Metin Çelebi
İnsan, hayatta kaldığı müddetçe konuşmak zorundadır. Bazıları, konuşmalarını gayet itinalı, konuşma esnasında dikkat edilmesi gereken her ayrıntıya uyarak yaparken bazıları da, asla akıllı bir ferde yakışmayacak, hatta kendi şahsiyetini rencide edecek, nerede nasıl ve ne konuşacağını bilmeden uluorta kelimeler sarf etmektedirler. Halbuki konuşmanın da bir usulü, kaide ve kuralları vardır. Her yerde, her doğru ve yanlışı dillendirmek doğru olmayabileceği gibi, yine her yerde, suskun kalmakta yanlış olabilecektir. İnsanın ağzından çıkan herhangi bir söz onun akıl, ahlak ve bilgi seviyesine delalet eder. Bu, fert bazında böyle olduğu gibi toplumsal oluşumlarda da onların, genel seviye ve vurgulama nispet etmesi bakımından böyledir.
Bu nedenle, özellikle söz söylediğinde ağzına bakılan, konuşması ve susması ayrıntılarıyla dikkate alınan kimsenin veya "konuştuğum ve konuşmam gerekirken sessiz kaldığım her şeyden hesaba çekileceğim" diye ahiret endişesi taşıyan her bir ferdin, bu alanda mutlaka yeterli ve hassas olmaları gerekmektedir.
İnsan, diline sahip ve hakim olmalıdır. Kendisini ilgilendirmeyen hususlara girmemeli ve sorumlu bulunmadığı alanlara atılmamalıdır. "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususlar terketmesi kamil imanın şanındandır." (Tirmizi).
Eğer dertler, meseleler bir kelimeyle izah edilebiliyorsa İkincisi fuzulidir. Haram olmasa bile zemmedilmiştir. Çünkü konuşma çoğaldıkça hem meselelerin hikmeti yitirilebilir, hem de aşın abartılı ve haram olabilecek alanlara kayılabilinir ki, bu da maksadın heba olmasına sebebiyet verebilir.
İbrahim Et-Teymi: "Mü'min konuşmak istediği zaman düşünür, eğer lehinde ise konuşur, aksi takdirde susan facir ise ancak onun dili peşi peşinedir." Yani konuşması zincirleme gider.
Müslüman, fuzuli konuşmalardan uzak durduğu müddetçe Allah (cc) katında güzel mevkiler kazanır. Düşünce ve konuşma arasında irtibat ve denge sağlayamayan, söyleyeceklerinin neneye varacağını hesaplayamayan lakırtı/takırtı sahibi insanlar, ahiretlerinin mahvolmasını kendi ağızlarıyla sağlamış olurlar. "Kimin şamatası çok olursa, hatası da o kadar çok olur." sözü, bu manada anlamlıdır ve yerli yerindedir.
Boş lakırtılar, aynı zamanda kişinin ağırlığını da ortadan kaldıracaktır. Sözüne değer verilmeyen, alelade birisi olarak algılanmasına sebep olacaktır. Efendimizin şu sözleri, bu manada güzel bir örnektin "Kişinin kalbi sağlam olmayınca, imanı da sağlam olmaz. Dili sağlam olmadan kalbide müstekil olmaz."
Fuzuli konuşan insanların, konuşma esnasında batıla dalmadan (günahlar hakkında konuşmaya) konuşmalarını sonlandırmaları da çok zordur. Yaptıkları konuşmaları, esprileri, şakalan kadınlar, zenginler, bazı merasimler, birtakım ilişkiler ve bunların gayri ahlaki yaşantılarına sondaj atmalar olmadan sonlandırmaları neredeyse imkansızlaşır. Bu tür konuşmalara, çoğunlukla tehlikesi sezilmeden başlanır. Ve, fark edildiğinde ciddi önlemler alınmazsa, artık ahlak haline gelmiş sayılır ki, insanın ahiretinin hebasına sebep olabilir.
Rabbimiz'in (cc): “Batıla dalanlarla beraber biz de dalar giderdik" (74/45) ayetinde ve Rasulullah'ın (sav): "İnsanların hata bakımından kıyamet gününde en büyükleri, en fazla batıla dalanlarıdır.” sözlerinde buna işaret edilmiştir.
Bu nedenle düşünmeden sarfedilen her bir söz, sahibinin ayağının kaymasında büyük pay sahibi olacaktır. Ebu Hureyre (ra)'ın şu veciz ifadesi bunu güzel izah eden
"Muhakkak kişi bir kelime söyler ve onu mühimsemez. Halbuki o kelimeden ötürü cehenneme yuvarlanır. Ve yine kişi bir kelime söyler. Bu kelimeyi büyütmez (halbuki) Cenab-ı Hak o kelimeden ötürü onu cennetin yüce mertebelerine yükseltir."
Ibn-i Mes'ud'dan (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (as): "Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler helak oldular.-" buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.
Hadisin metninde bu, "Helekel mutannıtun" olarak geçer. Mütannitun tabirinin anlamı oldukça kapsamlıdır. Özetle şu söylenebilir Ağzına ve aklına gelen her şeyi, önünü ardını düşünmeden konuşan ve sorumluluk hissetmeyenler, kendilerini ilgilendirmeyen konulara girenler, bilmedikleri konuda söz söyleyenler, insanlara karşı büyüklük taslamak için lügat paralamaya kalkan ve güzel konuşuyor dedirtmek için yabancı kelime ve terimleri kullananlar, tabii konuşma şeklini değiştirerek boğazını ve gırtlağını zorlamak suretiyle sesine başka şekil ve tonlar verenler ve bütün bunlan insanlara karşı gösteriş olarak yapanlar.
Bu manada diğer bir hadisi de burada zikredebiliriz: "İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler, güzel ahlak sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişine laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir."
Dili, kuralına göre güzelce konuşmakla, yapmacık konuşmayı birbirinden ayırmak gerekir. Güzel konuşma her şeyden önce muhatabın anlayabildiği, konunun mümkün mertebe eksiksiz ortaya konulduğu, konuşulan dilin kurallarına dikkat edilerek edep ve ahlak kurallarına uygun yapılan konuşmalardır. Bu, yasaklanmamış bilakis teşvik edilmiş "Güzel söz sadakadır." (hadis) buyurularak, söz söylemede güzelliğe vurgu yapılmış ve teşvik edilmiştir.
Bazı kişiler, çenelerinin kuvvetli olmasını fırsat bilerek ve bu güçlerine sığınarak bulundukları her türlü ortamlarda alim-cahil demeden herkesle nizaya/çekiş- meye kalkışırlar. Hayatları boyunca edindikleri birkaç tecrübeyi, okudukları birkaç kitabı veya dinledikleri birkaç sözü dinleneni mesned kabul ederek, tüm doğruların dedikleri gibi olacağı zannıyla fütursuzca/edepsizce hareket ederler. Böyleler, dinde söz sahibi olsalar, dinin tüm güzelliklerini tersine çevirip, heybetini de yok ederler. Bu kişilerin arzulan sadece laf kalabalığı ve kendilerini ispat olduğu için hiçbir hudud/sınır da tanımazlar, övünme ve gevezelik peşinde olduklarından, mana ve içtenlikten daha ziyade kelime süsüne önem verirler. Tartışmaların, delil, araştırma ve ilmi çalışmalarla hiçbir alakası yoktur. Bu tür ilmi bir dayanağı olmayan, ortalığın kızıştığı ve midelerden sallama konuşmaların yapıldığı ortamlarda çok çetin sonuçlar da doğabilir. Timnizi'de zikredilen bir hadis de Efendimiz (sav), tartışmaların oluşturacağı yıkımın korkunçluğunu şöyle haber veriyor
"Hidayet üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden delalete düşmez."
Yine birçok sahabeden rivayet edilen şu hadiste de Efendimiz (sav)'in, dini konularda tartışan Müslümanlara ne kadar öfkelendiğini ve onları bundan şiddetle men edişini görüyoruz:
"Biz dini konuların birinde tartışırken Rasulullah (sav) çıka geldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi:
"-Ey ümmeti Muhammedi Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmaları yok etmiştir. Tartışmalar terkedin. Çünkü onda hayır yoktur. Tartışmayı terkedin, çünkü mümin tartışmaz. Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem "
Müspet sonuçların çıkmayacağı, her iki tarafa da yarar sağlamayacağı belli olan atışmalardan ısrarla kaçınmak gerekmektedir. Bu tür ortamlarda şeytan, ısınan havadan yararlanarak her iki tarafı daha da gerginleştirecek, dillerini birbirlerine karşı öldürücü bir silah gibi kullandırtacaktır. Bu tür tartışmalarda haklı olduğunu bildiği halde, atışmayı bırakıp geri çekilen kimseye, cennetin ortasında bir köşk va’d edilmektedir
"Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin yan kısmında bir ev verilir. Kim haklı olduğu halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir. Kim de ahlakını düzeltirse cennetin en üst yerinde kendisine bir ev verilir." (Ebu Davud)
Bütün bunlardan sonra sonuç olarak şu söylenebilir
İnsanlar kırmanın, incitmenin, yaralamanın, kötü söz söylemenin, sövmenin failine kazandıracağı hiçbir kar payı yoktur. Hayattayken yaptığımız zerre miktar hayırdan da, şerden de hesaba çekileceğimiz o dehşetli günde, bizi hesabın çetinliğinden kurtaracak, terazinin kar kefesinde ağırlık oluşturacak söz ve davranış biçimleri geliştirmemiz ve bunlar pratikleştirmemiz gerekiyor. İstisnaları olmakla beraber şahsımıza yapılan saldırıların çoğunda bile "haydi yoluna git, ben senden uzağım" olgunluğuyla hareket etmek gerekiyor. Bırakalım basit insanlar, kendilerine layık olan basitliklerle uğraşsınlar.
"İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver; bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir." (41/34) Şahsa yapılan kötülüğe iyilikle, hem de en güzel iyilikle karşılık vermek..
Her konuşmada hayrı, güzellikleri, cenneti, cemalullahı ve yüreklendirici şeyleri konuşmak gerekiyor. Güzel ve tatlı bir söz, dost- düşman herkesçe hoş kabul görüp, sempati oluşturur. Kırgınlıkları yok edip muhabbetlerin ziyadesine sebep olur.
Düşmanlarla da güzel konuşmak adavet ateşini söndürür ve en azından düşmanlığın artmasına, şerrin yayılmasına engel olur. Bu incelik ve medenilik hiçbir zaman yitirilmemeli ve 'hesap' şuuruyla akıllıca hareket edilmelidir. Çünkü dünyada sadece ve sadece bir defa bulunuyoruz.
Anlamsız konuşmalardan uzak durmanın zorunluluğu kadar anlamsız suskunluğunda hesabının ağır olduğunu asla unutmamak ve arada ki dengeyi iyi sağlamak gerekiyor.
Ebu Said (ra) anlatıyor "Rasulullah (sav) bir gün: "Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin" buyurmuştu. Yanındakiler "Ey Allah'ın rasulü! Bizden biri nefsini nasıl tahkir eder?" diye sordular. "Bir kimse öyle bir şey görür ki. onunla ilgili bir şey söylemesi Allah'ın onun üzerinde bir hakkıdır. Fakat o bu hususta konuşmaz. (Yani insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur) Allah teala hazretleri de kıyamet günü ona: "Şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?" diye hesaba çeker. Adam: "Konuşmamı halk korkusu engelledi" der. Allah Teala da: "Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın" der. Düşünelim! Acaba biz kendimizi tahkir ediyor muyuz ve konuştuklarımızın ne kadarı nitelikli?.. "-Ey ümmeti Muhammedi Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmaları yok etmiştir. Tartışmalar terkedin. Çünkü onda hayır yoktur. Tartışmayı terkedin, çünkü mümin tartışmaz. Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter. Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem "
Müspet sonuçların çıkmayacağı, her iki tarafa da yarar sağlamayacağı belli olan atışmalardan ısrarla kaçınmak gerekmektedir. Bu tür ortamlarda şeytan, ısınan havadan yararlanarak her iki tarafı daha da gerginleştirecek, dillerini birbirlerine karşı öldürücü bir silah gibi kullandırtacaktır. Bu tür tartışmalarda haklı olduğunu bildiği halde, atışmayı bırakıp geri çekilen kimseye, cennetin ortasında bir köşk va’d edilmektedir
"Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin yan kısmında bir ev verilir. Kim haklı olduğu halde mücadeleyi terk ederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir. Kim de ahlakını düzeltirse cennetin en üst yerinde kendisine bir ev verilir." (Ebu Davud)
Bütün bunlardan sonra sonuç olarak şu söylenebilir
İnsanlar kırmanın, incitmenin, yaralamanın, kötü söz söylemenin, sövmenin failine kazandıracağı hiçbir kar payı yoktur. Hayattayken yaptığımız zerre miktar hayırdan da, şerden de hesaba çekileceğimiz o dehşetli günde, bizi hesabın çetinliğinden kurtaracak, terazinin kar kefesinde ağırlık oluşturacak söz ve davranış biçimleri geliştirmemiz ve bunlar pratikleştirmemiz gerekiyor. İstisnaları olmakla beraber şahsımıza yapılan saldırıların çoğunda bile "haydi yoluna git, ben senden uzağım" olgunluğuyla hareket etmek gerekiyor. Bırakalım basit insanlar, kendilerine layık olan basitliklerle uğraşsınlar.
"İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver; bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir." (41/34) Şahsa yapılan kötülüğe iyilikle, hem de en güzel iyilikle karşılık vermek..
Her konuşmada hayrı, güzellikleri, cenneti, cemalullahı ve yüreklendirici şeyleri konuşmak gerekiyor. Güzel ve tatlı bir söz, dost- düşman herkesçe hoş kabul görüp, sempati oluşturur. Kırgınlıkları yok edip muhabbetlerin ziyadesine sebep olur.
Düşmanlarla da güzel konuşmak adavet ateşini söndürür ve en azından düşmanlığın artmasına, şerrin yayılmasına engel olur. Bu incelik ve medenilik hiçbir zaman yitirilmemeli ve 'hesap' şuuruyla akıllıca hareket edilmelidir. Çünkü dünyada
sadece ve sadece bir defa bulunuyoruz.
Anlamsız konuşmalardan uzak durmanın zorunluluğu kadar anlamsız suskunluğunda hesabının ağır olduğunu asla unutmamak ve arada ki dengeyi iyi sağlamak gerekiyor.
Ebu Said (ra) anlatıyor "Rasulullah (sav) bir gün: "Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin" buyurmuştu. Yanındakiler "Ey Allah'ın rasulü! Bizden biri nefsini nasıl tahkir eder?" diye sordular. "Bir kimse öyle bir şey görür ki. onunla ilgili bir şey söylemesi Allah'ın onun üzerinde bir hakkıdır. Fakat o bu hususta konuşmaz. (Yani insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur) Allah teala hazretleri de kıyamet günü ona: "Şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?" diye hesaba çeker. Adam: "Konuşmamı halk korkusu engelledi" der. Allah Teala da: "Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın" der. Düşünelim! Acaba biz kendimizi tahkir ediyor muyuz ve konuştuklarımızın ne kadarı nitelikli?..