FIKIH KAVRAMI - rahle.org

FIKIH KAVRAMI - rahle.org

FIKIH KAVRAMI


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Muhammet ALİMOĞLU

"Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar".

Biz bu çalışmamızda fıkıh ilmini tarihî gelişim seyri içerisinde inceleyip, İslâ¬mî ilimler arasında önemli bir yer işgal eden fıkıh ilminin Müslüman toplumun ve bireyin düşünce yapısının oluşmasında icra ettiği fonksiyonu tahlil etmeğe çalışa¬cağız. Sonraki sayılarda da devam edecek olan yazılarımızın bu ilk bölümünde, fı¬kıh ve fakih kavramları üzerinde durup bu kavramların zaman içerisinde yüklen¬miş oldukları anlamları inceleyeceğiz.

1. Sözlük Anlamı

Fıkıh kelimesi Arapça bir kelime olup, FKH kök harflerinden türetilmiştir . Sözlüktedir şeyi bilmek, fehmetmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavra¬mak" manasına gelmektedir . Arap dilinde bir kimsenin herhangi bir şeyi doğru ve tam anlaması kastedilirken bu kelime kullanılmaktadır. Kelimenin sözlük an¬lamında kullanımı hem Kur'an-ı Kerim'de, hem de hadislerde geçmektedir. Kur'an-ı Kerim'de çeşitli fiil kalıplarıyla yaklaşık yirmi yerde geçmekte olan fıkıh ke¬limesi genelde "bir şeyi iyi ve tam anlamak, kavramak, bir şeyin hakikatini bilmek ve akletmek" gibi anlamlarda kullanılır. Nisa suresinde "... bu topluluğa ne olu¬yor ki, hiçbir sözü anlamıyorlar?" ayetinde bu kelime kullanılmıştır. Aynı şekilde, Hz. Şuayb ile kavmi arasında geçen bir diyalog anlatılırken kavmi ona" Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz" ayetinde de fıkıh kelimesi kullanıl¬mıştır. Resulullah (SAV) da Ibn-i Abbas için 'Allahım ona dini öğret ve onu tevil¬de fakih kıl' buyurmuştur. Yani, onu dinin anlam ve mahiyetini anlamada anlayış sahibi kıl anlamına gelmektedir. Allah da Resulullah (SAV)'ın bu duasını kabul et¬miş ve Ibn-i Abbas, yaşadığı dönemde insanlar içinde Allah’ın kitabını en iyi bilen kimse olmuştur.

2. Terim Anlamı

Kuran-ı Kerim'de, Resulullah (SAV)’ ın hadislerinde ve İslam’ın ilk dönemle¬rinde fıkıh kelimesinin kullanımı bu sözlük anlamı çerçevesinde kalmış olmakla beraber, Kitap ve Sünnet'in iki temel kaynak olması nedeniyle fıkıh kelimesi za¬manla Kuran ve Sünnet merkezli dini bilgiyi ifade eden bir anlama bürünmüştür. 

Hicri ikinci yüzyılın sonlarına doğru İslam toplumunda dinî bilginin gelişip alt ilim dallarının oluşmasına paralel olarak fıkıh ilmi de, İslam’ın ferdî ve İçtimaî hayata da¬ir amelî hükümlerini bilmeyi ve bu konuyu inceleyen bir ilim dalını ifade eden bir terim halini almaya başlamıştır. Ancak kelimenin terim anlamının netleşmesi ise ileriki yüzyıllara rastlamaktadır.

İmam Ebu Hanife fıkhı, "kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi" olarak tarif etmiştir, Ancak bu tanım geniş bir anlama sahip olup ahlaki konulan (doğru¬luk gibi), akidevî meseleleri (Allah’a iman), ibadetleri (namaz) ve muamelat (alış¬veriş gibi) ile ilgili konuların hepsini kapsamaktadır. Bu sebeple sonradan gelen Hanefi alimler bu tanıma "ameli yönden" kaydını koyarak, kavramın anlamını sınır¬landırma yoluna gitmişlerdir. Daha sonraki dönemlerde İmam Şafii'ye nispet edi¬len "fıkıh, dinin ameli hükümlerini muayyen delil ve kaynaklarından çıkararak elde edilen bilgidir" şeklindeki tanım giderek yaygın hale gelmiştir. Burada dinin hüküm¬lerinden kasıt, İslam’ın iki temel kaynağı olan Kitap ve Sünnet’ten elde edilen hü¬kümlerdir. Amelî kaydıyla, mükellef olan kişinin ibadet ve muamelat ile ilgili fiille¬ri kastedilmektedir. Muayyen delilden maksat her konu için vazedilmiş özel cüz'î delillerdir. İşte bu tanım ile ahlak ve itikad ile ilgili meseleler fıkıh mefhumunun dı¬şında tutulmuş ve bunlar ayrı ilim dalları olarak inkişaf etmiştir.

Fıkıh ilminin iki temel kaynak olan Kitap ve Sünnet ile bunlardan çıkarılan şer'î delillere dayanması sebebiyle Ibn-i Haldun, bu delillerden çıkarılan hükümlere fı¬kıh demiştir. Ömer Nasuhi Bilmen ise; ibadetler muamelat ve cezalar ile ilgili hü¬kümlerin hepsinin fıkıh olarak isimlendirileceğini belirtir.

Yapılan fıkıh tanımlarında fıkhî meseleler ya ahiret ile ilgili konularda olup iba¬det olarak isimlendirilir veya dünya ile ilgili konularda olup münakehât (evlilik ve boşanma ile ilgili meseleler), muamelât (alış-veriş) ve ukubât (ceza davalan) kı¬sımlarına ayrılır . Ancak yapılan bu ayırım çok net ve kesin değildir. Çünkü İslam, hem insanların dünyalarını tanzim etmek, hem de ahirette ebedi saadet kazandır¬mak gibi iki yönlü bir gayeye sahip olduğu için bu alanlar bazı noktalarda birbiri¬ne karışabilmektedir. Mesela bir kişinin ihtiyacı olan bir başkasına borç para ver¬mesi ilk bakışta tamamen borçlar hukukunu ilgilendiren bir konu olması sebebiy¬le muamelata girmekle beraber bir Müslümanın başka bir Müslümanın sıkıntısını gidermesi İslam’da ibadet mesabesinde telakki edilmiştir. Dolayısıyla tarafların gir¬miş olduğu bu borç ilişkisi bir yandan ibadet bir yandan da muamelat kategori¬sinde değerlendirilmiştir.

3. Fakih

Fakih, fıkıh sözcüğünden türetilmiş bir kelime olup, sözlükte alim ve arif ma- 

nalarına gelmektedir. Arapça'da alim kişi nitelemesi yapılırken fakih kişi denilmek¬tedir. Herhangi bir ilimde bilgi sahibi olan kimseye de fakih denilmiştir. Nitekim Arapların bilginleri için fakihul arab denilmektedir.

Fakih kelimesinin ıstılahtaki kullanımı sözlük anlamına yakın olup, fıkıh ilminin diğer İslâmî ilimler gibi müstakil bir ilim olmasıyla beraber, fakih kavramı da mü¬kellefin ameli sahadaki fiilleri ile ilgili meseleleri araştıran kişi anlamına gelmek üzere, şen hükümleri bilen kişi anlamında kullanılmıştır . İlk dönemlerde genel anlamda bilgi sahibi olmak anlamında kullanılan fakih kelimesi, zamanla Kuran ve Sünnete dayalı dini ilimlerde mütehassıs olan kimseler için kullanılmıştır, özellik¬le müçtehit için kullanılan fakih kelimesi, içtihat veya taklide dayalı olarak şerî hükümlerin bilgisine sahip olan kimseye denir.

Mezheplerin fakihe yüklemiş oldukları anlamlar birbirine yakın olmakla birlik¬te bazı nüans farkları taşımaktadır. Mesela Malikiler içtihat edemese de, zamanı¬nı inceleme, eğitim-öğretim ve fetva ile geçiren kişiye fakih diyerek kelimeyi da¬ha çok ilmi mesaiye zaman harcama olarak yorumlamışlardır. Hanefiler, fıkhın furuunu ezberleyen, kendisi ve başkası ile ilgili hükümleri bilen kişiye fakih diyerek, mukallidi de fakih olarak değerlendirmişlerdir. Ancak fıkhî meseleleri ezberleyen mukallide fakih denmesinin mecazî olduğunu, dolayısıyla fakihin müçtehit anla¬mına geldiğini belirtmişlerdir. Hanbeli alimler de helal, haram, sahih ve fasid gibi şerî ameli hükümleri bilen kişiye fakih dendiğini ifade etmektedirler.

Yapılan tanımlardan da anlaşıldığı üzere, fakihin faaliyet tarzı, temel kaynaklar¬dan hüküm çıkarma ameliyesini sağlıklı bir şekilde yaparak, içerisinde yaşamış ol¬duğu toplumun dini yaşantılar ile ilgili problemleri gidermektir. Bu problemler çok farklı alanlarda ve karmaşık olduğu için, klasik kaynaklarda fakihlerin birçok konu ile ilgili meseleleri tetkik ettikleri görülür.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ