Ebubekir Armağan
GİRİŞ:
Modernizm özellikle son 20 yıldır Türkiye gündemini işgal eden bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Sanattan siyasete, ekonomiden sosyal yaşantımıza kadar geniş bir alana nüfuz eden modernizmin etkileri üzerine söylenecek, yazılacak, düşünülecek birçok mevzu söz konusu. Özellikle Müslümanlar üzerindeki etkileri sağlıklı bir değerlendirmeye muhtaçtır. Modernizmin olumsuz etkileri Müslüman birey ve toplumlarda çok yönlü erozyonlara sebep olmakta ve çoğu kez biz Müslümanlar modernizm ile yüzleşmekten, farklı sebepler vesilesi ile ama en çok modernizmin ne olduğu üzerinde bilgisizliğimizden dolayı, kaçınmaktayız.
Zihinlerde daha ziyade teknolojik ilerlemenin, sanat, mimari, siyaset gibi alanlarda çağa uygun gelişmenin, ilerlemenin karşılığı olarak durmaktadır modernizm. Kavram günümüzde boyutlarını iyiden iyiye büyütmüş ve Müslümanların hayatlarında ciddi kırılmalara yol açmıştır. Modernizmin Müslümanlara verdiği en büyük zarar ise mahremiyet ahlakının dejenere edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Bu duruma giden yolda en önemli unsur, modernizmin dayattığı tüketim ahlakıdır. Durmaksızın tüketen, tükettiği kadar tüketilen bir toplum halini almakta olan modern toplumda, Müslümanlar da bu yozlaşmadan nasibini almaktadır. TV dizileriyle dayatılmaya çalışan modern hayat, Müslüman aileleri de girdabına almıştır. Sınırsız tüketimin, fuhşun bin bir türlü hallerinin ekranlardan yansıması karşısında, Müslüman aileler kendi çocuklarını dahi korumaktan aciz duruma düşmüşler ve bir süre sonra bu davranışlar maalesef kabullenilmeye başlamıştır.
Mahremiyetin en önemli unsurlarından olan tesettür, örtmeyi, izlemeyi tanımlayan bir unsur olmasına karşılık, güzelliğin ve dolayısı ile mahremiyetin dışa vurulduğu alanlardan biri haline gelmiştir. Modern eğitim sisteminde evlilik çağına gelmiş çocuklar halen liselerde öğrenim görmektedir. Annelik küçümsenen, ev hanımlığı aşağılanan bir konumdadır. Erkek evin idarecisi pozisyonundan çıkarılmış, kadın kamusal hayata dâhil edilerek en süfli arzulara yem edilmektedir. Modernizm ve gelenek arasına sıkışmış olan Müslüman gençlerimiz ise, modernizmin mabetlerinden olan cafelere “İslamî cafe” kılıfları giydirerek flörtün en pespaye hallerini yaşamaktadırlar. Müslüman aileler çocuklarını yarış atları gibi üniversite sınavlarında dünyaya (!) hazırlamaktalar. Günümüz gençleri arasında evlenmek isteyen maalesef, sayılı yiğit genç, kalmıştır. Modernizm Müslümanlara romantizmi dayatmaktadır. Allah’ın eşler arasında var etmiş olduğu sevgi romantizm tuzağı ile yok edilmektedir.
Şüphe yok ki tüm bu olumsuzlukların tek müsebbibi modernizm değildir. Büyük İslam Düşünürü Malik bin Nebi’nin de işaret ettiği gibi; “sömürünün olduğu yerde, sömürüye uygun bir ortam vardır. Bu bağlamda Müslümanlar, İlahî vahyin öğrettiği mahremiyeti, zaman içerisinde tevhidî bağlamından kopartmış ve geleneğe hapsetmişlerdir.”
MODERNİZM
Modern kelimesi Latince’de “henüz, şimdi” anlamındaki “modo”dan gelmektedir; bundan “modern us” şeklinde bir türetme yapılmış, daha sonra Batılı dillerde “modern” biçiminde yaygınlık kazanmıştır. Batıda eski (ancient) ile çağdaş (contemporane) olanı ayırt etmek üzere yaşanan zamana ait olmayı, ya da bu zamana uygunluğu ifade etmektedir.
Modernizm Türkçede sözlük anlamı itibariyle çağa ait olan, çağcıl, geleneğe alternatif olup onu tümüyle yok sayan, içinde yaşanan zamanın gereksinimlere uygun bir biçimde yaşanması gibi anlamları çağrıştırıyor. Vikipedi’de şöyle geçmektedir:
“Kültürel bağlamda modernizm, 19. yy.da geleneksel anlamdaki edebî, sanatsal, sosyal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır. Modernist hareketin 19. Yüzyıl ortasında Fransa’da ortaya çıktığı kabul edilir. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir.
Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni oldukları için ‘iyi’ ve ‘güzeldi’ ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre gözden geçirip uyarlamalıydı.”
Fakat yukarıda zikredilen tanımlama modernizmin ne olup olmadığı sorusunu şüphesiz tümüyle cevaplamaktan yoksundur. Modernizm, Avrupa’da 18. yy.’da neşvünema bulan aydınlanma döneminin bir yansıması olarak değerlendirilmez ise ciddi anlamda bir yanılsama ile karşı karşıya kalacağımız aşikârdır. Aydınlanma insan aklını merkeze alan ve adeta putlaştıran, ilahi vahye dair her tür kırıntıyı dahi yok sayıp ortadan kaldırmayı planlayan bir zihniyetin ürünüdür. Başlangıçta tahrif edilmiş Hıristiyanlığa karşı ortaya çıkmış olmasına rağmen, zaman içerisinde hakikate ve ilahî vahye dair her tür yansımaya karşı çıkan bir zihniyete dönüşmüştür.
Modernizmin İkamesinde Üç Veçhe
1. Değerlerinden Arındırma:
Modernizmi, Aydınlanmanın bir yansıması olarak gördüğümüz takdirde doğru bir zeminde tartışabiliriz. Bu çerçevede modernizm, hakikat ile tüm bağını kopartmış olan aydınlanma zihniyetinin, insan ile eşya arasındaki ilişkinin, insanın aşkın olana-hakikate-Yaratan ile ilişkinin, insanın hemcinsi ile olan ilişkinin tamamıyla aklı merkeze alarak (pozitivizm) yeniden tanımlanması girişimidir.
Bu bağlamda ilahî vahiy ile bağlantısını kopardığından, doğal olarak ilahi vahye dayalı tüm geçmişi de gelenek çöplüğünde yok ederek ve sanattan, siyasete, aileden, eğitime kadar her şeyi yeniden kurma girişiminde bulunmuştur. İnsanoğlunun varoluşundan bu yana ortaya koyduğu vahiy eksenli ne var ise, modernizm, bütün bunlara karşı açılmış bir savaşın adıdır.
Modernizmin bir mekânda-zamanda hayat bulabilmesi için evvela, gerek bireysel gerek toplumsal yaşantıda ilahi referanslı tüm değerlerin ya toptan kaldırılması ya da alt üst edilmesi gerekmektedir. Bunun için bu zihniyete müntesip gruplar modernizmi ikame ederken, dine (İslam’a) karşı sert bir mücadeleye girişirler. Çünkü İslam insanoğlunu her türlü esaretten, bukağıdan, zavallılıktan kurtarmayı vaat eder. Şu halde İslam’ın getirdiği her tür değerler yok edilmeli, yok edilemiyorsa ters yüz edilmelidir. Değerlerinden arındırılmış bir toplum, modernize edilmeye hazırdır artık ve modernizm ikinci safhasına geçiş yapar…
2. Özgürleştirme :
Değerlerinden arındırılmaya çalışılan bir topluma modernizmin en büyük vaadi özgürlüktür. Özgürleştirilmeye çalışılan insanoğlu, aslında ilahi olanla bağı kopartılmaya çalışılan bir denek pozisyonundadır. Modernizm insana özgürlük anlayışını dayatırken, insanoğluna bağımsızlığını vermek gibi bir iddia ile ortaya çıkar. “Hayatı özgürce yaşamanın anahtarı, bağımlılıklardan kurtulmaktır” sloganı ile yola çıkan modernizm insanoğluna sahte bir cennet vaat etmektedir.
Modernizmin değiştirmeye asla güç yetiremeyeceği ölüm bile öldürülmeye yüz tutmuştur. Yaşı 80’lere dayanıp ölümle karşı karşıya gelen insanların ardından çokça duyduğumuz “ölüm ona yakışmadı, erkenden gitti, beklenmedik şekilde…” ifadeleri modernizm ölümü öldürme girişiminden başka bir şey değildir. Ölüm hayatın dışına itilmektedir.
İnsanın sınırsız özgürlüğünden söz edilebilir. Yüce Allah iyilik ve kötülük yapma kabiliyetini verdiği insanoğlunu davranışları noktasında sınırsız özgür bırakmıştır. İnsanoğlu dilerse Firavun kadar zalimleşebilir. Lakin insanoğlunun bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. İnsanoğlunun doğumu ve ölümü onun Âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı bağımlılığının en önemli göstergesidir.
3. Bireyselleştirme:
Modernizm kendini ikame ederken, sorumluluk üzere yaratılmış insanoğlunu “birey” haline getirerek atomize eder. Bireyselleşme beraberinde, eşyaya, insana, topluma yabancılaşmayı getirir. Bugün modernizmin önemli “ayet”lerinden biri de ofis evlerdir. Yalnız yaşamaya alıştırılan insan gitgide bencilleşir. Çevresinde var olan tüm olumsuzluklara kulak tıkar, duyarsızlaştırılır. Her şeyi kendi merkezinde görür. Lakin büyük bir esaretin altına girdiğinin farkında değildir.
Bireyselleşme, modernizmin önemli kalelerinden biri olan sınırsız ve hesapsız tüketim içinde vazgeçilmez bir duraktır. Özgürleştirilmiş ve bireyselleşmiş insan artık her yönü ile sömürülmeye açıktır.
MAHREMİYET
Mahrem sözcüğü gizliğe, aile hayatına, kadının ve erkeğin sahasına, yabancının bakışlarıyla yasaklanan şeye ilişkindir. Mahremiyet insanın kendini emniyette hissettiği, kendine ait olan, adeta kamusal alanıdır. Mahrem olan daima yabancıya kapalıdır. Yabancının dâhilinin olduğu bir alan-mekân mahremiyet alanı olmaktan çıkar. Bu alan artık kamuya ait bir alandır. Dolayısı ile insanın ontolojik alanı tehditlere maruz kalabilir. Bu tehditlerden uzak bir şekilde kamusal alana dâhil olacaksa, yeni bir takım tedbirler almak durumundadır.
Yüce Allah ilk insanlar olarak Hz. Âdem ve Havva’yı yarattığında kendilerini şeytanın düşmanlığı hususunda uyarmış ve onlara temkinli olmalarını emretmiştir. Şeytanında Hz. Âdem ve eşine saldırısındaki temel amacı onları günaha bulaştırırken, mahremiyetlerini açığa çıkarmaktır. Şeytan’ın, Hz. Âdem ve eşinin günaha bulaşmaları için gösterdiği çabanın altında yatan sebebi Yüce Rabbimiz şöyle ifadelendirmekte:
“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşin, dilediğiniz yerden (bol bol) yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve ‘Rabbiniz, sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan men etti, başka bir sebepten değil’ dedi. Ve onlara, ‘Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim’ diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında çirkin yerleri, avret mahalleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üst üste yamayıp üzerlerine örtmeye başladılar.” (A’raf: 19-22)
Mahremiyet duygusu insanoğlunun fıtratına, Âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından yerleştirilmiş bir korunma mekanizmasıdır. Dolayısı ile gizleme-örtme fıtrî bir duygu ve eylemdir. Mahremiyet vesilesi ile insan teki hemcinsleri ile doğru ve hakkaniyet üzere bir ilişki kurduğu gibi, toplumsal olarak da mahremiyet bir sağlıklı tekâmülün önemli araçlarından biridir. Mahremiyet duygusunu kaybetmiş toplumlar kısa zaman içinde ahlaki çöküntü ile karşı karşıya gelirler.
Vahye Dayalı Bir Mahremiyet Anlayışı
Geleneksel mahremiyet anlayışını sürdüren toplumlar zaman içerinde ciddi anlamda erozyona uğramış ve mahremiyet olguları çoğunlukla vahiyden kopuk bir hale bürünmüştür. Mahremiyet çoğunluk üzere bazen bütünü ile yalnızca kadına hasredilmiş ve erkek çoğunlukla bundan müstesna tutulmuştur. Dolayısıyla modernizmin geleneksel mahremiyet anlayışına sahip toplumlarda daha fazla dejenerasyona sebebiyet verdiğini görmek şaşırtıcı olmasa gerektir.
İslam’ın ana hedeflerinden birisi de yeryüzünün tevhit çatısı altında imar edilmesidir. Bu vesile ile gerek bireysel, gerekse toplumsal mahremiyetin korunması, devamının sağlanması Müslümanlar için esas ilkelerden birisi olmalıdır. Kur’an-ı Kerim müminlerin mahremiyetlerini korumalarını emreder. Kuran’ın ön gördüğü iffet hem kadını hem de erkeği sorumlu kılar. Mahremiyet bir alışkanlığın değil, devamlı bir şuur halinin dışa yansıması olmalıdır.
MODERNİZM VE MAHREMİYET
Birbirine taban tabana zıt olan bu iki olgunun farklılaşmaları üç başlık altında incelenebilir.
1. Neşet Ettikleri Kaynaklar Açısından:
Giriş bölümünde izah edildiği üzere modernizm, beşeri bir altyapısı olan, ilahi olan ne var ise onu hayatın dışına atan, insan aklını mutlak otorite olarak kabul edip, eşyayı buna göre tanımlayan bir olgudur. Mahremiyet ise kaynağını insana kodlanmış olan fıtrattan ve insan fıtratında var olan özellikleri aslına uygun şekilde yaşatılması için gerekli bilgileri veren İlahi Vahiyden alır. Bu manada ilah edinilmiş heva ve hevesin bir ürünü olan modernizm ile mahremiyet birbirleriyle ayrışmaktadırlar.
2. Dünya Tasavvurları Açısından:
Modernizm ile mahremiyet dünya tasavvurları açısından da birbirinden ayrışır. Modernizmin dünya tasavvuru tek boyutludur. Modern insan için içinde yaşadığımız zaman ve mekân boyutu ile dünya vazgeçilemez, alternatifi olmayan bir mekândır. Ölüm sonrasını ve ölüm sonrasına dair herhangi bir inanışı-imanı tümüyle reddeder. Dolayısı ile hesap vereceği hiçbir üst-aşkın-ilahî merci yoktur. Davranışlarında hesapsız şekilde serbesttir.
Kaynağı ilahî vahye dayanan mahremiyet ise varoluşunu ve tekâmülünü dünya-ahiret dengesiyle sürdürür. Mahremiyet içerisinde yaşadığımız dünyanın yaşanabilir bir yer olması için vazgeçilmez bir unsur olduğu gibi, ahirette de karşılığını bulacak bir eylemdir. Bu vesile ile Müslümanlar mahremiyetlerini hem bu dünyanı ihyası için sürdürürler, hem de Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın azabından kurtulmak için…
3. Ahlakî Yansıma Açısından:
Modernizmin inşa etmeye çalıştığı insanlık, her tür değer yargısından, ilahi olandan arındırılmış olmalıdır. Bu insanın özgürlüğü olarak sunulmaktadır. Değer yargılarından, ilahi olandan arınmış-arındırılmış olan bireyin önünde hevasının ve şeytanın emrettiği her şeyi yaşayabilmek adına hiçbir engel yoktur. Haz alabilmek adına her şeyi meşru görmekte bu hususta hiçbir mani tanımamaktadır. Mahremiyet ise insanın evvela kendisini Yaratana, sonra kendisine ve hemcinslerine karşı sorumluluğunun gereğidir. Bu sınırlar Müslümanın ahlakî yaşantısında kırmızı çizgileridir.
Modernizm insanı kamunun malı olarak görür ve bu manada modernizmin en büyük vurgunu “kadına” olmuştur. Özellikle kadın diyoruz: çünkü kadın, modernizm tarafından dinin kıskacında kaybolmuş, ötekileştirilmiş, bastırılmış olarak tanımlanmaktadır. Onu erkek egemen toplumdan kurtarmanın en kısa ve kolay yolu, modernleşmesinden geçmektedir. Kadının mahremiyet alanının dışına çıkması ile kurtulabileceğini savunan modernizm, onu mahremiyet alanının dışına çıkararak, sözüm ona, modernleştirmiş, özgürleştirmiştir. Hâlbuki modernizmin yaptığı şey, kadını bir tüketim malzemesi haline getirmektir. Bu vesile ile mahremiyetin en esaslı duruş yeri olan “anneliği” ve “aileyi” küçümser yok etmeye çalışır.
Modernizm, gizlide olan ne varsa ortaya dökmeyi ve şeffaflığı hedefler. Gizlenmiş-mahrem ne var ise onun ifşası üzere hayat bulur. Kendilerini modern diye tanımlayan grupların durumu ortadadır. Ne kadar günahları varsa alenî ve ne kadar hayra (!) dair eylemleri varsa ortalık yerdedir. Bedenleri ifşa etmek de modernizmin bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mahremiyet “Allah’a karşı sorumluluk bilincinin” bir yansıması olduğundan, modernizmin karşısında sağlam bir kale görevi görmektedir. Takva insanı hemcinslerinin görünürlük-beğenilirlik cenderesinden kurtarıp, yalnızca Âlemlerin Rabbi’nin görünür alanına dâhil eder.
Bundan dolayıdır ki, modernizm kendi yaşam alanında mahremiyete asla yer vermez. Mahremiyet haddi zatında evvela ilahi menşeli bir olgu olduğundan, modernizm ona karşı şedittir, aynı zamanda gizli olanı ifşa etmek istediğinden mahremiyeti ortadan kaldırmak ister.
Modernizm insanın davranışlarının ahlaki sonuçları ile ilgilenmez. Onun için esas olan nokta davranışları sonucunda elde edeceği menfaattir. Bu gayr-i ahlakî menfaatlerin önünü tıkayan her unsur, geleneğe ait ve gericilik ile yaftalanır. Bu vesile ile İslam, modernizmin en büyük düşmanıdır. Çünkü İslam, insanın ihtiyaçlarını karşılarken meşru zeminlerde olmasını emreder. İnsanı hevasının, şeytanın, insanların esaretinden kurtarmak ister.
SONUÇ
Modernizm şeytanın temel silahlarından bir haline gelmiştir günümüzde ve Müslümanların karşı çıkmaları, cihat etmeleri neticesinde (inşaallah) varlığını yitirebilir. Mahremiyet ise modernizmin dayatmaları karşısında ancak tevhidi düzleme oturduğu müddetçe korunabilir. Müslümanların modernizm karşısında yenilgiden kurtulmalarının temel dayanağı Allah’ın Vahyi ve Resulünün sahih sünneti ile doğrudan iletişim kurmaları ile mümkün olacaktır.
Allah Teâla bizlere şunu hatırlatır:
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır. İşte bunlar, Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).
Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana babanızı (Âdem ile Havva’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de şaşırtıp bir belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’raf: 26-27)