Dr. Fatih PALİT
Allah'ın adıyla...
“Allah’tan af ve afiyet dileyin. Zira hiçbir kimseye "yakin" den sonra, afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir."
"Rabb'inden dünyada da ahirette de afiyet vermesini iste..“
İslam, "sağlıklı hayat" üzerinde durur.
Allahrasulü’nün ifade etmiş olduğu gibi kişinin, imandan sonra en kıy¬metli serveti "sıhhattir”
"...Hasta olmazdan önce sağlığın kıymetini, ölmezden önce hayatın kıymetini bil!"
Sıhhati korumak ve hastalanmamak için tedbir esastır. Çünkü Allah- rasulü. bu esas üzere durmamızı istiyor.
"İki nimet vardır ki. insanlar bunların kıymetini bilmezler sağlık ve boş vakit"
Mü’min, bedenini kendisine verilen bir "emanet" telakki etmesi gere¬kir. Ve biz biliyoruz ki. bu emanet görevi. Allah’a kulluk vazifesidir. İşte bu bakış açısıyla bakıldığı takdirde "sağlık bilinci" mü’minin hayatında ol¬ması gereken yere oturacaktır. Bu noktada kişi "emanetini korumak" zo¬rundadır.
Mü’min. kendisine isabet eden her musibet gibi hastalığı da "imtihan" olarak algılamalıdır. "Muhakkak sizi, biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenlere müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde..."; İmtihan bilinci içinde olmak ve sab¬retmek...
"Kişiye her musibet ve bela, kendi kesbiyle yetişir." (Şura/30) Bu aye¬te olan inancımızla şunu söyleyebiliriz; kişinin başına gelen hastalık, mu¬sibet, bela kendi eliyle kazanmış olduğunun neticesidir. Ve bizler, ancak şeytandan uzak kalıp Allah'ın zikriyle hemhal olduğumuzda -mü'mince bir hayat yaşadığımızda- sıhhate, sağlığa kavuşabiliriz. Çünkü mü’minin asıl hastalık anlayışında kalbin hastalığı yatar.
"Hastalığınızı ve ilacınızı size açıklıyorum: haberiniz olsun hastalığınız günahlardır, ilacınızda istiğfardır."
Burada, bu söylediklerimizi özetleyecek vurucu bir hadisi sizinle pay¬laşmak istiyorum.
"Dikkat edin, vücudunuzda bir et parçası vardır ki o, doğru olursa bü¬tün vücut doğru olur, o doğru olmazsa bütün vücut o hal üzere olur. İş¬te. haberiniz olsun o et parçası KALB’dir."
Anlıyoruz ki, kalbin yeri büyük bir önem arzetmektedir ve biz, zama¬nımızın büyük bölümünü hastalanmış kalbimizi sıhhate kavuşturmaya, arındırmaya, iyileştirmeye ayırmalıyız. Unutmayalım ki ilacımız, istiğfar ve gözyaşıdır.
Allahrasulü, maddi ve tıbbi tedaviyi reddetmez.
"Ey Allah’ın kulları, tedaviye devam edin, zira Allah her hastalık için şifa da yaratmıştır, şifası olmayan tek hastalık ihtiyarlıktır."
"Allah, devası olmayan dert indirmemiştir, her hastalık için mutlaka -şifa da- indirmiştir."
İslam da ümitsizlik ve ye's yoktur. Yeter ki kul, başına gelenleri imti¬han olarak algılayıp, tevekkül etsin, sabretsin, tedavi yollarını arasın. Çünkü "HASTALIĞI DA, ŞİFAYI DA VEREN ALLAH'TIR"
'Sorumluluğumuz; şifayı Allah'ın vereceğine inanarak, meşru tedavi yollarını aramamızdadır diyebiliriz.
DUA: Tıbbı nebevi de çok önemli bir yer tutar. Sadece hastalıktan korunmak için değil, hastalanan kimsenin tedavisinde de başvurulması gereken bir metoddur.
Duanız olmasa ne öneminiz var"
“Ey iman edenlerin Rabbi! Şu hastalığı gider, şifa ver, şifa verecek an¬cak sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayan şifa ile şifa ver" ey şafi de!
Sonuç olarak:
İmandan sonra insana verilmiş en büyük nimet, sıhhat.
"Sağlığın kıymetini bil." Diş ağrısından kıvranan bir hasta için dün¬yanın en mutlu insanı, her halde diş ağrısı çekmeyendir. Sağlığın kıymeti ancak hastalık esnasında anlaşılabilir.
İnsan, sağlıklıyken yaşadığının farkına varır, hakkıyla ibadetlerini yer¬ine getirir, şükrünü ifa edebilir ve çevresine yardımcı olabilir.
Unutmayın, sağlıklı fertlerden sağlıklı toplumlar oluşur.