İsmail Yılmaz
İnsanlığa vahiy meşalesiyle ilahi nur bahşeden yüce Allah'a sonsuz hamd ve senalar, vahyin aydınlığında insanlığa fiili rehberlik ve önderlik yapmış bütün peygamberlere ve özellikle Resulullah Muhammed (sav),’e ailesi ve ashabına ve gerçek varislerine salat ve selam olsun.
İnsanlıkla birlikte var olagelen din özde değişiklik arz etmeden ve fakat insanlığın ibtidaı kemalden nihai kemale doğru geçirdiği tekamül sürecine paralel olarak şeriat boyutunda bazı değişiklikler arz etmiş ve nihayet insanlığın artık kendi yollarında kendi başlarına yol alabilecekleri seviyeye ulaşmış olmalar gerekçesiyle hazır vahiy dönemi Resulullah Muhammed (sav) ile son bulmuştur. Bundan böyle insanlık vahyin ışığında, belirlenen yolda gösterilen hedefe kendi gayretiyle ulaşmak zorundadır.
Resulullah bunun için gerekli olan her türlü ilahı alt yapıyı hazırlamış bulunmaktadır. Yol belirlenmiş ilke ve esaslar konulmuş, hedef tayin edilmiş, tutulan yolun Hakka götüren tek yol olduğu fiilen gösterilmiştir. Bizim de aynı hedefe varmamız onun yolunda ilerlemekle, izinden ayrılmamakla gerçekleşecektir.
Peygamberimiz, Allah’ın beşere lütfettiği en büyük mucizesidir. O, mukaddes bir anahtardır, bütün kainatın ve onun özü olan insanın varlık sırrını çözen her zemin ve zamanda, insan cemiyetine ideal huzurun nizamını açıklayan ilahi kitabın mana hâzinesine o anahtarla girilir.
O bir kitaptır. Allah’a kul olmak isteyenler o kitabın hayat sayfalarından gözlerini ayırmamak borcundadırlar. Onu tanıyamamak. Allah'ın en büyük nimetine küfran manası taşır. Onu tanıyanın mesut olamadığı tek an. ya tanıyışının ya da aşkının eksik olduğu andır.
Bir peygambere fiilen itaatsizlik etmek şöyle dursun bin sadece onun emrine kaşı gelmeyi aklından bile geçirse onun imanı silinmiş olur. “Vallahi aralarındaki anlaşmazlığı gidermek hususunda seni hakem kabul etmedikçe ve verdiğin karan canlarını sıkmadan kabul etmedikçe onlar mümin sayılmayacaklardır.” Bu itaatsizliğin sonucu hüsran ve ümitsizliktir.
“Küfretmiş ve peygamberin emirlerine karşı gelmiş olanlar kıyamet günü öylesine bir güçlük ve felaketle karşı karşıya bulacaklardır ki kendilerinin; yerle bir"
Peygambere tam itaat ve teslimiyet, din ve imanın esaslarındandır. Bir insanın hidayet bulması ancak peygambere itaat ile mümkündür. Peygamberlerin sözlerini dinlemeyen, onun hayatını örnek almayan bir kişi ne dünyada ne de ahirette felah bulamaz. Yüce Allah kitabında şöyle buyurmaktadır "Allah'a ve resule itaat ediniz. Umulur ki merhamet olunursunuz." (Al-lmran 132) "Kim resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa 80) "De ki: Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Al-i imran 31)
Bunun gibi birçok ayet ve hadis, bize Resulullah'a tabi olmamızı ve ona bütün benliğimizle itaat etmemizi emretmektedir. Çünkü o bizim imamımız, önderimiz, dünya ve ahirette saadete kavuşmamıza vesile olandır.
Diğer peygamberler gibi Hz. Peygamber (sav)'in de bütün hayatı Müslümanlar için güzel bir örnektir. Onun hayatını örnek almamızda en ufak bir istisna, kısıtlama veya sınırlama yoktur. Bütün hayatı mutlaka takip edilmesi gereken bir örnektir. Kur’an-ı Kerim bunu emretmektedir. Hadislerin telkini de bu yöndedir. Demek ki Hz. Peygamberi kim ne kadar çok sever, ona ne kadar çok itaat eder, onun örneğine ne kadar çok uyarsa Allah katında o kadar makbuldür.
Allah Resulünün görevi insanlar arasında hükmetmek, müminlerin görevi ise ona tabı olmaktır. Sevgi ve itaat beraber düşünülmelidir. Çünkü müminler için nefisleri dahil o her şeyden daha evladır. O, bir işte hüküm verince müminlerin, tereddütsüz işittik ve itaat ettik, demeleri gerekir. Öyleyse Allah Resulünü sevmek demek ona bağlı olmak, onun izinden yürümek ve ona itaat etmek demektir. Bunu başaran insanlar onu sevdiğini rahatlıkla söyleyebilirler. Yoksa kişi ona bazı methiyeler yazmakla, ona yılda birkaç kez mevlit okutmakla, onun gibi giyinmekle ona sevgi beslediğini iddia etmemelidir. Şekil ve dış görünümle hatta zaman zaman ona salavat getirmekle de sevgimizi ispatlayandayız. Ravzay-ı Mutahhara’yı aşkla şevkle ziyaret edip gözyaşı dökse de eğer onun izinde değilse kişi, onu sevdiğini söyleyemez. Onu sevmek, imanda, ibadette, hukukta, siyasette, ahlakta ve kısaca hayatın tüm boyutlarında ona uymakla ve onun izinde yürümekle mümkündür.
Öyle kişiler görürsünüz ki namaz kılmazlar, zekat vermezler, müminlerle beraber olmazlar ve kafirlerden vazgeçmezler... Sırası gelince Resulullah'ı sevdiklerim ispatlamak için onun doğum yılını kutlamak amacıyla mevlit okutup günahlarını döktüklerini düşünürler. Yine Resulullah'ı sevdiklerini öne süren insanlar görürüz ki onun sünnetinin gerilerde kaldığını ve artık insanlara yön vermekten uzak olduğunu savunur dururlar.
Bu tür örnekleri artırmanın da çok fazla faydası olmayacaktır. Burada şu ayeti hatırlatmakta fayda görüyorum: “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun, işte o zaman da Allah sizi sever ve günahlarınızı bağışlar." (Al-i İmran 31) Demek ki Allah'ı seven Resule tabi olmalı. Resulü seven de yine Resule tabi olmalıdır. Başka hiçbir izahı olamaz.
Resulullah’ı sevmenin farz olduğu ve bu sevgi yolunun da mutlaka ona bağlılıktan geçtiğini belirttikten sonra şimdi de bağlılık ve onun izinden gitmenin ne olduğunu açmaya çalışalım.
Resulullah’a bağlılık, onun sünnetine bağlılıktır. Onun sünnetine bağlılık da Kurana bağlılıktır. Öyle ise Resulullah, Kur'an'ı nasıl anlamış ve nasıl yaşamış ise bizim de öyle anlayıp öyle yaşamamız gerekir. Hz. Aişe'den Resulün ahlakı sorulunca, onun ahlakı Kur'an’dı, demiştir.
Kur’an-ı Kerim “Allah iyilik edenleri sever." derken Resulullah'ın herkesten çok iyilik ettiğini görmekteyiz. Allah; sabredenleri, muttakileri, hatalardan tevbe edenleri ve temiz olmaya çalışanları, kendisine tevekkül edenleri sevdiğini ifade edince Resulullah'ın yine herkesten fazla sabır gösterdiğini, herkesten fazla tevbe ve istiğfar ettiğim göreceğiz. Yanı Allah resulünü adalet yönünden, insan haklarına saygılı olma yönünden, insanlara şefkat ve merhamet yönünden, mazlumları, yoksul ve düşkünleri koruma yönünden, Allah'ın sonsuz nimetlerine şükür gösterme ve ona ibadet ve itaatte bulunma yönünden tanımak ve ona göre itaat etmek zorundayız.
Diğer taraftan onun kötü amellerden nasıl kaçtığını, ahlak bozukluğuna sahip fesatçılardan nasıl nefret ettiğini, haddi aşanları, zalimleri, hainleri, kibirli ve gururluları, hilekarları. kendini beğenenleri ve böbürlenenleri, nankör ve günah ehlini, Allah'ın nimetlerine şükretmeyip inkar edenleri, fasık ve münafıkları asla sevmediğini bilmek ve ona göre davranmak zorundayız. Kısacası Resulullah’ı Kuranla tanımak gerekir. Hiç kimse onun Kurana muhalif davrandığını iddia edemez. Aksine onun yaşayan bir Kuran olduğu konusunda ittifak vardır. Onun peygamberlik öncesi ve sonrası el-Emin (güvenilir) olduğu konusunda da yine ümmetin ittifakı vardır. Öyleyse Allah Resulünü gelin bize lazım olan yönleriyle tanımaya çalışalım ve bu dünya hayatından alnımızın akıyla çıkıp Allah'ın huzurunda Resulün sancağı altında toplanalım.