14 Ocak 1966 günü Afrika’nın büyük mücahidi Ahmedu Bello şehit edilmişti. Peki, şahadeti üzerinden bu kadar yıl geçmiş bulunan Ahmedu Bello kimdir?
İslam’ın sömürgeciliğe karşı verilen özgürlük savaşlarında büyük destanlar yazan binlerce efsanevi kahramanı bilmediğimiz gibi Ahmedu Bello'yu da bu ülkede yaşayan aydınlar, sözde tarihçiler gibi, ne yazık ki biz Müslümanlar da bilmiyoruz. Oysa her gün seyrettiğimiz TV dizilerinden büyük bir ihtimalle kökenleri Ortadoğu ve Asyalı olan milyonlarca masum Kızıl deriliyi öldüren gözü dönmüş katillerin iğrenç cinayetlerini, soykınmlarını Amerika’nın görkemli kuruluş tarihi diye adeta ezberliyor, resmi tarih kitaplarından da Avrupa’nın sömürgeci çapulcularını büyük kâşif, bilim öncüsü, antropolog, veya askeri ve siyasi birer deha olarak öğreniyoruz. Ama kendi tarihimizde, köklü geçmişimizde soylu mücadeleler verenlerin isimlerini dahi bilmiyoruz; bilsek bile ne kişilikleri ve hayattan, ne de düşünceleri ve mücadeleleri hakkında sağlıklı bir bilgiye sahibiz.
Fas’ın büyük mücahidi Abdülkerim el-Mağrubi, Afrika’nın ve İslam’ın özgürlük tarihinde unutulmaz destanlar yazan Senusi’ler (Muhammet Abdullah), Kafkasların dize gelmez savaşçısı İmam Şamil, 25 sene yılmadan cihat bayrağını yere indirmeyen Somalili Muhammet bin Abdullah Haşan, 16 Temmuz 1963 günü Eritre cihadını ilan eden Muhtell Tahir ve daha isimlerini sayamayacağımız, hatta bilmediğimiz binlerce İslam özgürlük savaşçısı.
Şehit Ahmedu Bello da bunlardan biri. Peki, kimdir Ahmedu Bello ve ne yapmıştır?
Değerli araştırmacı İmaduddin Halil’in Afrika Dramı adlı kitabından öğrendiğimize göre, Ahmedu Bello Kuzey Nijerya’nın meşru Başbakanı olduğu yıllarda sömürgecilerin geride bıraktığı yıkımlar onarmak için öncelikle Afrikalı insanın dinamik bir İslami bir kişilik kazanmasını mevcut büyük sorunların çözümünde atılması gerekli ilk adım olarak görüyordu. Bu amaçla kültür ve eğitim faaliyetlerinin hayati bir önem taşıdığına inanmıştı. Öncelikle kabileler arasında dil birliğini sağlamakla işe başlamak istedi. Ama bu sırada Afrika’nın kuzeyinde Sahra çölü, Kamerun ve Dohami ile Güney Nijerya arasında yayılmış bulunan Elhosa kabilelerinin (nüfuslan yaklaşık 20 milyondu) yetkililerini kandıran Fransızlar, yerli dilin Latin harfleriyle yazılmasını sağlamak üzereydiler. Daha önce de Doğu ve Orta Afrika’da nüfusu 50 milyonu aşan insanın konuştuğu Sevahiliye dilini Fransız harfleriyle yazdırma işinde önemli mesafeler almışlardı.
Ahmedu Bello çok acele tedbirler almak zorundaydı. Ne var ki ordu mütecanis (bir
cinsten olan) değildi. Sömürgeciler her yerde yaptıkları gibi Nijerya’yı terk ettiklerinde ülkeyi kendi doğrularında yönetecek bir kadroyu iş başına getirmeyi; eğitim, kültür, ekonomi, yönetim, bürokrasi, adliye ve özellikle ordunun belli başlı kademelerinde Hristiyanları yerleştirmeyi ihmal etmemişlerdi. Ordunun subay kadrosu yüzde 71 ’i Hristiyanlardan, yüzde 29'u fetişist (I) yerlilerden ve az bir bölümü Müslümanlardan oluşuyordu. Dolayısıyla mütecanis olmayan ve Müslüman çoğunluğu yansıtmayan bir yapıydı bu. Ülke çapında yayılmış 2743 ilkokul ve lisenin ’4/3‘ten fazlası Kiliseye bağlıydı ve misyonerlerce yönetilmekteydi. Şehit edilmeden birkaç hafta önce Kuzey Nijerya Öğretmenler Sendikası hükümetten bütün okullara el koymasını istemişti; ama Ahmedu Bello’nun elinde yeterli öğretmen kadrosu ve mali kaynak yoktu.
Buna karşı Ahmedu Bello, İslam kültürünü, batıya karşı yerli ve olumlu dinamik gelenekleri ve Arapça dil öğrenimini güçlendirmeye büyük bir hız verdi; her yerde Kuran kurstan açılmasını sağladı. İslam ülkelerinden yardım istedi; Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan yerli dilin Arap harfleriyle yazılmasını sağlamak için uzman bilim adamları getirtti.
Ekonominin yerli halkın lehine düzeltilmesi için İsrail’in Nijerya'daki mali ve ticari faaliyetlerini, sanayi yatırımlarını gözden geçirmek gerekliydi. Çünkü İsrail’in Nijerya’da çok sayıda şirketi vardı. Histedrot’a bağlı ünlü Soliel Boni şirketi adeta bütün ekonomi üzerinde mutlak denetim kurmuştu. Bu şirkette 4000 Nijeryalı işçi çalışıyordu ve 60 İsrailli personel şirketi yönetiyordu. Ancak söz konusu personelin zaman zaman siyasi ve askeri olaylarda etkin roller oynadığı herkesçe biliniyordu. İsrail, 1959 seçimlerinde kendi varlığına karşı bir tehlike olarak gördüğü Ahmadu Bello’yu yenilgiye uğratmak için büyük yatırımlara girişti ve seçimlerde Ouya Faimi Oulo’ya beş milyon cüneyh bağışladı. Bello ise her gittiği yerde: "Bize göre İsrail diye bir devlet yoktur ve sonsuza kadar da olmayacaktır" demekten çekinmiyordu. Nitekim seçimleri kazandıktan sonra Nijerya’ya tek bir Israilli’nin dahi ayak basmasını kesin olarak yasakladı. Bundan sonra İsrail’in mali yatırımlarına karşı sert tedbirler almak nispeten kolaydı; çünkü 1963'te Zengibar'da şehit edilen 23.000 Müslüman’ın katliamında Siyonist unsurların fiili sorumluluk aldıktan ortaya çıkarıldığından ve Filistin sorunundan dolayı kamuoyu İsrail’e karşı oldukça duyarlıydı.
Ahmedu Bello içerde Siyonizm ve misyonerliğin desteğinde sömürgecilik tarafından acımasız bir kuşatma altında olduğunun bilincindeydi. Askeri ve politik direniş şansı ise tamamıyla kültürel sürecin tamamlanmasına bağlı görüyordu. Eğer Nijerya ölçüsünde İslam etkin bir duruma geçebilirse Tel Aviv, Vatikan ve Avrupa başkentlerinin karşı koyma gücü de giderek kırılacaktı. Ahmedu Bello, bu dönemde daha seri hareket ederek, müslümanlaştırma faaliyetine büyük bir hız verdi ve bunun ne kadar hayati olduğunu halka göstermek için bizzat kendisi buna etkinlikle katıldı. Bu verimli çabalar sonucunda 1963’te kendi bölgesinde 60.000 fetişist zenci müslüman oldu, 1964'te bunu 366.898 kişinin daha müslüman olması izledi, Bu son Müslümanlar olanlar arsında fetişist zenciler yanında önemli miktarda Hristiyan’da vardı ve bu rakamlar, Avrupa’nın desteğinde çalışan Misyonerliğin 80 yıllık faaliyetlerinden daha fazlaydı.
Ahmedu Bello’nun ekonomik, siyasi ve özellikle kültürel alanlarda sömürgeciliğe karşı başlattığı bu köklü direniş, giderek bütün Afrika’nın kurtuluş umudu haline geldi. Onun açtığı çığır kısa zamanda ve kıtanın her yanında muazzam bir hızla yayılmaya başladı. Bunun en açık belgesi 1965 seçimlerinde Bello ve Ebu Bekir Tefao Paliyev’in büyük bir başarı kazanmalarıydı. Seçimlerde 94 sandalyeden 71 'ini almışlardı. Cumhurbaşkanı Azhiko ise bütün çabalarına rağmen ancak 17 sandalye alabilmişti.
Durumun, yalnız Nijerya’da değil, bütün Afrika’da vahim boyutlar kazandığını gören Misyonerler, aynı yıl kongre akdettiler ve hemen alınması gereken tedbirleri görüştüler. İsrail, Vatikan ve belli başlı Avrupa merkezlerinin onayıyla bu büyük İslam mücahidinin öldürülmesine karar verildi. Planın uygulanma biçimi olarak sahnelenen oyunun ilk perdesi açıldı ve Cumhurbaşkanı Azhiko, seçimlerden hemen sonra bölgede hemen sıkı yönetim ilan edilmesini ve seçimlerin yenilenmesini istedi. Bello ve Paliyev bunu sert bir dille reddettiler Bu arada Avrupa basını, Amerikan istihbaratı, İsrail ajanları, Vatikan’a bağlı güçler ve dünyanın belli başlı ajanları Bello’ya karşı amansız bir saldın başlatmışlardı. Müslümanların ise öldürücü propagandaya karşı koyacak tek bir günlük gazeteleri bile yoktu. Ama Bello ve arkadaşları ülkenin her yanına Müslüman davetçiler göndererek Kilisenin, İsrail’in ve Sömürgeciliğin çirkin planlarını, Nijerya ve Afrika'da sahneye koymak istediklerini senaryoyu konuşarak, vaaz vererek anlatmaya çalıştılar ve bunda başan kazandılar.
Nihayet planın ikinci safhasına geçildi ve Ahmedu Bello’ya karşı bir suikast düzenlendi. Umre dönüşünde 14 Ocak 1996 günü kendisi, hanımı ve çocuklan Kadanada şehit edildi. Hırslarını alamayan katiller evini de yaktılar. Suikasttan hemen sonra bütün camiler kapatıldı ve Müslümanların camiye gitmeleri yasaklandı. Aradan çok geçmeden arkadaşı Ebu Bekir Tefao Paliyev de şehit edildi. Bu suikastları Hristiyan Eyibo kabilesinden Şokor Manzico adlı bir katil yönetiyordu. Kendisiyle işbirliği halinde olan general Aironsi de Nijerya Birliğini, Federe yönetimi ve Partileri kapattığını ilan etti.
O günlerde olay Batı basınında "Mahalli ve önemsiz bir anlaşmazlık" olarak duyurulmuştu dünyaya. Oysa bu "mahalli önemsiz" anlaşmazlık büyük Biyafra buhranının başlangıcıydı, Üstelik karşı direnişe geçen Müslümanlar Muhammet Kerma, Muhammet Murta- za, Haşan Osman ve Albay Muhammet Şeva önderliğinde bu sefer Batının desteğinde karşılarında Ocoko adlı bir haini bulmuşlardı. Bello ve Palıyev'i şehit eden katillerden intikam alındığında ve onlara hak ettikleri ceza verildiğinde bütün Avrupa ayağa kalkmıştı. Avrupa’nın her yanında Ocoka'ya yardım yağıyordu artık Hollanda, Fransa, Almanya, İtalya ve İsrail’in Nijerya’yı Müslümanlara karşı kullanılmak üzere silah deposuna çevirmişlerdi. Vatikan haftalarca kaçak gemilerle Ocoka birliklerine silah göndermişti. İsrail’in parasal desteği altı milyon, Portekiz'in ise doksan milyon sterline varmıştı. Bundan sonra olaylar hiç durmadı ve değişik boyutlarda sürüp gitti.
Nijerya'da ve Afrika'nın her yanında her türlü destekten yoksun Müslüman güçler bugün de mücadelelerine devam etmektedirler. Çünkü İslam'ın Tevhit ve Özgürlük savaşında her gün yüzlerce Ahmedu Bello’nun kutsal kanı akmakta devam etmektedir.
Nijerya’da yaşananlar ve Ahmedu Bello’nun başına gelenler, yüzlerce örnekten sadece bir tanesidir. Benzer olaylar yüzyıllardır sürüp gidiyor. Sömürgeciliği izleyen emperyalizm ve yan-sömürgecilik olan modernizm dönemleri boyunca, İslam’a karşı örgütlü saldırılar yapıldı, halende yapılmaktadır. Fakat ne büyük bir tecelli ki, milyonlarca lira, dev kurumlar, örgütlü güçlere ve organize faaliyetlere rağmen Afrika'da gelişme göstermekte olan Hıristiyanlık değil İslam’dır. İslam’ın ve Müslümanların elinde ise, Batılıların elinde olan zenginlik ve araçlardan hiç biri yok Eğer her şeye rağmen Müslümanlık gelişiyorsa, bu yoksul ve zulme uğramış Afrikalının bu dini gerçek kurtuluşu için yo! seçtiğini kanıtlıyor.
Demek oluyor ki Afrikalının ve diğer ülkelerin yoksul halklarının bilincinde İslam, bir özgürlük ve bağımsızlık sembolü olarak uyanıyor, Tevhit Dini onlara gerçek çıkış yollarını gösteriyor.
Afrika, Nijerya ve Emperyalizm
Afrika uzaktan istikrarsız bir kıta gibi gelir insana. Bu siyah kıtanın acılı tarihini yakından bilmeyenler üstelik her olaya Batılıların geliştirdiği sömürgeci bakış açısından bakıyorlarsa belki böyle düşünmekte, hatta Afrikalıyı gelişmemiş, geri ve bir parça ilkel bulmakta mazur görülebilirler.
Oysa gerçek öyle değildir. İlkellik, yamyamlık, barbarlık Batı sömürgeciliğinin politik amaçlarla kullandığı aşağılık kavramlardır. Evet, Afrika’da milyonlarca insan aç ve her yerde her gen bir askeri darbe oluyor. Kimi zaman yüzlerce parçaya bölünmüş bu acılı kıtanın herhangi bir ülkesinde darbe yapanların kimlerin yerine geçtiklerini bilmek zor. Çünkü gerçek dengeleri yerinden oynatılmış bu ülkelerde -belki ülke deneyimini kullanmak da yanlış- rejim halkın tarihsel ve geleneksel köklerinden gelip desteklenmiyor, aksine halen süren Batı hegemonyasının satranç masasında ikide bir el değiştiriyor Bundan dolayı Afrika’da her şey büyük bir süratle hareket edip değişmekte, rejimler siyasal iktidarlar sık, sık el değiştirmektedir.
Afrika’da iki olgunun siyasal iktidarsızlık -askeri darbeler ile açlığın- siyah kıtanın kaçınılmaz kaderi gibi görünüyor.
Ama acaba bunun gerçek müsebbipleri kimler?
Afrika’da yaşanan büyük dramı üç ana nedene bağlıdır. Bunlar sömürgecilik, Siyonizm, ve misyonerlik’dir. Afrika dramının birinci derecede ki sorumlular Batılılardır. Oysa bugün refah toplumuna kimlerin sırtından geçinerek ve kimlerin kanını akıtıp servetlerini yağmalayarak vardıktan gayet iyi bilinen bir gerçek Batılılara bakılırsa, Afrikalı zaten tarihi boyunca "kültürleşebilme aşamasına bile varamamış" ilkel ve vahşi bir dünyanın insanındır. Eğer sömürgecilik yıllarında Afrikalı bir mağdur olmuşsa, bu onun yaranna olmuştun çünkü Batılı beyaz adamın amacı onu "medenileştirmek" idi (!).
Bu iddialar, geleneksel sömürgeci siyasetini gizleyen iki yüzlü sözlerin, aşağılık kuramcılarca bir araya getirilmiş olmasından başka hiçbir gerçeği yansıtmaz. Sömürgeciler kıtaya ayak bastıklarında 300 milyonluk zengin ve kalabalık bir nüfusu vardı. Sömürgeciler, misyoner örgütlerin yedeğinde Afrika’ya geldiğinde onlara İncil vermek (medenileştirmek) istiyordu; ama sonraları Afrikalının da iyi tespit tetiği gibi onun asıl amacı Afrikalının toprağını elinden almaktı. Afrika'nın 300 milyonluk nüfusuna ne oldu? Sömürgecilik tarihi, bu
nüfusun üçte birinin yani 100 milyon siyahın yok edildiği, 100 milyon siyahında köle olarak Avrupa’ya ve Amerika’ya taşındığını bize öğretiyor. Demek oluyor ki bu gün Afrika'da yaşayan açlığın ilk sebebi kıtanın nüfus dengesinde meydana gelen bu gayri tabii sarsıntıda aranabilir. Çünkü kıtanın en üretken, en güçlü ve iş yapabilecek insanları ya öldürüldü veya köle olarak beyaz adamın hizmetine koşuldu.
Afrika’nın uğradığı büyük felaketlerinden biri ise, kıtanın tarımsal ve ekonomik hayatında meydana gelen feci sarsıntıdır. Sömürgecilikten önce Afrika'da yaşayan insanlar kendi kendilerine yeten bir ekonomiye sahiptiler ve ürettikleri ürünler onların bütün temel ihtiyaçlarına fazlası ile yetiyordu. Ancak Avrupalı sömürgeciler kıtaya el koyduktan sonra bu denge sistemli bir şekilde bozuldu. Sözgelimi, bir ülkede 20 çeşit ürün varsa bir çeşide indirildi. Tahıl, arpa v.b. ürünler yerine Batılıların istediği kakao, pamuk yetiştirildi. Nedeni ise ürünü sömürgecilerin daha kârlı bulmasıdır.
Afrika’yı yoksullaştıran, varının yoğunun sanayileşmiş ülkelerin eline geçmesine yol açan üçüncü etkende kuşkusuz, sömürgeciliğin hemen bitimi ile başlatılan modernleşme politikalarıdır. Bilindiği gibi, sömürgeciler sömürgeleri terk ederken, onların siyasi, ekonomik kültürel ve askeri varlıklarını eskisi gibi devam ettirecek yönetimleri iş başına getirdiler. Daha önce ise bu yeni-sömürgeci yapıyı taşıyıp götürecek okur-yazar bir aydın takımıyla eski sömürgeci yönetimden tek santimlik bir sapma göstermemek üzere özel olarak yetiştirilen ve iş başına getirilen yönetim kadrosu birleşince, sömürgelerin modernleştirilmesi temel bir politika olarak hayata geçirilmek istendi. Ve tabiî ki önce sömürge aydını ve yönetici sonrada genel halk kesimlerinde geliştirilen modem mallara talep özlemleri, giderek yok pahasına yerli ürünlerin sanayi mamul maddelerine karşılık Batılılara kaptırılmasına yol açtı.
Şimdi durum şudur Eskiden bir ton kakao ile bir otomobil alınabiliyorken, bugün ancak 10 ton kakao ile bir otomobil almak mümkün. Çünkü kakaonun da, otomobilinde fiyatını batılılar tespit ediyor Ülkeleri bir veya iki ürünle sınırlandıran dünün sömürgecileri ile bu günün emperyalistleri aynı kimselerdir. Dünyayı denetimleri altında birleştirmiş, Üçüncü Dünyayı, İslam alemini, kısaca Batılı olmayan Bütün ülkeleri ve toplumlar sömürüp duruyorlar.
Geçmişte ve yüzyıllar boyu Afrikalılar kendi geleneksel tarım ve üretim usulleriyle kendi kendilerini besliyorlardı. Her şey sömürgecilerin kıtaya barutlu silahlarla gelmeleriyle başladı. Afrika dramının temelinde sömürgecilik, siyonizm ve misyonerlik faktörleri tarihsel bir gerçeği ifade ediyorlar. Ancak bunlar, kıta hayatında ve insanların günlük yaşayışlarında ekonomiden politikaya, kültürden sosyolojik yapılanmaya kadar yıkıcı, öldürücü etkilerini sanıldığı ve tahmin edildiğininde ötesinde göstermeye devam ediyorlar.
Afrika'da bütün maddi ve tabiî tahribatlara rağmen kaynaklan hayli zengin ülkeler var fakat buna rağmen bu ülkeler bile inanılmaz sıkıntılar içinde yaşıyor. Nijerya bu, ülkelerin başında yer alan ilginç bir örnek. Bilindiği gibi bu ülke, dünyanın belli başlı petrol üreticisi ülkeleri arsında yer alıyor. Ama petrol zenginliği ve petrolden ülkeye akan para bile Nijerya’yı açlıkla karşı karşıya olan bir ülke durumundan kurtarmaya yetmiyor. Çünkü Nijeryada halk petrol ile geleneksel gıdayı terk etti ve batılı gıda maddelerine ve üretilen teknolojik elektronik ürünlere alıştırıldı. Daha önce dünyaya gıda maddeleri ihraç eden bir ülke olan Nijerya 1982 yılında şaşırtıcı bir biçimde 2 milyar dolar tutarında gıda maddeleri ithal etti. Bugün Nijerya'nın sosyologlar, Nijerya'nın başına ne geldiyse önce beyaz ekmeğe, sonrada diğer yiyecek türlerine alıştırmasıyla geldiğini yeni, yeni keşfediyorlar. Nijerya, Batılılar tarafından sistemli bir şekilde beyaz ekmeğe alıştırıldı ve ABD’den habire buğday ithal etti. Nijerya ABD'den beyaz ekmek için buğday ithal ettikçe petrol gelirleri ABD’ye aktı.
Nijerya'nın başına gelen ikinci büyük felaket, bir anda "büyük şehir" özlemini yaygınlaştıran iletişim araçları ve çarpık kurulan sanayi merkezlerinin insanlar kırsal kesimlerden büyük şehirlere sürüler halinde çekip toplaması, yığması oldu. Sanki ortada bir mıknatıs vardı ve ülke coğrafyasının her yanında yaşayan insanlar kendi merkezine doğru manyetik bir güçle çekiyordu.
Büyük şehirlere göç eden Nijeryalı'lar modemizmin kendilerine hazırladığı "yeni bir hayat tarzıyla karşılaştılar. Şimdi Nijerya'da insanlar eskiden alıştığı maddeleri üretmiyor. Tüketme özlemi çektiği maddeler de dışarıda üretilip Nijerya’ya satılıyor. Otomobillere, elektronik araçlara oluk oluk para akıtılıyor. Nijerya ne eskiden alıştığı geleneksel maddeleri üretebiliyor, ne de yeni alıştırıldığı maddeleri üretebiliyor. Tabi, bu gayrı tabiî sürecin her halkasında bunalım var ve her bunalımın arkasında askeri bir müdahaleyi getiriyor.
Nijerya’da ve diğer bütün Afrika ülkelerinde sorun hep aynı. Değil bir kıtanın veya bir ülkenin, bir kabilenin dahi nüfusunun üçte ikisini imha ederseniz, o insan topluluğunun kaçınılmaz olarak dengesi bozulur. Sömürgecilikle Afrika’nın da dengesi bozulmuştur. Ardından sayısız çeşitte tarımsal ürün yetiştiren Afrika ülkeleri, her biri bir veya iki ürüne mahkum edilince bugün açlığa yol açan maddi şartlar hazırlanmış oldu. *Bu iki önemli tarihsel olguya kıtanın politik ve askeri zorlamalarla modernleştirilmesi de eklenince bugünkü feci tablo tamamlanıp ortaya çıkmış oldu,
I -fetişizm: Belirli uzuv ve eşyalardan zevk alma şeklinde beliren cinsi bozukluk. Yararlanılan kaynaklar Ortadoğu'dan İslam Dünyasına (Ali Bulaç) İz Yayıncılık)
Afrika Dramı (İmaduddİn Halil)