Davud ve Süleyman (as) - rahle.org

Davud ve Süleyman (as) - rahle.org

Davud ve Süleyman (as)


Facebookta Paylaş
Tweetle


 

Karşılaşın her durum için Allah’ın kitabında ve Rasulunun sünnetinde mutlaka bir çözüm yolu vardır anlayışı ile hareket etmeliyiz.

Kur’an-ı Kerimde anlatılan peygamber kıssalarından fert ve toplum olarak dersler çıkarmaya, hayatımızı dersler ışığında şekillendirmeye çalışmalıyız. Karşılan her durum için Allah’ın kitabında ve Rasulunun sünnetinde mutlaka bir çözüm yolu vardır anlayışı ile hareket etmeliyiz. Önceki yazılarımızda yapmaya çalıştığımız şekilde bu yazımızda elimizden geldiğince kıssaları günlük hayatımıza yön vermesi için değerlendirmeye devam edeceğiz. Hz. Yusuf (as) gibi Davut ve Süleyman (as) da kavimlerinin başında birer peygamber ve yönetici hükümdar idiler. Bu nedenle güç sahibi olduklarında nasıl davranmaları gerektiğini Müslümanlara öğretmektedirler.

Bu günkü Filistin’de yaşayan Davut ve Süleyman aleyhisselam ile alakalı ilk dikkati çeken hususlar şunlardır:

İbâdete çok düşkündürler, Hz. Davud’a Zebur verilmiştir, Hz. Dâvud ve Süleyman yeryüzünde halife kılınmıştır. Fasl-ı hitap verilmiştir, Hz. Süleyman hayvanların dilini bilmektedir, cinlere, rüzgâra Allah’ın izni ile hükmetmektedir, hiç kimseye verilmeyen bir mülk verilmiştir.

Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de eliyle bir avuç alanlar hariçonu tatmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (2/249) Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (2/250)Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud, Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (2/251)

Yönetici ve eğitimciler muhataplarına karşılaşacakları zorluk veya imtihanları önceden bildirmeli ve onları hazırlamalıdırlar. Tebliğ ve eğitim bir bütün olarak yapılmalı sadece nimet bekleyen/ nimetler olduğunda sorumluluklarını yerine getiren kişiler değil zorluklar, “önceki ümmetlerin başına gelenler”in bizim de başımıza geleceği sürekli hatırlatılmalıdır.

Elbette eğitilen hata yapacak, sıkılacaktır ama öğrencimizin bizi geçmesi; bizim yaptığımız her şeyi en az bizim kadar iyi yapabilir hale gelmesi musibetlerden ders alması yeni yol/yöntemler bulması bu şekilde mümkündür.

Allah yolunda çalışanlar, savaş sloganları atanlara ve “başımıza bir komutan geçse, topyekûn savaşırız” diye hamasî nutuklar çekenlere karşı dikkatli olmak durumundadırlar. Zafer ve hezimet meselesi, azlık veya çokluk ile ilgili değildir. Aksine bu mesele, tamamıyla iman, teşkilat, program, eğitim ve itaatle ilgilidir. Çünkü teşkilatlı mü’min bir azınlık, imanını ve teşkilatını yitirmiş kâfir bir çoğunluğa karşı kahredici bir zafer elde edebilir.

Davud ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içine girip yayıldığı ekin-tarlaları konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahid idik. (21/78) Biz, bunu (hükmü) Süleyman'a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik. (21/79)

 Olayın ayrıntıları Taberî-Tarih c.1,s.253, Hâkim-Müstedrek c.2,s.588, Sâlebî-Arais s.288-289, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.229, Nesefî-

Medarik c.3,s.85, Ebülfida-Tefsir c.3,s.85. de anlatılmaktadır. Buna göre yönetici karar verdiğinde (doğru veya yanlış) diğer görüşleri de dinlemeli kendi verdiği karardan daha isabetlisini bulduğunda ona uymalıdır. Bu konuda tevazu sahibi olmalı en doğrusunu ben bilirim anlayışında olmamalıdır. Hatta Davut (as) örneğinde olduğu gibi doğru karar küçük yaştaki oğlundan gelse bile. Tabii ki yöneticinin çoğunluğa veya uzmanların görüşlerine uyması onun sorumluluğunu/ vebalini kaldırmaz.

Aynı olaydan çıkan başka bir ders de yöneticilere yardım etme zorunluluğudur. Uygun bir üslup ile hataları gösterilmeli, “ne derse doğrudur”, “anlamadığımız bir hikmeti vardır” anlayışları terk edilmelidir. Yoksa bu anlayış sadece yöneticilerin yanlış kararlar almasına ve ümmeti zarara uğratmasına neden olur.

Bir ayrıntıyı açıklamakta fayda var: emir sahiplerine itaat farzdır. Farzı terk etmeyi veya haram işlemeyi emretmedikçe nefsimize hoş gelsin veya gelmesin Allah’ın bir emri olarak itaat eder ve ecrini umarız. Ayrıca sahabenin Hz. Ömer’e dediği gibi aksi takdirde kılıçlarımızla düzeltiriz hassasiyetinde/cesaretinde olmalıyız. Çünkü bu da Allah’ın emridir.

Eğitim eğitimcinin eğitilen yerine sorumlulukları yerine getirmesi değil bilakis eğitilenin sorumluluk alarak yetişmesidir. Tek başına ayakta durmayı öğrenmesidir.

Dağlara ve kuşlara boyun eğdirilmesinin sebebi Allah’ı zikretmeleridir. Allah’ı beraberce zikretmeleridir. Zikir Allah’ı hatırlamaktır. Kuşlara, dağlara baktığında Allah’ı zikrettiklerini bilen Müslüman'a düşende elbette sürekli zikir üzere olmaktır. Bu zikir Allah’ın isimlerini veya Efendimiz’in (asv) bize öğrettiği zikirleri dil ile kalb ile tekrarlamak ile Kur’an ve sünnette ittibadır. Hiçbir dayanakları bulunmadığı halde günümüzde bu iki işi birbirinden ayırma hatasına düşen pek çok Müslüman bulunmaktadır. Allah’ı sürekli hatırlayıp emirlerini unutmak veya Allah’ı hatırlamadan emirlerini yerine getirmeye uğraşmak büyük bir çelişkidir, hatadır. Hayatı zikir haline getirmek gerekir. Yürüyüşünü Peygambere benzeterek zikreden, işçisinin ücretini zamanında vererek zikreden, zulme karşı kıyam ederek zikreden, anababasını hoşnut ederek zikreden, eliyle, diliyle, gözüyle, kulağıyla, kalbiyle zikreden Müslüman mücadeleyi sabır alanında daha rahat karşılamakta şeytana ve nefsine karşı daha güçlü olmaktadır.

 (Ey Muhammed!), Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mâbedin duvarına tırmanmışlardı.

(38/21)Davud'un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan korkmuştu. "Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız, aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme; bize doğru yolu göster" dediler. (38/22)(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken "Onu da bana ver" dedi ve tartışmada beni yendi. (38/23)

Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! Dedi. Davud, kendisini denediğimizi anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.

(38/24)

Her olayı imtihan bilmek ve her olaydan ve her karardan sonra mağfiret dilemek takva anlayışın pratiğidir. Yönetici iseniz bu daha da gereklidir çünkü kararlarınız sadece sizi etkilemez.

Hz. Ömer’in dediği gibi mülkün temeli adalettir. Adalet eşyaya insanlar Allah’ın istediği şekilde davranmaktır. Adalet tesis olduğunda kahramanlığa/kahramanlara gerek kalmaz. Adalet yöneticinin/eğitimcinin olmazsa olmaz vasfıdır. Ezeli ve ebedi bilgisi ile Rabbimiz her şeyi bildiği halde hem şeytana, hem de Âdem’e (as) itaatsizliklerinin nedeni sorarak belki de bize bunu öğretmektedir. Oysa Davut taraflardan sadece birini dinlemiş ve karar vermiş sonra hatasını anlayarak tevbe etmiştir.

Her soru cevabı hak eder. Biliyorsak cevabı vermeli, bilmiyorsak bilmiyorum diyebilmeliyiz. Bu muhataba değer verdiğimizin göstergesidir. Duymazlıktan gelmek veya laf kalabalığı ile soruyu boğmak diğer sözlerimizin değerini yok eder. Cevabı verilmemesi gereken bir soruysa cevap vermeyeceğimizi söylemeliyiz.

 “Süleyman Dâvud’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden (cömertçe, nasip) v e r i l d i . D o ğ r u s u b u (Allah’tan) apaçık bir lütuftur.” (27/Neml, 16)

İnsanlar içinde yaşadıkları nimetleri bir süre sonra görmez hale gelebilirler.

Her soru cevabı hak eder. Biliyorsak cevabı vermeli, bilmiyorsak bilmiyorum diyebilmeliyiz.  

Bu nedenle, şükrü unuturlar. Başkalarında olanı görürler de kendilerine verileni geri alınmadan görmezler. İşte bu nedenle Müslüman hem kendine hem çevresine sürekli nimetleri ve nimetleri vereni hatırlatmalı, şükrün karşıtının küfür olduğunu bilmeli/duyurmalıdır.

 “Nihayet karınca(larla dolu bir) vadiye geldikleri zaman, bir karınca, ‘ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (27/Neml, 18)“(Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Bana ve anababama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın Salih amel yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni Salih (dürüst ve erdemli) kullarının arasına kat.” (27/Neml, 19)

Güçlünün/yöneticinin merhamet etmesi gerekir. Bu, gücün Allah’tan geldiğini bildiğini gösterir.

Karınca bile Süleyman’ı da Allah yarattı beni de demez. Müslümanlara: alçak gönüllü olun, sabırlı olun, yaptığınız işlerin karşılığını Allah’tan bekleyin, inatlaşmayla, tartışmayla vakit kaybetmeyin der. Bu insana zor gelir, alttan almak istemez kimse, vücudun organları gibi, kurşunla kenetlenmiş tuğlalar gibi olmak yerine “Ben” demek ister. Görülmek ister, insanlar tarafından bilinmek ister de, her şeyi Gören ve Bilenin; yoldan çekileni, önden gitmeyip dökülenleri toplayanları, kardeşini kendi nefsine tercih edenleri müjdelediğini unutur.

Zor olan asıl budur. Liderden çok bir şey yok günümüzde hâlbuki ümmetin ikinci adamlara ihtiyacı vardır. Sancağımızın yükselmesini istiyorsak omzumuza/başımıza basılmasına izin vermeli hatta arzu etmeliyiz. Liderden beklenen de böyle kimseleri bulmaları, görmeleri, taşıyamayacakları yüklerin altına girmelerini engellemeleri, gerektiğinde dinlendirmeleri ve bunun hem bir lütuf hem de ne büyük bir sorumluluk olduğunu aklından çıkarmamaları sağlanmalıdır. Etrafının kendisini lidere göstermek için çırpınanlarla dolmasını engellemektir.

“(Bir gün Süleyman) Kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: ‘Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (27/Neml, 20)“Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek, ya da mutlaka onu şiddetli bir cezayla azâba uğratacağım veya boğazlayacağım!” (27/Neml, 21)“Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip ‘Ben, dedi, senin (henüz) bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.” (27/Neml, 22)“Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım.” (27/Neml, 23)“Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidâyete giremiyorlar.” (27/Neml, 24)

Lider olma. Kuşların, cinlerin, insanların, karıncaların arasında Hüdhüd’ü göremeyeceksen lider olma. Mescidi temizleyen ihtiyarı göremeyeceksen lider olma. Dicle kenarındaki koyunu düşünmeyeceksen lider olma. Kendi hesabından emin misin ki başkalarının hesabına da talip oluyorsun?  

Müslüman hem kendine hem çevresine sürekli nimetleri ve nimetleri vereni hatırlatmalı, şükrün karşıtının küfür olduğunu bilmeli/duyurmalıdır.

Hüdhüd’ü göremezsen, görmezlikten gelirsen başkalarının da saklanmasına, nefisleriyle/şeytanla baş başa kalmalarına sebep olursun.

Lider toplumu korumak için cesur ve adaletli olmalıdır. Gerektiğinde cezalandırmaktan sakınmamalıdır. Suçun cezasız kalmayacağı anlayış ve pratiğini sağlamalıdır. Hz. Süleyman belki de babasından ibret alarak tarafları dinlemeden karar vermemiş karar vermek için Hüdhüd’ü dinlemiştir.

Ceza bir ödüldür. Ahirette mazerettir. Suç ve ceza orantılı olmalı suçlu/halk bir daha suça yeltenmemelidir. Hz. Süleyman Hüdhüd’ü dinlemeden cezalandırma yoluna gitmeyerek ayrıca bir ders de vermiştir yöneticilere.

Olaya Hüdhüd açısından bakıldığında ise: yöneticisinin hata yapmasını engellemiştir. Çünkü senin görevin dini herkese ulaştırmak ve Sebe’de görev yerine getirilmemiş. O her şeyi bilir, vebali ona ait nasıl olsa dememiş ve ikinci adamlık yükünü üstlenmiştir. Ayrıca inkârlarının sebebinin şeytanın yaptıkları işi kendilerine süslü göstermiş olduğunu söyleyerek Hz. Süleyman’ın daha sakin ve hikmetli davranmasını sağlamıştır.

“(Süleyman Hüdhüde) dedi ki: ‘Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.” (27/ Neml, 27)

Kişiler güvenilir olsa bile yönetim sadece güvene dayanamaz. İzleyenler içinde mazereti olan/bulan/uyduran her şeyi yapabilir anlayışı oluşmaması için dediklerini sınayacağız demiştir.

 “Mektup Süleyman’dandır, Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla: Bismillâhirrahmânirrahîm (diye başlamakta)dır.” (27/Neml, 30)“Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek, Müslümanlar olarak bana gelin’ diye (yazmakta) dır.” (27/Neml, 31)

Davet Rabbimize olduğu için bir onur vesilesidir Müslüman'a. Bu nedenle İslam’ın izzet ve onuruna yakışır olmalıdır. Eğilmeden bükülmeden hiçbir kısmı saklanmadan yapıldığında davet sorumluluğu yerine getirilmiş olur. Davet bazı Müslümanların değil her Müslüman'ın görevidir. Davet sadece anlatmak değil yaparak göstermektir de.

Davet için etkili yollar bulmak gerekir. Davet muhatabın anlayacağı ve dikkatini çekecek şekilde yapılmalıdır.

“(Sonra kraliçe) dedi ki: ‘Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam.” (27/Neml, 32)“Onlar, şöyle cevap verdiler: ‘Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaşçılarız; emir ise senindir, artık ne emredeceğini düşün taşın.” (27/Neml, 33)

Davet Rabbimize olduğu için bir onur vesilesidir Müslümana. Bu nedenle İslam’ın izzet ve onuruna yakışır olmalıdır  

İstişare her bir konuyu, o işin ehli kim/ kimler ise onlarla enine boyuna konuşmak, fayda ve zararını; hayr ve şerrini mütalaa etmektir. Bir kurum değil, bir yönetim şeklidir. İstişare, bir oylama ve “çoğunluk ne diyor” öğrenme değil, bir doğruyu arama çabasıdır. İstişare meclisi yetişme ortamı olarak kullanılmamalıdır. Karar alınırken fertlerin genel durumları, istek ve görüşleri, dikkate alınmalı; İslam'a aykırı olmayan konularda cemaatimizin hoşnutluğu sağlanmalıdır. Takva ile ilgili pratiklerin yaygınlaşması istişari kararlar ile değil örnek olunarak sağlanmalıdır.

İstişare edilene düşen ise fikrini açıkça belirtmek ve alınan karara her ne olursa olsun/ kendi fikrine uysun veya uymasın itaat etmektir.

 “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.” (27/

Neml, 35)“(Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi:’Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.” (27/Neml, 36)“(Ey elçi!) Onlara var (söyle:) İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakir halde oradan çıkarırız.” (27/ Neml, 37)

Veren el alan elden üstündür. Hediye verenin lütfüdür. Hediye vermek ilişkilerde bir olumluluk sağlar. Hediyeyi alan sözleri veya mazeretleri kabul etmeye daha yatkın olur.

Hediyenin ne olduğu değil kimin verdiği önemlidir. Allah’ın verdiği herhangi bir şey kraliçenin verdiği/verebileceği her şeyden daha hayırlıdır.

“(Sonra Süleyman müşâvirlerine) dedi ki: ‘Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melîkenin tahtını bana getirebilir?” (27/Neml, 38)“Cinlerden bir ifrit, ‘sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var’ dedi.” (27/Neml, 39)“Kitaptan ilmi olan kimse ise, ‘gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm’ dedi. (Süleyman) onu (kraliçenin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, ‘bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnîdir, çok kerem sahibidir.” (27/Neml, 40)     

Şükür, nimetin sahibini tanımaktır. Nimet verenin makamını, yüceliğini, emrini ve ölçülerini kabul ettiğini ilân etmektir. O makamdan gelen teklifleri benimsemektir. Şükrün karşıtı olan “Nankörlük” Arapçada küfür ile aynı kelimedir.

 

Copyright 2018 © RAHLE DERGİSİ