Bilgin Bozkurt
Hiç şüphesiz, yaptıklarımızı bilinçli mi yoksa bilinçsiz mi yaptığımız sorulduğunda her birimiz “Elbette bilinçli yapıyoruz!’” şeklinde cevaplarız. Hatta insanlara “Bilinçsiz yaşıyorsun” dendiğinde çoğu kişi size kızacaktır. Ama insanların bilinçten kasıtları, belli bir olay veya durum hakkında daha önceden edinilmiş bilgi ve anlayıştan ibarettir. Biz ise bilincin, mevcut şu andaki farkındalık olduğunu ve bunun dışındaki her halin -şöyle ya da böyle- önceden kurulu bir sistemin dış etkenlere verdiği cevaplar olduğunu söylüyoruz.
Diğer bir deyişle; olan bitene gerçekten müdahil olup yön verebilmek için ilk şart akıntının dışına çıkmak, o an farkında olmaktır. Gerçek bilinç (şuur), bölünmüş bir farkındalıktır. Bununla neyi kastediyoruz? Kişi kendini yitirdiği, kendisini unuttuğu vakit sadece dışarıya odaklı yaşamaya başlar. Oysa farkındalık yalnızca kişi kendindeyken harekete geçen bir mekanizmadır. Bu yüzden hem dış dünyayı hem de simultane olarak (an be an) kendi içini izleyen, gözlemleyen bir farkındalık gerekmektedir.
Farkındalık dediğimizde çoğu insan, içinde bulunduğu ortamın farkında olmayı anlar. Dikkati çekmek istediğimiz nokta, asıl farkındalığın bunun ötesinde olduğudur. Kavramların karışmaması için biz bu gelişmiş farkındalığa; “andalık” diyelim.
Bilincin (şuurun) farklı evrelerinin anlaşılması için söylediklerimizi bir örnekle pekiştirelim. Otobüs yolculuğu yapan biri üzerinden gidelim mesela:
1. Bireyimiz günün yorgunluğuyla, oturduğu koltukta uyukluyor olsun. Burada birey sadece içgüdülerinin ve gün içinde yaşadıklarının bilinçaltına etkilerinin tesiri altındadır. İçgüdülerle ve derin alışkanlıklarla hareket edildiği için, uyku ile uyanıklık arasında bazı insanların farklı karaktere büründüğünü görürüz. Daha saldırgan, daha kaba veya daha duygusal davrandıklarına, hatta sebepsiz yere ağladıklarına şahit olmuşuzdur. Bu hal şuursuz diyebileceğimiz bir durumdur.
2. Şahsın uyanık olduğu fakat “ayakta uyumak” diye tabir edilen şekilde zihninin çok uzaklarda olduğu, bir anıyı, bir acıyı, gelecekteki bir hedefi, arzuyu hayal etmeye başladığı durumdur. Şahsın bedeni otobüste, ama aklı ve duyguları başka yerlerde gezmektedir. Otobüsün camından bakar ama baktığı hiçbir şeyi aslında görmemektedir. Otobüs yolculuğu bittiğinde “baktığı” yerlerle ilgili zihninde belki de hiçbir şey kalmayacaktır. Zihninde ardı arkası kesilmeyen fikirler, unuttuğu veya yapacağı işler, canını sıkan olaylar, endişeler, tereddütler otobüs yolculuğunun sıkıcılığıyla birleşir ve zihin orada olmamak için durmadan düşünce üretir. Bu durum özellikle tez canlı insanlarda ve gençlerde daha baskındır. Yalnızca bir konu üzerine konsantre olup onu düşünmek veya hayallere dalmadan, hiçbir dış uyarana maruz kalmadan bir odada yalnız kalmak, bu zihin seviyesini karakterinin bir parçası haline getirmiş insanlar için işkencedir. Onları otobüslerde kulaklıklarını takmış uzaklara bakarken veya metroda karanlık olmasına rağmen yüzünü insanlara değil de cama dönerken görürüz. Evlerine varır varmaz film veya dizi izlemeye başlarlar. Suskunluktan ve sessiz ortamlardan hoşlanmazlar. Ortam sessizse bu onlar için güvensiz bir ortamdır ve bu durum, düzeltilmesi gereken bir durumdur.
3. Şahsın uyanık olduğu ve çevresinde olup bitenlere baktığı, gördüğü, değerlendirdiği, etkileşime girdiği durumdur. Farkındalık konusundaki derdimizi anlamayan biri, bu şahsın şuur halinde olduğunu söylemektedir. Oysa bu şahıs gördüklerinden etkilenmekte, gördüğü, kokladığı, hissettiği şeyler, gürültü, kalabalık vb. şeyler sürekli olarak onun duygularını dalgalandırmaktadır. Örneğin; sakin sakin otururken yanına iri birinin oturup onu sıkıştırması yavaş yavaş gerilmesine ve olumsuz duygular üretmesine sebep olacaktır. Düşünceler de duygular doğrultusunda yön değiştirecek, olumsuz düşünceler zihnine üşüşmeye başlayacaktır. Belki beş dakika sonra göreceği tatlı bir bebek onu yeniden yatıştırır. Sorun şuki; zihin sürekli aktiftir ve zihnin çalışır vaziyette olması kişiye hayalî bir “bilinçlilik” hissettirir. Çevresel şartlar duyguları uyarır, zihin duygulara hizmet ederek sebep ve sonuç ilişkileri içinde duygulara paralel fikirler üretmeye başlar ve davranışlar da bu fikirlere göre şekil alır. Kişi uyanık olsa da biz bu duruma “uyku” durumu diyoruz.
(Önceki sayımızda ele aldığımız sahnelerde bu durumun örnekleri verilmiştir.)
4. Bu hal, şahsın -anlık olarak- nerede olduğunu hatırlaması ve duygu ve düşüncelerini dışarıdan görmesi halidir. Sanki bir hayalden uyanıyormuşçasına çarpıcı ve derinlik hissettiren bir durumdur ki; bu, genellikle şoklama anlarında ortaya çıkar. Örneğin; takla atarak kaza yapan bir arabadan ilk çıkışınızda bunu hissedersiniz. Kaza anına kadar sanki bir hayaldeymişsiniz de birden uyanmışsınız gibi bir duyguya kapılırsınız. Araba durduğunda ve gözlerinizi ilk açtığınız andan itibaren artık her şey daha gerçektir. Ellerinizin yavaş yavaş hareketini zihniniz izlemektedir. Ellerinizi normalde hissetmediğiniz kadar hissedersiniz. Ayaklarınızın kıpırdanışı, sanki ayaklarınızı ilk defa kıpırdatıyormuş gibi hissettirir size. Dışarı çıkmak için kendinizi çektiğinizde sanki harcadığınız her kalorinin içinizdeki akışının farkına varırsınız. Kokular şimdi daha canlıdır. Her şey çok berraktır. Duygular sanki durmuş ve ne hissedeceğini unutmuş gibidir. Zihin burada duygunun önünde gitmektedir. Her hissettiğiniz duyguda zihin “şu anda şunu hissediyorum” diye bir bilgi (ileti) getirir. Adeta duyguyu dışarıdan izlersiniz. Bu anlar artık unutulmazdır. Eğer biyolojik bir arızayla hafızaya müdahale gelmezse, her saniye, ölene dek zihne kazınır.
Bu hal, sadece bir kazada değil, çok sevinilen veya çok üzüldüğünüz bir durumda da ortaya çıkabilir ya da bir şoklama ile değil, normal bir anda da ortaya çıkabilir. Bazı anılar vardır ki, her saniyesi aklınızdadır. Mesela; henüz on yaşındayken, lapa lapa yapan karın altında gece vakti yaptığım küçük bir yolculuk benim için böyledir. Memleketimin kış vakitlerinde, o saatlerde kimseciklerin bulunmadığı sokaklarında ağır adımlarla yürürken nazlı nazlı süzülen kar topakları, önümden hızlıca geçen kedi, karın yağışının ışığında daha bir belirginleştiği loş sokak lambası ve bunlara bakan benim yüzümdeki gülümseme ve içimdeki derin huzur ve sevinç... Sanki içinde bulunduğun yerle bütünleşme ve ruhun arayışını o an için bulmuş olduğunu hissetme durumu... Batılı bir yazar bunu “Tanrı’yı iş başında seyretmenin hazzı” diye isimlendirmiş. Acı olan şu ki, bu hal birçok insan açısından kısa sürmektedir. Biz bu kısıtlı zamanlara uyanış anları diyoruz. Bu anlar bir hazza veya huşuya indirgenemez, çünkü burada asıl faktör “Her şeyinle şimdi ve burada” olmaktır. Bu hal, kişinin özgürleşmesine, duyguların ve dış tesirlerin etkilerinden kurtulmasına, gerçek manevî terakkiye yolu açan haldir. Peygamber kıssalarını çokça okuduğunuzda ve Peygamberin kişiliğiyle ilgili bir aşinalık kazandığınızda, Peygamberlerin “Şimdi ve Burada” olduklarını görürüz. Bu hal, ezberlenmiş kalıplarla değil, şuurlu olarak, seçerek, gerçekten yaşayarak var olmanın olmazsa olmazıdır.
5. Bahsedeceğimiz son hal ise; şuur halinin anlık çakmalar şeklinden devamlı veya uzun süreli hale getirilmiş durumudur. Bu çok üst düzey bir haldir. Bu halin insanları çok çok azdır. İnsanların en kalabalık ve coşkun olduğu ortamlarda bile, onların içi -mezarlıkta dolaşıyormuşçasına- sakin ve kendindedir. Kişi her an dışarısını ve kendisini aynı anda izlemektedir. O dünyaya adeta “üçüncü bir göz”den bakmaktadır. Nefsinin arzu, istek ve korkularından özgür olarak yaşar. Dikkat edin; o, bunları başarmış numarası yapmaz, bunları gerçekten başarmıştır.
İnsan için gelişme, içindeki yalancı “Ben”lerle yüzleşmeye başladığında ve bunlardan ayrışmaya başladığında filizlenir. Çünkü bu “Benler”, nefsin karanlık üstüne karanlık dehlizlerinde oluşturulmuş, şeytanın vesveselerine ve her türlü kışkırtmaya açık “ben”lerdir. Bu “Ben”ler dışarıdan bakıldığında olumlu görünebilir.
Örneğin; “Dindarlık kalıbına girmiş ve kendisini etrafındaki dindar çevreden biri olarak tanımlamış, bu çevrenin beklentilerine göre hayatını yaşayan ama samimi bir şekilde dua edemeyen ve Allah karşısındaki fakrını (acizliğini) hissedemeyen Dindar Ben”, “İnsanları güldürerek ilgi odağı olmayı seven Espirili Ben”, “Ne iyiliksever insan densin diye veya böyle dendiğinde tatmin olan Yardımsever Ben” vs. dışarıdan olumlu gibi görünen ama aslında birer “YALAN” olan hayatlardır…
Sözün özü, insan birbirinden farklı onlarca “Ben”den müteşekkildir. Fakat her insanda öne çıkan bazı baskın “Benler” vardır. Kişinin ilk yapması gereken, bu benleri gözlemlemektir. □
Not: Gözlemlemenin nasıl yapılması gerektiği ve bizi uykuya iten sebeplerin neler olduğu konusuna sonraki sayıda yer verilecektir inşaallah.