Metin Çelebi
Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli, bir nobran (kaba, kinci, sert) olsaydın, elbette etrafından dağılmış, gitmişlerdi.. (Al-i İmran 159)
Bizleri İslam fıtratı üzerine yaratan, Müslüman olarak yaşatan ve sadece Müslüman olarak ruhumuzu almasını dilediğimiz, bütün güzel sıfatlarla muttasıf çirkin sıfatlardan beri olan yüce Rabbimize hamd, onun 'Şüphesiz ki sen büyük bir ahlak üzerindesin.' diye övdüğü, alemlere rahmet olarak gönderdiği, yolunda sebatla yürümeye çalıştığımız sevgili Peygamberimize salat ve selam ederek yazımıza başlarız.
Değerli dostlar,
"Hatırlat! Şüphesiz ki hatırlatmak, ancak müminlere fayda verir." ilahi emri doğrultusunda gücümüz nispetince hatırlatmak, uyarmak ve nasihatleşmek bizden, faydalandırmak yüce Rabbimizdendir,
Ahlakın önemi
Vahyi dışlamış olan günümüz dünyasının çözüm bulamadığı, içinden çıkamadığı en büyük problemlerden bir tanesi ve en önemlisi ahlaki çöküştür. Bugün dünyanın siyasi, iktisadi, teknolojik ve insan başına düşen gelir seviyesinin zirveye ulaştığı ülkelere baktığımızda intihar, eroin, ırza tecavüz, hırsızlık, gasp ve adam öldürme gibi insani erdemlilikle bağdaşmayan fahiş vakıalarla çalkalandığını müşahede etmekteyiz. Dünyanın herhangi bir ucundan anında görüntü ve sesin alınabildiği, uzayda yolculukların yapılabildiği böyle bir çağda hala Lut kavminin livatalığı, Israiloğullarının dönekliği, müşriklerin kendi öz kızlarını diri diri toprağa gömme vakıaları yaşanıyorsa bunların temelinde insanlık tarihi boyunca değişmeyen bir şeyleri aramak gerekmektedir ki o da; ahlaki erozyondur.
Bugün içinde yaşadığımız şu topluma baktığımızda, bırakın ahlaki söz ve davranışları, kelime olarak bile bunların insanların beyinlerinden silindiğini görüyoruz. Gerçi insanımızı bu hale getiren şehevi duyguların zirveye çıktığı 17, 18 yaşındaki genç erkek ve kızlara aynı ortamda cinsel eğitim dersi veren bir eğitim sistemimiz(!) varken bunları çok görmemek gerekebilir, ama bundan daha fazlasıyla aileler sorumludurlar bu rezilliklerden. Çünkü tv'lerde oynatılan pornografik filmleri hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan çoluk çocuklarıyla beraber kahkahalarla seyrettiler. Kızlarının mini eteğini, flörtünü, oğullarının içki, kumar ve zinasını "yeni çağın gencidir" diyerek örttüler. Bütün bunlardan sonra kendi hanımını başka erkeklerin arasına atıp da, onları kameraya alıp şantaj yapanları, yol ortalarında çırılçıplak soyunup kendilerini pazarlayan travestileri vb. protesto edip kınayacak namus ve cesaretleri kalmadı. Görmezlikten gelemeyeceğimiz bir gerçek de şu ki, bu hayasızlıklar ve ahlaksızlıklar sadece belirli kesimlerle sınırlı değil. Toplumun her kesiminde de kendi çaplarına ve hayata bakışlarına göre değişik ahlaki kokuşmanın varlığı da acı bir gerçek ve gerçeğimizdir.
Bugün Müslümanlar olarak bizim de yaratıldığımız amaca, gayeye ve kilitlendiğimiz hedefe ulaşamamamızın birinci nedeni kendimizden başka hiçbir şey değildir. Biz (Müslümanlar) imanımızla, amelimizle, doğruluğumuzla, güler yüzlülüğümüzle sevgimizle, emanetlere riayet edişimizle, çalışkanlığımızla kısacası İslami edep ve ahlakımızı kuşanıp örnek şahsiyetler olamayışımızla rabbimizin istediği manada bir kul olamıyoruz. Bu nedenle toplumumuzdaki insanların Müslümanlara bakışı da maalesef pek iç açıcı bir durumda olamıyor. Kara suratlı, insanlar tepeden bakan, yalancı, hain, kadın düşkünü, üçkâğıtçı, ukala vb. itici ve olumsuz gözlerle bakılıyor. Onlara bu bakış açısını kazandıran da kendimiz olduğunu düşünüyorum. Bu hep böyle mi gidecek? Kara bulutlar üzerimizden hiç eksik olmayacak mı? Olumsuz görüntülerimizden ne zaman kurtulacağız? Cevabı gayet basit: Biz ne zaman Allah'ın vahyini kuşanır, iman-amel-ahlak bütünlüğünü oluşturup yürüyen Kuran olgunluğuyla, Allah Resulünün müşrikler tarafından bile "el-Emin" (güvenilir insan) olarak tanımlandığı konuma gelebilirsek işte o zaman toplumun bakışı değişecek, insanlar bizimle huzur bulacak, Allah rahmet kapılarını açıp melekleriyle bizi destekleyecek ve felaketler yumağı haline gelen dünya sükunete erecektir.
Allah Resulünün doğumundan ölümüne kadar olan hayatına baktığımızda tebliğ ve tebliğin kabulünde ahlaki donanıma sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Henüz resul olmamışken herkes tarafından el-emin sıfatıyla tavsif edilmiştir.
Haceru l-esvet taşının yerine konulmasında olduğu gibi başka bir takım vakıalarda da inanan inanmayan her kesimden insan onu hakem tayin etmiş ve kararına severek tabı olmuşlardır. İnsanları bir araya toplayıp da "Ben size şu dağın arkasından bir takım süvariler geliyor, desem bana inanır mısınız?” dediğinde: "Vallahi senin yalanını hiç görmedik, elbette inanırız." demişlerdi. Ezilen sömürülen, hakları gaspedilenlerin haklarını korumak için Hılfu'l-fudul (Erdemliler Komitesi) da yer almıştır. Onun bu üstün ahlakı herkes tarafından övülmüş, takdir edilmiş ve İslam'ın yayılışında en büyük etkenlerden biri olmuştur.
Ahlaki donanımlar için kanunlar yeterli olamaz.
insanların eğitimi, zararsız, olgun, şahsiyetli fertler yetiştirme faaliyetleri ve toplumu tanzim işi sadece kanunlara bırakılamaz. Çünkü kanunlar bu tür görevlerini maksimum derecede düzene koyabilirler. Zaten bu sınır da aşıldığında toplumda anarşi ve terör başlamış demektir.
insanların şerrinden korunmak, yalana-dolana, birtakım dümenler çevirmesine engel olabilmek ve doğru sözlü yapabilmek için herkesin başına polis ya da bekçi dikilebilir mi? Elbette ki hayır! O halde insanları belirli bir nizamda yaşatabilmek, hırsızlığı, tecavüzü, aldatmayı, yalanı en asgari seviyeye indirebilmek için kanunlarla beraber, hatta öncelikli olarak ahlaki donanımları ihtiyaç vardır. Çünkü bir toplumun hukuk kurallarıyla tanzim edilmesi, toplumun sağlığı bakımından ahlakın öğretilerine göre çok başarılı olmayabilir. Hukuk kuralları gücünü siyasi hegemonyanın kullandığı cebir(zor)dan alır ve toplumun tamamının tabi olduğu asgari bir yürürlülük (norm) sistemi haline getirir. Oysa ahlak kuralları evrensel hakikatleri nedeniyle cebri olmayan ve toplumlara göre değişmeyen daha çok içsel nitelikte değerlerdir. Örneğin bir hukuk kuralı "Anne babana öf bile deme, onlara şefkat kanatlarını indir." demez ama bu değer ahlak kuralı tarafından şiddetle tavsiye edilmiştir.
Toplumları ayakta tutan ruh, ahlaktır.
İnsan ve toplum fıtratlarında olan sevgi, saygı, kardeşlik, dayanışma, adalet, hak hukuka riayet, fedakârlık gibi müspet niteliklerini kaybettikleri anda bitkisel hayata girer ve yok olurlar. Çünkü bunlar toplumları ayakta tutun temel dinamiklerdir. Cemiyetler bunlarla ruh kazanır, bunlarsız ruhlarını kaybederler ve kuru yığınlar haline gelirler. Emevilerin. Abbasilerin ve 600 yıllık Osmanlı Devletinin yıkılış sebeplerine bakıldığında ahlakı çöküntünün en büyük sebep olduğu görülecektir.
Diğer bir noktadan bakılırsa, bir toplumun ahlaktan uzaklaşmasının o toplumu getirdiği çok büyük bedeller de görülecektir. Örneğin 1997 Türkiye'si için 565 ceza evinde yatan yaklaşık 50 bin mahkûm için harcanan 20 trilyon, toplam 40.612 kişiye istihdam hakkı sağlıyor. Bunun anlamı şu: Ekonomik temelli suçlar işleyen insanlara harcanan para o insanların bu suçları işlememesi için daha en başta sosyal yardım, dayanışma vs gibi programlar dahilinde verilebilseydi her sene 40 bin dolayında kişi geçimliliğin tadını alıp suçtan uzak yaşayacaktı.
İman Ahlak bütünlüğü
Tarihe bakıldığında peygamberlerin ancak şirkin, zulmün, adaletsizliğin, fesadın, hayasızlığın ve ahlaki çöküntünün ayyuka çıktığı zamanlarda gönderildiği görülecektir. Bütün rasüllerin gönderiliş gayeleri sadece Allah'a kul olmaya davet, pratik hayatta ahlakı bir yaşantıya davet olmuştur. Bu çağrıya kulak vermiş olan her Müslümanda da iman-ahlak bütünleşmesinin bizzat pratiği görülecektir. Çünkü Allah'a imanın esen ahlakı davranışlar şeklinde ortaya çıkar. Yani bütün ibadetlerdeki gaye insanın söz, fiil ve davranışlarının güzelleşmesidir.
İman ahlak ilişkisi et ile kemik, ruh ile beden gibidir. Bir bütündür. Diyebiliriz ki peygamberin hedefi; ahlakı hayata geçirerek (eti kemiğe kavuşturarak) yürüyüşe geçirmesi (insanın yürüyen ahlaka dönüşmesi) dir. Aişe (r.a.)'den rivayet edilen bir hadise göre Hişamoğlu Sa’d Hz. Aişe’ye Rasulullah'ın ahlakını sormuş, o da "Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzerindesin."(Kalem 4)ayetini okuyarak "işte Rasulullah’ın ahlakı Kurandı." demiştir. Kuran müminin ibadetiyle toplumsal ilişki ve kuralları aynı akide sistemine bağladı, indirilen ayetler örneğin namazdan bahsettiğinde hemen akabinde zekatı verme, boş şeylerden uzak durma, ırzları koruma, emanet ve ahitlere riayet etme(23/l l)gibi toplumsal fiillerin zorunluluğunu da vurguladı. Namazını dosdoğru kılan bir kul, kesinlikle kötü ve iğrenç fiillerden uzak dururdu, iman ahlak birbiri içinde o derece kilitlenmişti ve amellerde vahdet kazanmıştı ki kat’iyyen din dünya ayrımı, iman yaşantı farklılığı görülemiyordu. İman eden, namaz kılan bir müminden yalan söylemesi, insanları aldatması, zulmetmesi, zina etmesi gibi çirkin ve şeytani davranışlar sadır olamazdı. Allah Rasulü (sav): “Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz." buyurdu. "Kim ya Rasulallah?” denildi. "Komşusunun şerrinden emin olmadığı kimse." buyurdu. Anlaşılıyor ki sağlam bir iman, verimli bir toprağa iyice kök salmış, nüfuz etmiş, sağlam gövdeli, bol dallı, gölgesinden, meyvesinden ve varlığından herkesin nasiplendiği, dik duruşlu bir ağaca benzer. Kişinin inancı da ne kadar içten, sağlam, köklü ve kuvvetli ise o derece dışa yansıma, salih amel, güzel ahlak ve İslami şahsiyet olarak kendini gösterecektir. Herkes onun özünden, sözünden hal ve hareketlerinden mutlaka menfaatlenecektir. Aksi takdirde kimseye faydası dokunmayan kuru, yapraksız, cılız bir ağaç misali olacaktır.
Rabbim ayaklarımızı kendi yolunda sabit kılsın. Mü’minlere karşı yumuşak huy, güler yüz ve tatlı sözümüzü, kafirlere karşı kuvvetimizi ve sertliğimizi eksik etmesin.
Faydalanılan Kaynaklar:
1- Ahlak Ayaklanması - Haluk Burhan
Müslümanın Ahlakı - Muhammed Gazali