Muhitinde alternatifleri bulunmayan kültürler, genellikle, yoğun şehirleşme özelliği gösterirler. Talep edilen toplum hayatının her tarafını kuşatırlar. Bu nedenle toplum üyeleri bu yaşam alanında, beşeri zaaf ve hezeyanlann dışında, proplematik taleplerde bulunmazlar. Zira kültür bunun karşılığını tanımlamıştır. Birey ve kültürün bu uyumu yaşam alanında her türlü üretimi ve getirisini daha da etkinleştirmiştir. Kültürün bu altematifsizliği onu kuşatıcılık makamında güçlü göstermektedir.
Ancak gürültü etkenlerinden korunmuş bir kültürün sağlamlığı, aslında, kendi dimağındaki kavramlann genişliği kadardır. Alternatif kültürlerle yüzleşip hala aynı performansını sergileyemeyen kültürler, muanzlannın savlannı ve taleplerini tecrübe edememenin getirdiği bir sonuçla yüzleşmek durumundadır. Dolayısıyla karşılaştığı taleplere verdiği cevaplann ikna edebilirliği nispetinde, kendi tutarlılığını ve yapısını korumaya devam edecektir. Yani kendi kavramsal dünyasını karşı talepler gelmeden önce kemale erdirmiş bir kültür açısından bir performans kaybı olmayacaktır.
Diğer yandan kimlik tanımlama gibi bir süreci, ihtiyari veya gayri ihtiyari, mo- demist platform üzerinde tanımlamış bir kültürün izleyicilerinin, modemizmin yapısı gereği ortama sürekli şekilde saldığı, tenakuz içeren kavram dizgelerinin hepsini tecrübe etmeleri mümkün olmayacaktır.
Henüz münekkitleri ile karşılaşmamış bir kültür, sürecini kendi yapısını gereğince kurmanın şemsiyesi altında işletirken, muanzlan ile karşılaşırsa ne olur? Kültürler arasındaki ilişki burada önemlidir. Çünkü söz konusu kültür, âli bir konumda ise kavramsal gücü nispetinde cevap verecek; ortak bir zeminde buluşulamaz- sa bu durumda, muhatabıyla etkileşime kapalı, sadece mekanik, ilişkilere girecektir.
Münekkit kültür ile arasında eş seviyeli bir ilişki var ise, kavramsal gücüyle orantılı olarak cevap verecek, verilen cevaplann tatmin ediciliği oranında ondan bir şeyler alacak yada ona bir şeyler katacaktır.
Münekkit kültürün hakim olması durumunda yine karşı cevaplar hazırlanıp sunulacak, velâkin bu cevaplann tatmin gücüne inandırıcılığı noktasında kendisi bile zaafa düşecektir. Burada kendi cevaplanna güveniyorsa, ilişkiyi kesme ve tecrit olma sürecini başlatması da mümkündür. Lâkin aralanndaki ilişkiye izleyiciler muhtaçsa -ki bu ihtiyacı çoğu zaman ekonomik gerçekler oluşturur- karşı kültürden tecrit olma, kapılan kapatma mümkün olamayacaktır. Zaman zaman dozajı artan, zaman zaman iddiasını kaybeden cılız cevap verişler sürecektir. Bu da kültür izleyicilerinin kültür ile ilişkide olduktan kültürü kıyaslamalanna, hatta tabiisi olduklan kültürü sorgulamalanna yol açar.
Üyenin içerisinde var olduğu süreci sorgulayıp makul çözümler araması tabiidir. Ancak muanz kültürle yüzleşme zamanı gelmeden önceki hayatında, ait olduğu kültürü bütün olarak algılamadan, kamil olarak tecrübe edememenin doğuracağı netice hezeyan/buhrandan öte bir duruni değildir.
Kültür izleyicisinin muanz kültürle "seviyeli" ve "muhatablara insan olduğunu” 'çağrıştıran' bir ilişkiye girmesi; sosyal çevresini "medeniyetten bihaberi1, "kendini kapalı kutuya hapsetmiş", "yanlış yaşanmış zamanların insanlan gibi bir tanımlamaya iter. Bu süreç genellikle "perspektifi geniş" 'elitlerden müteşekkil' cemiyetler, demekler, iletişim gruplan gibi sivil toplum örgütlerine meyli üretir. Böylece bu sivil toplum örgütleri aracılığı ile geçmişin sığ dünyası kınlıp, kültürler arası bir tanışıklık köprüsü kurulmasına aracılık edilebilecek, "marjinallik"ten ve "zaafından" imtina edilerek "sosyalleşme" yönünde adım atılacak, hatta bu yapı aracılığı ile mevcut kültürler arenasında "güç" elde edilebilecektir.
Söz konusu durum "sosyalleşme krizi" şeklinde tanımlanabilir. Bu durum özetle öngördüğü dünya modeliyle yaşamak zorunda olduğu dünyanın uyumsuzluğu yada sahip olduğu medeni cesaret/kariyer ile kendisinden girmeyi hedeflediği sosyal ortamlarca talep edilen bazı davranış kalıplan ve vizyon uyumsuzluğu sonucu ortaya çıkar.
Kültürlerin münekkit kültürlerle ilişkilere girmesinden önce, sınırlannı koruma, kendi sürecini ve hedeflerini gütme vs. gibi bir çok parametreyi tanımlayıp sürdürüyor olması gerekmektedir. Ancak üyeleri bu süreci tam paylaşmadığı zaman, üye ile kültür arasına soğuk hava dalgası girecektir.
Üyenin bireyselleşip kendini sivil toplum örgütleri üzerinden tanımlaması, üyenin kültürle hesaplaşması olarak da görülebilir. Bir yönüyle bu durum, kendini kemiren kurt görünümü verse de, diğer taraftan, eğer yelkenler yakılmamışsa, bireyselleşen insanın hala çözüm arayışının ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Sosyalleşme krizine tutulmuş bireylerin mesnet noktalan "değişmeyen tek şey değişim", "kültür evrensel hâkimiyeti hedeflediğine göre, üretiminin de evrensel değerlerde/boyutta olması gerekir", "kültür üyeleri kariyerleri içinde en iyi olmakla mükelleftir”, "kendini muhataplanna ispatlayamayan kültürler yok olmaya mahkumdur", "değerler münekkitlerin diliyle ifade edilmelidir”, "21. Yüzyılda bedevi toplum hareketiyle varlık iddiasında bulunulamaz" gibi cümlelerde kendini bulan sloganik dizgelerdir. Bir veçhesiyle dünyevi nimetlerle yüzleşmenin meşruluğu doğrultusunda üretilmiş aksiyomlar gibi görünen bu çıkış noktalan, tümden ge- limci bir sürecin beklenen davranış kalıplarını üretmek yerine, vanlması arzulanan tüm için başlangıç noktası üretme özelliği taşımaktadır. Çünkü yukanda da ifade edildiği gibi kültür gerek kendi iç döngüsü ve gerekse kendinden olmayanlarla üyelerinin ilişkilerinin ne şekilde olması gerektiğini tanımlamakla mükelleftir. Üyenin, bu tanımlara vakıf olmadan sürece intibak edip, daha sonra bu tür kınlıma noktalanndan geçmesi durumunda kapıldığı vehimler katma değerden yoksun bireyselleşme süreci üretecektir.
Bu şekildeki bir süreçle "sosyalleşme krizi" menşeli sivil toplum örgütleri tipi oluşumlar kuruculannı aşıp evrim göstermezlerse atıllaşmaya mahkumdur. Atıllaşma evresinden sonra üyeler artık toplumsal iddialanndan vazgeçmiş, beklenen klişeleşmiş davranış kalıplannın dışında katılımdan yoksun dünyevileşmiş bireyler olacaktır. Artık kültür çözülmüş durumdadır.
Üyeleri arasında aşkın cemiyetsel bağlan kalmamış toplumlann evrensel iddi- alan da kalmaz, dünyayı sadece izlerler ve hatta kendisi de çözülmeye başlar. Evrensel taleplerden çözülmüş yalnız bireylere uzanan bir süreçtir bu. Diğer yandan üyeleriyle karşılıklı ve tam bir sözbirliğine ulaşmış kültürler süreğenliğini korurlar. Zaten üyeleri daha az kınlıma noktalanndan geçen toplumlann bu aşama- lan daha az performans kaybıyla geçmeleri doğal bir sonuç olacaktır.
Sivil toplum örgütleri içerikleriyle örtüşen davranış kalıplan da gerek tanımlı oluşumlar olarak, gerekse tanımlanmaksam ama amelleşen tezahürlerle toplum hayatında yaşam bulacaktır. Yukanda bazılan zikredilen sloganik dizgeler ise altının çizilmesine gerek kalmadan ama neticeleri uygulamada görülen birer durum olacaktır.