Tevhide Dair - rahle.org

Tevhide Dair - rahle.org

Tevhide Dair


Facebookta Paylaş
Tweetle


Necmettin IRMAK

 

 

“Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? Diye sor.

«(Bunların hepsi) Allah'ındır» diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de.

Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır” (Müminun 84–90)

Kâinatın yegâne rabbi Allah’tır. Göklerde de yerde de onun ortağı yoktur. Yeryüzünde insanları başıboş bırakmayıp sorumlu tutan sorumluluklarını öğretip kendilerine örnek olsun ve hayatlarını onlarla şekillendirsin diye peygamberler ve kitaplar gönderen, yaratılışın gayesini ve hayatın sırlarını bildiren Allah, bizim yegâne rabbimizdir. Ne yaratmasında, ne sorumlu tutmasında, ne sorumluluğu öğretmesinde, ne de dünya hayatını tanzim etmesinde O’nun rabliğine bir ortak yoktur.

Her canlının hayatı ve ölümü Allah’ın elindedir. Bütün canlıların rızkı O’na aittir. Kâinattaki bütün işler O’nun iradesi, bilgisi ve yaratmasıyla gerçekleşir. Kainatın iradesi O’nundur. Göklerde emir sahibi O’dur. Yerde de hüküm sahibi O’dur.

“(Resûlüm!) De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» O halde de ki: «O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?» De ki: «Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?» Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” (Rad 16)

Tevhidin esas konusu olan ulûhiyet hakkı sadece Allah’a mahsustur; yalnızca kendine yönelinen, kendisine sığınılan, kendisinden yardım dilenilen, huzurunda tazim ile secde edilen, verdiği her hükme

razı olunan, yalnızca kendisi tesbih edilen Allah’a mahsus. Kayıtsız ve şartsız itaat mercii, rızasına muhtaç olunan, razı edilmeye layık olan yalnızca Allah’tır. O’ndan başka sığınılacak makam yoktur. Bütün kâinatta tasarruf hakkı yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka af ve mağfiret istenecek, şefaat dilenilecek kimse yoktur. Gazabından korkulacak kimse de yok. O’dur yeryüzünde adaleti ikame edecek hüküm ve şeriat sahibi olan yegâne ilah.

Zatı itibarı ile ortağı ve benzeri bulunmayan, tek/ehad olan Allah, isim ve sıfatları ile de tektir, ortağı ve benzeri yoktur. Dolayısıyla tevhid, Kuran’ın ve sahih sünnetin Allah’ı tavsif ettikleri isim ve sıfatların hepsinde de Allah’ın ortağı, benzeri ve yardımcısı olmadığını tasdik etmektir.

“En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır. ” (Araf 180)

“Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.” (Taha 8)

Esasen tevhidin en çok bozulduğu, tahrif edildiği ve saptırıldığı husus da Allah’ın isim ve sıfatlarına dair alandır. Bu alanda insanların pek çoğu bazen kendisini, bazen başkasını Allah’a ortak kılar. Kendilerini istikamet üzere zanneden bazıları, insanların kendisini

yüceltmesini, kendine tevekkül etmesini, en çok kendisini sevmesini ve kendisinden korkmasını, kendisinden fayda ummasını, dertlerine derman görmesini, vs. bekler de; bu apaçık şirk iken, çeşitli tevillerle suret-i haktan gözükürler ve pek çok kimseyi şirkin kucağına iterler.

Hayatın ekseninde bulunan ve onu şekillendiren Allahın isim ve sıfatlarını birlemeye dair bazı örnekler, tevhidin bozulduğu bu alanı anlamamıza daha fazla yardımcı olacaktır.

Allah âlimdir; her şeyi bilendir.

Gaybı ve şuhudu, bilinen ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen tüm âlemleri, bilmenin konusu olan her şeyi, geçmişi ve geleceği O bilir. Gözlerin hain bakışlarını da sinelerin gizlediğini de bilen Allah’dır. Hiç kimse O’nun gibi bilemez.

Buna rağmen kimileri bir kısım şahsiyetlerde öyle bilgi sahibi olma özelliği vehmederler ki sanki onlar Allah’ın âlim sıfatına ortak gibidirler. Bazıları sevdikleri ve peşinden gittikleri şahsiyetleri ölmüş dahi olsalar bu özelliğe sahip olarak kabul ederler ve onların gaybı bildikleri zannına kapılırlar.

Kimileri de hem cinlere hem de onlarla ilişkide bulunan kimi sahir ve arraflarda böyle bir gücün olduğunu zanneder.

Bir kısım kimseler de var ki kendileri gibi etten ve kemikten olup her tür-

tağuti güçleri ve onların sahip olduğu bu konumda görür ve her şeyi bilebildiklerini zanneder. Her ne kadar bu kimselere:

“Siz, bunların her şeyi bildiklerine mi inanıyorsunuz?” diye sorulsa;

“Tabi ki bunları Allah gibi kabul etmiyoruz” derler. Ama hayat içerisinde öyle tavır takınırlar ki bu hal ve hareketleri, şu sözlerini yalanlar.

Allah, Rahman ve Rahimdir. Mutlak merhametin sahibi O’dur. O’dur kâinatı kuşatan. Ebedi kurtuluş için merhametine sığınılacak olan O’dur. Ne var ki kimileri kendilerini bağışlama merciinde başkalarını görürler ve ona yönelirler.

Kimileri cezasından korktukları kimi tağuti güçlerin merhametini ve bağışlamasını umarak hareket ederler de Allah’ın kendilerine yüklediği her türlü kulluk sorumluluğunu kendilerini tağut karşısında tehlikeye attığı/atacağı endişesiyle terk ederler.

Allah, semi’ ve basirdir; her şeyi işiten ve gören O’dur. Yarattığı mahlûkatın her halini O görür. Düşen her yaprağı, çırpılan her kanadı, atılan her adımı O görür. Kâinattaki külli ve cüzi bütün olayları O görür. Hem yapılan her zulmü ve isyanı, hem de zulme, isyana, tuğyana, fahşa ve münkere karşı yapılan her hareket ve tavrı da gören Allah’tır.

Arının vızıltısını, suyun şırıltısını, rüzgârın esintisini duyan O’dur. Gizli ve açık her sözü O duyar. Kendimizin bile duymadığı kendi deruni sesimizi, kendi gönül nefesimizi duyan da Allah’tır.

"Ben sizin en yüce rabbinizim" diye höyküren firavunları da zalime karşı hakkı haykıran Musa'ları da O duyar…

Buna rağmen insanlardan kimileri var ki ‘Allah’a iman ettik’ demelerine rağmen kendilerine kutsiyet atfettikleri kimi üstatlarının onları her ortamda görüp duyduklarına ve gözetlediklerine inanırlar.

Kimileri de sömürgeci, müstekbir güçlerin, sahip oldukları imkânlar, teknolojik cihazlar, uydular, haberleşme araçları v.s. ile her şeyi duyup gördükleri zannı ve vehmi ile Allah’a karşı sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınırlar.

Allah, kadirdir; O’nun her şeye gücü yeter. Güç ve kuvvet O’na aittir. Güce ve kuvvete ancak O’nun yanında ve O’nun ile sahip olunur. Müminler “la havle ve la kuvvete illa billâh” sözünü “la ilahe illallah” sözünün kalıbında söylerler. Hiç bir şey O’nu aciz bırakamaz. O bir şeye ‘ol’ der, o da hemen oluverir. İnsanların bazısı Allah'ın kendisine verdiği imkânların mutlak sahibinin kendisi olduğu vehmine kapılır da kendisini güç ve kuvvet sahibi telakki eder ve ilahlık taslar. Nemrut misali, bir sineğe bile güç yetiremeyecek olsa da ‘ben de diriltir ve öldürürüm’ tavırlarına girer.

Kimileri de bu tağutların yeryüzünde kendilerine verilen azıcık bir şeyden dolayı gerçek güç sahibi olduklarını zanneder de onlara isteyerek veya istemeyerek, severek veya korkarak tabi olurlar.

“İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı” (Bakara 165)

Bazıları da Allah’ı sever gibi sevdikleri kimi şahsiyetlerin peygamberlerin veya veli kimselerin iradelerinin Allah’ın iradesi ile hemhal olduğu zehabına kapılır da onların dilemelerinin de dünya ve ahirette istisnasız gerçekleşeceğini zannederler.

Allah, muindir; O’dur kullarına yardım edecek olan. Darda kalanın, yardım isteyenin yardımına koşan da O. Zaten O’ndan başka kimden yardım istenir

ki? Yalnız O’na kulluk ettiğimiz için yalnız O’ndan yardım dileriz. İstiane edilen yalnızca O’dur.

“Ancak sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” (Fatiha 4)

İstiğase de yalnızca O’na yapılır.

Muğis/ğavs olan O’dur.

“O vakit siz Rabbinizden yardım diliyordunuz. O da: "Ben işte ardı ardına bin melekle size yardım ediyorum" diye duanızı kabul buyurmuştu.” (Enfal 9)

O’ndan başka ne diri ne de ölü muğis/ğavs yoktur.

“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!” (Neml 62)

İnsanların kimileri Allah’a yöneldikleri her namazda ‘yalnız Senden yardım dileriz’ derler de sonra hayatlarında Allah’ı unutur veya hâşâ sanki acizmiş gibi yahut yardım talebini duymazmış gibi gider de başkalarına yönelir ve ‘meded ya …’ diye talepte bulunurlar.

Kimileri de kendilerinde bir keramet olduğunu zannederek utanmadan aracı kılınmalarını yahut kendilerinden talepte/duada bulunulmasını isterler.

Kimileri de var ki sırf dünyevi saltanatları devam etsin diye tağutlara sığınır da onların yardımını arzular.

Allah, hâkimdir; hüküm sahibi O’dur. Hükmetmek ancak O’na aittir. Yaratan O olduğu için yarattığı her varlığın hükmünü de O belirler. Bütün kâinat; göklerde ve yerde var olan her şey, gökler ve yer dâhil, en büyüğünden en küçüğüne her şey O’nun emriyle ve O’nun hükmüyle hareket eder. O hâkimler hâkimidir. Kendine halife kıldığı insanı da başıboş bırakmamış ve istikamet üzere olması için peygamberleri aracılığı ile hükümler göndermiş, şeriat indirmiş; insanın dünya hayatını tanzim etmiştir. Hiç şüphesiz buna en layık olan da yegâne ilah Allah’tır.

Bu böyle olmakla beraber insanların bir kısmı var ki kendilerini hüküm koyma merciinde görürler de ilahlık taslarlar.

Kimileri de var ki Allah’ı yalnızca yaratıcı kabul ederler de iş, dünya hayatını tanzime gelince “tanrının hakkı tanrıya, sezarın hakkı sezara” sapkınlığıyla hareket ederek şirkin ortasına düşerler. Kimileri de Allah’ın hâkimliğini kabul etmekle beraber heva ve heveslerini de O’na ortak koşarlar yahut gündelik-çağdaş zevk ve arzularına uygun hale getirirler.

Yine bazıları da kendilerinin yahut büyük gördükleri kimi zatların yakine ermiş oldukları iddiasıyla Allah’ın şeraitine karşı lakayt davranır da bu lakaytlığın arkasında ‘bir bildiği vardır’ sapkınlığını keramet zannederler.

"Hem O O’dur ki gökte de ilâh yerde de ilâhdır ve O Hâkim ve Alimdir.” (Zuhruf 84)

"Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

"Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan A l l a h ' a ib a d e t  e t m ek l e emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir” (Tevbe 31)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzab 36)

Allah, kerimdir…

Allah, müminlerin velisidir…

Allah, kahhardır…

Allah, rezzaktır…

Allah, azizdir…

Hülasa:

Eğer dikkat edilirse insanların tevhide aykırı durdukları esas alanın Allah’ın zatı değil, O’nun isim ve sıfatları olduğu görülür. Zira biz rabbimiz insanların tevhide aykırı durdukları esas alanın Allah’ın zatı değil, O’nun isim ve sıfatları olduğu görülür.

Allah’ı yaşadığımız hayatın içinde isim ve sıfatlarının tecellileri ile bilir ve tanırız.

Haddizatında insan, mükâfatını elde etmek ve cezalandırmasından korunmak konumunda gördüğü her varlık karşısında ya istikamet üzere bulunmuş ve tevhid akidesini korumuştur ya da istikametten sapmış ve şirke düşmüştür.

“İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.” (Bakara 165)

“Kendi dostlarından korkmayı [içinize] yerleştiren Şeytandan başkası değildir: Öyleyse onlardan değil, Benden korkun, eğer gerçek müminler iseniz!” (Al-i İmran 175)

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen ( bir müddet daha savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez." (Nisa 77)

Sevgi ve korku!

Mutlak anlamda kime yöneltilirse onu ilahlaştıracak iki olgu.ölçüye uygun olduğunda insanı muvahhid kılar; ölçü saptığında , ifrata veya tefrite düştüğünde müşriklik derecesine indirir.

 İstifade edilen eserler

• Mucemü l-müfehres li elfazi l-Kuran, Muhammed Fuad Abdülbaki

• Müfredat, Rağıb el-İsfehani

• Hak Dini Kuran Dili, M. Hamdi Yazır

• Tevhid, İsmail Faruki

• Tevhid ve Değişim, Celaleddin Vatandaş • İslam’ın Temel Kavramları, Hüseyin Ece • Kuran’ın Dört Temel Terimi, Mevdudi

• İslam Akidesinin Özellikleri, Abdullah Azzam

• Alemlerin Rabbi Allah, Mustafa İslamoğlu

·         La İlahe İlallah, Muhammed Kutub

 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ