Tevhid ve Rasyonalizm - rahle.org

Tevhid ve Rasyonalizm - rahle.org

Tevhid ve Rasyonalizm


Facebookta Paylaş
Tweetle


 

 

Müslüman aklı inşa etme misyonuna sahip olan vahiy, muhataplarına ‘bil ki Ondan başka ilah yoktur’ diyerek zihinlerde var olan sapkınlıkları bilinç düzeyinde temizlemeye çağırır. Bunun en başında da aklın putlaştırılması gelir. Bunun en güzel örneği Batı rasyonalizminin de ilk adımı kabul edilen kadim Yunan mitolojisindeki ‘Promete’nin tanrılardan ateş çalma’ imgesidir. Çalınan bu ateş ile birlikte insanı tanrılardan dolayısıyla tanrısal olandan kurtaran seküler rasyo/akla dönüştü.

Böylece tanrılar(!) kendilerine ayrılmış alanlardan kovulmaya başlayınca söz konusu imgesel anlatım yerini tanrısallıktan arındırılmış akılcı (rasyonalist) anlatıma/söyleme terk etti.

Hıristiyanlık kendini Batının dini olarak tanımlamaya başladığında insan aklının eşyayı anlamlandırma, kavrama ve ele alış tarzındaki maneviyat(!) Batının dünya görüşünden silinmiş ve rasyonalizm, Aristo ile beraber insanın zihninde otoritesini çoktan kabul ettirmişti. Dolayısıyla Hıristiyanlık kendini batıya bir din olarak sunmadan, kendi kucağında seküler bir din bulmuş oldu. Bunun üzerine Hıristiyanlık, tepki olarak ruhani olanı dışında hiçbir şeyden bahsetmeyen bir söylem geliştirdi. Böylece Hıristiyanlık kendince aklın tesirlerine direnmiş, onu bastırmaya çalışmış, fakat aynı zamanda bu, vahyin(!) bastırılmasına da sebep olmuştur. Akıldan değil sadece kalpten gelen bir imanı isteyen kilise, ‘akletmenin’ özünü oluşturan ‘ilim ve yakinin’ ‘teoloji/ ilahiyat’a dönüşmesine ve indirgenmesine neden oldu. Diğer bir deyişle vahiy kaynaklı din(!), metafiziğe yenilmiş oldu.

Daha sonraki süreçte ise Hıristiyan filozoflar, Rönesans (yeniden doğuş) ve aydınlanmaya karşı dine hizmet etme gayesiyle yeni bir metafizik geliştirmeye çabaladılar. Fakat söz konusu metafiziğe uzun asırlar boyunca sızan rasyonalist ve ‘laik’ unsurlar nedeniyle ellerindekinin sonunu hazırlanmaktan başka bir şey yapamadılar. Buna ilaveten Batılı insanın zihin dünyasında vahye olan güvenin(!) tamamen yok olmasına da neden oldu.

Bu süreçte Batıda rasyonalizm ve eşyanın laikleştirilmesi Rönesans’la beraber zirveye çıkmış, insanın ayağı yere/ dünyaya, dünyevi olana, seküler zemine basmıştır.

Rönesans’ın ardından batıyı tesiri altına alan Aydınlanma Çağı, materyalizm ve laik zihniyetin hâkim olduğu, hayatın alabildiğine maddi ve laik bir temele oturduğu bir çağ oldu.

Bu gelişmeler sonucu laik akılcılık ve modern bilimin sonuçlarına bağlı olarak batılı zihniyet, evrime ve dolayısı ile tarihçiliğe gelip dayandı ve bunu akide/ imanın esası haline getirdi. Bu laik akide /zihniyet, Batılı insanın kalbine tam olarak yerleşmiş, bir yandan tabiatı/ eşyayı salt fayda/çıkar konusu yapıp onu pratik fayda ve değer haline dönüştürmüş; diğer yandan insanı da sadece davranışa bağlı insani özelliklerinden ve maddi varlığından bahsedilen, kaba gücü ve ölçüsüz iradesiyle bilinen ve bu şekliyle “heva ve hevesini ilah edineni gördün mü” ayetinin tezahürü olarak ilahlaşan ve ilahlaştırılan bir noktaya itmiştir.

İslam, söz konusu parçalayıcı yaklaşım yerine tabi olarak ilim ve yakini, akıl ve kalbi, fizik ve metafiziği bütüncüllükle ele alır ve ‘akleden kalpten’ bahsederek ‘el-aklın’ kalpte var olan bir öz olduğunu söyler. Müslüman aklın ilaveten eşyayı anlamak için rasyonalist/akılcı bir süzgece ihtiyacı yoktur.

İşte tam da bu noktada Kuran, insanı yaratılışa, kâinata, yerde, gökte ve ikisi arasında olanlara, güneşe, aya ve yıldızlara, dünyaya ve içindekilere, bulutlara, onları çekip çeviren rüzgâra, kabaran ve durulan denizler, muhteşem dağlara, akarsulara, toprağa ve üstünde ve altında debelenenlere, yaratılıştaki çeşitliliğe, geceye ve gündüze, nebatat ve hayvanata, bizatihi insanın kendisine; enfüs ve afaka yönlendirir, dikkatini çeker. Kuran, hiçbir şekilde rasyonalizme ve onun sonucu olan laikleşmeye meydan vermeden, bütün bunları ve daha pek çoğunu Allahın ayetleri olarak sunar ve bunları akletmeye, tefekküre, tedebbüre, tefakkuha çağırır; kâinatın melekûtunun sahibinin yalnız Allah olduğunu öğretir ve O’nun ilahlığını ve rabliğini tasdike ve O’na teslime davet eder.

Günümüzde sekülerizm ve laisizm sadece bir dünya görüşü olarak kalmamakta, İslam’a muarız olarak da fikir meydanına çıkarılmaktadır. Üstelik aklileştirilmiş, rasyonalize edilmiş, sosyalizm gibi, demokrasi gibi pek çok yansıması ile beraber. Oysa İslam, laisizmin ruhuna da karşıdır, pratik varlığına da; onun kapalı ve açık görüntülerine olduğu gibi, nihai hedefine de karşıdır ve reddeder.

Müslümanlar, dış dünyada veya kafa ve kalplerinde yani nerede laisizm/ modern şirk ve onun versiyonlarını tesbit ederlerse onunla mücadele edip onu nefy etmelidirler. Çünkü kelime-i tevhidin ‘la ilahe’ boyutu bunu zorunlu kılar.’İlallah’ da ancak bununla tamamlanır.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ