İmam Buharide Tevhîd Bahsi - rahle.org

İmam Buharide Tevhîd Bahsi - rahle.org

İmam Buharide Tevhîd Bahsi


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Y. Emre Kırmızılı tarafından yazıldı.

Bu manada amellerin gerçek yaratıcısı ALLAH'tır; O'nun işlerinin önüne geçilemez, kimse O'nun hükmüne aykırı davranamaz; O dilediğini meydana çıkaran, dilediğini yapandır. Ruh O'nun tasarrufunda, ölüm yine O'nun sözüyle hareket eder. O her şeye kadîr olan bir ALLAH'tır Bu manada amellerin gerçek yaratıcısı ALLAH'tır; O'nun işlerinin önüne geçilemez, kimse O'nun hükmüne aykırı davranamaz; O dilediğini meydana çıkaran, dilediğini yapandır. Ruh O'nun tasarrufunda, ölüm yine O'nun sözüyle hareket eder. O her şeye kadîr olan bir ALLAH'tır


Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm,

Asıl adı "el-Câmiu's-Sahih" olan, kendisi "Sahîh-i Buharî" diye şöhret bulan eserin müellifi merhum imamımız Muhammed Buharî (194 256 / 810 869), mezkur kitabını Vahyin Başlangıcı bölüm başlığı ile açmış, son (97.) bölümünü ise anlamlı bir biçimde Kitâbu't-Tevhîd ismiyle noktalamıştır. Böyle yapmakla sanki eserinin Müslümanlara en âlâ bir yol gösterici olduğunu ispat etmiştir. 97. Bölüm - Tevhîd Kitabı, her biri en az bir cümle (ayet yahut söz) içeren başlıklı 58 Bâb'da toplam 192 kadar hadis ihtiva eder. Okuyan ve inceleyen birinin rahatlıkla görebileceği üzere, hadisler (merfu ve mevkuf olmak üzere) daha ziyadesiyle dönemin Mute'zîle taraftarlarının anlayışına cevap niteliğinde hazırlanmıştır. Bununla birlikte şerhinin (Fethu'l-Bârî, İbn Hacer el-Askalanî, Polen Yay.) ihtivasındaki hacmi ve değinisinin çokluğu sayesinde söylenebilir ki, başucu eseri olarak ayrıca basılsa dahi yeridir. Zira ancak bir takım âlimlerin açıklamaları ile görülebilecek pek çok ince meseleyi deliliyle ele almış, muhatabını ikna için uzak ihtimalli' hadislere çokça yer vermiştir. Tevhîd bölümü, bu anlamda müstakil / şerhli bir risale şeklinde basılıp incelenmelidir belki de Bizim burada münferid başlıklara indirgeyerek özetlemeye çalıştığımız makale, bağımsız bir hüviyettedir; örneğini bilmiyoruz Maksadımız, Kitâbu't-Tevhîd'deki tüm hadislere genel bir bakış açısıyla yaklaşıp, birbiriyle ilgili olanları ve olmayanları asıl ifade etmek istedikleri manaya yaklaştırmak ve böylece dönemin Müslüman'ında, tevhîd denilince neyin anlaşıldığını yakalayabilmektir. Giriş "ALLAH'ı Birlemek" manasına gelen Tevhîd, Müslüman bir mü'min bireyin itikadı için vazgeçilemez umumî bir ilkedir; "Lâ ilahe illellâh" sözü de bu ilkenin hususî bir açıklamasıdır. Tevhîd, en basitinden, Müslüman ile müşrik vasıflı insanları birbirinden ayırt etmemizi sağlayan mühim bir kavramdır. öyle ki, "âdemoğlunun tüm tarih boyunca imtihan edilmesinin, hatta yaratılmasının hikmeti hep bu kavram üzerinde toplanmıştır" desek meseleyi hiç de büyütmemiş oluruz. Bilakis, dikkat çekmek için bu kadarlık söz az sayılır. İmamımız Buharî döneminde, İslâm topraklarında artık laçkalaşmış sayılabilecek o kadar çok tartışma vuku bulmuştur ki tevhîdî düşünce yer yer aslından uzaklaştırılmış, değindiğimiz ehemmiyetini kaybetmiştir maalesef. Ehl-i sünnet vasfıyla ilk dönem muhaddisleri nazarında iman meseleleri bu anlamda hep gözetim altında kalmıştır. Onların kaydettikleri hadisler ve açıklamaları sayesinde elimizdeki eser gibi nadide nitelikte eserler vücut bulmuştur. Üstelik Buharî bunların arasında en güvenilir olanıdır. 58 babın çoğunda öncelik, ayetle bir girişte bulunmuş, ardından çeşitli rivayetlerle meseleyi genişletmiştir. Buharî'nin kitabındaki temel üslup burada da geçerlidir: Başlığı bir hüküm / yargı niteliğinde atıp, peşinden bunu destekleyen, belki ancak şerhi ile anlaşılabilecek hadislere yer vermek Kendi dilimizde 58 bâbı biz 12 başlığa indirgedik ve hadislere tek tek olmasa da manen işaret ederek temel savı korumuş olduk. Bunlar sırasıyla şu şekildedir: 1.Tevhîd'e çağırmak İslâm'ın özü, insanları gerçek ilâhlarına bağlamak olduğu için risalet vazifesi ilk bu çerçevede biçimlenmiş, Allah Resûlü elçilerini "Allah'tan gayri tüm ilahcıkları reddetme" sözü ile mükellef kılmıştır. İşte Muaz'ın (ra) Yemen'e vali olarak gönderilmesi ve oranın halkına ilk defa tevhîdi öğretme ile görevlendirilmesi buna delildir. Tüm diğer ibadetler, ancak Tevhîd inancı bilinip teslim olununca anlam kazanır. Bundan sonra sıralamada başı daima namaz ve zekâtın çektiğini görürüz. (bkz. No: 7372) Bir rivayette, Tevhîd'in önemine binaen Allah Resûlü (as) şunu belirtir: "Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, (kulların) Allah'a ortak tutmaksızın ibadet etmeleri, kulların Allah üzerindeki hakkı ise (buna mukabil Allah'ın) onlara azap etmemesidir." (bkz. No: 7373) Bu, sanki iki kişinin karşılıklı ahitleşmesi gibidir; hükmü bakidir ve ahiret günü yaratıcımızdan ümit ile bekleyeceğimiz müjdeli bir haberdir. Bâb 1, birkaç hadisle burada son bulur. 2.Allah'ın isimlerini bilmek Bâb başlığı 2'den 12'ye kadar olan hadisler ile 18. ve 41. bâblarda bulunan hadislerin tamamı, Esmâu'l-Hüsnâ'da adı geçen belli isimleri ihtiva etmektedir: Rahman, Rahîm, Rezzâk, Sabûr, Metîn, Alim, Habîr, Selâm, Muheymîn, Melîk, Galîp, Azîz, Hâkim, Kerîm, Hâlık, Hakk, Semi', Basîr, Kadîr, Mukallibu'l-Kulûb, Bâri ve Musavvir. Allah'ın rahmetinin geniş olması, kullarına şefkat ve yumuşaklıkla yaklaşması, işlediği suçlara rağmen hemen cezalandırmaması, dilediğini dilediği ölçüde rızıklandırması ve dilediği zaman bunu kesmesi, gücünün ve kuvvetinin her şeye yetmesi, dua edenin duasını, gizli konuşanın sözlerini hep işitmesi, selam ve esenlik vaad etmesi, musibetten emniyete kavuşturması, kalpleri evirip çevirmesi, gönle huzuru O'nun yerleştirmesi, kaderi mutlak anlamda elinde tutup yarın ne olacağını, rahimlerin ne doğuracağını neyi eksilteceğini bilmesi, hem göklerle yeri hak ve adalet ile yarattığı gibi her an bir işte bulunması O'nun esmâsından sayılmak suretiyle, Resûlullah'ın (as) en çok kullandığı isim-sıfatlar arasındadır. Bu sebeple Buharî sanki şuna işaret etmektedir: Bu isimlerin bilinmesi, birlenmesi ve öğretilmesi vacip derecededir. Dahası isimlerin sayısı (tek tek zikredilmeden, sadece rakam olarak) Ebû Hureyre'nin (ra) rivayetinde 99 olarak geçmekte ve bunları söyleyenin cennete gideceği anlatılmaktadır. (bkz. No: 7392) Öyleyse tevhîd ehli olduğu iddiasında bulunan kimsenin, en azından yukarıdaki isimleri ezberleyip hayatına yansıtması zarurîyet nevindendir. 3. Allah'a ismiyle tevessülde bulunmak... Şu dua buna işarettir: "Allahım! Bildiğin için ben senden hayırlısını isterim ve gücün yettiğinden dolayı beni kudretlendirmeni isterim. Bunu senin fadlından istiyorum. Çünkü sen takdir edersin, ben takdir edemem. Sen bilirsin, ben bilemem. Şüphesiz sen allamu'l-guyûb'sun. Allahım! Şu işim benim için dünya ve ahirette hayırlı ise, onu benim için takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra bana bereket ihsan eyle. Allahım! Bu işin akıbeti kötülük ise benden çevir ve bana her nerede ise hayrı takdir et. Sonra beni o hayırda razı kıl." (bkz. No: 7390) Bâb başlığı 13 ve önceki hadislerin bazılarında şu hakikat ifade olunuyor; başlayacağımız yahut yapmayı her düşündüğümüz işte Allah'ı anmak, O'na yönelmek ve O'nun ismiyle başlamak tevhîdin bir gereğidir. Aynı şekilde sadece O'nun adına yemin etmek de böyledir. Sonra misâlen; yatağa girerken, yataktan kalkarken, eşinle birlikte olacakken, av köpeğini salarken, şüphe ile kesilmiş bir eti yerken, kurban keserken hep Allah'ın (azze ve celle) ismiyle teberrükte bulunulmalı, başka değil sadece O'nu vesile ederek hayır umulması bu cümledendir. (bkz. No: 7393 7401) 4. Allah'ın zâtı hususu İmam Buharî, birbirinden ayrı bâblarda pek çok hadiste Allah-u Teâlâ'nın zatını esas alan bazı hadislere değinir. (bkl. Bâb: 14, 15, 16, 20 ve 25) Buna göre, ALLAH'a "zat" denilmesi caizdir, yalnız buradaki mana "şey" ya da "kişi" kelimelerindeki gibi "sonradan olan" manasında değil, "o" zamirinin işaret ettiği üçüncü tekil şahıs manasındadır. Yine ALLAH'ın nefsi, ALLAH'ın kıskanç olması, methedilmeyi sevmesi gibi ayet ve hadislerde açık bir şekilde geçen ifadelere yer vermiş olması, imamımızın bu tip bir kullanıma onay verdiği anlamına gelir. Sonra; "Ben kulumun zannı üzerineyim. Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum. O beni gönlünde gizlice zikrederse ben de onu bu suretle nefsimde zikrederim" (bkz. No: 7405) Kutsî rivayet olarak aktarılan bu hadisle maksadın, kulun Allah'a yaklaşması için O'nun zatına (nefsine) yaklaşılması gerektiğini açık bir şekilde göstermektir. Yine örneğin; "O'nun vechinden başka her şey yok olacaktır" (28/Kasas: 88) ayetinin altında, Resûlullah'ın (as) "eûzü bi vechike" duasına yer verir; böylece o, kelimenin aslını (vech = yüz) belli bir organa değil de, ALLAH'ın zat-ı celâline atfeder, mücessimenin ve günümüz selef yorumunun üzerine çıkmış olur Bir başka yerde; "Allah kendi nefsine rahmetim gazabımı geçmiştir' diye yazmıştır" hadisi ile Rahmet sıfatını, zatî (asıl) sıfatlardan sayar. (bkz. No: 7404) Böylece ALLAH'ın şahsiyeti' hakkındaki bilgilendirmeyi de tamamlamış olur. 5. Allah'a el, parmak, göz vs. yakıştırmak Buharî, 3 bâbda (17, 19 ve 26) bize aktardığı rivayetlerde kısaca; ALLAH'ın deccalinki gibi kör ve sakat bir gözünün olmadığını, bilakis her an eksiksiz gördüğünü, Adem'i (as) Kendi eliyle yarattığını, elinin dopdolu olduğunu ve harcamakla eksilmeyeceğini, yerleri ve gökleri avuçlarının içinde döndüreceğini, kıyamet saati geldiğinde parmaklarıyla dağları ve ağaçları yerinden oynatacağını haber verir. (bkz. No: 7407 7415 ve No: 7451) Buradaki ifadelerde yoruma gidilmeksizin teslimiyet esas alınmıştır. Bununla birlikte, zikredilen el, parmak, avuç gibi kelimelerin ALLAH'a ait bir "uzuv" olmadığı aşikârdır. Maksat temsîl ile kavramayı kolaylaştırmaktır. İmam Buhari, söz konusu kelimeleri, ALLAH'ın zatî sıfatlarından kabul etmiştir. 6. Kelamullah'ın ebedî olması Kur'an yaratılmış her hangi bir şey gibi değildir; o, bizzat ALLAH'a aittir ve O'ndandır. Kadîmdir ve O'nun konuşması hiç bitmez; o, hem ezelî hem ebedî bir varlık âlemindedir. Mutezile'nin dediği gibi Allah'ın zatından ayrı değil, O'nun zatıyla kaimdir Allah'ın konuşması, mahlûkatının konuşmasına benzemez; O (cc) vahiyle konuştuğu gibi açıktan da konuşur, cisimden de Göklere nida eder ve O'nun nidasından herkes korkar. Kıyamet günü ise konuşmasını sürdürecektir. (bkz. Bâb: 21, 3239, 4244, 47 ve 55.) Kur'an'ın bir kısmı yine Kur'an'dan sayılır; neticede tüm ayet ve kelimeler bizatihi ALLAH'a nispet edilir; eğer o'nun muhdes bir kitap olduğu düşünülürse, vahye tarihsel bir küçümseme ile bakmak mümkün olacaktır! Ayrıca, mahlûktur denirse "değiştirilebilir" iddiası da gündeme gelecektir. Hâlbuki işin doğrusu, Kur'an'ın hakk olmasıdır ve o muhafaza edilmiştir: "Rabbinin kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" (6/En'am: 115) Kelamullah ancak nüzulünün ardından beşer diline düştüğü (kıraat) ve yahut bir kâğıda yazıldığı (mushaf) için o'nun "sonradan meydana gelme" (mahlûk veya muhdes) olduğunu söyleriz. Yoksa ALLAH'ın sıfatları zatı ile aynı anda mevcuttur. Aksi bir iddia, tevhîd ilkesine zarar verir. Şerh'teki kayıt şöyledir: "Selef bilginlerinden nakledilen, onların Kuran'ın ALLAH'ın kelamı olduğu, mahlûk olmadığı, Cebrail'in onu Yüce ALLAH'tan aldığı ve Muhammed'e (as), onun da ümmetine tebliğ ettiği bir kelamullah olduğu noktasında ittifak ettikleridir." (bkz. c:14, sf: 568) Buharî de şöyle der: "Yüce Allah Kuran'ın muhafaza edildiğini ve satır satır yazıldığını belirtmektedir. Kalplerde bellenmiş, insanların dillerinde okunan ve Mushaflarda yazılmış olan Kur'an, Allah'ın kelamı olarak mahlûk değildir. Fakat mürekkep, kâğıt, Mushaf'ın cildi gibi şeyler mahlûktur." (bkz. Cilt: 14, Sf: 637) Naklettiği pek çok kudsî hadis ve diğer haberlerle imam Buharî, Kur'an-ı Kerîm'in haricinde ALLAH'ın konuştuğunu ispat eder; böylece Allah için Mütekellim vasfını izhar eder (bkz. No: 7491 7508 vb.) Nitekim 37. bâbda Hz. Musa ile ALLAH'ın gerçekten konuştuğuna delil getirmesi yine bu cümledendir. 7. ALLAH'ın istiva etmesi Dünya, Allah'ın yarattığı âlemde en alçak bir noktadır; yedi katlı gökler, dünyaya ait arzın üzerinde, arş hepsinin üzerindedir ve var olan her şeyi kuşatır. ALLAH'ın görevli melekleri oraya yaklaşıp her gün yükünü yüklenen biri gibi, ALLAH'ın emrini alır, vazifesi ne ise onunla dünyaya geri döner. Dahası Salih ameller, sadaka ve dualar hep azîm olan arşa, yani Allah'ın katına yükselir Bunları gösteren pek çok hadis kaydolunmuştur. (bkz. bâb: 2324) ARŞ, Allah'ın kitabında hep yüceltilmiştir; hadislerde de böyle Zira oraya ALLAH (cc) istiva ettiğini belirtmiştir. İstiva, "oturmak" manasına geldiği gibi, "yükselmek" manasına da yorumlanmıştır. (Ebu Aliye ve Mücahid) Şerh'te şöyle geçer: "Tefsir bilginleri, arşın taht olduğunu, bunu Yüce ALLAH'ın yarattığı bir cisim olup, meleklerine taşımalarını emrettiği ve ta'zim edip etrafında tavaf etmek suretiyle ibadette bulunmaları emrini verdiği noktasında görüş birliği etmişlerdir." (bkz. c:14, sf:497) İstivanın mahiyeti hakkında ise, ekseriyet âlimler te'vil getirmemişlerdir; nitekim ilk dönem selefiyeye hasredilen görüş "nasıl olduğu araştırılmaksızın, ayet ve hadislerde geçen ne ise o şekil iman edilmelidir" cümlesinde özetlenmiştir. İmam Evzaî tabiûn neslinden birçoklarının ALLAH'ın arşın üzerinde bulunduğunu ve bunun, nitelikleri bilinmeksizin inanılacak meselelerden olduğunu nakleder. (Ayrıca Hasan Basrî, Şeybanî, Malik b. Enes, Sufyan Sevrî, Şu'be, Yahya b. Yahya, Hammad'ların ikisi de, İbn Uyeyne, Leys b. Sa'd, İbn Mübarek, İshak b. Râhûye, Ebû Davud, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel dâhil sayısız muhaddisûnun bu konudaki tavrı hep birbirini destekler şekildedir.) 8. Rüyetullah meselesi Bâb 24'de; "Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacaklar ve Rablerine bakacaklardır." (75/Kıyamet: 2223) ayetini başlık yapan imamımız, toplam 14 hadis-i şerif ile beraber, ALLAH'ın (azze ve celle) ahiret vaktinde kullarından bir kısmına, apaçık aşikâr bir biçimde görüleceğini ve dahası O'na vasıtasız ulaşılacağını delillendirmiştir. Bu meselede, ümmetin Mute'zîle fırkası ve birkaç âlimin (misalen Hanefî fakihi Cessas gibi) yorumları haricinde, başka bir iddiası olan da yoktur, esasta. Onlar; "görme" fiili (=nâzıra), görülenin sonradan olması (muhdes) ve bir mekanda yer tutmasını gerektirir, dedikleri için rüyetullah'ı (ALLAH'ın görülmesini) inkar etmişlerdir. Ayrıca, "nâzıra" ifadesini "hazır olma" veya "bekleme" şeklinde te'vîl ederek ciddi bir yanılgıya düşmüşlerdir. İmam Kurtubî şöyle der: "ALLAH'ın görüleceğini inkâr edenler, görülen varlığın özel bir bedeni olacak, görenle görülen karşı karşıya gelecek, görülenden görene bir ışık yansıyacak, uzaklık ve perde gibi engeller bulunmayacak şeklinde bir takım aklî şartlar ileri sürmüşlerdir ki bunlar onlar açısından yolunu kaybediş ve bir tahakkümden ibarettir. Ehl-i Sünnet görülen varlığın varlığı [mevcut olması] dışında yukarıdaki şartlardan hiçbirini şart koşmaz." (bkz. C:14, sf: 525) Buharî konu ile ilgili Ebû Bekr, İbn Abbas ve İbn Mesud (r.hm) gibi sahabenin en seçkinlerinden 9 farklı kanaldan rivayette bulunmuş, meselenin şiddetli savunucusu olduğunu göstermiştir. Doğrusu, tevhîd bahsinde işlenmesi lüzumlu bir meseledir de 9. ALLAH'ın yaratıcılığının çok kapsamlı olması .. Kitabu't-Tevhîd bölümünün birbirinden ayrı toplam 6 Bâb'da, çeşitli başlıklar ve değiniler ile, kısaca ALLAH'ın (c.c) varlık âlemindeki gözle görülen ve hareket ile yapılan tüm işlerin ve şeylerin yaratıcısı olduğuna işaret edilir. (bkz. Bâb: 27 30, 40, 45, 46, 48, 49 ve 56) Buna göre kulların yalnızca "özgün irade" ile seçme hakları vardır; lakin haricindeki tüm durumlar ve olayların yaratıcısı mutlak manada tekdir: ALLAH İmam Buharî; "Bu yaratma, Yüce Rabbin fiili ve emridir. Rabb, sıfatları, fiilleri, emri ve kelamıyla yaratıcıdır. Mükevvindir [biçimlendirendir], mahlûk değildir. O'nun fiili, emri, yaratması ve tekvini ile olan şeyler ise mefuldür [fiilden etkilenendir], mahlûktur ve mükevvendir" der. (bkz. c:14, sf:532) Bundan sonra görüşünü destekleyen çeşitli hadislere yer verir Bir yerde, şu meşhur hadisi zikreder: "Kişi anasının karnında kırk gün ve kırk gece toplanır. Sonra o maddeler bir kan pıhtısı halini alır. Sonra ona bir melek gönderilir ve dört kelâmı yazmasına izin verilir. Melek de onun rızkını, ecelini, işini, şâki (kötü bedbaht) mi, said (iyi mutlu) mi olacağını yazar. Sonra ona ruh üfler Herhangi biriniz kendiyle cennet arasında ancak bir zira mesafe oluncaya kadar cennet ehlinin ameliyle amel eder. Sonra yazı onun önüne geçer de o kişi cehennem ehlinin ameline döner ve (ebedî) ateşe girer. Yine sizden biriniz kendisiyle cehennem arasında bir zira mesafe kalıncaya kadar cehennem ehlinin ameliyle amel eder. Sonra yazı onun da önüne geçer ve o kişi cennet ehlinin ameline dönerek (ebedî) esenliğe kavuşur." (bkz. no: 7454) Rivayet, kader bahsi ile yoğun bir ilişki içindedir; zira kaderi tüm boyutlarıyla takdir edip yaratan da ALLAH'tır. Buharî bu sebepten olacak, gerçek yaratıcının O olduğu düşüncesi ile yaklaşan bir kulun acziyetini ispat ve O'na tevekkülünü arttırmak için diğer hadislerle bir arada zikretmiştir. 54. babın açıklamasında da, "herkes kendisi için yaratıldığı şeye kolaylaştırılmıştır" şeklinde gelen hadis-i şerife yer verir. Yine; "sizi ve yapmakta olduklarınızı ALLAH yarattı" (37/Saffat: 96) ve "BİZ her şeyi bir ölçü ile yarattık" (54/Kamer: 49) ayetlerini delil göstererek amelleri insanın kendisinin yarattığını' iddia eden Mutezile'ye reddiyede bulunur. İbn Battal, yaratma ile ilgili hadis ve ayetleri genel bir bakış açısıyla değerlendirerek nihayetinde şöyle bir çıkarımda bulunur: "Buharî'nin maksadı; gerek hayır gerekse şerr mahlukatın tüm fiillerini ALLAH'a nispet etmektir. Bu fiiller ALLAH tarafından yaratılmakta, kişi tarafından kesb edilmektedir. Yaratma fiilinin hiçbir zerresi ALLAH'tan başkasına nispet edilemez." (bkz. c:14, sf:500) İbn Hacer'in özeti meseleyi biraz daha açıklayıcıdır: "Şu halde, amel hakiki olarak ALLAH'a, genel itibariyle kula nispet edilir. Bu öyle bir niteliktir ki, emir, yasaklama, fiil ve terk bunun sonucudur. Kulların fiillerinden ALLAH'a isnad edilenlerin tümü, ALLAH'ın kudretinin tesiri açısından isnad edilir ki buna "yaratma (halk)" denilir. Kula isnad edilen ise ancak ALLAH'ın takdiri ile meydana gelir. Buna da "edinme (kesb)" denilir. övgü ve yergi bunun üzerine vaki olur; tıpkı yüzü çirkin olan birisinin kınanıp, biçimi güzel olanın övülmesi gibi. Sevap ve cezaya gelince; bunlar birer alamettir." (bkz. c:14, sf:643) Hülasa: Yaratılmış olan her canlı ve cansız ALLAH'ın mülküdür; O'nun emri ile vücut bulmuş, O'nun izniyle konumlanmıştır. İnsan da ALLAH Teâlâ'nın mülküdür; O istemese hiçbir fiilde bulunamaz. Bu manada amellerin gerçek yaratıcısı ALLAH'tır; O'nun işlerinin önüne geçilemez, kimse O'nun hükmüne aykırı davranamaz; O dilediğini meydana çıkaran, dilediğini yapandır. Ruh O'nun tasarrufunda, ölüm yine O'nun sözüyle hareket eder. O her şeye kadîr olan bir ALLAH'tır Böylece tevhîd ilkesinin bu en çetrefilli meselesi büyük ölçüde tamamlanmış olur. 10. Meşîet ve irade Anlatıldığına göre ehl-i sünnet imamlarından biri münazara yapmak için Mutezile imamlarından birisi ile bir araya getirilir. Mutezile imamı yerine oturunca "Çirkin fiillerden münezzeh olan ALLAH'ı tesbih ederim" der. Buna karşılık ehl-i sünnet imamı "Mülkünde ancak dilediği olan ALLAH'ı tesbih ederim" der. Bunun üzerine Mutezîle imamı "Rabbimiz kendisine isyan edilmesini ister mi?" diye sorunca, ehl-i sünnet imamı "Rabbimiz istemediği halde kendisine isyan edilebilir mi?" diye sorar. Mutezile imamı "ALLAH hidayetime engel olsa ve benim için helâki takdir etse bana iyilik mi yapmış olur, yoksa kötülük mü?" der. Ehl-i sünnet imamı "ALLAH senin olan şeyi sana vermese kötülük yapmış olur, (ama) kendisine ait olan şeyi vermezse o rahmetini dilediğine verir" der. Netice olarak Mutezile imamı tartışmada söyleyecek söz bulamaz. (bkz. c:14, sf:556) ALLAH'a ait vasıflardan olan dileme (meşîet) ve murad etme (irade) ile ilgili tartışmalar, eskiden bu yana devam eder. Buharî her iki kelimeyi de örfe uygun olarak aynı manada kullanır. Rıza / razı olma eylemini ise bâb 31'deki hadislerle birlikte anmayarak ayrı değerlendirdiğini açıkça ortaya koyar. Bundan kasıt O'nun mülkünde O'nun istemediği ve izin vermediği herhangi bir şeyin olamayacağını, fakat gerçekleşen her olayın O'nun razı olduğu yahut emrettiği bir şey olmadığını ispatlamaktır. örneğin; ALLAH günahın gerçekleşmesine razı değildir, ancak günah yapmaya niyetlenen bir kişiye izin verebilir. Bu "rıza" ile "irade"nin birbirinin aynı olmadığındandır. (bkz. 2/Bakara: 185 ve 39/Zümer: 7) İmam Buharî aynı bâbda, dua edenin kesin bir istekle ALLAH'tan istemesi gerektiğini, zira ALLAH'ı zorlayacak hiçbir kuvvetin olmadığını; yine, nefislerimizin O'nun emrinde olduğunu ve dilediği vakit uyandıran ya da öldüren olduğunu; hidayete ulaştırma ve saptırmanın yalnız O'na has kılınabileceğini; "inşallah" temennisi ile hareket etmeden başlanılan her işin güdük kalacağını bildiren hadisleri de zikreder. (bkz. no: 7464 7480) 11. ALLAH'ın kelamını kulun dile getirmesi .. Bâb 5053 ve 57'de; Kur'an tilaveti ve kudsî hadislerde ALLAH'tan (cc) rivayet edilmesinin ve Kitabın bir kısmının tefsir edilerek başka bir dile çevrilmesinin caiz olduğu görülür. Yine, okuması güzel olan hafızın maharetli meleklerle birlikte olacağını, müezzinin ise sırf sesindeki ahenk sebebiyle kıyamette ona güzel şahitlikte bulunulacağını rivayet eder. Bir yerde Resulullah'ın (sa) şöyle buyurduğunu aktarır: "ALLAH hiçbir şeyi bir nebîsinin Kur'an'ı açıktan, güzel sesiyle okumasını dinlediği kadar dinlememiştir." (bkz. no: 7544) İmam Buharî'nin buradaki maksadı, tilavetin (her ne kadar sözün aslı ALLAH'a ait olsa da) okuyan kişinin fiili olduğunu ve bu okumanın niteliğinin, içinde bulunduğu zaman ve mekân ile alakalı olduğunu ispat etmektir. Tevhîd bahsinde geçmesinin sebebi ise ALLAH'ın kelâmını kulun kelâmından ayırt etmek ve O'nu yüceltmektir. Allah-u âlem 12. Adalet terazisinin hak olması .. Felaha ermiş kimsenin hüsrana uğrayandan ayrıldığı şeylerin en sonuncusu, terazinin ağır basması veya hafif gelmesidir. Bundan dolayı Buharî Tevhîd bölümünün ve hatta kitabı Sahîh'in son başlığını ALLAH'ın "Biz kıyamet günü adalet terazileri kurarız" (21/Enbiyâ: 47) sözü ile bitirmiştir. Buharî der ki: "Ademoğullarının amelleri ve sözleri tartılır" Şerh'te tartının keyfiyeti hakkında çeşitli şeyler nakledilmiştir; doğrusu, kulun kendisinin yapacağı hayırlara bakmaktır. Yine, Cehennemlikler içinde küfürde önde gidenlerin hiçbir sorgu veya tartı ile muhakeme olunmayacakları bilinen bir gerçektir. Zira ALLAH ahiret günü herkesi muhatap almayacak, herkes için bir hak terazisi kurmayacaktır. Onlardan cennetlik bir kısmın yine hesapsız sırat köprüsünden geçeceği de söylenmiştir. Doğrusunu en iyi ALLAH bilir. Biz imamımızın noktaladığı bir hadisle Kitabu't-Tevhîd bölümünü burada bitirelim: "Rahmana sevgili, dile hafif, mizanda ağır olan iki kelime vardır ki bunlar: Subhanallahi ve bi hamdihi, Subhanallahi'l-azîm'dir." (bkz. No: 7563) Netice 97 bölümlük kitabının (Camiu's-Sahîh) sonunu tevhîd bahsi ile bitiren imamımız, görüldüğü kadarıyla çağındaki sapkın cemaatleri hedef alarak, daha ziyadesiyle muhatabının delil getirdiği ve tartışma mevzusu yaptığı meseleleri başlığına taşımış, nihayetinde ancak kendi döneminin halkındaki eksik ALLAH tasavvurunu ve yanlış zanları düzeltmeyi ilke edinmiştir. Tekrar özetlersek; Buharî'nin üzerinde ehemmiyetle durduğu meseleler şunlardır: ALLAH'ın birliğine, O'na ortak tutmaksızın iman etmeye çağırmak tebliğcinin birinci vazifesidir. ALLAH'ın isimleri sıfat ve fiillerden türetilmiştir; aslı gibidir ve O'na bu isimlerle tevessül edilmelidir. Bir iş yapan (dua eden veya yemin eden) ancak ALLAH'ın adı ile yapmalıdır; O'nunla birlikte başka şeyleri ilah edinmemelidir. ALLAH'ın zatı haktır; istivası haktır; eli ve ayağı gibi bir takım teşbihatın olması haktır; bununla birlikte mahiyeti bazen bilinir bazen bilinmez, anlaşılmazdır. Kur'an yaratılmış şeylerden değildir; o mutlak manada ALLAH'a aittir ve fakat okunuşu ve yazılışı gibi şeyler mahlûktur. ALLAH konuşandır; devamlı suretle emir verendir. ALLAH cennette dilediği kimselere apaçık görünecektir; O'nun görünmesinin izahı yine O'na aittir. ALLAH mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunandır; her şey O'nundur ve O var etmiştir; kader de O'nun emrindedir. ALLAH'ın dilemesi dışına hiçbir varlık çıkamaz; bu sebeple başlanılacak bir işe ancak O'nun dilemesi söylenerek başlanılmalıdır. Kul ALLAH'ın sözünü dile getirebilir, manen rivayette bulunabilir. Mahşer günü hak terazisi kurulacaktır; bunun için zikrullah'a devam edilmelidir. * * * Bizim bu çalışmamız, kendi indirgediğimiz başlıklar çerçevesinde mütevazı bir çabadan öte değildir. Maksadımız hâsıl oldu ise ne ala. Daha fazlasını ancak Rabbimiz lütfeder. Allah O'nu en doğru bir şekilde tanımamızı ve bu şekilde canımızı almayı nasip etsin. (Amin)

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ