Milliyetçilik Üzerine - rahle.org

Milliyetçilik Üzerine - rahle.org

Milliyetçilik Üzerine


Facebookta Paylaş
Tweetle

Necmettin Irmak tarafından yazıldı.

 

GİRİŞ

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir.”¹

Allah, insanları bir tek nefisten yarattığını, onların aslının bir olduğunu ve aynı kökten türeyen dallar olduklarını beyan buyurmaktadır… Netice itibariyle insanlar, bir asıldan olan, aynı cinsten akrabadırlar…

İnsanları yalnızca kendisine ibadet etsinler, diye ya­ratan Allah Teâlâ, insanlar arasında iman edenleri “kardeş” ilân etmiş; ancak mü’minlerin kardeş olduklarını, beyan etmiştir:

“Mü’minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkup sakının. Umu­lur ki, esirgenirsiniz.”²

“Ey insanlar! Gerçekten Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi, halklar ve ka­bileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır.”³

Rasulullah (sa), Vedâ Hutbesinde yukarıdaki ayetleri okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:

“Arab’ın Acem’e üstünlüğü yoktur. Acem’in de Arab’a üstünlüğü yoktur. Ne siyahın beyaza, ne de beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak ve sadece takva ile olur. Ey Kureyş topluluğu! İnsanlar ahirete giderlerken siz, ahirete boyunlarınıza dünyayı yüklenmiş olarak gelmeyin! Allah’a karşı benim size hiçbir faydam dokunmaz!”⁴

KAVRAMSAL ZEMİN

1. Millet:

Arapçada “yazdırmak, dikte etmek” anlamındaki ‘imlâl’ kökünden türeyen millet, işitilen ve okunan bir şeye dayanması ve yazılması bakımından “din” karşılığında kullanılmış, ayrıca keli­meye “izlenen, gidilen yol” manası veril­miştir.⁵ Bu anlamda “el-milletü’l-İslâmiyye, el-milletü’l-Yehûdiyye, el-milletü’n-Nasrâniyye” veya “milletü’l-İslâm, millet-i İbrahim, milletü’t-tevhîd, milletü’l-küfr” gibi tamlamalar belli dinleri ifade eder.

Kur’ân’da millet kelimesi terkipleriyle beraber on beş yerde geçmektedir. Millet-i İbrahim terkibinin yer aldığı ayetlerde Hz. Peygamber’in (sa) tebliğ ettiği dinin esasen Hz. İbrahim’in diniyle bir olduğu vurgulanmaktadır. Bir ayette “mille-i âhire” ifadesiyle Hıristiyanlık veya Kureyş’in atalarının dinine, diğerlerinde ise batıl dinlere vurgu yapılmaktadır.⁶

Hadislerde millet kelimesi Kur’an’daki anlamları yanında “fıtrat” manasında da kullanılmaktadır. Her doğan çocuğun İslâm milleti üzere doğduğunu ifade eden hadisin⁷ bazı rivayetlerinde millet yerine “fıtrat”ın geçmesi bunun delilidir. Bir kısım hadislerde “Resûlullah’ın milleti” tabiri de geçmektedir.⁸

İslâm ıstılahında millet kelimesinin, “Allah’ın kulları için kitaplarında ve pey­gamberlerinin diliyle koyduğu esaslar” şeklinde yer alan tanımıyla din ve şeriat­la eş anlamlı olduğu belirtilmekte, ancak aralarında fark bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Allah’ın koyduğu kurallar bakımından millet, onları yerine getirenler bakımından din kelimesinin kullanıldığı, millet ve şeriatın Allah’ın kullarından yapmalarını istediği, dinin ise Allah’ın emrinden dolayı kulların yaptığı şey olduğu, şeriata kendisine uyulması bakımından din, üzerinde birleşip bir araya gelinmesi bakımından millet adı verildiği söylenmiştir.⁹

Dolayısıyla millet bir toplumun etrafında birleştiği ve üzerinde yürüdüğü, sosyal varlığının kendisine dayandığı temel esas­lar ve izlenen yoldur. Buna göre toplumu meydana getiren fertlerin kendisine mil­let denmez; cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet adı verilir.

Batı’da modern dönemde ortaya çıkan “nation” kavramı Türkçede millet kelimesiyle karşılanmış, böylece millet terimi İslâmî literatürde taşıdığı dinî içeriğinden soyutlanarak salt sosyolojik ve siyasal bir kavram halini almıştır. Bu dö­nemde “bir milletin bir devletle aynîleşmesi” anlamına gelen milliyetçilik akımı, kitleleri milliyet duygusu etrafında top­layıp harekete geçiren en önemli unsur kabul edilmiştir.

2. Milliyetçilik:

Batı’da ortaya çıkan siyasî milliyetçilik düşüncesi Müslüman toplumlara taşındığında Müslümanların zihin dünyasında daha çok iman birlikteliğine işaret eden millet kelimesinin bu mahiyetinden soyutlanarak etnik temelli “kavim, ırk” anlamlarında kulla­nıldığını görüyoruz. Bu anlamda bir milliyetçiliğin insanlar arasında takva dışında bir farklılık sebebi tanımayan İslâm’a aykırı olduğu açıktır. Ancak milliyetçilik başlangıcı iti­bariyle anlam kaymasına uğrasa da za­manla sosyolojik bir içerik kazanmıştır. Bu yönüyle İslâm’ın bir realite olarak farklı kavim ve milletlerin varlığını tasdik ettiği ve bunlara ait olmanın bir hikmet taşıdığı da aynı ayette açıkça zikredilmiştir.

Milliyetçilik modern bir kavram olarak ortak etnik ve kültürel kökene sahip toplulukların siyasî ve tarihî meşruiyetiyle yüceltilmesini hedefleyen, ideolojik anlamda millî devletin güçlenmesini en önemli hedef sayan bir anlayış olarak 1789 Fransız İhtilâli’nin ardından ge­liştiği kabul edilir. Milliyetçiliğin meşruiyet zeminini oluşturmada vatan fikri ve tarihî derinlik özellikle baskındır.

Fransız İhtilâli’nden sonra bir bakıma ulusla devletin aynîleşmesi biçiminde ortaya çıkan siyasal yapılanma, daha önce teşekkül eden siyasal yapılanma­lardan farklı bir oluşumdu. Bu oluşum, halkı egemenliğin kaynağı şeklinde tanımladı ve her ulusun kendi devlet örgütlenmesini gerçekleştirmesi anlayışını doğurdu.

İslâm dünyasında ve Osmanlı toprak­larında yeşermeye başlayan milliyetçilik etrafındaki fikirler kavramsal çerçeveyi de etkilemiştir. O güne kadar aynı anlam dairesi içinde yer alan üç kavramdan millet din ekseninde, kavim kan bağı ekseninde, cins ise ırk ekse­ninde tanımlanıyordu. Avrupa’da gelişen milliyetçilik hareketleri için kavim-kavmiyet kelimelerinin kullanılması da bu çerçeve içinde doğruydu. Tartışmaların başladığı XIX. yüzyılın son çeyreğinde İslâm dün­yasında yükseliş gösteren milliyetçilik ha­reketlerine hem meşruluk kazandırmak hem de onları dinî bir çerçevede yorumlayabilmek için “nation” karşılığı olarak kavim kelimesinin değil milletin ısrarla tercih edildiği görülecektir. Bu süreçte millet kavramı kavim kavramına doğru yaklaşacak, buna paralel olarak ümmet, din eksenli siyasî ve içtimaî bir millet fikri için kuvvet kazanacaktır. Milliyetçilik fikrinin giderek daha fazla Ümmetçilik fik­rinden uzaklaşması sürecinin kaynağı da bu kavramsal kaymalardır.

MİLLET KAVRAMININ TAHRİFİ

“Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.”¹⁰

Kur’an’ın ve dolayısıyla İslâm’ın kelimelere yüklediği anlamı atıp, o kelime ve kavramlara çok farklı manalar yüklemek, insanla Kur’an arasındaki köprüleri yıkmaktan daha feci bir duruma sebep olmaktadır. Bu tavır; tahrif, yozlaşma, ihanet, hakka batılı karıştırmak, batıla hak maskesi takmak şeklinde ifade edilebilir.

1. Millet: Kelimenin kavim/ulus anlamında kullanılması, 19. asırdan sonra ve özellikle 20. asırda yaygınlaş(tırıl)mıştır. Bu galat, Kur’an kavramlarının cahiliyle tarafından içinin boşaltılıp yeniden doldurulmasına açık bir örnektir.

2. Millî: Millete âit, millete has, milletle ilgili demektir. Millet hangi anlama geliyorsa, millî de ona ait anlamında kullanılır. Yani, aslında “dinî” demek olan bu kelime, “kavmî/ulusal” anlamında kullanılmaktadır.

3. Milliyet: Aynı milletten olma hali, bir milleti diğer bir milletten ayıran unsurların toplamına denir. Aynı millete mensup olanların tamamı anlamındadır. Sonradan “milliyet” kelimesi de, kavmiyet; inanç, tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Milliyetçilik de; milletin, milliyet topluluğunu esas alan, milletini sevmek ve yüceltmek ana fikrine dayanan görüş demektir.

4. Asabiyye: Türkçede daha çok “ırkçılık” olarak ifadelendirilen kavram, Arapçada “asabiyyet” ve “kavmiyyet” olarak kullanılır. “Asabiyye”, akrabalık, soy yakınlığı demektir. Kavram olarak “asabiye”, “kavmiyetçilik” ve “ırkçılık”; akraba, soy, ırk ve vatan gayreti gütmek, kendi yakınlarını, kendi içinde bulunduğu topluluğu önde görmek, onlara daha fazla ilgi göstermek, tarafgir olmak demektir.

5. Kavmiyetçilik ya da ırkçılık: Bir ırkı diğerine üstün tutma, bir ırkın özelliklerini ön plana çıkararak diğerlerine karşı övünme, kendi ırkından olanı haksız olduğu halde başkasına tercih etme, ya da ırkını sevmeyi bir ideoloji haline getirmek demektir.

Adına nasyonal faşizm de denilen ve Türkçede yanlış olarak “milliyetçilik” kavramıyla ifadelendirilen ırkçılık ve kafatasçılık; nice kavga, savaş ve zulümlere yol açmış şeytanî bir anlayış ve ilkel bir câhiliyye ideolojisidir. Kur’an’ın atalarıyla övünüp onların yolunu körü körüne tâkip etmeyi ısrarla kınaması bu konudaki hassâsiyeti gösterir.¹¹

İBRAHİM’İN MİLLETİ

Allah Teâlâ, Hz. Peygamberin (sa) şahsında bütün müslümanlara şunu emretmiştir: “Sonra sana vahyettik: ‘Hanif (muvahhid) olan İbra­him’in milletine (dinine) uy! O, müşriklerden değildi.”¹²

Abdullah b. Abdurrahman b. Ebza, babasından naklederek şöyle der:

Rasulullah (sa), sabaha ulaştığında şöyle buyururdu:

“Biz, İslâm fıtratı, İhlâs (şehadet) kelimesi, Peygamberimiz Muhammed’in dini, daima dosdoğru yola meyilli (hanif) müslüman biri olan babamız İbrahim’in milleti üzerinde kararlı olarak sabaha eriştik.”¹³

Hz. Peygamber (sa), gerek cenazeyi kabre indirirken, gerekse cihada ordu gönderirken:

“Rasulullah’ın milleti üzere...” buyururdu.

Enes b. Malik (ra)’dan,

Rasulullah (sa) şöyle buyurdu:

“Allah’ın ismiyle, Allah için ve Rasulullah’ın milleti üzere savaşa çıkınız.”¹⁴

Hz. İbrahim (as), İslâm Milleti’nin öncüsüdür. Allah, İbrahim (as) ve onunla beraber iman edenleri kıyamete kadar mü’minlere bir örnek kılmıştır. Müslümanlar, İbrahim (as) ve onunla birlikte olan mü’minler gibi, iman edip, onlar gibi davranacaktır:

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: Biz, siz­lerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, Siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.”¹⁵

İbrahim (as) ve onunla birlikte iman edenler, birer hayat örneği olur­ken neler yapmışlardı?

1) İçinde bulundukları cahili toplumunun egemenlerine ve onlara tabii olan kavimlerine karşı tevhidî tavırlarını almış, onlardan ve Allah’tan başka taptıkları bütün sahte rablerinden, ilâhlarından uzaklaşmışlardı... Dolayısıyla cahili toplumunda saflar ayrılmış, tavırlar netleşmişti.

2) Millet-i İbrahim, cahili toplumunu kesinlikle tanımayıp inkâr ederek reddetmişlerdi. Aralarında akide, bağı olmayınca veya oluşmayınca, kan bağı onların kardeş olmasını sağlamamıştı. Çünkü kan bağı, tek başına kardeş olmaya yeterli değildi. Çünkü Millet-i İbrahim’in akidesinde, ancak mü’minler kardeştir. Hangi kavimden, hangi ırktan, hangi renkten, hangi dilden ve hangi bölgeden olursa olsun, ancak iman edenler kardeştir... Millet-i İbrahim’in akidesinde, kanın, toprağın ve çamurun değil, dinin, iman ve salih amelin kıymeti vardır.

3) Müslümanlar tevhit akidelerinden dolayı, aralarında kan bağı olan müşrik kavimlerinden, çok zulüm, işkence ve düşmanlık görmüşlerdi. Müşriklerin bu kin ve düşmanlıklardan dolayı kendilerine: “Sizinle aramızda, siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.” demiş ve safları ayırmış olduklarını kesin bir tavır ile beyan etmişlerdi.

Allah şöyle buyurdu:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulunmaz ki, Allah’a ve Rasulüne başkaldıran kimselerle bir sevgi bağı kurmuş olsunlar. Bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, ister kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır, orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlar­dır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah bulanların tâ kendileridir.”¹⁶

ŞEYTAN: İLK IRKÇI

Allah, insanı topraktan, cinleri ve on­ların atası olan iblisi de ateşten yaratmıştır. Meleklerle beraber iblise, Âdem’e (as) secde etmesini emretmişti. İblis, büyüklük taslamış, kendi yaratılışını öne sürerek Âdem’den (as) daha hayırlı olduğunu beyanla Allah’ın emrine itaat etmemiş ve Âdem’e (as) secde etmekten kaçınmıştır. Hevasını ilâh edinmiş ve -hâşâ- Allah Teâlâ’yı bilmezlikle suçlarcasına, ateşten yaratılanın, topraktan yaratılana secde edemeyeceğini gündeme getirmiştir... Bu düşüncesinden dolayı Allah’a başkaldırmış ve lânetlenenlerden olmuştur.

Bu, kendi elinde olmayan yaratılışında maddî özelliklere itibar etmek, yani ırkçılık yapmaktı. İblis’in bu üstünlük ölçüsü geçersizdir. Kişiye değerini kendi hammaddesi veya soyu değil; Allah’ın koyduğu ölçü verir. O yüzden ilk ırkçı, şeytandır. Irkçılık ve soy üstünlüğü iddiası, şeytanî bir mantıktır. Kur’an’a göre üstünlük takvâda, ilimde ve cihaddadır.¹⁷ Kim, kendi aslını, soyunu, ırkını başkalarına karşı bir üstünlük sebebi sayarsa, onda İblis/şeytan anlayışı var demektir. İblis, bu yanlış çıkarım sonucu Rabbine istikbar edip isyan ettiği gibi, her çeşit ırkçılık da istikbâra ve isyana yol açan tehlikedir. Bu tavrıyla ilk ırkçı olan iblisin kıssasını, Rabbimiz ayetlerinde şöyle anlatıyor:

“Andolsun, Biz, sizi yarattık, sonra size sûret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. Onlar da, İblis’in dışında secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı. (Allah) dedi ki: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) dedi ki: ‘Ben, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise, çamurdan yarattın…”¹⁸

Her ırkçı-milliyetçi düşünce ve hareket, şeytan iblisin ideolojisini benimsemek ve onun izini takip etmek demektir. Çünkü bu cahiliyenin kokuşmuş düşünce ve hareketinin fikir babası şeytandır.

CAHİLİYE AHLAKI: HAMİYYETÜ’L-CAHİLİYYE          

“O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi...”¹⁹

Kendini, renginin ve kavminin durumundan dolayı, bir başka renge ve kavme mensup olandan üstün görmek, dolayısıyla ötekini küçümsemek, cahiliyet ahlâkıdır…

İslâm’ın reddettiği, Rasulullah’ın (sa) ayaklarının altına aldığı cahiliye ahlâkı, bir Müslümanın ahlâkın­dan asla olamaz...

Müslümanlar bu cahiliye ahlâkını reddederler ve asla yaklaşmazlar. Gafletten yahut bilgisizlikten dolayı zaman zaman içlerinde bu kavmiyet duygusu kabardığında, hemen tevbe ederler ve hem zihin, hem de amelde bunu terk ederler.

Abdullah İbn Cabir (ra) anlatıyor:

Bizler, bir gazvede idik. Derken muhacirlerden birisi, Ensar’dan birinin arkasına vuruverdi. Bunun üzerine vurulan Ensarî:

- Ey Ensar, yetişin! diye bağırdı. Muhacirler’den olan da:

- Ey Muhacirler yetişin! diye bağırdı. Rasulullah (sa), bu bağrışmaları işitti de:

“Nedir bu cahiliyyet dâvâsı?” diye sordu. Orada bulunanlar:

- Ya Rasulullah, Muhacirler’den bir kimse, Ensar’dan birinin arkasına ayağının ucuyla vuruverdi, dediler. Rasulullah (sa):

“Bırakın bu âdeti! Çünkü o, çirkin bir şey­dir.” dedi.

Akabinde bunu, Abdullah İbn Üveys işitti ve:

- Onlar, bunu yaptılar ha! Dikkat edin! Vallahi, eğer Medine’ye dönersek, en şerefli ve kuvvetli olan, en hakir olanı muhakkak oradan çıkaracaktır, dedi.

Bu söz, Rasulullah (sa)’e ulaştı.

Ömer, ayağa kalktı da:

- Ya Rasulullah, bana izin ver de şu münafığın boynunu vurayım, dedi. Rasulullah (sa):

“Onu bırak! İnsanlar, ‘Muhammed, sahabîlerini öldürtüyor’ diye konuşma­sınlar!” buyurdu.²⁰

Cündeb b. Abdullah el-Becelî (ra) Rasulullah’ın (sa) şöyle buyurduğunu rivayet etti:

“Her kim körü körüne (dikilmiş) bir sancağın altında asabiyete davet veya bir asabiyete yardım ederken ölürse, bu cahiliyet ölümüdür.”²¹

Cübeyr b. Mut’im (ra) de Rasulullah’ın (sa) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık dâvâsı üzerine birbirini öldürenler, bizden değildir. Irkçılık üzerine ölen­ler de bizden değildir.”²²

Bir istisna:

Füseyle’nin babası (r.a.) anlatıyor: Ben:

- Ya Rasulallah, adamın kendi kavmini sevmesi, taassuptan (bir çeşit sayılır) mı? diye Rasulullah (sa)’e sordum. O (sa):

“Hayır, velâkin adamın kendi kavmine zulümde yar­dım etmesi, taassuptan (bir parça)’dır.”  buyurdu.²³

Irkçılık-milliyetçilik kokuşmuş cahiliyet davasıdır. Aralarında din kardeşliği ve iman bağı oluşmuşken, birbiriyle kaynaşıp ümmet birliğini meydana getirmişken, kavmiyet davasına kalkışmak kokmuş cahiliyet davasından başka bir şey değildir...

İslam, cahiliyet davası olan ırkçılığı-milliyetçiliği ayağının altına almıştır. İmanın kendisini yücelttiği bir şahsiyet olan Müslümanın tavrı, her zamanda ve her mekânda böyle olmalıdır... Tevhide aykırı, ümmet birliğini bozucu olan her düşünce ve her hareket cahiliyet davasının bir görüntüsüdür... Özellikle de ümmeti parçalayan en tehlikeli şey ise cahiliyet davası olan ırkçılık-milliyetçiliktir.

SONUÇ

Bu cahiliyet davasının değeri şudur:

Rasulullah (sa) şöyle buyurdu:

“Bir kimsenin cahiliyet âdeti üzere kavim ve kabile­sine intisap ederek böbürlendiğini, gururlandığını görürseniz, ona: Babanın tenasül uzvunu ısır, deyiniz ve bunu açık açık söyleyip, kinaye yoluna sapmayınız!”²⁴

İzzet ve şeref, Allah’ın, Rasulullah (sa)’in ve mü’minlerindir... Kâfir, müşrik, münafık, mürted ve müstekbir tağutların yanında izzet ve şeref aramaz... Bu­ralarda izzet arayanlar bilsinler ki, izzet ve şerefi, olmayan bir yerde aramaktadırlar…

Allah-u Telala şöyle buyurur:

“İzzet (güç ve üstünlük), Allah’ın, Resulünün ve mü’minlerindir.”²⁵ □ 

 

Dipnotlar:

1. Nisa, 1. ayet.

2. Hucurat, 10. ayet.

3. Hucurat, 13. ayet.

4. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir.

5. Râgib el-İsfahânî, el-Müfredât, “mil” md.; ayrıca bk. Zemahşerî ve Âlûsî Tefsirleri.

6. Bkl. Âl-i İmrân, 95; Nahl, 123; Sâd, 7; Bakara, 120; A'râf, 88, 89; Yûsuf, 37; İbrâhîm 13 ve Kehf, 20. ayetler.

7. Müsned-i Ahmed b. Hanbel; Sahih-i Müslim; Sünen-i Tirmizî.

8. Sünen-i Ebû Dâvûd; Sünen-i Tirmizî.

9. Bkz. Kurtubî, Tefsir; Râgib el-İsfahânî, el-Müfredât, “mil” md. Ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta'rîfât, “dîn” md.

10. Bakara, 59. ayet.

11. Bakara, 170; Mâide, 104; Hûd, 9; A’râf, 70, 173. ayetler. 

12. Nahl, 123. ayet.

13. Sünen-i Dârimî.

14. Sünen-i Ebu Davud.

15. Mümtehine, 4. ayet.

16. Mücadele, 22. ayet.

17. Bkl. Hucurât, 13; Zümer, 9 ve Nisâ, 95. ayetler.

18. A’râf, 11-18. ayetler.

19. Fetih, 26. ayet.

20. Sahih-i Buhârî.

21. Sahih-i Müslim.

22. Sünen-i Ebu Davud

23. Sünen-i İbn Mace.

24. Müsned-i Ahmed b. Hanbel.

25. Münafikun, 8. ayet.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ