İnsanın yeryüzüne gönderilme gayelerinden biri olan imar etme işlerinin sonucunda oluşan yapıdır medeniyet. Yeryüzü ile ilgili olduğu gibi insan ile de ilgilidir. Sonuçta insan ile ilgili her alanda yapılan imarat (yapılandırma) işlerinin bütünü medeniyeti oluşturur. Medeniyetlerin imar ettikleri yani yapılandırdıkları alanlarla ilgili ürünleri medeniyetlerin özelliklerini taşır. Bunun içindir ki bu ürünlere bakarak medeniyetlerin gen haritasını da görmüş oluruz. Ne tür düşüncelerin ürünleri oldukları ortaya koyduklarından anlaşılabilir. Bir başka açıdan düşüncenin, anlayışın fiiliyata geçmiş halidir medeniyet.
Bu açıdan baktığımızda medeniyetlerin insanı ve onun yaşadığı toplumu sadece maddi alanlarda değil, sosyal alanlarda da yapılandırdıklarını söyleyebiliriz. Hatta bu yapılandırmanın en önemli ayağı sosyal yapıdır. Bu yapıya göre maddi yapı şekillenir. Tüm bu yapıların oluşumunda etkili olan öz de medeniyetin beslendiği kaynaktır. Bu eksende bir sınıflandırmaya gittiğimizde karşımıza ya tevhid medeniyetleri yada şirk medeniyetleri çıkar.
Her dönemde hüküm sürmüş medeniyetler farklı isimlerle anılsa da ya tevhid medeniyetinin temsilcileri ya da şirk medeniyetinin temsilcileridir.
Medeniyetlerin her alandaki yapılandırmaları kaynakları ile direkt ilgili olduğundan tevhid kaynaklı medeniyetlerin ürünleri de bu kaynağa göre şekillenecektir. Yani tüm sosyal, siyasi,mali,ahlaki vb yapılar tevhid düşüncesi ekseninde şekillenecektir. Bu durumda teorik anlamdaki tevhid düşüncesi medeniyet yapıları ile pratik hayata da yansıyacaktır.
Bugün medeniyetler söz konusu olduğunda genellikle medeniyetlerin maddi olarak ortaya koydukları yapılar değerlendirmeye tutulmaktadır. Eski Mısır, Maya, Antik Yunan, Roma, Selçuklu, Osmanlı vb. medeniyetlerin ortaya koydukları maddi yapılar oluşturdukları diğer alanlardaki yapılara göre daha ilgi çekmektedir. Belki maddi yapıların görsel olarak günümüzde de müşahede edilebilmesi nedeni ile bu durum ortaya çıkmıştır. Yalnız medeniyetlerin sağlıklı bir tahlilini yapmak için bu tür bir bakış açısı oldukça sığ olacaktır.
Başta yaptığımız medeniyet tanımından yola çıktığımızda şirk medeniyetinin birer örneği olan Eski Asur, Mısır, Yunan ve Roma gibi medeniyetlerin geliştiği toplumlarda yaşayan ve ölmüş bazı kişiler ilâhlaştırılarak putları yapılır ve onlara tapınılırdı. İnsanları birbirine öldürterek veya aç aslanların önüne atarak seyretmek Romalıların en büyük zevklerinden biri idi. Bu toplumların ürettikleri medeniyetlere bakıldığında, sadece hipodromlar, piramitler ve putlara tapınılan put hanelerin kalıntıları görülebilmektedir. Bu toplumların kültürleri, insanın insana tahakkümü ve ilâhlık taslaması temel düşüncesinden kaynaklandığı için maddi alanda ne kadar büyük(!) eserler ortaya koymuş olsalar da bu medeniyetlerin geniş halk kitlelerine yansıyan tarafı, ezilip horlanmaktan başka hiç bir şey olmamıştır.
Batı medeniyeti de kaynağı ve hizmet ettiği idealler bakımından tarihteki diğer şirk medeniyetlerinin bir devamı niteliğindedir. Hıristiyanlık ortaçağ Avrupasına ilâhî bir din olmaktan çok, puthaneye çevrilmiş kiliseler ile girdi. Hıristiyanlık dönemi Batı tarihi, kilisenin halka karşı zulümleriyle doludur. Dolayısıyla, böyle bir zihniyetin vücûda getirdiği bir medeniyete gerçek anlamda medeniyet denilmesi imkânsızdır. Zira medeniyetin ölçüsü insana verdiği değer ve ona götürdüğü hizmettir.
Rönesans sonrası batı, kiliseyi saf dışı bırakarak, bir geriye dönüş hareketini başlattı. Batı, temelleri Antik Yunan ve Roma kalıntıları üzerine yükseltilen bir şirk medeniyetidir. Yunan ve Roma'da olduğu gibi, kendi dışındaki toplulukları barbarlar olarak nitelemektedirler. İslâm coğrafyasında Batı hayranları vasıtasıyla bu düşünceyi İslâm topraklarında yaymaya çalışmışlardır. Böyle düşünen insan, aşağılık kompleksine kapılacak ve sözde, medenî olmak için kendi öz değerlerini terk edecek ve emperyalizm için zorluk çekmeden sömürülebilecek bir hale gelecektir. İşin trajikomik yanı sömürgeleştirdikleri toplumlara yaptıkları zulümleri gizlemek için de dünya kamuoyunda; bu medeniyet dışı insanları medenileştirmek için buralara gidildiği ifade edilerek gerçekleri saptırmalarıdır.
Allah'ın indirdiklerini kendisine hayat nizamı olarak kabul eden toplumlarda medeniyet, kavramın içerdiği gerçek anlamıyla ortaya çıkmıştır. Tevhid medeniyeti, iman, amel, ahlâk, sosyal ilişkiler, toplum hayatını insanların iyiliği doğrultusunda yöneten idarî prensiplerin bir tezâhürüdür.
İslâm, Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir tevhid dini olduğu için, öteki beşeri, putperest dinlerde olduğu gibi insana baskı ve zulmün sonucu olan bir maddî yansıma söz konusu değildir.
Tevhid medeniyetinin temeli, Kur'an ve Resulullah'ın sünnetidir. Asrı Saadet, zirveye ulaşmış bir medeniyet örneğidir. Daha sonra gelen Müslümanlar, hayatlarını bu örnek üzerine bina ederek, bu medeniyeti yeryüzünün uzak köşelerine taşıdılar. Müslümanlar, ulaştıkları her yere ilim, ahlâk, fazilet, insan onuruna yakışır davranış ve hizmet kurumlarını birlikte götürdüler. İnsanlık zulmün karanlığında onuru yok edilmiş bir halde inlerken, önlerine çıkan İslâm nuruna tabi olmayı bir kurtuluş olarak gördüler. Kimse iman etmeye zorlanmadı. Kendi dininde. kalmak isteyenler, İslâm hâkimiyetini tanımak şartıyla topluma ait her çeşit imkandan Müslümanlar gibi istifade ettiler.
Tevhid medeniyetinin maddî yansımalarından birisi olan İspanya'daki Endülüs Emevileri zamanında Avrupa, hayatı ve ona ait hakikatleri Müslümanlardan öğrendi. Diğer İslâm devletleri, insanını refaha ulaştırmak için gerekli bütün maddî ve manevî gereksinimleri karşılayacak olan ve medeniyetin temel göstergeleri durumunda bulunan şaheserleri sonraki nesillere miras bıraktı.
Emperyalistlerin İslâm coğrafyasını işgal edişi, Tevhid medeniyetinin sürekliliğini belirli ölçülerde engelledi. Parçaladıkları İslâm coğrafyasında kurdukları kukla yönetimler, halkın, İslâmı ve kendi medeniyet varlıklarını öğrenmesini engellemek için ellerinden geleni yaptı. Gerçekleri tersyüz ederek, öğretim kurumlarında okutulan ders programlarıyla yeni nesilleri kendi geçmişleri ile olan bağlarından koparmaya çalıştılar. Sanki Müslümanlar ilim, kültür ve medeniyet sahasında hiç bir şey üretmemişler gibi ne varsa unutturmaya çalıştılar. Ancak, tarihin derinliklerine kök salmış ve insanlık için tek kurtuluş yolu olduğunu ispatlamış bir kültür ve medeniyetin yok edilmesi mümkün değildi. Emperyalist baskıların en yoğun olduğu bir dönemde olmasına rağmen, bugün dünyanın her yerinde müslümanlar, medeniyetlerinin kaynağı olan dinlerini tekrar yeryüzüne hâkim kılmak ve insanlığa tevhid medeniyetinin yollarını açmak için büyük bir gayret içindedirler.