TARİH-YASALAR - rahle.org

TARİH-YASALAR - rahle.org

TARİH-YASALAR


Facebookta Paylaş
Tweetle



Tarık Yalçın

Tarihin işlemesine fonksiyonel olarak etki eden yasalar mevcuttur. Fakat bu yasalann tarihle sürekli etkileşim içerisinde bulunmasına rağmen, tarihle aynı de­ğildir. Aralannda ki fark, tarihin sürekli değişimi, yasanın ise değişmemesidir. Tari­hin yasallaşmaması, yasanın ise tarihe dönüşüm değil, tarihilik kazanabilmesidir. İn­san, tarihi bildiği kadar, bu yasatan bilmek ve kabul etmek zorundadır. Çünkü bu yasalan bilmeyen tarihçi tarihteki olaylann asıl sebeplerini anlayamayacak şimdi ve geleceğin teori ve pratiği yanlış hedefler üzerine oturtup, Francis Fukoyama' nın 'The End of History" makalesindeki gibi bir hataya düşecektir.

Tarihe yön veren bu yasalan bilmek insanın ve insanlığın yeryüzünde Allah'ın sünnetine uygun bir şekilde hareket etmesini sağlayarak dar düşünce kalıplann- dan kurtulup ide'a yı yakalamada mesafe kat edecektir. Çünkü geçmiş toplumla- ra ve medeniyetlere intizar eden bu değişmeyen yasalar, şimdi ve geleceği de ku­şattığını anlayacak dolayısı ile tahminlerden ve tatminsizliklerden uzak "bilgi" yi keşfedecektir.

Yasalar iki yönlüdür. Allah'ın yasası ve bu yasaya bağlı insansı veya insan ötesi yasalar. Allah'ın yasalan direkt tarihin işlevleri olmadığı için sadece bazı bilgileri bil­memizde fayda vardır. Öncelikle Allah’ ın tarihe etki etme ve yön verme gücü ol­duğundan genelde Kur'an-ın bir çok ayetinde özelde ise Rad I I ile. Mücadele 30 ayetleri bu görüşümüzü tey’id etmektedir.

Sünnetullah tarih içerisinde sabit, değişmeyen özelliğe sahip olduğu kadar, ta­rihin başlangıcı da sonucu da onun çizgisindedir. Fakat bu değişmezlik ilerlemeye müsait olduğu gibi önceden ortaya çıkmamış veya şimdilerde geçerliliği olmayan kurallar da kapsayabilmektedir.

Bu açıklamalardan sonra tarihle yasalar arasında sürekli bir ilişki olan, zaman zaman tarihilik ve yasa özelliği kazanabilen, zamanı tanımamız gereklidir. Bilindiği gibi tarih, zaman endeksli insansı faaliyetlerin alanıdır. Bütün tarihsel olaylar za­manda geçmektedir. İnsan ve tarih bir açıdan zaman içerisinde yaşamaya mah­kumdur. Geçmiş, şimdi, gelecek zamanın en basit uzamlı boyudandır. Bu boyutlar tarihe hem fiziksel hem de metafizik açıdan dolaysız etki etmektedir. Bu bo­yutlardan farklı olarak zamanı ilahi zaman, insani zaman ve tarihsel şeklinde ayn- labilir. İlahi zaman, insan ötesidir, buradaki ötelik insan dişilik değildir. Çünkü ila­hi zamanda da insan varolabilir, fakat zamanda insanın idraki vardır, fakat eylemi sınırlıdır. İnsanın öncesi (dünyada ki) ve sonrası bu zamanın konusudur. Allah'ın dünya’ yı altı günde yaratması H.z. Adem'in Cennet’ te ki hayatı bu zaman içeri­sindedir. İnsani zaman ise, günlük olaylarla sınırlı zamandır. İnsanın yönlendirici et­kisi oldukça fazladır Bu zaman genellikle insanın yaşamına benzer, kopmalar, bö­lünmeler veya parçalanmalar olabilir. Fakat bu zamanda ki varoluşlar çok yönlü değildir, insanın etrafında döner. Bu zamanı; an -saniye-dakika-saat-gün-hafta-yıl ile sınıriandınlabilir. İnsani zamanla tarihsel zaman arasındaki ilişki daha fazladır. Fakat bu insani zamandan (kendisinden) değil, olayın insani zaman da gerçekleş­mesinden kaynaklanmaktadır. 570 -571 zamanın herhangi dilimlerinden biridir ve kendi içerisinde önemli bir özelliğe sahip değildir. Fakat H.z. Muhammed' in (s.a.v) bu zaman diliminde doğmuş olması, bu zamanı önemli hale getirir. Bura­da zamanı önemli kılan, zamanın kendisinin olmayıp, tarihsel olayın önemli olu­şudur. İnsani zaman da hiçbir alt zamanın özelliği yoktur. Fakat tarihsel, zamanda yerine göre saniyenin dahi, bir asırdan daha fazla önemi vardır.

Bütün tarihsel olaylar zaman da geçtiği için, tarihsel zaman insanın bütün çev­rimlerini de kuşatabilir. Çünkü tarih ve zaman insanın yeryüzüne ayak basması ile başlamış ve devam edegelmiştir. Fakat insan ne tarihle başladı, ne de zamanla, örneğin H.z. Adem'in dünya öncesi hayat tarihi zaman içerisine girmez, ancak tarihsel bilgiyi ortaya koyar. Burada tarihin en önemli fenomenlerinden zamanın (tarihi) olmayışı, tarihi olayı da meydana getirmektedir.

Tarihi zaman, insan ve insani zamanla birlikte varolur. Tarihi zamanda da in­sani zamanda olduğu gibi uzunluk, kısalık problematiği söz konusu değil, yalnız ta­rihi olayların meydana gelişleri söz konusudur. Tarihi zamanda, insani zamanda süreklidir; insani zamanda olduğu gibi parçalanmalar, bölünmeler, kopmalar ke­sinlikle yoktur. Tarihsel zaman, kısa zamanı ele aldığı gibi, bu zamanın öncesi ve sonrası ile ilişki kurmasını da sağlar. Fakat burada tarihsel zamanın diğer bir alt bi­rimi olay zamanı devreye girer.

Tarihsel zaman dünyanın dönmesi gibidir. Bu nedenle tarihsel zamanı bir bü­tün olarak telakki edebilir. Her şeyin öncesi ve sonrasının yeri tarihsel zamanda mutlaka mevcuttur. Tarihsel zamanda ki aktivitelik tarihe etki eden fenomenle­rinde etkisidir.

Peki ne bu fenomenler?

 

Tarih, tabiatın bir sonucu değildir. Çünkü tabiatın kendisinde tarihilikyoktur. Tarihe etki eden fenomenlerde sırf naturalistlerin ifadelendirdiği gibi tabiattan or­taya çıkmış değildir. Sırf tabiattan olmadığı gibi Hengel'in ideasından, Kant' ın saf aklından, Marx'ın ekonomik sebeblerinden de meydana gelmiş değildir. Tarihi, tek taraflı fenomenlere dayandırmak, bunları kendi dışlannda anlamlar yüklemeye zorlamaktır ki bu kavrayış bir bakıma spekülativ tanımlanda beraberinde getirecektir. Oysa ki tarih sadece bir mana alanı veya oluş olmadığı gibi fenomenlerin determinize edilmesi de değildir.

 

Tarihi niteleyen faktörel fenomenleri şu şekilde sıralayabiliriz.

1-İnanç metafiziği,

2-Mekan,

3-Zaman,

4-Değişim,

5-Gelenek,

6-Soy üstünlü­ğü,

7-Kültürve Medeniyet,

8-Çatışma ve Tesir,

9-llahi etkenlerdir.


(Bu fenomenleri bütün boyutlan ile ele almak makalemiz için imkansızdır. Fa­kat konumuz tarih olduğuna göre değinmeden de geçemeyeceğiz.)

 

Tarihi olaylar birbirine bağlı, her olayda birbirinin öncesine ve sonrasına bağ­lıdır. Fakat bu olaylar deterministlerin ifade ettiği gibi şimdiki olayın mutlak sebe­bi bir önceki olay değildir, bu zaman aralıklan içerisinde değişebilmektedir. Ola­yın sonucunun bu şekilde cereyan etmesi olayın sebebinden değil, insanın seçme­ciliğinden kaynaklanmaktadır. Olay öncelikle kendisinden önceki olaya değil, insa­na bağlıdır. Çünkü önceki olayın aksine bir olayı da insanın gerçekleştirme hürri­yeti vardır. Fakat olay Allah’ın değiştirmesi veya tabi değişime giriyorsa insanın ta­rihi oluşturmada birincil etkisi veya seçmeciliğinin tesiri yoktur. Kur-an' da Semud veya Ad kavimlerinin yok edilme olayının gerçekleştirilmesinde insanın etkisi ol­mamış fakat öncesinde yalnız tesiri olmuştur.

Tarihi olay, tabiatta meydana gelen olaylar gibi ilahi varlık sahasında devam etmezler. Bu olaylan idare, yönlerdirme aktiv’rtrteleri vardır. İnsan sürekli avcı bir topluluk olarak kalmamış, tanımla uğraşmış, daha sonrada toprağı bırakarak sana­yiye, teknolojiye yönelmiştir. Fakat anlar dünyanın ilk zamanlannda olduğu gibi fa­aliyetlerine, hiç değişiklik yapmadan şimdide devam edegelmektedir. Ne bir iler­leme ne de değişim söz konusudur. İnsanın tarihinde değişim ve ilerleme mev­cuttur.

Tarihi olaylann birinci bağlılığı tabii olaylann bağlılığına benzemez. Bura da ta­biattan yoksun olan insanın bilinci ve iradesi söz konusudur. Öyle ki insan kendi eylemlerinin farkında değilse kendisinden sonraki olaylann belirleyicisi de olamaz, dolayısı ile tarih oluşturamaz. Tarihi olaylann kontrolizesi insan tarafından yapıla­biliyorsa da tabii olaylannın ilkelerini hatta yönlerini insanın değiştirme özgürlüğü ve gücü yoktur. İnsan ancak bu tabii olaylan önceden görebilir kendince önlem­ler alınabilir. Havanın gürlemesini veya yıldınmı ortadan kaldıramaz ancak yıldın- mı çeker aletler veya gök gürültüsünü duymayacak faaliyetler yapabilir.

Tarihin en önemli fenomenlerinden biri de çatışmanın realizesidir. Tarihte mutlaka her zaman için bir çatışma mevcuttur. Bu durum insanın fıtri yapısından öznel ölçüde kaynaklanmaktadır. Bu çatışma zaman zaman kendisi ile, bazen di­ğer insanlarla bazen de tabiatladır. Tarihin ilgilendiği çatışma ise insanlar arası ça­tışma olup, çatışmanın kapsamını halef-muhalif hakim güç-mahkum güç gibi un­surlar çizmektedir. Çatışmanın özünü din oluşturuyorsa da, kaynağını öz olarak ahlak, asabiyet, ekonomik sebebler var kılmaktadır.

Tarihin ilk dönemlerinde medeni-medeni olmayan çatışması vardır ki mede­ni kültürün salt yapısını çiftçilik oluştururken, medeni olmayan kültürünkini avcı­lık, toplayıcılık gösteriyordu. Zamanla avcılık ticarete daha sonrada sanayiye kay­mış; toprakla makine çatışmasını karşı karşıya getirmiştir.

Tarihin fenomenlerinden biri de karşılıklı tesir kategorisidir. Burada olaylann olaylara, tabiatın olaylara tesiri varsa da zorunlu değildir. Geçmişte meydana ge­len bir olayın şimdiki bir olaya tesiri olabilir, H.z. Muhammed (s.a.v.)’in ilk İslam devletini kurması 1979 yılındaki Iran İslam devletine tesiri olmuştur. Iklim-coğrafi faktörler olaylara tesiri zarfında ise Kavimler göçü sonrası kurulan devlet ve medeniyetler. Insanlann olaylara tesiri ise her zaman vardır. Çünkü olayın öznesi insandır.

Tarih insanın yeryüzüne ayak basması ile başladı ve devam etmektedir. Tarihte ki zorunlulukta sadece Allah’ın dilemesiyle gerçekleşen bir zorunluluktur. Aslında insan üstü bir zorunluluk görünse de sebebler zorunluluğu değil, sonuçlar zorunluluğudur. Çünkü insanın seçme hürriyeti tarihte birincil etkendir. Ki; tarih insanın imtihan için yaratıldığı, yeryüzünde çabasını mücadelesini kapsamaktadır. İnsani edimlerin hiç biri tek başına tarihte söz sahibi değildir. Ekonomik faktörler, asabiyet v.b. ancak tezahürlerin insanda bütün halini ortaya çıkardığı zaman insan Allah’ın istediği yaşamayı veya yaşamamayı gerçekleştirir.

 

İnsanın bütün edimleri kapsamlı ve bağlantılı bileşke bir güç varettiğinde tari­hi etkiliyebilir. İnsan parçalanmadığı gibi tarih de parçalanamaz, insanın bütün edimle tabiatla ahenkli bir şekilde hareket ettiği zaman tarihin gidişatı da uyumlu­dur. Bu açıdan insanın tabiat dahilindeki, insanlan etkileyen bütün eylemleri, hata- lan, doğrulan, günahlan, sevaplan. ilerlemeleri , gerilemeleri tarih içersinde rol oy­nar.

Tarihle insanla varolan ve olacak olgulardır. İnsanlık yeryüzünde var olduğu müddetçe de tarih içinde kalacak ve hareket edecektir. Tarih insanın geçmişini et­kileyemez; fakat bu günü veya geleceği kendiliğinden ve dolaylı açıdan etkiler. Bir mümin hiçbir zaman tarihle tezat oluşturmaz, Tarihi inkar etmez, aksine tarihle iç içe yaşar. Çünkü tarih kendisine uyulduğu zaman insanı kabul eder.

Tarihi vahyin bilgisi sırf insani ölçü olmaz, ırk, millet, kabile arasında da kesin bir aynm yapmaz ve tarihi bunlann herhangi birisine de indirgemez. Hz. Musa’yı anlattığı gibi, İsrail oğullarını da, Ashabı Kehfi de Ad kavmini de anlatır. Kuran için olayın hangi insana veya insanlara aitliği değil, olayın gerçekleşmesi ve bu olaydan ibret alınmasıdır. Bir bakıma bu tarihsel bilgi insanın çevrimsel deneyimsel bilgisi­dir ki insanın geçmişte gerçekleştirdiği olayı şimdi de gelecekte de gerçekleştire­bileceğidir.

Tarih ve insan gerçektir; ama hakiki değildir, hakiki olan İslam’ın kendisidir, ta­rih; insanın ve İslam'ın da kendisi değildir. Fakat tarih kendi kendini var edemez, eylemler, olaylar yaratamaz. Onlar insana direkt, İslam’a ise indirekt bağlıdır. İnsan olaylan sağlayabiliyorsa tarihinde varlığından söz edilebilir. Çünkü tarihin nesnesi insanın yaptıklan eylemlerdir.

Peki her insani eylem tarih midir? Bu sorunun en kolay ve kestirme cevabı; in­sanın fizyolojik ve psikolojik doğal güdüleri ve ihtiyaçlan bireysel kaldığı müddet­çe tarih değildir, herhangi fizyolojik veya psikolojik bir ihtiyacı insanlan genel bir biçimde etkiliyorsa tarihidir. Neron’ un şiir yazması veya beste yapması tarihi de­ğil, şiir yazması için Roma’yı yakması tarihidir. Çünkü tarih Neron’ un ne yediği ne içtiği ile ilgilenmez, bu güdülerin düşünceye bağımlı eylemler ve oluşlar oluşturmasıyla ilgilenir.

 

İnsan başkalannın deneyiminden faydalanabilen tek varlıktır, yeryüzünde. Geçmişte yapılan düşünsel eğilimler, insan tarafından ettirilir. Adem'e eşyanın isimlerinin öğretilmesi, akabinde Ademoğullan tarafından farklı biçimlerde geniş­letilerek sürdürülmüştür, bir bakıma geçmişten gelen gelenek aktanlabildiği gibi tarihsel birikimde aktanlabilir.

Burada tarihin aktivitesinde insanın çok boyutlu rolünün varlığı asla inkar edil­memeli, yalnız insanın bu hürriyetinin varlığı da bir bakıma sünnetullaha bağlıdır. Eğer Allah yasalan olmasaydı; insanın hürriyetinin ve seçmeciliğinin de hiçbir de­ğeri olmazdı. İnsan ise ancak düşünebildiği ve düşüncesini gerçekleştirebildiği za­man tarihin öznesi olabilir, yoksa diğer yaratıklardan hiçbir farkı kalmaz.

Tarihçi keşfedeceği olayı sadece olmuş olay şeklinde değil, sebebe bağlı ola­yın düşüncelerini de anlamaya çalışmalıdır. Bu açıdan tarih bir bakıma da düşün­celerinde tarihidir. Tarihsel olay, düşünce endeksli bir bütün olarak algılanmalı ki olay gerçeği kavramamızı ayırt edebilmemizi sağlayabilir. H.z. Muhammed'in (s.a.v) neden Medine'ye hicret ettiği sorusunda Peygamberin (s.a.v) Medine’den önce ki hayatı dolayı ile düşünceler ve sebebler arasında ki kompleksler vardır.

Tarihi olaylar ile tabiat olaylan arasında ki farkın temelinde de insan düşünce­si vardır. Tarihe etki eden faktörler de düşünce sürekliliğinden kaynaklanan oluş ve eylemlerdir. Tarih bu açıdan bir nevi düşüncenin de kendisidir. Bu nedenle ta­rihçinin görevi aynı zaman da geçmiş düşünceyi canlandırmadır. Çünkü tarihçinin öznel düşüncesi ile geçmişe ait düşünce arasında sıkı bir diyalog vardır ki, bir ba­kıma eleştirel olan bu diyalog biçimi geçmişi canlandınrken ifadeleştirebilir.

Tarihi, ardanda meydana gelen olaylann zaman içinde ki değimi biçiminde ifa­delendirmek basit ve yalın anlamı da birlikte gelecektir. Oysa ki tarihi düşüncesi dış olaylann betimlemesi diye açıklamak tarihi bu basitlik ve yalınlıktan da kurta­racaktır. Tarih, aklın geçmişte ortaya çıkardığı tezahürlerin birikimi ve bunlann şimdi ile gelecekte yapabilmesi nihayetinde sürdürebilmesidir. Tarihin ilk hamle­si de zihinde oluştuğu için bu zihini iyi tahlil edebilmeli sonra da kendi düşünce­miz arasında sağlam bir ilişki kurabilmeliyiz ki ancak o zaman tarihi veya olayı ye­terince anlayabiliriz

Sonuç olarak, tarihi iyi kavrayabilmemiz için tarihi bütün boyutlan ile değer­lendirebilmemiz gereklidir. Tarihimizi mağlublar tarihinden kurtarmanın da en

önemli rolü buradadır. Ibn-i Haldunla başlayan tarih düşüncemizi ve Kur'an-ın ta­rihsel olaylanndan sonra ki olaylan arasında ki ilişkiyi bağlantılı olarak ele almamız en kısa zaman da yeniden İslam tarihini kurmamız gereklidir.    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ