ÖLÜMÜ YENEMEYEN, ÖLÜME YENİLİR - rahle.org

ÖLÜMÜ YENEMEYEN, ÖLÜME YENİLİR - rahle.org

ÖLÜMÜ YENEMEYEN, ÖLÜME YENİLİR


Facebookta Paylaş
Tweetle

 

Mehemmed KARAMOLLA

Şüphesiz biz; ölüm için, yenilir yutulur cinsten bir şeyiz; bunun da farkındayız. Fakat ölüm bizim için yenilir yutulur cinsten bir şey midir, bilmeyiz. Bizim ölüm için yenilir yutulur cinsten bir şey olmamız; ölüm karşısındaki çaresizliğimiz, karşı karşıya kaldığımızda gösterdiğimiz teslimiyetimizdir. ölüm karşısındaki çaresizlik ve karşılaştığımızda göstermiş olduğumuz teslimiyet sanki bir başka yol yahut çö¬züm veya başka bir tavır var da biz, onlardan habersizmişcesine-duymamış, gör¬memiş, bilmiyormuş- gibi bir anlamı da içinde barındırmaktadır. Bir başka yolun farkına varmak; bizi, ölüme karşı avantajlı konuma getirir mi?, Böyle bir konum söz konusu ise bu avantajlı konumu elde etmek için peşine düşülmeli midir?, ölüm karşısında ona karşı avantajlı bir konum elde etmek; ölüme karşı mutlak teslimi¬yetten kurtulma ve direnebilme anlamı taşımakta mıdır?.

Yaşadığımız hayat bize göstermektedir ki, hadd-i zatında insanoğlunun ölüm karşısında teslimiyetten başka bir yolu yoktur. Ölüm; mahlukat için, hayatın tabii bir yansımasıdır, yemek- içmek- doğmak gibi. Madem sözü bu kadar erken ve bu kadar kesin bir yargı ile sonuçlandırdık öyleyse ona karsı kendimizi rakip görme¬mizin amacı nedir?. Yahut bu ifadelerden ölümü rakip gördüğümüz anlamı çıkar mı?. Sorulara cevap vermek isteyenleri, sorularla baş başa bırakıp biz, ölüme yenik düşmenin menfiliği üzerine dikkatimizi yoğunlaştıralım, ölüme yenik düşmenin acziyeti ve bir taraftan ölümü kaçınılmaz görürken, diğer taraftan alabildiğine ölümden kaçma çabası gibi, birbirine zıt iki hali içimizde barındırırız. Birinci hali bi¬lenin, İkincisinden uzak duramayışı, hayatın hayat için olmasındandır. Başka bir de-yişle, gerekçesiz olarak hayatın kendisinin hem gaye, hem de sebep olarak tanım¬lanmasından kaynaklanmaktadır. Böylelikle ölüm; gelip çattığında, sadece sebep¬leri değil, aynı zamanda gayeleri de yok eden bir rakibin galibiyetidir.

ölüm kaçınılmazsa -ki öyledir- ölüme yenik düşmenin acziyetinden kurtulmak için, göstereceğimiz tavır, ona razı olmaktan öteye geçemez, öyleyse tercih hak¬kını kullanabilme yeteneğine sahip müslümana düşen görev; ölümden kaçmamak, kaçılabilineceği vehmine kapılmamak aksine bilerek ve isteyerek ölüme koşmak ve ölümü arzulamaktır. (Madem ölüm gelecek öyleyse ALLAH için olmalı.) 

ölüme koşmanın, ölümü arzulamanın, ölüme razı olmanın yolu ise "ölmeden önce ölmeyi" tavsiye eden nebevi nasihate kulak kabartmaktan geçtiği de apaçık ortadadır.

BU DURUM İSE; ÖLÜMÜ BİZİM İÇİN RAKİP OLMAKTAN ÖTE, KUCAĞI¬NA SEVE SEVE , BİLE İSTEYE ATLANILAN BİR SEVGİLİ GİBİ ALGILAMAMIZ GEREKTİĞİNİ ORTAYA KOYMAKTADIR MECNUNUN LEYLA İÇİN DELİR¬MESİ, FERHAT'IN ŞİRİN İÇİN DAĞLARI BİLE DELMESİ GİBİ. HATTA KIYAS BİLE EDİLEMEYECEK KADAR DAHA DA ÖTE

O halde 'ölümü yenmeyenin, ölüme yenileceğini' söylerken dile getirmeye çalıştığımız, ölümü yenmenin neticesinde ortaya çıkacak olan durum, bizim için kazanmak anlamına gelmeli ki, ölümü rakip görmemiz bu sefer anlamlı ve doğru bulunsun.

Ölümü yenmenin tek yolu: ŞEHADET.

Şehadet... Şehid olmadıkça onu, bize kim tarif edebilir ki?. Peki şehadete emek, kimin başarabileceği bir iş ki?.

Kimlerin başarabildiğini görmek bizim için imkansız bir şey değil, sadece kulak kabartıp duyabileceğimiz, soluğunu ensemizde hissedebileceğimiz kadar yakını¬mızda.

İşte şehadetin tarifi:

Simsiyah yüzlü bir gençti. Bu yüzden onu basite alanlar vardı. Oysa rengini o boyamamıştı. Ama onun kalbi apaydınlıktı. Bir gün:

- 'Ya Rasullallahl(SAV) Yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir? diye sordu.

- Asla! dedi Rasulullah(SAV)

- O halde beni niçin hor görüyorlar. Niçin kimse bana kızını vermiyor?

- Amir bin Veheb'in evine git ve 'Rasulullah (SAV)'ın selamı var, kızını bana nikahlamanı emretti.' de. 

Genç hemen söylenilen adrese gider. Kızın yanında babasına selamı iletir ve teklifini de açıkça söyler. Kızın babası hemen kızar ve teklifi reddeder. Ancak ola¬yı dinleyen kız, babasını ikaz eder ve:

- Babacığım vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun, bu olayı Rabbimizin emretmediğini?. Hemen git Rasulullah(SAV)'dan özür dile ve beni o gençle nikahla. Rasulullah'ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.

Kızının uyarısıyla hemen mescide koşan baba Rasulullah'tan özür diler ve:

- Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Kızımı verdim, şu andan iti¬baren nikahlısıdır.

Efendimiz(SAV) gence döner ve emreder

- Git, evini aile oturacak şekilde hazırla

- Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok

- öyle ise Ali'ye, Osman'a. Abdurrahman'a git Sana iki yüzer dirhem versinler dedi Rasulullah(SAV).

Genç uçarcasına gider. Onların her biri emredilenden fazla yardımda bulunur¬lar. Sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Çarşıya doğru hızla ilerlerken, kulağına bir ses gelir.

- 'Ey kendini Allah'a asker kılan Müslümanları Derhal atınıza binin ve cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir, siz bu gün için varsınız.' diye hay¬kıran birini duyar.

Şimdi ne olacak? Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?

Yönünü hemen değiştirir ve demirciler çarşısına gider. İlkin bir kılıç, sonra bir mızrak zırh ve bir de at alır. Elindeki bütün para bitmiştir. Ama cihad için lazım gelen her şey hazırdır. Bindiği atın üstünde bir kuş gibi uçarak bekleyen orduya katılır.

- Bu genç, har halde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Fakat onun siyahlığını fark eden Rasulullah(SAV): 

- Sen Sa'd mısın? buyurur.

- Evet Ya Rasulullah deyince de ona dua eden

- Ceddine Saadetler....(SAV)

Yola düşülür ve zorlu bir yolculuktan sonra, düşmanla müthiş bir savaşa tu¬tuşulur. Herkes cesaretle atılıyordu. Ama savaş meydanında gözle görünür şekil¬de biri, herkesten daha cesaretle atılıyor, girdiği taraftaki düşmanları püskürtüyor¬du. Neden sonra harp biter ve meydan sakinleşir. Düşman yenilmiştir.

Şehitler tespit edilirken, bir ses:

- Allah-ü Ekber, evlenmek üzere olan Sa'd da şehidi

Efendimiz (SAV) onun cesedinin başına gelir ve mahzun bir şekilde bakan

- Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim, der.

Bir hayret nidası daha:

- Allah-u Ekber!

Rasulullah daha sonra oradakilere dönerek

- Kılıcını, mızrağını ve atını, kendisini gönüllü olarak bekleyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki" Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence, ALLAH CENNET HURİLERİNİ LAYIK GÖRDÜ.

-Allah-ü Ekber! -Allah-ü Ekber!

-Allah-ü Ekber!

Şehadet!.... ŞEHİD OLMADIKÇA, ONU BİZE KİM TARİF EDEBİLİR? "ONAR DİRİDİRLER, FAKAT SİZ BİLMEZSİNİZ" Bakara-154 

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ