'Zikir', lügatte hatırlama, anma, ezberleme, birşeyi dile getirme ve hatırlatma, unutmadan sonra hatırlama,, unutmamak için zihinde tutma, öğüt verme gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Kavram olarak ‘zikir’, Allah'ı bilinçli olarak anmak, O’ndan gelip O’na dönmenin şuurunda olmak, O’na olan kulluğun ve muhtaçlığın dile getirilmesi, hamd, dua, övgü, ibadet gibi fiil ve sözlerle O'nu hatırlamak ve yad etmektir.
‘Zikir’, aslında kalbin anılan kimseye dikkat kesilmesi, O’na karşı yakıze (uyanık) halinde bulunması, açık bir bilinçle O’nu anmasıdır.
‘Zikir’, sürekli Allah’ın varlığını hatırlamak, O'nun nimet verici olduğunu itiraf etmek, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız kevni ayetlere bakınca ve onlardan haberdar oldukça, Kur’an-ı okuyup hidayet içerisinde olmanın hazzını tadınca, O'nu anmaktır. Allah’ın rızasını kazanmaya giden yolda durmadan, bıkmadan aşk ve şevkle mücahede etmektir. Allah adı anılınca bu zikri secdeye kapanarak yapmaktır. "Bizim ayetlerimize öyle kimseler iman ederler ki onlarla kendilerine nasihat verildiği vakit secdelere kapanırlar ve rablerine hamd ile teşbih ederler de kibirlenmezler." (32/15)
Bazılarına göre de 'zikir', insana sevap kazandıran her türlü amelin adıdır.
Kur’an’da da zikir ve zikrin türevleri çok sık halde ve çeşitli formatlarda kullanılmakta olup zikretmenin mü’minin hayatında 'olmazsa olmaz’ esaslardan birisi olduğu zikredilmektedir. Ve müminler her zaman ve mekanda ve her halükarda Allah’ın kevni ve kitabi ayetlerine bakarak ‘Rabbimiz, sen hiçbir şeyi boş yere yaratmadın' diyerek herşeye bir anlam ve hikmet atfederek ‘zikreden kullar’ olarak vasıflandırılırlar. "Onlar ki gerek kıyam u kuudda [ayakta ve otururken] ve gerek yanlan üzerinde hep Allah'ı zikrederler ve göklerin yerin yaratılışında fikreder- ler..." (3/191)
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, zikrin lisani, bedeni, kalbi olmak üzere başlıca üç halde yapılabileceğini söyler ve özetle şöyle izah eder
"Lisani zikir. Kuran okumak, dua etmek, Allah tealayı esma-i hüsnasıyla yad etmek, hamd ve teşbih etmek demektir.
Kalbi zikir ise gönülden anmaktır ki o da üç nevidir birincisi, Allah’ın varlığına delalet eden delilleri düşünmek ve şüpheleri defederek O'nun sıfat ve isimlerini tefekkür etmek. İkincisi, Allah'ın hükümlerini, tekliflerini, emir ve nehiylerini, azap ve mükafatını ve bunlann delillerini düşünmek. Üçüncüsü, enfusi ve afaki mahlu- katı ve bunlann yaratılış hikmetini temaşa ve tefekkür ile her zerrenin Allah'ın kutsallığına götüren birer delil olduğunu anlayıp (zikredip) bununla sonsuz zevk almaktır.
Bedeni zikir de, bedenin bütün azalanndan her birinin kendi vazifeleriyle meşgul ve müsteğrak olması, nehy olunduklar şeylerden de uzak durmalardır. Burada zikir ile şükür birbirine benzemekle beraber aralannda ince bir farklılık vardır. Şükür, şakirin kendisine ulaşan herhangi bir nimeti hissetmesi ve bunlar, o nimete mukabil tazim ve vazife kastıyla yapmasıdır. Zikir ise, herhangi bir nimetin gelip gelmemesine bakılmaksızın derin bir bilinçle gelen muhabbetin ve aşkın eseridir."
Yüce Rabbimiz "...o halde anın beni anayım sizi ve şükredin de bana nankörlük etmeyin!" (2/152) buyuruyor. Allahu teala, yukarda ki zikir çeşitlerinden hangisiyle zikr olunursa O'da, kendisine layık şekilde zakirini zikir ve yad edecektir. Bu ayeti de merhum şöyle izah eder.
*Beni taatımla zikrediniz ben de sizi rahmetimle zikredeyim.
*Beni dua ile zikrediniz, ben de sizi icabet-ü ihsan ile zikredeyim. Yani, ‘ bana dua edin icabet edeyim.’
*Beni dünyada zikrediniz, ben de sizi ahirette zikredeyim.
*Beni halvetlerde zikreniz, ben de sizi sahralarda zikredeyim.
*Beni refahınız zamanında zikrediniz, ben de sizi bela ve musibetiniz zamanın
da zikredeyim.
*Beni taatımla zikrediniz, ben de sizi maunetle zikredeyim.
*Beni benim yolumda mücahede ile zikrediniz, ben de sizi hidayetimle zikredeyim.
*Beni sıdk u ihlas ile zikrediniz, ben de sizi halas ve meziydi ihtisas ile zikredeyim.
*Beni bidayeten rububiyet ile zikrediniz, ben de sizi nihayette rahmet-ü ubudiyet ile zikredeyim. Hasılı bidayeti rububiyet zikr, nihayeti ubudiyet şükürdür.
"Her kim de zikrimde yüz çevirirse, ona dar bir maişet [geçim] vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz!" (20/124). Bugünkü krizlerin, sapkınlıklnn, in- tihariann ve mutsuz bir yaşantının kaynağında ne olduğunu gayet açık bir şekilde izah eden bu ayet, karanlıklarda yaşayanlara aydınlık için rehber olmaktadır. Anlaşılıyor ki huzur, mutluluk ve mutmainlik ancak bazen şükürle, bazen namazla, bazen tefekkürle, bazen muhabbetle, bazen de Allah için koşuşturmakla yapılan zikirdedir. Allah'ı tanımayan, Allah’ı zikretmeyen kafir ve gafil kalbler, hiçbir zaman sıkıntı ve ızdıraptan kurtulamaz, kalp huzurunu ve mutmainliliğini bulamaz, çırpınıp dururlar. Öyle ki, bu sarsılma ve çöküntü hali çok basit meselelerle başbaşa kaldıklannda bile 'Allah' demeyişlerinden dolayı ömür boyu sürer ve hayat ızdı- rap içinde devam edip gider. Oysa hakkıyla iman edenlerde aynı sıkıntı ve ızdı- raplar, ümitsizlikler, çaresizlikler, ‘çekilmez hayat' sendromu asla olmaz/olamaz. Çünkü mü’min sıkıntılı halinde sabır, ferah halinde de şükreden ve dolayısıyla her iki durumda da Rabbini zikreden olduğundan kalbi ve gönlü her daim mutmain olur.
"Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ın zikri ile yatışır, evet Allah'ın zik- riyledir ki kalpler yatışır!" (13/28). Gönüllerin ızdırabı ancak O’nu zikretmekle sükun bulur ve yatışır. Çünkü sahip olunan her şey O'ndandır ve tüm sebepler O'na racidir. O halde hayıflanacak, korkulacak ne vardır? Değilmi ki O’ndan geldik ve yine O'na döneceğiz? Değil mi ki titreyerek 'Allah' diyene ne muradı varsa ikram edilir? O halde...
Mü'minler, inandıkları, ibadetlerini sadece O'na has kıldıklar ve hamd ettikleri Rabb’lerini hiçbir zaman unutmazlar. Yaptıklar alış verişleri, ticaretleri, eğitim
öğretim faaliyetleri, mallan, çocuklan, eşleri, ev işleri, kısacası dünyalanna ait olan tüm meşguliyetleri hiçbir zaman onlan Allah’ı zikretmekten gafil koymaz / koyamaz. Her daim takvayı kuşanırlar, Allah' karşı sorumluluk bilincini taşırlar ve Allah’ı zikrederler.
"...nice erler ki ne ticaret ne bey' [alım satım] kendilerini zikrullah'tan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyamaz, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar..."n(24/37)
"Gerçekten müminler, ancak o müminlerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, karşılannda ayetleri okunduğu zaman imanlannı arttınr ve rablerine tevekkül ederler..." (8/2)
"Ey o bütün iman edenler! Bir düşman kümesiyle karşılaştığınız vakit sebat edin ve Allah'ı çok zikneyleyin ki felaha erebilesiniz." (8/45)
"Ey o bütün iman edenler! Sizleri ne mallannız, ne evlatlannız Allah’ın zikrinden alıkoymasın ve her kim öyle yaparsa işte onlar hüsrana düşenlerdir." (63/9)
Kur’an-ı Kerim'de, zikretmekle ilgili müminlere çok yoğun emirler verilmekle beraber, ahlakı Kuran olan efendimizin hayatına baktığımızda da aynı yoğunlukta hayatla içiçe olan zikrin pratik uygulanışını görüyoruz. Yatarken, kalkarken, inerken, binerken, yerken, içerken, savaştayken, banştayken, velhasılı hayatın çok küçük denilebilecek alanlannda dahi efendimizin ağzından zikrullahın eksilmediğini, her an Onunla beraber olduğunu okuyoruz.
"Allah'ı zikredenlerle zikretmeyenler ölüyle diri gibidirler." Efendimizin dilinden gelen bu hadis, zikredenle zikretmeyeni ne kadar çarpıcı bir şekilde tanımlıyor değil mi? Ölü ve diri. Zikrin değeri, ancak bu kadar güzel kıyaslanabilir. Diri kalabilmek için zikretmek, zikredenlerle beraber olmak ve zikre giden yollardan gitmek gerek. Bunu başardığımızda Rabb’imizin bizimle olacak beraberliğini sağlamış ve kirli yaşantıdan uzaklaşma yolunda ciddi atım atmış olacağız. Yine Efendimiz (sav)’den bu konuda şöyle rivayet olunmuştun
"Allah (c.c) şöyle buyurmuşturBen kulumun beni sandığı gibiyim ve bana £;
9
dua ettiği zaman onunlayım .Kim beni kendi neftinde zikrederse, ben de onu kendi neftimde ananm. Kim beni kalabalıkta zikrederse, bende onu, ondan daha hayırlı bir kalabalıkta zikrederim.”
"...Bir topluluk Allah'ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onlan kuşatır, rahmet onlan kaplar, üzerlerine sekine (huzur, feyz) iner ve Allah onlan yanındakilere anar..."
Allah'ın (cc) kulunu anması, kulun O’nu zikretmesine bağlanıyor ve hangi derecede kul O’nu zikrederse Allah (cc) da çok daha fazlasıyla onu anıyor. Rabb’imizin kulunu anması ne büyük bir lütuf ve değer veriş değil mi? öyleyse, zikrederek zikredilmeye değmez mi? Rahmanın güzel zikrine layık olabilmek ...
Geçmişte ve günümüzde bazılan zikri; sadece belirli vakitlerde yoğun bir şekilde yapılan, bunu da nass'lara dayandınlmadan ortaya çıkartılan bir takım vird, rabıta, tavessül, istigase gibi anlayış ve uygulamalarla temellendiren ve bu sebeple diğer çoğu ameli ihmal eden ibadet anlayışı ve uygulamalanyla aşın gittiler. Burada hemen akılımıza, henüz Efendimiz (sav)’in zamanındayken Allah’a daha sevimli ve muttaki bir kul olabilme amacıyla bir takım ibadetlerde yoğunlaşmak ve dünyadan el etek çekmek üzere bir araya gelen ve yemin eden üç sahabeyi, Efendimiz (sav)’in yanına çağırarak "Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Sizi uyan- yorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir." diye uyarması geliyor. Burada, her konuda olduğu gibi ibadetlerde de haddi aşmamanın, her söylem ve pratiklerimizde Efendimiz (sav) gibi olmanın zorunluluğuna hassas bir vurgu yapılıyor. Dinde haddi aşmanın ve İslam’ın caiz görmediği bir nevi ruhbanlığa yönelmenin önüne geçiliyor. Efendimiz ile sahabe arasında buna benzer başka bir takım ibadet anlayışlannda da efendimizin hemen devreye girerek hatta ashabını da toplayarak olması gerekeni izah ettiğini "söz ve davranışlarda ileri gidip haddi aşanlar helak oldular." diye buyurarak her daim orta yolu tutmalannı emrettiğini görüyoruz: "Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse ona yenik düşer. O halde orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, müjdeleyiniz, günün başlangıcından, sonundan ve miktarda geceden faydalanınız."
İşte en mutedil, en dengeli, fıtrata en uygun bir kulluğu, ibadet şeklini, zikri ve hayat tasavvurunu ifade eden anlatım. Çalışırken zikretmek, yatarken zikretmek, yürürken zikretmek, okurken zikretmek...Kısacası her zaman ve mekanda her yönüyle en büyük zikir olan Kuram yaşama dengesini hayatın merkezine oturtabilmek..,Hiçbir zaman zikirden gafil olmamak / olmamaya çalışmak...
Zikri kalp ve dil ile yapmak zikre layık olan haldir. Ve her zaman kalbin de katıldığı, idrakinde olduğu bir dille yapılması elzemdir. "Kalbim hazır değil, tüm meşguliyetlerimden annayım, sonra zikrederim" diye dil ile de zikretmemek doğru olmadığı gibi bu erteleyiş kalbin hazır hale gelmesinden ziyade, gafilleşmesine ve katılaşmasına sebep olacaktır. Bu nedenle dil her zaman için zikir ve tesbihata alış- tınlmalı, mümkün olduğu kadar da kalbi his ve şuurla yapmaya gayret etmelidir.
Zikrin sürekli yapılması, haram kılınan ve kerih görülen tüm mühlikattan uzaklaşan, başa gelen her şeyle mutlu olmasına bilen, her daim kulluk bilincini taşıyan, sorumluluklannı hakkıyla ifa eden diri bir kul olmamızı sağlar. O halde her daim dilimizi zikir ve tesbihatla yaş tutmaya ve bu ahlakı kuşanmaya ne dersiniz....?