Dünyanın neresinde olursa olsun “benimle aynı inancı, aynı anlayışı, aynı ilkeleri paylaşan herkesle aynı cemaate mensubum” anlamına gelir.
Müslüman olmak demek dünyanın her yerinde, kendine has inanç, anlayış ve ilkeleri olan, birbirleri ile iletişen ve tek bir organizma gibi hareket eden bir yapının bir parçası olmak şeklinde anlaşılır. Onun içindir ki tarihin her döneminde gücü elinde tutanlar “ben Müslüman'ım” diyen herkese kuşkuyla bakmışlar ve onları saltanat peşinde olmakla itham etmişlerdir. Gerçekten de Müslüman olmak demek Asr suresinde de belirtildiği üzere-; Allah'a tüm yetkin isimleriyle ve sıfatlarıyla iman etmek, tam bir teslimiyetle hayatını onun isterleri çerçevesinde şekillendirmeyi peşinen kabullenmek ve bu çerçevede yaşıyor olmak, bu iman deryasının, bu evrensel kurtuluş atmosferinin tüm insanlık için gerekliliğine binaen bu daireye davet etmek ve bu uğurda tüm sıkıntılara göğüs görmeyi bir görev bilerek bu yolu birlikte yürüyen yoldaşlarla olmak ve yardımlaşmak demektir.
Müslüman olmak demek, Müslümanlarla da olmak demektir. Biz buna cemaat diyoruz, ümmet diyoruz. Cemaat ümmetin bir parçası, küçük bir prototipi olarak görülmelidir. Onun için Camii ile cemaat bir aradadır. Camii cemaatin mekânıdır. Camii Cemaati olmak hayatımızın doğal bir parçasıdır.
Cemaat olmayı bir gizli kapaklı örgüt olarak değil, Müslümanların aidiyetiyle kendilerini ifade ettikleri, birbirleriyle dostluk ettikleri ilişki biçimi olarak görüyoruz. Ve bu birlikteliğe mesela “Müslüman Kardeşler” diyoruz.
Yukarıdaki paragrafta bir noktanın altı çizilmelidir; “görüyoruz” kelimesi. Bu kelime “Siz mi? Siz kimsiniz?” sorusunu getirir. Müslümanların genel anlamda birbirleri ile ilişkilerini aynı inancı, aynı anlayışı paylaşmalarından ve aynı cemaati oluşturmaları düşüncesinden hareketle, dünyanın neresinde olursa olsun “benimle aynı inancı, aynı anlayışı, aynı ilkeleri paylaşan herkesle aynı cemaate mensubum” anlamına gelir. Velev ki birbirinden çok uzak farklı mekanlarda yaşıyor olsak da, değişmez. Bu da, bu başlıktaki bir yazı için biz ifadesini kullanabiliriz demektir. “Müslüman Kardeşler” tanımlamasını öne çıkarmak ise; bu topluluğu, bu düşünce hareketini yani bu cemaati betimlemek için kullanılan bir adlandırmadır. Yani “Müslüman Kardeşler” mensubu olmayı, peygamber ümmeti olmakla aynı görüyoruz. Bu isimlendirme cemaat anlayışımızı ifade edebilmek için yeterli olacaktır. (1) Bu yazıda cemaati oluşturacak temel bileşenlerden bazıları üzerinde durulacaktır.
Niçin Cemaat?
Günümüz cahiliye ortamında bir Müslüman şu 4 halden birinde bulunabilir.
1- Sadece bireysel olarak Allah'a iman eder ve İslam'ın 5 farzını yerine getirir. Bunun dışında din adına hiçbir şey yapmaz.
2- Müslümanların cemaatine gider gelir, ilayı kelimetullah için bir katkısı yoktur.
3- Müslüman’larla birlikte bir araya gelir ve onlarla Allah'ın dini adına faydalı olabilmek için bir takım faaliyetler de bulunur. Örneğin yoksullara yardım eder. Ya da çocuklara eğitim verir veyahut çeşmeler, hayratlar yaparlar.
4- Tüm ilişki biçimleriyle ve tüm gündemleriyle birlikte, İslam adına çaba sarf etmeyi görevleri bilirler. Allah Rasulünün izinden giderler. Bulundukları tüm ortamlarda İslam’ın renginin hâkim olması için ellerinden geleni yaparlar. “İslam” denildiğinde, “Allah” denildiğinde onlar akla gelir. Çünkü İslam onlar için bir kimlik haline gelmiştir.
İman ve salih amellerinden sonra gündemleri “Tevhid ve Adalet” için davet yapmaktır. 1.durumdaki Müslüman haramlara bulaşmadığı sürece ve bu farzları tam yerine getirdiği sürece “Müslüman” kimliğinden bir şey kaybetmez.
2. durumdaki Müslümanlar da cemaate dâhil olarak kendi kimliklerini korumaktadırlar ve donanımları nedeniyle fazlasını yapamasalar da cemaatin mensubudurlar.
3. durumdaki Müslümanlar bir Müslüman cemaatin yapması gereken işlerden bir cüzü yapmaktadırlar. Müslüman kimliklerinden bir şey kaybetmezler.
4. durumda bir cemaatten bahsedilmektedir.
Günümüzde Müslümanların bir cemaat olarak hareket etmelerini önemsemekteyiz. Çünkü ancak böylece hakkıyla kul olabilir ve ancak böylece Allah Rasulünün misyonunu sürdürebiliriz. Cemaat olmak “Takva Toplumu” olmanın, Muhsinler olmanın, sabikun – öncüler olmanın zorunlu bir formudur. Canlı bir İslam toplumu olmak ve “biz Allah Rasulünün 21.yy izleyicileriyiz” demek, öncelikle, cemaat olmayı gerektirmektedir.
Anlayış ve ilkeler bir cemaatin varlığının temel referanslarını oluşturur. Temelini Kuran ve Sünnetin oluşturduğu bu anlayış ve ilkeler ile birlikte aynı zamanda kadim İslami geçmişi de referans almakta ve ümmetin tüm birikimini sahiplenmekteyiz. Anlayış ve ilkelerin ifade edilmesi, mevcut ümmetin eksik veya tanımsız bıraktığı ama olmazsa olmaz olarak gördüğümüz şiarları da kapsamaktadır ve ümmetin içinde bu anlayış ve ilkeleri yaşayan ve yaşatan bir topluluk olma gayretimizdir. Elbette dinin tüm gereklerini, gerek itikadi ve gerekse ameli olarak yaşamak ve yaşatmak faaliyet alanlarımızı ve gayemizi oluşturur. Ancak gücümüzün çoğunu bu anlayış ve ilkelerin ihyası için harcamak daha öncelikli olandır.
“Ameller niyetlere göredir”. Bu nedenle burada ifade edilecek anlayışlar niyetlerin tashih edilmesi ile hayat bulacaktır.
Öncelikle düşünme şeklinde mutabakat ve sahihlik sağlanmalıdır. Düşünme biçimine bağlı olarak ortaya çıkan ameli durum anlayışların hayat bulmasını sağlar. Amellere bakarak kişinin niyetinin tanımlanmasının genel anlamda mümkün olmadığı unutulmamalıdır.
Amellerin şekillenmesini sağlayan farklı niyet şekilleri ise amil ile rabbı arasındaki hukuka bırakılacaktır.
Ehl-i Sünnet Olmak
Sünnet “dinin hayata yansımasıdır. İlâhî maksada uygun dinî ve dünyevî hayatın bir kılavuz kitabı”dır (2), “Peygamberin (s.a.v.) hayat tarzı demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şeklidir. Peygamberin (s.a.v.) sünnetinin temelinde O'nun hayat anlayışı vardır. Müslüman, Peygamberin (s.a.v.), tevhid anlayışını, nefis ve arzular dahil hiç bir maddi veya manevi puta gönlünde yer vermeyişini, Allah'a rağmen hiçbir otorite kabul etmeyişini, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, Allah'tan gelen her şeye rızasını, tedbir ve tevfiz anlayışını, kâinatın her yerinde Allah'ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebep-müsebbib anlayışını, ulûhiyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunları işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır.
O'nun toplum hayatında amaçladığı hedefler ve esas aldığı ilkeler İslami sosyal hayatın temelidir. Sünnete uymak; Rasulullah'ın örnek ahlâkını, ferdi ve sosyal hayatın temeline koymaktır. O'nun şefkati, merhameti, affediciliği, müsamahası, kolaylaştırıcılığı, yardım severliği, alçakgönüllülüğü, fedakârlığı, vefakârlığı, diğergâmlığı, güler yüzlülüğü, dürüstlüğü, sözüne sadâkati, hilmi, cesareti, cömertliği, iktisadı, dünyanın geçici menfaatlerine değer vermeyişi, zühdü, şükrü, sabrı, azmi, sebatı, tevekkülü, teslimiyeti, cana yakınlığı, tatlı dilliliği, inceliği, zarafeti, hayası, temizliği, vakarı, izzeti, yiğitliği, emanete riayeti vb bütün güzel hasletleri Müslüman'ın karakterindedir, hayat gayesi olmalıdır. Allah Rasulünden gelen hadislerle gerek tek tek gerekse bazılarını seçerek amel etme yerine, her hadisi İslamiyet'in diğer ahkamının ve Asr-ı saadetteki hayatın bütünlüğü içerisinde yorumlanmalıdır. Sahabe, Hulefâ-i Râşidin, tabiîn ve mezhep imamları döneminden beri İslâm tarihi boyunca, Kur'ân ve sünnet hükümlerinin temelindeki ilke ve prensipler tespit edilmiş ve uygulamada bunlar -yani "illet" ve "mekasıd"esas alınmıştır. Günümüzde “sünnetin "illet" ve "mekasıd"ı nasıl bir uygulama ile gerçekleştirilebilir?" ya da "Peygamber bugün yaşasaydı bu konuda ne yapardı?" sorularının cevabı aranmalıdır. Sünnet, bütüncül bir anlayışla arkaplanına yerleştirildikten sonra, genel ilkeleri çıkarmak, araçlardan amaçlara, değişkenlerden değişmezlere gitmek gerekir. Bundan sonra yapılacak olan, bu ilkelerin günümüz şartlarında nasıl gerçekleştirileceğine cevap aramaktadır. O ilkeler doğrultusunda yapılacak her uygulama sünnetten sayılır ve sünneti ihya etm e k o l u r . ” (3)
Sünnetin illet ve mekasıdının tespit edilerek günümüze izdüşümünün araştırılması; “dînin aslının, bir bina gibi, şeklinin, belirgin özelliklerinin aynen kalması, tabiî tesirler sonucu bozulan yerlerinin onarılması, çevresinin ve girişinin güzelleştirilmesi, yollarının yeniden düzenlenmesi ve onun bilinir, tanınır hale getirilmesi anlamındadır, yoksa onu yıkıp yerine bambaşka ve büyük bir şey dikmek değildir. Dînin tecdidi de ona yeni bir şekil kazandırmak değil, onu, Resûl-i Ekrem ve sahabe dönemindeki saf haline döndürmek o dönemdekine benzer bir samimiyetle yaşanmasına fert ve toplum seviyesinde zemin hazırlamak demektir.” (4)
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat İslam'ı bir usul çerçevesinde yaşama ve problemlerin çözümünü yine bu usül esaslarıyla çözmek için yöntemi İslam'ın ilk kaynaklarında yani Kur'an'da ve Rasulullah’ın, Ashabının ve Tabiinin hayatlarında arama yöntemidir.
Çünkü İslam’ın saf uygulanışı, onların hayatıyla pratik bulmuştur. Ehl-i sünnet ve’lcemaat, ashab, tabiîn, selef-i salih ve hidayet imamları olan fazilet sahibi üç nesildeki hadis ve ilim ehli olup dinde fakih olan, onların izlerini sürüp, yollarını takip eden, onların gösterdikleri ve tutturdukları hidayet yoluna uymayan şeyleri ve dinde herhangi bir bid’ati ortaya çıkarmayan kimselerdir.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kavramı, onların usulü ve hidayetleri (izledikleri yol)dir.
Bir usül çerçevesinde hareket ediyor olmak, istikametin ve hikmetin kaybedilmemesini sağlar. Bir şeyin İslamiliğinin değerlendirilmesi yapana (faile) göre değil, yapılana (amel/fiil, söz vb. şeylere) göredir. Bu çerçevede söz konusu olay için geliştirilecek ilişki biçimi, failin kalbinden/niyetinden bağımsız olarak değerlendirilir. Sözgelimi: hırsızlık eden bir Müslüman'a had uygulanırken, uygulanan bu had kişinin sosyal durumu ne olursa olsun, pişman olup olmaması durumundan bağımsız olarak uygulanır. Bu uygulama toplumsal nizamı sağlar, ancak müeyyide uygulanan Müslüman'ın ahiretteki hesabını gidermez. Müslüman gerçekten tevbe etmiş ise, velev ki bu müeyyide uygulanamadan bile ölse -umulur kitövbesi kabul olanlardan olur.
Nebevilik
Cemaatin, nebevi gelenekteki kökenleri tespit edilmiş şeyleri faaliyet olarak belirlemesidir. Aynı şekilde cemaatin yapmak istediği şeylerin, nebevi gelenekle ters düşmemesini sağlanmasıdır da.
Faaliyetlerinde nebevi kökenleri tespit edilmiş işleri yapmak dünyanın neresinde olursa olsun bir hareketin İslami diye nitelendirilmesini sağlayan bir özelliktir;.
İlay-ı Kelimetullah bireysel, kurumsal ve
toplumsal bütün işlerimizi kuşatır. İslam; temelleri, hudutları, insan tiplerini, dostu düşmanı tarif edeerek, kendisinin insanlara ulaştırılması, mücadele esas ve yöntemleri, tavizler… gibi başlıkların toplamı olarak “İslam’ın insanlara ulaştırılması ve yeryüzünde hâkim kılınması yöntemi”ni i'lây-ı kelimetullah şeklinde tanımlamıştır.
Kur’an’ın ve Peygamberimizin bildirdikleri esaslar yanında, Peygamberlerin yaptıkları ve Rasulullah’ın Siyeri, bu tanımların çerçevesinin çıkarılabileceği kaynaklardır.
Ümmet
Ümmet anlayışı bir düşünme şeklidir. İnananlar bir ümmettir, inkâr edenler de bir ümmettir. Farklı ülkelerde, coğrafyalarda, mekanlarda yaşamak bunu engellemez. Ümmet bir organizma gibi düşünür, hareket eder, refleksler geliştirir. Bütün Müslümanların derdi bizim derdimiz, sevinçleri bizim sevincimiz, birikimi bizim birikimimizdir.(5) Ümmet anlayışı, i'lây-ı kelimetullah’ın hedeflerinin bir coğrafya veya bir milletle sınırlı olmadığının kabulüdür. Hem hedef, hem de sorumluluk anlayışını tüm insanlık olarak genişletir. Ümmet içindeki her fert, Allah'ın bir kuludur. Her kul, İslâm ölçüleri dahilinde kulluğunu yerine getirmeli ve eşit haklara sahip olmalıdır.
Cemaat Olmak
İlay-ı kelimetullah yolundaki yürüyüş topluluk olarak hareket etmeyi gerektirir;
Allah (c.c.): "... İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın." buyuruyor.(6).
"Allah, yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpare ve müstahkem bir bina gibi, saf bağlayarak mücadele edenleri sever." (7) Hz. peygamberin (s.a.v.) söz ve davranışları; cemaatten ayrı kalanlar için uyguladığı şiddetli cezalar, Müslüman'ın cemaatle olan hukukunun sadece gönül bağından ibaret olmadığını göstermektedir. Nur suresinin son ayetleri, bu konunun uhrevi vebalinin bulunduğunu açıkça ilan eder. (8)
Her bir Müslüman ferdin salih insanlardan oluşmuş bir topluluk içerisinde olması gerekmektedir. Önde gidenin tutulması, düşenin koluna girilmesi, yorulanın dinlendirilmesi, dinlenmişin yüke sarılması birlikte yürümenin gereklerindendir.
Cemaat, ümmetin bir minyatürü; ümmet cemaatlerin bir bileşkesi olduğundan; ümmetin öteki minyatürlerine hoşgörü ve iyi niyetle bakmak; kendi doğrusunu doğru yaşamaya ve anlatmaya özen gösterirken, ötekilerle cebelleşme yerine, dışarıda olan ve cehenneme yolcu olanlarla uğraşıp onları çağırmaya çalışmak, esas anlayışlarımızdandır.
Cemaat olmanın, ümmetin içinde farklı bir yapılanma oluşturmanın sorumluluğu ve ciddiyeti bilinmeli ve tüm Müslümanlarla birlikte, bütünleşmiş bir yapıyla hareket etmeyi önceleyen bir zihniyet taşınmalıdır. Ayrı oluş durumu günümüz coğrafi, ulusal ve uluslararası sosyo-kültürel şartlar neticesinde oluşan, arizi bir durum olup kalbi bir ayrılık veya husumet içermemelidir. Asıl gaye ayakta tutulması olmazsa olmaz olan anlayışların taşınması ve yaşatılmasıdır.
Cemaatin varlık sebebi, ötekilerin yanlışları değil, ortak anlayışlar ve sahiplenilen doğrulardır.
İslam kardeşliği ve ümmet anlayışı esastır.
Kardeşlik
"Gerçek müminler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler." (9).
"Sizden biri, kendi nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz." (10)
Kardeşlikte asli unsur; sevginin, barışın, yardımlaşmanın ve birliğin sağlanmasıdır. Ayrılığa düşülse bile kardeşlik bilincine sahip
olmak ve haddi aşmamaktır. Din kardeşinin, kan kardeşinden daha önemli ve daha yakın olduğunu kabul edebilmektir. Kardeşlik; başlangıçta hoşgörü, ortasında fedakârlık sonunda isar ile kaim olduğunun bilincine vararak davranışlarında “hatasında ve sevabında kardeşine yardım etmek”, hata yaptığında tövbesinde, sevap işlediğinde ecrinde ortak olmaktır.
İslami bir endişenin sonucunda yapılması gerektiği düşünülen, kararlaştırılan işlerde asgari sorumluluklar her Müslüman tarafından yerine getirilmelidir.
Davet
Davet: İnsanların, Allah’ın yoluna elçilerinin gösterdiği ve kitabında belirttiği yöntemler ile (hikmet ve güzel öğüt ile) çağrılmasıdır. (11) Davet tevhid ve adalet için yapılan çağrının adıdır.
Davetçi: kendisiyle birlikte bütün insanlığı cennete götürmeye âşık; bütün insanlığı kurtarmayı kafasına koymuş ideal insanıdır. Herhangi bir insana hak ve hakikat adına bir şey anlatmadığı ya da dinlemediği bir günü eksik ve zararda kapatmanın ızdırabıyla akşamlayan bir yaşam anlayışına sahiptir.
Davet sürecinde çıkan engellerle en güzel şekilde mücadele edilmesi bu sürecin vasıflarındandır.
İ'lây-ı kelimetullah, emri bil ma’ruf ve nehyi anil münkerin en temel vasfı ve ilk yansıması davettir. Davet tüm hayat tarzını etkileyen bir anlayış ve yaklaşımdır. Bu anlamda davet cemaatin temel faaliyet ve ilişkilerini belirleyen ana unsurlardandır. Davet emri bil marufu inşa ederken aynı zamanda nehyi anil münker için hazırlanmak, ölçü ve sınırları belirlemektir. Tanımlı ve kapsamlı bir davet süreci aynı zamanda cemaatin görünen yüzü ve ruhudur.
Eğitim
Eğitim hem kendimizi, hem insanlarımızı, hem de toplumu iyi yönde değiştirmek geliştirmek için vazgeçilemez bir unsurdur. İki günü aynı olmayan sürekli gelişen bir “insan ve cemaat” anlayışının bir sonucu olarak asla bitmeyecek bir eğitim anlayışı ve isteğine sahip olunmalıdır. Eğitim hem İslami değerlerin, hem de bunun bir yansıması olarak algıladığımız cemaat kültürünün aktarılması için gereklidir. Yoksa yozlaşma kaçınılmazdır. Fertlerin hem bireysel hem de cemaat olarak yapacakları faaliyetler için gerekli olan teçhizatla donanmaları eğitimle mümkün olur.
Cemaat kendi devamlılığını sağlayacak fertlerinin eğitiminde dikkat gösterdiği gibi, tağuti güçlerin sebep olduğu yanlış anlayışlara, bozulmalara karşı da tedbir almalıdır.
Beslenme Kaynakları
İman üç ana kaynaktan beslenir: İlim, zikir (namaz ve benzeri ibadetler dâhil) ve mücahede
İlim meclisleri :Cemaat ümmetin ilim birikimini taşıyacak, geliştirecek ve aktaracak âlimler yetişmesi için gayret göstermeli, kaynak ayırmalıdır. İlmine ve anlayışına güvenilen âlim-fazıl kişilere ilim meclislerinin tertip ettirilmesi, fertlerimizin bu meclislere devam ve istifadeye teşvik edilmesi gereklidir.
Kuran ilimleri, tefsir, hadis, fıkıh, akaid gibi mahsulünün katılanlara fayda vereceği meclisler kurulmalı; “bir âlimin rahle-i tedrisinden geçmek” geleneği ihya edilmelidir.
İlim meclisleri her işin usulüne uygun ve kaliteli yapıldığı yerlerdir. Fert burada düzeni görür benimser. Ahlak öğrenir. İlim meclisi belli standartları olan, ferde göre şekillenme esnekliğine sahip, fert merkezli çalışmalardır. İçerik, metot, süre vs. ferdin niteliklerine göre değişebilir. Yakın düzeydeki fertler gruplandırılabilir.
İlim meclisi ferdin ihtiyaç duyduğu veya duyacağı tahmin edilen her türlü donanımı sağlamalıdır. (12)
Zikir meclisleri : Zikir, Müslüman’ın kalbini ve benliğini diri tutan, gafletten kurtaran, kamil bir kişilik kazanmasına yol veren amellerdendir. Zikir Allah’ın bir veya birkaç isminin dil ile söylenmesi olduğu gibi, Allah’ın isimlerinin tefekkürü, Kur’an-ı Kerim’in tilaveti de zikir çerçevesinde ele alınır.
Müslüman her an zikir üzere olmalıdır. Fertlerin dilini ve kalbini zikre ısındırmak için zikir meclisleri tertip ve katılım teşvik edilmelidir. İçerik ve biçim olarak, kitap ve sünnete uygunluğuna dikkat edilir. Mücahede :Mücahede Müslüman’ın kimlik inşasında eğitim araçlarından birisidir. Rasulullah'ın seriyyelerle yaptığı eğitim çalışmaları bu kapsamdadır.
İnsan Modeli
Allah (cc) her insanı, diğer insanlardan farklı özelliklerle donatarak yaratmıştır. Zahiri/ bedensel farklılıklar gibi, ruhi özellikler ve yetenekler de farklılıklar gösterir.
İslam, kendi insanından Allah (cc)’nin kendisine verdiği özelliklerini/yeteneklerini O’nun istekleri doğrultusunda geliştirme ve kullanmalarını istemektedir. Mensuplarından özelliklerini terk etmelerini değil; doğru yerde ortaya koymalarını beklemektedir.
İslam’ın bu genel yaklaşımı, cemaatin insan modeli yaklaşımında ana ekseni oluşturmaktadır: bütün fertlerin taşıdığı ortak vasıflar vardır; ancak bu vasıflar her fertte kendi özellik ve yetenekleri doğrultusunda değişik oranlarda tezahür eder.
Bu nedenledir ki, eğitim sürecinde fertlerinin özellik ve yeteneklerini tespit ederek, o özellik ve yetenekleri İslam’a hizmet yolunda en verimli olacak ve Allah (cc)’ın rızasına götürecek biçimde revize etmek, temel yaklaşımdır.
Cemaat, fertlerinin özelliklerinin onları kendini beğenme, tek adamlık, kibir vb. yanlış yollara sevk etmemesi konusunda hassas davranır.
Fertler, mahşer günü hesaplarını tek başlarına vereceklerinin bilincinde olarak, yaptıklarının ve yapmaları istenen her şeyin muhasebesini yaparlar. Bu muhasebe, bir isyan muhasebesi değil; yapılanı daha ihlâslı yapmanın muhasebesidir.
Fertler, akıllarını, gönüllerini ve amellerini ıslah etmekle mükellef olduklarını; her an daha muttaki olmak gibi bir çabalarının olduğunu; bunun bir eğitim sürecinde olabileceğini bilirler. “ya öğreten, ya öğrenen, ya da bunları seven ol” düsturunu kişiliklerinde sindirmişlerdir.
İslam’ın genel ahlaki prensipleri, her bir fert için olmazsa olmaz özelliklerdendir. Kişisel özellikler, bu temel ahlaki prensipler içerisinde eritilmişlerdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) örnek bir insan ve benzemekle mükâfatımızın artacağı bir model olarak önümüzdedir. Yapılması gereken bu modelin her bir fertte nasıl gerçekleştirileceğinin yolunu bulmaktır.
İnsan modeli ifadesinden tek tip insan yetiştirmek anlaşılıyorsa bu yanlıştır. Aslolan sürekliliği sağlayacak olan kişilerde ortak hassasiyetler oluşturmaktır.
İslam İnsanı 3 vasfıyla tanımlanır. Müslüman, Mümin, Muttaki (Muhsin). Cemaat, mensuplarının Müslüman ve Mümin vasıflarını kazandırmak için gerekli eğitimleri vermelidir. İ h l a s m a k a m ı o l a n Muttakilik konusunda ise mensupları kendi eğitim süreçlerinde yolculuklarını kendileri yapacaktır. Cemaat bu konuda mensuplarının gidişindeki ameli ve itikadi sapmalara karşı onları korumalı ve nebevi tecrübelerle yönlendirmelidir. Cemaat insanına Allah Adamı olmayı, görüldüğü zaman Allah'ı hatırlatan bir insan olmayı[13],
Müslüman kimliğini kendi kişiliği ile özdeşleştirmeyi hedef olarak koyacak ve onların iman ve İslam kimliklerinin inşası ve korunmasında rol alacaktır.
Müslüman kimliği, Kitap ve Sünnet bağlısı, vahiy öncelikli düşünce sahibi, nas bulunmayan konularda içtihat yanlısı, Müslümanları kucaklayan, insanlığa derin şefkat duyan ve tüm insanlığın İslam ile tanışmasını arzulayan ve bunun için çalışan, düşünce yöntemini, değer yargılarını, hayat modelini Sünnetten alan, konjonktürü değil, evrensel gerçekleri kollayan, hakka taraf, mutedil, muvahhid, müstakim, müstekarr, muhsin, muhlis, kısaca Hz. Peygamber ve Ashabının gidişatına uygun yaşamayı amaç edinmiş bir kimliktir. Bunun dışındaki anlayışları, kabulleri ve uygulamaları dışlamak, kimlikte karşıtlık ilkesi uyarınca, Müslüman kimliğinin gereğidir.(14)
Cemaat Değerleri
Bizi biz yapan değerler, sonraki kuşaklara doğru biçimde ve eksiksiz aktarılmadığında, gerek kültürümüzün, gerek anlayış ve eylemlerimizin saptırılması, dejenere edilmesi ve çatışmalar kaçınılmazdır.
Dikey veya yatay iletişimde taşınan saygı ve tevazu, hem iletişimin hem de ilişkilerin seviyesini yükseltir.
Emir konumundaki kişi ile ilgili “ne derse doğrudur” veya “bir hikmeti vardır” anlayışı yanlıştır. Yapılan her iş bilinç süzgecinden geçirilmelidir; bununla beraber, bu durum ukalalık veya usulsüzlüğü getirmemelidir
Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsenmelidir. İş yapma şekli, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır.
Kadın-erkek ilişkilerinde, günümüz toplumundaki yozlaşma da dikkate alınarak, hassasiyetlerde daha dikkatli olunmalıdır. Karma bir İslami çalışma yerine, cemaatin kadınlar kolu şeklinde bir çalışma olmalıdır.
Fert veya cemaat olarak tarzımız, olabildiğince açıklık olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu; yapılan yanlışların gizlenememesi gibi bir riski/güvenceyi de beraberinde taşıdığı unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalı / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıdır.
Hareketli ve harekette istikrarlı, gelişmeye açık kişilikler olmalı, bunları desteklemeliyiz. İslami bir temeli olmayan, davete veya cemaate zarar veren davranışlardan ve kişilik özelliklerinden vazgeçilmelidir.
Her fert müsavidir; yaşı, mesleği vb. özellikleri ne olursa olsun: Eylem / eğitim / tebliğ / infak / cehd herkes için ortaktır. Bu kapsamda Cemaatin o fert için çizdiği yola tabi olunmalıdır.
Kardeşlik ortak bir bilgi temeli ve anlayışlarla desteklenir. Amaç ve metot konusunda benzer düşünmeye başlayan insanlar yolculuğun gereklerini paylaşmakta daha istekli ve organize olacaklardır.
Çeşitli vesilelerle ortaya çıkan imkânlar eşit paylaşılmalıdır. Zorluklarda âdilane paylaşım ve istekli olmaya dikkat edilmelidir.
Sorumluluk Allah’a karşı olduğundan her fert, dünyevi bir ödül veya ceza beklemeden elini taşın altına koymalıdır.
Tökezleyen fert veya cemaatlere yardım edilmelidir.
Cemaatin fertlerinde takva mutlaka bulunması gereken bir özelliktir. (15) Takva birey düzleminde uygulanan bir anlayış olup bir kavmin, cemaatin muttaki olması beklenemez. Takva toplumu ile kasıt herkesin muttaki olması değildir. Zaten Asr-ı saadette de takva belli hassasiyetlere sahip kişilerin iş ( öncülerin) vasfıdır.
Dipnotlar:
[1] “Müslüman Kardeşler” ismi bizim cemaat anlayışımızı ifade eder. Ancak bizim başka bir yapılanma / organizasyon ile ilişkimiz olduğu anlamına gelmez, zira yoktur. [2] Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN, Sünnetin Dindeki Yeri Isav Ensar Neşriyat İstanbul 1998
[3] Prof. Dr. Selahattin Polat, Hadis Araştırmaları, İnsan yy. yayın tarihi 2003 ve s. 285293
[4]Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN, Sünnetin Dindeki Yeri Isav Ensar Neşriyat İstanbul 1998
[5] [005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
[016.120] Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allaha itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı
[043.033] Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahmana (Allah'a karşı) küfredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp yükselecekleri merdivenler yapardık. [049.010] Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.
[6] el-Mâide 5/2
[7] es-Saff, 61/4
[8] [024.062] “Müminler ancak, Allah'a ve Resülüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”
[9] el-Haşr 59/9
[10]Hadisi Şerif
[11][012.108] De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim.
[042.015] İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: «Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi biraraya toplayacaktır. Dönüş yalnız O'nadır. [016.125] Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan Öncelikli ihtiyaç İslam bilgisidir. Kişinin
Müslüman olmasını/kalmasını sağlayan konular önce öğretilir. Daha sonra İslam bilgisi yayılmasını organize edilmesini güç haline gelmesini sağlayacak bilgi öğretilir. Bilginin tahrif edilmesini ortadan kaldırılmasını etki- sinin azaltılmasının engellenmesini gerekirse bunun için ölünmesini sağlayacak bilgi ortada verilir.
[ 1 3 ] " . . . E s m a b i n t - i Y e z î d (Radıyallâhüma'dan rivayet edildiğine göre; Kendisi Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemin (sahâbîlerine) :
«Dikkat ediniz! Ben size en hayırlı olanlarınızı bildireyim mi?» buyurduğuna, sahâbîlerin (de) :
Belâ (yâni bize bildir) Yâ Rasûlallah, diye karşılık verdiklerine ve Resûl-i Ekrem (sav) (bunun üzerine)
Sizin en hayırlılarınız o (mü'min) kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah (Azze ve Celle) hatırlanır»
buyurduğuna şâhid olmuştur. (Sünen-i İbni Mace, Zühd, 4119 )
[14]Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Müslüman Kimliği, Nesil Y.
[15][049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbiriniz- le tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır.