul olunmaz.

Bu hadislerin uydurma (mevzu) olduğu eserlerde belirtilmiştir¹⁶ ve şu ana kadar hadis uydurmacılığı hakkındaki genel temayüle bakınca, bunların da siyasî sebeplerle uydurulmuş olduğunu düşünebiliriz. Zira şairler ile sultanlar arasında sürekli bir ilişkinin olduğu malumdur. İşin doğrusunu Allah bilir.

E. Genel Değerlendirme:

Resulullah (as) döneminde, o henüz hayattayken dahi onun adına birkaç söz uydurulmuş, ancak “mevzu hadis” olarak bilinen rivayetlerin kahır ekseriyeti asıl itibariyle, halifeler dönemindeki siyasî çalkantılar neticesinde başlamış ve işlerin iyice kızıştığı ilerleyen dönemlerde artış göstermiştir. Bu süreç, siyasî menfaati gözeten çıkarcıların yanı sıra; çeşitli hikayeci vaizlerin, dindar görünümlü zındıkların, cahil sufîlerin ve mutaassıp mezhepçilerin eliyle yüzyıllarca devam etmiş, nihayet binlerce uydurulmuş haber diyebileceğimiz bir külliyatı günümüze değin taşınmıştır.

Bizim bu yazı dizisinde ele aldığımız konu başlıklarını ve uydurma hadisleri genel bir değerlendirmeye tabi tutacak olursak, karşımıza üç husus çıkmaktadır:

Birincisi; eğer ki, hadis ilmiyle ilgilenen yüzlerce-binlerce alim, bu işi yeteri kadar ciddiye almamış ve bu hususta üstün bir çaba göstermemiş olsaydı, sonra gelecek olan tüm kuşaklar ve bizler için durum gerçekten de içler acısı bir hale dönecek; dine dair tüm kaynak ve esaslar birbirine

karışacak, güvenilecek sağlam bir yol kalmayacaktı. Bu sebeple, her şeyden önce bizlere düşen vazife, geçmiş ulemaya sıkça dua etmek ve onlar için Allah’tan hayırlar istemektir.

İkincisi; bize nakledilen bir hadis hakkında eğer ki sıhhatine dair bir bilgimiz yok, nasıl anlamamız gerektiğine dair ilmimiz yeterli değil ve yahut hükmüne dair anlayışımız gelişmiş değil ise -ilim sahibi birilerinden öğrenene dek susmak, yorumda bulunmamak ve başkasına nakletmemek en doğru yol olacaktır. Zira konuştuğumuz şey, gerçekte Resulullah’a ait olmayabilir ve biz batıl bir söz üzerine dinimizi şekillendirme hatasına düşebiliriz. Burada yapılması gereken iş, hadisin isnadını ve fıkhını iyice bilene dek alimlere uymaktır.

Üçüncüsü ise; geçmişte ve günümüzde İslam âlimi ve önderi olduğunu bildiğimiz bazı kimselerin, uydurma hadisleri bilmeden Resulullah’a atfetmesi ve eserlerine alması, çokça şaşılacak yahut kınanacak bir durum değildir. Zira hiçbir kul hatadan salim olamaz, bu, tüm herkes için böyledir. Bize düşen vazife, bu şekildeki eserlerde, şerhler ve dipnotlar yoluyla yapılmış tahkiklerine bakmak suretiyle, batıl olan sözleri ayırmak ve dikkate almamaktır. Buna ehil olmayan, ehil olana itibar etmelidir.

Aşağıdaki sözler, genel itibariyle hadisler hakkındaki prensiplerimizdendir: Muhammed b. Sirîn (ö. 110/729): “Bu ilim dindir. Dinini kimden aldığına dikkat et.” İbn Şihab ez-Zuhrî (ö. 124/741): “Hadisini niçin isnada bağlamıyorsun da bize halkası olmayan hadisleri rivayet ediyorsun!” Süfyan-ı Sevrî (ö. 161/778): “İsnad, mü’minin silahıdır.

Abdullah b. Mübarek (ö. 181/796): “İsnad dindendir, o olmasaydı herkes dilediğini söylerdi.”

Duamız odur ki; Rabbimiz niyetimiz nispetince amelimizi kabul buyursun… Hatalarımızı bağışlasın. (Âmin) □

Dipnotlar:

1. Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, sf. 153-159, TDV Yay.

2. Günümüzde yalnızca Caferî Şiası (çoğunluğu İran’da) varlığını devam ettirmektedir.

3. Aliyyu’l-Kârî, Uydurma Hadisler, sf. 111-112, İnkılab Yay.

4. Bkz. İmam Şevkanî, Mevzu Hadisler, sf. 544, 580, Medarik Yay. Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, sf. 138-140, Etüt Yay.

5. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 181-183, vd.

6. Bkz. İmam Şevkanî, age. sf. 506-510, 569; Sadık Cihan, age. sf. 95, 187-191; İbn Hacer, Metâlibu’l-Âliye, Ocak Yay. hadis no: 4172; Harun Ünal, Uydurma Hadiler, Mirac Yay. c: I, sf. 168172, c: II, sf. 170; İbn Kayyım el-Cevziyye, elMenarü’l-Münif, Cantaş Yay. sf. 93-94; Aliyyu’lKârî, age. sf. 122, 174.

7. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 189-190; İmam Şevkanî, age. sf. 511-512.

8. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 22, 184-186; İmam Şevkanî, age. 383, 507; Harun Ünal, age. cilt: I, sf. 168-171; İbn Kayyım, age. sf. 60.

9. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 112, 162, 192-202; İmam Şevkanî, age. sf. 523-529; Harun Ünal, age. cilt: V, sf. 88-92; İbn Kayyım, age. sf. 109, 123; Aliyyu’l-Kârî, age. sf. 96-97.

10. Bkz. Harun Ünal, age. cilt: I, sf. 79-85; Aclunî, Keşfu’l-Hafa, cilt: I, sf. 393-394.

11. İmam Aliyyu’l-Kârî, “bu sözün manasına sahihtir” diyenler hakkında “şaşılası bir durumdur!” diyerek karşılık vermiştir. Zira onun da belirttiği gibi; vatan sevgisi müminlerde olduğu gibi, kâfir ve münafıklarda da olabilir. (Bkl. Bakara: 246, Nisa: 66, A’raf: 110, İbrahim: 13, vb. ayetler...)

12. Harun Ünal, age. cilt: I, sf. 85-86.

13. Sadık Cihan, age. sf. 168-174.

14. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 175-176; İmam Şevkanî, age. sf. 372-373; Aliyyu’l-Kârî, age. sf. 271.

15. Bkz. Sadık Cihan, age. sf. 177-179; İbn Kayyım, age. sf. 97-99; Aliyyu’l-Kârî, age. sf. 205.

16. Bkz. İmam Şevkanî, age. sf. 429-430.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ