AFRİKA’DA BİR SEMBOL ŞEHİT AHMEDU BELLO - rahle.org

AFRİKA’DA BİR SEMBOL ŞEHİT AHMEDU BELLO - rahle.org

AFRİKA’DA BİR SEMBOL ŞEHİT AHMEDU BELLO


Facebookta Paylaş
Tweetle


Haşan Sürmeli

 

14 Ocak 1966 günü Afrika’nın büyük mücahidi Ahmedu Bello şehit edilmişti. Peki, şahadeti üzerinden bu kadar yıl geçmiş bulunan Ahmedu Bello kimdir?

İslam’ın sömürgeciliğe karşı verilen özgürlük savaşlarında büyük destanlar yazan bin­lerce efsanevi kahramanı bilmediğimiz gibi Ahmedu Bello'yu da bu ülkede yaşayan aydın­lar, sözde tarihçiler gibi, ne yazık ki biz Müslümanlar da bilmiyoruz. Oysa her gün seyret­tiğimiz TV dizilerinden büyük bir ihtimalle kökenleri Ortadoğu ve Asyalı olan milyonlar­ca masum Kızıl deriliyi öldüren gözü dönmüş katillerin iğrenç cinayetlerini, soykınmlarını Amerika’nın görkemli kuruluş tarihi diye adeta ezberliyor, resmi tarih kitaplarından da Avrupa’nın sömürgeci çapulcularını büyük kâşif, bilim öncüsü, antropolog, veya askeri ve siyasi birer deha olarak öğreniyoruz. Ama kendi tarihimizde, köklü geçmişimizde soylu mücadeleler verenlerin isimlerini dahi bilmiyoruz; bilsek bile ne kişilikleri ve hayattan, ne de düşünceleri ve mücadeleleri hakkında sağlıklı bir bilgiye sahibiz.

Fas’ın büyük mücahidi Abdülkerim el-Mağrubi, Afrika’nın ve İslam’ın özgürlük tarihin­de unutulmaz destanlar yazan Senusi’ler (Muhammet Abdullah), Kafkasların dize gelmez savaşçısı İmam Şamil, 25 sene yılmadan cihat bayrağını yere indirmeyen Somalili Muham­met bin Abdullah Haşan, 16 Temmuz 1963 günü Eritre cihadını ilan eden Muhtell Tahir ve daha isimlerini sayamayacağımız, hatta bilmediğimiz binlerce İslam özgürlük savaşçısı.

Şehit Ahmedu Bello da bunlardan biri. Peki, kimdir Ahmedu Bello ve ne yapmıştır?

Değerli araştırmacı İmaduddin Halil’in Afrika Dramı adlı kitabından öğrendiğimize gö­re, Ahmedu Bello Kuzey Nijerya’nın meşru Başbakanı olduğu yıllarda sömürgecilerin ge­ride bıraktığı yıkımlar onarmak için öncelikle Afrikalı insanın dinamik bir İslami bir kişilik kazanmasını mevcut büyük sorunların çözümünde atılması gerekli ilk adım olarak görü­yordu. Bu amaçla kültür ve eğitim faaliyetlerinin hayati bir önem taşıdığına inanmıştı. Ön­celikle kabileler arasında dil birliğini sağlamakla işe başlamak istedi. Ama bu sırada Afri­ka’nın kuzeyinde Sahra çölü, Kamerun ve Dohami ile Güney Nijerya arasında yayılmış bulunan Elhosa kabilelerinin (nüfuslan yaklaşık 20 milyondu) yetkililerini kandıran Fransızlar, yerli dilin Latin harfleriyle yazılmasını sağlamak üzereydiler. Daha önce de Doğu ve Orta Afrika’da nüfusu 50 milyonu aşan insanın konuştuğu Sevahiliye dilini Fransız harfle­riyle yazdırma işinde önemli mesafeler almışlardı.

Ahmedu Bello çok acele tedbirler almak zorundaydı. Ne var ki ordu mütecanis (bir
cinsten olan) değildi. Sömürgeciler her yerde yaptıkları gibi Nijerya’yı terk ettiklerinde ül­keyi kendi doğrularında yönetecek bir kadroyu iş başına getirmeyi; eğitim, kültür, ekono­mi, yönetim, bürokrasi, adliye ve özellikle ordunun belli başlı kademelerinde Hristiyanları yerleştirmeyi ihmal etmemişlerdi. Ordunun subay kadrosu yüzde 71 ’i Hristiyanlardan, yüzde 29'u fetişist (I) yerlilerden ve az bir bölümü Müslümanlardan oluşuyordu. Dolayı­sıyla mütecanis olmayan ve Müslüman çoğunluğu yansıtmayan bir yapıydı bu. Ülke çapın­da yayılmış 2743 ilkokul ve lisenin ’4/3‘ten fazlası Kiliseye bağlıydı ve misyonerlerce yöne­tilmekteydi. Şehit edilmeden birkaç hafta önce Kuzey Nijerya Öğretmenler Sendikası hü­kümetten bütün okullara el koymasını istemişti; ama Ahmedu Bello’nun elinde yeterli öğ­retmen kadrosu ve mali kaynak yoktu.

Buna karşı Ahmedu Bello, İslam kültürünü, batıya karşı yerli ve olumlu dinamik gele­nekleri ve Arapça dil öğrenimini güçlendirmeye büyük bir hız verdi; her yerde Kuran kurs­tan açılmasını sağladı. İslam ülkelerinden yardım istedi; Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan yerli dilin Arap harfleriyle yazılmasını sağlamak için uzman bilim adamları getirtti.

Ekonominin yerli halkın lehine düzeltilmesi için İsrail’in Nijerya'daki mali ve ticari faali­yetlerini, sanayi yatırımlarını gözden geçirmek gerekliydi. Çünkü İsrail’in Nijerya’da çok sa­yıda şirketi vardı. Histedrot’a bağlı ünlü Soliel Boni şirketi adeta bütün ekonomi üzerinde mutlak denetim kurmuştu. Bu şirkette 4000 Nijeryalı işçi çalışıyordu ve 60 İsrailli perso­nel şirketi yönetiyordu. Ancak söz konusu personelin zaman zaman siyasi ve askeri olay­larda etkin roller oynadığı herkesçe biliniyordu. İsrail, 1959 seçimlerinde kendi varlığına karşı bir tehlike olarak gördüğü Ahmadu Bello’yu yenilgiye uğratmak için büyük yatırımla­ra girişti ve seçimlerde Ouya Faimi Oulo’ya beş milyon cüneyh bağışladı. Bello ise her git­tiği yerde: "Bize göre İsrail diye bir devlet yoktur ve sonsuza kadar da olmayacaktır" de­mekten çekinmiyordu. Nitekim seçimleri kazandıktan sonra Nijerya’ya tek bir Israilli’nin dahi ayak basmasını kesin olarak yasakladı. Bundan sonra İsrail’in mali yatırımlarına karşı sert tedbirler almak nispeten kolaydı; çünkü 1963'te Zengibar'da şehit edilen 23.000 Müslüman’ın katliamında Siyonist unsurların fiili sorumluluk aldıktan ortaya çıkarıldığından ve Filistin sorunundan dolayı kamuoyu İsrail’e karşı oldukça duyarlıydı.

Ahmedu Bello içerde Siyonizm ve misyonerliğin desteğinde sömürgecilik tarafından acımasız bir kuşatma altında olduğunun bilincindeydi. Askeri ve politik direniş şansı ise ta­mamıyla kültürel sürecin tamamlanmasına bağlı görüyordu. Eğer Nijerya ölçüsünde İslam etkin bir duruma geçebilirse Tel Aviv, Vatikan ve Avrupa başkentlerinin karşı koyma gü­cü de giderek kırılacaktı. Ahmedu Bello, bu dönemde daha seri hareket ederek, müslümanlaştırma faaliyetine büyük bir hız verdi ve bunun ne kadar hayati olduğunu halka gös­termek için bizzat kendisi buna etkinlikle katıldı. Bu verimli çabalar sonucunda 1963’te kendi bölgesinde 60.000 fetişist zenci müslüman oldu, 1964'te bunu 366.898 kişinin da­ha müslüman olması izledi, Bu son Müslümanlar olanlar arsında fetişist zenciler yanında önemli miktarda Hristiyan’da vardı ve bu rakamlar, Avrupa’nın desteğinde çalışan Misyo­nerliğin 80 yıllık faaliyetlerinden daha fazlaydı.

Ahmedu Bello’nun ekonomik, siyasi ve özellikle kültürel alanlarda sömürgeciliğe karşı başlattığı bu köklü direniş, giderek bütün Afrika’nın kurtuluş umudu haline geldi. Onun açtığı çığır kısa zamanda ve kıtanın her yanında muazzam bir hızla yayılmaya başladı. Bunun en açık belgesi 1965 seçimlerinde Bello ve Ebu Bekir Tefao Paliyev’in büyük bir başarı kazanmalarıydı. Seçimlerde 94 sandalyeden 71 'ini almışlardı. Cumhurbaşkanı Azhiko ise bütün çabalarına rağmen ancak 17 sandalye alabilmişti.

Durumun, yalnız Nijerya’da değil, bütün Afrika’da vahim boyutlar kazandığını gören Misyonerler, aynı yıl kongre akdettiler ve hemen alınması gereken tedbirleri görüştüler. İsrail, Vatikan ve belli başlı Avrupa merkezlerinin onayıyla bu büyük İslam mücahidinin öl­dürülmesine karar verildi. Planın uygulanma biçimi olarak sahnelenen oyunun ilk perde­si açıldı ve Cumhurbaşkanı Azhiko, seçimlerden hemen sonra bölgede hemen sıkı yöne­tim ilan edilmesini ve seçimlerin yenilenmesini istedi. Bello ve Paliyev bunu sert bir dille reddettiler Bu arada Avrupa basını, Amerikan istihbaratı, İsrail ajanları, Vatikan’a bağlı güçler ve dünyanın belli başlı ajanları Bello’ya karşı amansız bir saldın başlatmışlardı. Müslümanların ise öldürücü propagandaya karşı koyacak tek bir günlük gazeteleri bile yoktu. Ama Bello ve arkadaşları ülkenin her yanına Müslüman davetçiler göndererek Kilisenin, İsrail’in ve Sömürgeciliğin çirkin planlarını, Nijerya ve Afrika'da sahneye koymak istedik­lerini senaryoyu konuşarak, vaaz vererek anlatmaya çalıştılar ve bunda başan kazandılar.

Nihayet planın ikinci safhasına geçildi ve Ahmedu Bello’ya karşı bir suikast düzenlen­di. Umre dönüşünde 14 Ocak 1996 günü kendisi, hanımı ve çocuklan Kadanada şehit edildi. Hırslarını alamayan katiller evini de yaktılar. Suikasttan hemen sonra bütün cami­ler kapatıldı ve Müslümanların camiye gitmeleri yasaklandı. Aradan çok geçmeden arka­daşı Ebu Bekir Tefao Paliyev de şehit edildi. Bu suikastları Hristiyan Eyibo kabilesinden Şokor Manzico adlı bir katil yönetiyordu. Kendisiyle işbirliği halinde olan general Aironsi de Nijerya Birliğini, Federe yönetimi ve Partileri kapattığını ilan etti.

O günlerde olay Batı basınında "Mahalli ve önemsiz bir anlaşmazlık" olarak duyurul­muştu dünyaya. Oysa bu "mahalli önemsiz" anlaşmazlık büyük Biyafra buhranının başlan­gıcıydı, Üstelik karşı direnişe geçen Müslümanlar Muhammet Kerma, Muhammet Murta- za, Haşan Osman ve Albay Muhammet Şeva önderliğinde bu sefer Batının desteğinde karşılarında Ocoko adlı bir haini bulmuşlardı. Bello ve Palıyev'i şehit eden katillerden in­tikam alındığında ve onlara hak ettikleri ceza verildiğinde bütün Avrupa ayağa kalkmıştı. Avrupa’nın her yanında Ocoka'ya yardım yağıyordu artık Hollanda, Fransa, Almanya, İtal­ya ve İsrail’in Nijerya’yı Müslümanlara karşı kullanılmak üzere silah deposuna çevirmişler­di. Vatikan haftalarca kaçak gemilerle Ocoka birliklerine silah göndermişti. İsrail’in parasal desteği altı milyon, Portekiz'in ise doksan milyon sterline varmıştı. Bundan sonra olaylar hiç durmadı ve değişik boyutlarda sürüp gitti.

Nijerya'da ve Afrika'nın her yanında her türlü destekten yoksun Müslüman güçler bu­gün de mücadelelerine devam etmektedirler. Çünkü İslam'ın Tevhit ve Özgürlük sava­şında her gün yüzlerce Ahmedu Bello’nun kutsal kanı akmakta devam etmektedir.

Nijerya’da yaşananlar ve Ahmedu Bello’nun başına gelenler, yüzlerce örnekten sade­ce bir tanesidir. Benzer olaylar yüzyıllardır sürüp gidiyor. Sömürgeciliği izleyen emperya­lizm ve yan-sömürgecilik olan modernizm dönemleri boyunca, İslam’a karşı örgütlü saldırılar yapıldı, halende yapılmaktadır. Fakat ne büyük bir tecelli ki, milyonlarca lira, dev ku­rumlar, örgütlü güçlere ve organize faaliyetlere rağmen Afrika'da gelişme göstermekte olan Hıristiyanlık değil İslam’dır. İslam’ın ve Müslümanların elinde ise, Batılıların elinde olan zenginlik ve araçlardan hiç biri yok Eğer her şeye rağmen Müslümanlık gelişiyorsa, bu yok­sul ve zulme uğramış Afrikalının bu dini gerçek kurtuluşu için yo! seçtiğini kanıtlıyor.

Demek oluyor ki Afrikalının ve diğer ülkelerin yoksul halklarının bilincinde İslam, bir özgürlük ve bağımsızlık sembolü olarak uyanıyor, Tevhit Dini onlara gerçek çıkış yollarını gösteriyor.

Afrika, Nijerya ve Emperyalizm

Afrika uzaktan istikrarsız bir kıta gibi gelir insana. Bu siyah kıtanın acılı tarihini yakından bilmeyenler üstelik her olaya Batılıların geliştirdiği sömürgeci bakış açısından bakıyorlarsa belki böyle düşünmekte, hatta Afrikalıyı gelişmemiş, geri ve bir parça ilkel bulmakta ma­zur görülebilirler.

Oysa gerçek öyle değildir. İlkellik, yamyamlık, barbarlık Batı sömürgeciliğinin politik amaçlarla kullandığı aşağılık kavramlardır. Evet, Afrika’da milyonlarca insan aç ve her yer­de her gen bir askeri darbe oluyor. Kimi zaman yüzlerce parçaya bölünmüş bu acılı kıta­nın herhangi bir ülkesinde darbe yapanların kimlerin yerine geçtiklerini bilmek zor. Çün­kü gerçek dengeleri yerinden oynatılmış bu ülkelerde -belki ülke deneyimini kullanmak da yanlış- rejim halkın tarihsel ve geleneksel köklerinden gelip desteklenmiyor, aksine ha­len süren Batı hegemonyasının satranç masasında ikide bir el değiştiriyor Bundan dolayı Afrika’da her şey büyük bir süratle hareket edip değişmekte, rejimler siyasal iktidarlar sık, sık el değiştirmektedir.

Afrika’da iki olgunun siyasal iktidarsızlık -askeri darbeler ile açlığın- siyah kıtanın kaçı­nılmaz kaderi gibi görünüyor.

Ama acaba bunun gerçek müsebbipleri kimler?

Afrika’da yaşanan büyük dramı üç ana nedene bağlıdır. Bunlar sömürgecilik, Siyonizm, ve misyonerlik’dir. Afrika dramının birinci derecede ki sorumlular Batılılardır. Oysa bugün refah toplumuna kimlerin sırtından geçinerek ve kimlerin kanını akıtıp servetlerini yağma­layarak vardıktan gayet iyi bilinen bir gerçek Batılılara bakılırsa, Afrikalı zaten tarihi boyun­ca "kültürleşebilme aşamasına bile varamamış" ilkel ve vahşi bir dünyanın insanındır. Eğer sömürgecilik yıllarında Afrikalı bir mağdur olmuşsa, bu onun yaranna olmuştun çünkü Ba­tılı beyaz adamın amacı onu "medenileştirmek" idi (!).

Bu iddialar, geleneksel sömürgeci siyasetini gizleyen iki yüzlü sözlerin, aşağılık kuramcılarca bir araya getirilmiş olmasından başka hiçbir gerçeği yansıtmaz. Sömürgeciler kıtaya ayak bastıklarında 300 milyonluk zengin ve kalabalık bir nüfusu vardı. Sömürgeciler, mis­yoner örgütlerin yedeğinde Afrika’ya geldiğinde onlara İncil vermek (medenileştirmek) is­tiyordu; ama sonraları Afrikalının da iyi tespit tetiği gibi onun asıl amacı Afrikalının topra­ğını elinden almaktı. Afrika'nın 300 milyonluk nüfusuna ne oldu? Sömürgecilik tarihi, bu

nüfusun üçte birinin yani 100 milyon siyahın yok edildiği, 100 milyon siyahında köle ola­rak Avrupa’ya ve Amerika’ya taşındığını bize öğretiyor. Demek oluyor ki bu gün Afrika'da yaşayan açlığın ilk sebebi kıtanın nüfus dengesinde meydana gelen bu gayri tabii sarsıntı­da aranabilir. Çünkü kıtanın en üretken, en güçlü ve iş yapabilecek insanları ya öldürüldü veya köle olarak beyaz adamın hizmetine koşuldu.

Afrika’nın uğradığı büyük felaketlerinden biri ise, kıtanın tarımsal ve ekonomik haya­tında meydana gelen feci sarsıntıdır. Sömürgecilikten önce Afrika'da yaşayan insanlar kendi kendilerine yeten bir ekonomiye sahiptiler ve ürettikleri ürünler onların bütün te­mel ihtiyaçlarına fazlası ile yetiyordu. Ancak Avrupalı sömürgeciler kıtaya el koyduktan sonra bu denge sistemli bir şekilde bozuldu. Sözgelimi, bir ülkede 20 çeşit ürün varsa bir çeşide indirildi. Tahıl, arpa v.b. ürünler yerine Batılıların istediği kakao, pamuk yetiştirildi. Nedeni ise ürünü sömürgecilerin daha kârlı bulmasıdır.

Afrika’yı yoksullaştıran, varının yoğunun sanayileşmiş ülkelerin eline geçmesine yol açan üçüncü etkende kuşkusuz, sömürgeciliğin hemen bitimi ile başlatılan modernleşme politikalarıdır. Bilindiği gibi, sömürgeciler sömürgeleri terk ederken, onların siyasi, ekono­mik kültürel ve askeri varlıklarını eskisi gibi devam ettirecek yönetimleri iş başına getirdi­ler. Daha önce ise bu yeni-sömürgeci yapıyı taşıyıp götürecek okur-yazar bir aydın takı­mıyla eski sömürgeci yönetimden tek santimlik bir sapma göstermemek üzere özel olarak yetiştirilen ve iş başına getirilen yönetim kadrosu birleşince, sömürgelerin mo­dernleştirilmesi temel bir politika olarak hayata geçirilmek istendi. Ve tabiî ki önce sö­mürge aydını ve yönetici sonrada genel halk kesimlerinde geliştirilen modem mallara ta­lep özlemleri, giderek yok pahasına yerli ürünlerin sanayi mamul maddelerine karşılık Batılılara kaptırılmasına yol açtı.

Şimdi durum şudur Eskiden bir ton kakao ile bir otomobil alınabiliyorken, bugün an­cak 10 ton kakao ile bir otomobil almak mümkün. Çünkü kakaonun da, otomobilinde fi­yatını batılılar tespit ediyor Ülkeleri bir veya iki ürünle sınırlandıran dünün sömürgecile­ri ile bu günün emperyalistleri aynı kimselerdir. Dünyayı denetimleri altında birleştirmiş, Üçüncü Dünyayı, İslam alemini, kısaca Batılı olmayan Bütün ülkeleri ve toplumlar sömü­rüp duruyorlar.

Geçmişte ve yüzyıllar boyu Afrikalılar kendi geleneksel tarım ve üretim usulleriyle kendi kendilerini besliyorlardı. Her şey sömürgecilerin kıtaya barutlu silahlarla gelmeleriy­le başladı. Afrika dramının temelinde sömürgecilik, siyonizm ve misyonerlik faktörleri ta­rihsel bir gerçeği ifade ediyorlar. Ancak bunlar, kıta hayatında ve insanların günlük yaşa­yışlarında ekonomiden politikaya, kültürden sosyolojik yapılanmaya kadar yıkıcı, öldürü­cü etkilerini sanıldığı ve tahmin edildiğininde ötesinde göstermeye devam ediyorlar.

Afrika'da bütün maddi ve tabiî tahribatlara rağmen kaynaklan hayli zengin ülkeler var fakat buna rağmen bu ülkeler bile inanılmaz sıkıntılar içinde yaşıyor. Nijerya bu, ülkelerin başında yer alan ilginç bir örnek. Bilindiği gibi bu ülke, dünyanın belli başlı petrol üretici­si ülkeleri arsında yer alıyor. Ama petrol zenginliği ve petrolden ülkeye akan para bile Ni­jerya’yı açlıkla karşı karşıya olan bir ülke durumundan kurtarmaya yetmiyor. Çünkü Nijeryada halk petrol ile geleneksel gıdayı terk etti ve batılı gıda maddelerine ve üretilen teknolojik elektronik ürünlere alıştırıldı. Daha önce dünyaya gıda maddeleri ihraç eden bir ülke olan Nijerya 1982 yılında şaşırtıcı bir biçimde 2 milyar dolar tutarında gıda madde­leri ithal etti. Bugün Nijerya'nın sosyologlar, Nijerya'nın başına ne geldiyse önce beyaz ek­meğe, sonrada diğer yiyecek türlerine alıştırmasıyla geldiğini yeni, yeni keşfediyorlar. Ni­jerya, Batılılar tarafından sistemli bir şekilde beyaz ekmeğe alıştırıldı ve ABD’den habire buğday ithal etti. Nijerya ABD'den beyaz ekmek için buğday ithal ettikçe petrol gelirleri ABD’ye aktı.

Nijerya'nın başına gelen ikinci büyük felaket, bir anda "büyük şehir" özlemini yaygınlaş­tıran iletişim araçları ve çarpık kurulan sanayi merkezlerinin insanlar kırsal kesimlerden bü­yük şehirlere sürüler halinde çekip toplaması, yığması oldu. Sanki ortada bir mıknatıs var­dı ve ülke coğrafyasının her yanında yaşayan insanlar kendi merkezine doğru manyetik bir güçle çekiyordu.

Büyük şehirlere göç eden Nijeryalı'lar modemizmin kendilerine hazırladığı "yeni bir hayat tarzıyla karşılaştılar. Şimdi Nijerya'da insanlar eskiden alıştığı maddeleri üretmiyor. Tüketme özlemi çektiği maddeler de dışarıda üretilip Nijerya’ya satılıyor. Otomobillere, elektronik araçlara oluk oluk para akıtılıyor. Nijerya ne eskiden alıştığı geleneksel madde­leri üretebiliyor, ne de yeni alıştırıldığı maddeleri üretebiliyor. Tabi, bu gayrı tabiî sürecin her halkasında bunalım var ve her bunalımın arkasında askeri bir müdahaleyi getiriyor.

Nijerya’da ve diğer bütün Afrika ülkelerinde sorun hep aynı. Değil bir kıtanın veya bir ülkenin, bir kabilenin dahi nüfusunun üçte ikisini imha ederseniz, o insan topluluğunun ka­çınılmaz olarak dengesi bozulur. Sömürgecilikle Afrika’nın da dengesi bozulmuştur. Ardın­dan sayısız çeşitte tarımsal ürün yetiştiren Afrika ülkeleri, her biri bir veya iki ürüne mah­kum edilince bugün açlığa yol açan maddi şartlar hazırlanmış oldu. *Bu iki önemli tarihsel olguya kıtanın politik ve askeri zorlamalarla modernleştirilmesi de eklenince bugünkü fe­ci tablo tamamlanıp ortaya çıkmış oldu,

I -fetişizm: Belirli uzuv ve eşyalardan zevk alma şeklinde beliren cinsi bozukluk. Yararlanılan kaynaklar Ortadoğu'dan İslam Dünyasına (Ali Bulaç) İz Yayıncılık)

Afrika Dramı (İmaduddİn Halil)    

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ