Necmeddin Doğru
İslam kaynaklı eğitim kuramcılığı, İslam dünyası için henüz yeni sayılır- Bu yenilik, işin hakikatinde, oldukça gecikmişliği de ifade etmektedir. Kaldı ki henüz oluşan bu kuramcılık iki yönden malüldür Birincisi; modern Batı eğitim anlayışlarından oldukça etkilenmektedir, İkincisi yeni olması hasebiyle ümmetin beklentilerine sıhhatli cevap verememektedir. Yazımızın seyrinde bu hususlara ve nedenlerine tekrar dönmeye çalışacağız.
Eğitim nazariyatçılığı İslami ilimlerin oluşum ve gelişim süreci içerisinde kendisine ait önemli yeri bir türlü alamamıştır. Bu ifadenin bir yargıyı değil bin tesbiti içerdiğini belirtmek gerekir. Diğer İslami ilimlerin gerek teorik-nazari ve gerekse pratik-ameli oluşumları oldukça erken döneme rastlar. Hemen Hz. Peygamber (s.a.v.) sonrasında ortaya çıkan ilmi faaliyet alanları, bir yandan uygulama -tedris- imkanı bulurken, diğer yandan kendi disiplin ve sistematiklerini de oluşturmaya başlamıştır.
Öncelikli olarak hadis, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra, onun sünnetini de koruma endişesiyle, kendisine hemen yol ve ortam bulmuş; Hicri ilk asırda usulü ile birlikte - kuramsal olarak da- bir ilmi disiplin haline gelmiştir.
Aynı dönemde fıkıh da aynı süreci yaşamış, zaten tamamen hayatın içerisinde olan İslam dini, insanların pratik sorunlarına cevap vermeyi de gerçekleştirdiği için Fıkıh ilmi nazari ve ameli olarak canlılığını hep korumuştu.
İslam'a yem giren toplumların çokluğu ve yeni yetişen nesillerin İslam'ı ve özellikle de Kur'an'ı öğrenme ihtiyaçları, Kur'an'ı izah, tefsir ve onu sahih bilgiyle aktarmayı zorunlu kılmıştı. Neticede tefsir ilmi, ilmi bir disiplin ve yoğun bir çalışma alanı kazanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatta iken, insanların akidevi problemleri olmamış veya en azından akide, bir problematik olguya dönüşmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra İslam topraklarının genişlemesi beraberinde akidevi problemleri de getirdi. Bunun neticesinde ilk başlarda Fıkh'ul-Ekber olarak da isimlendirilen sade ve felsefi yorumlardan uzak olan akide, kelam ilmine dönüştü ve ilmi bir disiplin haline geldi.
|
işte tam da bu dönemde gerek Mısır'da gerekse Suriye ve Anadolu'da eski Yunan felsefesiyle karşılaşan Müslümanlar, üzerine ölü toprağı serpili felsefeyi aldılar, ona yeniden ruh üflediler ve İslam felsefesi denilen bir olguyu karşımıza çıkardılar.
İslam aleminde zahiren, -fikri ve ameli olarak- bütün bunlar gerçekleşirken aynı dönemde batinen -kalbi ve ruhi, manevi olarak- da bir oluşum gerçekleşmekte idi. Öncelikle zühd, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünneti olarak kendisini ifade eden sonraları tasavvuf diye isimlendirilen olgu, ilk olarak dünyevi zenginliklerin de tesiriyle sekülerleşen İslam toplumuna bir uyarı, bir tavır alış şeklinde gerçekleşmiş; akabinde felsefe gibi, karşılaşılan diğer toplumsal kültürlerin ve de ilk kaynak ve evreden de uzaklaşmanın neticesinde kendine teorik bir alan da oluşturarak ilmi disiplin haline gelmiştir.
Buraya kadar aktardığımız değerlendirmeler bu ilimlerle alakalı külli ve nihai değerlendirmeler olmayıp sadece bu ilimlerin kuramsal bir hale, İslam’ın ilk ve erken dönemlerinde gelmeye başladığını tespit içindir.
Tüm bunların yanında eğitim kuramcılığının nerede olduğunun sorusunu sormanın zamanı gelmiştir. Maalesef bu soruya diğer ilimlerde olduğu gibi müspet bir cevap vermek mümkün değildir.
İslam ilimler tarihinde "talîm, terbiye ve te’dib" diye isimlendirilen eğitim olgusu hep başka ilimlerin altında ele alınmıştır. Bu durum klasik İslam terbiye anlayışının da bir neticesi olmuştur. Zira Müslümanlar tarihleri boyunca parçacı düşünmekten tabii olarak uzak durmuşlar, tefsiri fıkıhtan, fıkhı hadisten, hadisi kelamdan, velhasılı hiçbirini diğerinden ayrı düşünmemişlerdir. İslam’ın bir din olarak hep canlı ve hayatın her alanına müdahil olması da bunun en önemli sebebidir. -Son ifade yukarıdaki değerlendirmelerin bir tamamlayıcısıdır, çelişiği- zıddı değildir.
Bu anlayıştan yola çıkarak Müslümanlar, tarihleri boyunca eğitim olgusunu genel olarak bütün bu ilimlerin altında gerçekleştirdiler. Ferdin ahlâkını olgunlaştırmak için hadis ve sünnet, ibadet olgunluğu için fıkıh, fikrî ve itikadı selamet için tefsir ve kelam, sahih bir yaşantı ve yaşama anlam katmak için züht ve tasavvuf gibi terbiyeyi, eğitim tedrisatını tüm bu ilimlerin içerisinde vermeye çalıştılar.
Müslümanların pratik eğitimlerinde, İslam'ın kendi orijinal yapısından da kaynaklanan, diğer toplumlara, özellikle modern toplumlara nazaran çok farklı bir yön daha söz konusuydu.
|
Oluşturdukları toplumsal yaşam -aile, okul, cami, çarşı, toplumsal ilişkiler ve önderler- onlara son derece etkin örneklik ve yönlendiricilik yapmaktaydı.
Dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de bu süreçte, eğitimin genel geçer tariflerinde dile getirilen pratik hedeflenn gerçekleştirilmesinde zühd veya tasavvuf! eğitimin odak haline gelmesidir.
Şimdi yukarıda zikrolunan eğitim kuramcılığı ile alakalı soruya dönecek olursak, görünen odur ki. İslam eğitim tarihi boyunca teorik bir eğitim kuramcılığı ve bunun üzerine dayalı pratik oluşumlar, sistematik ve sürekli olmak kaydıyla mevcut olmamıştır. Ne var ki modem anlamda eğitim kuramcılığının olmaması, bu alanın tamamen de boş olduğu anlamına gelmez.
Sonuçsuz kalmış da olsa bu alanda birtakım çalışmalar hep olagelmiştir. Ayrıca asırların getirdiği pratik bir eğitimcilik tecrübesini de göz önünde bulundurursak, disipline edilmiş bir eğitım-bilim ve bu bilimin teon ve kuramlarına ihtiyaç duyulmamış da olabilir. Ki böyle bir durumda bu hal tabiîdir.
Ancak tabiî olan bu hal kanaatimizce doğru değildir. Zira diğer dünyada mesela Batı'da baş gösteren toplumsal değişimler, bu değişimlerin hayata bakış ve algılayışa etkisi ve akabinde ortaya çıkan sonuç, tüm dünyayı ve bu arada müslüman dünyayı da kendince etkilemiş ve bütün değerleri alt üst etmişti. Değişimin karşısında gerekli koruyucu unsurlarını ve reflekslerini geliştiremeyen İslâm ümmeti, ciddi bir çöküşün içerisine yuvarlandı. Kimi zaman ortaya çıkan bazı oluşum ve şahıslan göz önünde bulundurmazsak, bu yuvarlanış tüm yönleriyle devam etmekte. Diğer islami ilimlerde olduğu gibi, İslami eğitim de bundan payını almış durumdadır. Günümüz Müslümanlan olarak bizler parçacı bir düşünce yapısından da uzak durarak bu badireden nasıl kurtulacağımızın. Kuran ve sünnet kaynaklı sahih cevabını bulmak zorundayız.